Türk Edebiyatının Dönemlere Ayrılmasındaki Ölçütler
Türk Edebiyatının Dönemlere Ayrılmasındaki Ölçütler
Edebiyatımız, hiçbir yazılı belge bulamadığımız çok eski dönemlerde başlamış ve birbirinden farklı kollar halinde gelişmek suretiyle günümüze kadar süregelmiştir.
Başlangıcından günümüze kadar aynı milli ruhun, edebiyatımızın bütün dönemlerinde hiç değişmeyen ve amacı belirleyen bir çizgi olarak varlığını hissettirdiğini görüyoruz. Ancak bu milli çizgiye onu zenginleştiren birbirinden farklı motiflerin de eklendiğini söylemeliyiz.
Edebiyatımızın hangi medeniyetin veya hangi edebiyatların tesirine girdiğini, hangi amaçlara hizmet ettiğini ve toplumdaki hangi sosyal sınıflar tarafından temsil edildiğini bu farklılıklara bakarak anlıyoruz. Ayrıca edebi eserlerde kullanılan kelimelerin yapılarına, çekimlerine ve ses özelliklerine bakarak hangi dil coğrafyasına ait olduğunu belirtiyoruz.
Dünyada başka milletlerin edebiyatlarında da, ana çizgi değişmemekle beraber, farklı edebi dönemler yaşandığı görülmektedir. Fakat bunların pek azı bizim edebiyatımız kadar çeşitlilik arz etmektedir. Tabii ki bunun en önemli sebebi Türk boylarının dünya üzerinde çeşitli coğrafi bölgelere dağılarak ayrı topluluklar halinde ve ayrı devletler kurarak yaşamalarıdır. Bu durum, birtakım kültürel farklılıkları, farklı lehçe ve şivelerin oluşumunu, farklı medeniyetlerden etkilenmeyi ve farklı edebiyatlara sahip olmayı beraberinde getirmiştir.
Biz de edebiyatımızı tarihi gelişimi içecisinde devirlere ayırarak her birini kendi özelliklerine göre incelemek durumundayız.
Türk edebiyatının devirlere ayrılmasında esas aldığımız ölçülerden başlıcaları şunlardır:
1. Dil Anlayışı
Asya’nın ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde başlayıp gelişen Türk edebiyatlarını birbirinden ayıran yalnızca şekil, muhteva ve gaye farklılığı değildir, önemli bir faktör daha vardır ki, bu da edebi eserin asıl malzemesi olan dilde ortaya çıkmaktadır. Bu farklılıklara lehçe veya şive farklılığı diyoruz.
Bir dilin bilinemeyen bir dönemde ayrılan kollarına lehçe denir. Türkçenin Yakutça ve Çuvaşça olmak üzere iki lehçesi vardır. Yakut ve Çuvaş Türkçeleriyle, Türkiye Türkçesi arasında büyük ses, kelime ve şekil farklılıkları vardır. Ayrıca bu lehçelere ait edebiyatlar halen incelenip bir sonuca varılmamıştır.
Bir dilin takip edilebilen tarihi seyri içinde ayrılan kollarına ise şive diyoruz. Türkçenin tarihi gelişimi tam olarak VIII. yüzyıldan itibaren takip edilebilmektedir. Bu nedenle elimizde bulunan ilk yazılı örnekleri (Orhun Kitabeleri) esas almak durumundayız. Bu eserlerin Göktürk alfabesiyle yazıya geçirildiğini görüyoruz. Eserlerin dili ise Göktürkçe (Köktürkçe)dir.
Şiveler arasındaki ayrılıklar, kelimelerin yapı, çekim ve fonetik (ses) Özellikleriyle ilgili farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklar dikkate alınarak Türkçenin birkaç çeşit tasnifi (sınıflandırılması) yapılmıştır.
Şu halde Çağdaş Türk edebiyatlarını; Azerbaycan Türk edebiyatı, Kırgızistan Türk edebiyatı, Kazak Türkleri edebiyatı, Özbekistan Türk edebiyatı şeklinde birbirinden ayırırken kullanılan kıstas, bu edebiyatların farklı coğrafyalarda oluşan değişik şivelere ait olmalarıdır.
2. Kültürel Farklılaşma
Kültür, bir milletin dil, din, duygu, düşünce ve yaşayış tarzındaki bütünlüktür. Bunlarda başlayan değişme, kültürel farklılaşmayı ortaya çıkarır. Türkler, İslamiyet öncesinde atlı-göçebe hayat tarzını sürdürmekteydiler. Bu hayat tarzı, yerleşik hayata geçişle birlikte terk edilirken, ‘bozkır kültürü’ olarak adlandırdığımız bu kültür de yavaş yavaş terkedilmiştir. İslamiyeti kabul eden Türkler, bu dini inancın kabullerine ters düşmeyen bazı geleneklerini de sürdürmüşlerdir. Uzun bir dönemde değişime uğramayan Türk – İslam kültürü, etkisini edebi alanda da göstermiştir, islamiyetin kabulünden Tanzimat dönemine kadarki Türk edebiyatında dini muhteva her zaman ağırlıklı olmuştur.
Tanzimat döneminde ise, edebi eserlerin şeklinde ve muhtevasında büyük değişmeler olmuştur. Gerek Tanzimat Fermanında (1839), gerekse onun tamamlayıcısı niteliğindeki Islahat Fermanı’nda (1856) ifade edilen siyasi, askeri, ekonomik ve diğer alanlardaki değişiklikler doğrudan Batı medeniyeti esas alınarak düzenlenmiştir. Bu durum devletin Batı medeniyeti dairesine girmeyi resmi bir politika haline getirmesi demektir.
Yapılan çalışmalar kısa zamanda meyvesini vermiş; devlet, halkıyla ve yönetimiyle hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Sanatkâr da kendi alanıyla ilgili yenilikleri ülkesin taşımaya başlamıştır. İstanbul’da sosyal hayat değişmiş, sanat eserleri kendi malzemesinin oluşumunda etkili olmaya başlamıştır. Bu durumu Ahmet Hamdi Tanpınar, “Modern edebiyat bir medeniyet kriziyle başlar.” cümlesiyle özetler.
Onuncu yüzyıldan itibaren Acem ve Arap edebiyatlarının etkisiyle ve İslami düşünceye dayalı olarak başlayıp daha sonra milli bir hüviyet kazanan yazılı Türk edebiyatı, bu kez Batı medeniyetinin ve Fransız edebiyatının etkisiyle 1860’lı yıllardan sonra yavaş yavaş yeni bir çehreye bürünmüş ve yeni bir kimlik arayışına girmiştir.
Bütün bu değişmeler dikkate alınarak 1860 yılını esas kabul edip, bu tarihten sonra gelişen edebiyatımızı Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı olarak isimlendiriyor ve bu dönemi kendi ölçüleri içinde değerlendiriyoruz.
3. Dinî Hayat
İslamiyetin kabul edilmesinden önce de Türklerin birkaç defa din değiştirdiğini biliyoruz, önce büyü ve sihre dayalı Şamanizm inancına mensup olan bazı Türk boyları daha sonra Mani ve Budha (Buda) dinlerine girmişlerdir. Şüphesiz bu değişiklik edebi eserler Üzerinde de tesirini gösterecektir. Nitekim Göktürk Kitabelerinde ve eski Türk destanlarında bir Gök Tanrı’dan bahsedilirken Mani ve Budha dinleriyle ilgili metinlerde daha farklı bir inanç sisteminin övgüsü yapılmaktadır.
Edebiyatımızda asıl köklü değişiklik 10. yüzyıldan itibaren İslamiyetin kabul edilmesiyle kendini göstermiştir. Başta Karahanlı Devleti olmak üzere Gazneliler, Harzemşahlar ve Selçuklular bünyesinde yeni ve güçlü bir edebiyatın başladığını görüyoruz. Bu değişiklik sadece edebiyatla sınırlı kalmamış; resim, minyatür, ağaç işlemeciliği ve mimaride de kendini göstermiştir. Hatta hat sanatı gibi yeni bir sanatın da başlangıcı olmuştur.
XI. ve XII. yüzyıllarda Müslüman Araplar ve İranlılarla iyi ilişkiler kuran Müslüman Türkler, artık İslam medeniyeti dairesinde yer alacaklardır. Edebi, kültürel ve siyasi alanlarda karşılıklı etkileşime ve İslam’ı inanca bağlı olarak yeni dünya görüşünün ifadesi olan bir edebiyat başlamıştır. Bu edebiyat gelişerek Tanzimat dönemine kadar devam etmiştir.
Bu, şekil, muhteva ve gaye değişikliğini dikkate alarak, edebiyatımızın X. yüzyılda öncesini ve sonrasını kendi ölçüleri içinde inceliyoruz.
4. Dil Coğrafyası
9. ve 10. yüzyıllarda bazı Türk boylarının ayrı devletler kurup kendi yazı dilerini oluşturduklarını görüyoruz. Farklı coğrafyalarda ve değişik kollar halinde gelişen dilimizin bugün Azeri Türkçesi, Kırgız Türkçesi, Özbek Türkçesi, Türkiye Türkçesi ve Balkan Türkçesi gibi birçok şivesi vardır.
(Kaynak: Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Prof.Dr. Ali Torun, Murat Özbay, Dr. Himmet Biray, Musa Çiftçi, Türk Dili ve Edebiyatı Edebiyat 1 D.K.A.Ş)
Özetle;
Türk Edebiyatının dönemlere ayrılmasında;
- Dil anlayışı
- Dini hayat
- Kültürel farklılaşma
- Sanat anlayışı
- Coğrafya değişimi
- Lehçe ve şive ayrılıkları etkili olmuştur.