Türk Edebiyatında Dinî-Tasavvufî Edebî Türler
Türk Edebiyatında Dinî-Tasavvufî Edebiyat Geleneğine Ait Edebî Türler
Dinî – tasavvufî Edebiyat geleneğine ait edebî türler / ürünler içeriklerinden hareketle dört ana bölüme ayrılır:
1. ALLAH HAKKINDA YAZILAN TÜRLER
2. PEYGAMBERLER HAKKINDA YAZILAN TÜRLER
3. DİN VE TASAVVUF YOLUNUN BÜYÜKLERİ HAKKINDA YAZILAN TÜRLER
4. DİNÎ İNANÇ VE TASAVVUFÎ DÜŞÜNCELERLE İLGİLİ YAZILAN TÜRLER
- a) Tevhid
- b) İhlas-nâme
- c) İlahi
- d) Münacat
Tevhîdin sözlük anlamı “birlemek” demektir. Dinî-tasavvufî anlamı ise “Allah’ın varlığı ve birliğine dair yazılan manzum veya mensur eserlere” verilen addır. Yalnızca dinî -tasavvufî mahiyetteki eserler değil her konudaki eserin tevhîdler ile başlaması gelenekselleşmiştir. Yalnız dini-tasavvufi Türk halk edebiyatı alanında yazılmış dinî-tasavvufî feraset, tefekkür ve tevil kendini gösterir. Bu yönüyle diğer tevhîdlerden ayrılır. Tevhîdler; gazel, kaside, mesnevi tarzındadır. Özellikle Niyâzî-î Mısrî bu tarzdaki eserleri ile öne çıkmaktadır.
Örnek:
O yüzden görüben ağyar döner şem-i cemalinden
Felekler de görüp anı döner edvar olup peydaTaşunur günde yüz bin can adem iklimine her dem
Gelür yüz bin dahi andan bulur imar olur peydaDışun içe hayalatı içün dışa zuhuratı
Birinden ol birine tuhfeler her bar olur peyda
İhlas; sözlüklerde doğru, samimi muhabbet; sıdk vb. anlamlara gelir.
Arapça bir kavramdır. Dini terminolojide ise ibadet ve davranışlarda dinin özüne göre davranmak demektir.
İslam’ın tevhid akidesinin en özlü ve en anlamlı ifade edildiği dört ayetten oluşan bir sure de bu adı taşımaktadır. Bu surede Allah kendini tanımlamaktadır.
“De ki: O, Allah birdir. Allah hiçbir şeye muhtaç olmayan aksine her şey kendine muhtaç olandır. O, doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey ona eş ya da denk değildir.”
İşte bu sureyi ele alan ve bir tür onun şerhi mahiyetindeki manzumelere dini tasavvufi Türk halk edebiyatı geleneğinde ihlas-nâme adı verilir.
Örnek:
Okuram ismünde bismillahirahmanirahim
Zahir ü batın hevl üşde sırate’l müstakimZikr ile fikr itdügüm sensün benüm nur-ı kadim
Ay sıfatundur sıfatun kul hüve’llahu ahadKendi canum zevkinün ahvalidür zikr itdügüm
Zatınun envarıdur hakke’l yakin fikr itdügümZikr-i kalbüm vechinün esrarıdur şükr itdügüm
Gayrisi lazım değil bakisün Allahu’s-samedLem yelid sensün okurlar iy velem yuled seni
Vir keramet dilüme zikr eylesün daim seniYa İlahi düşmişem al elümi kaldur beni
Lem yekûn zat-ı sıfatundur lehu küfüven ahad
Not: Eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan Hasan Ali Yücel’in (Can Yücel’in babası) mensur bir girişten sonra mesnevi tarzında 260 beyit olarak kaleme aldığı “Allah Bir” adında bir eseri vardır. Yücel’in bu eseri de yine İhlas-name bağlamında değerlendirilmektedir.
Allah’ın birliğini azamet ve kudretini anlatan veya telkin eden manzumelere ilâhî adı verilir. İlahiler hem aruz hem de hece vezniyle yazılabilir.
İlâhî terimi tarikatlere göre farklı adlar almaktadır:
♦ Mevlevîlerde İlahî karşılığı olarak “âyin” terimi kullanılır.
♦ Gülşenîlerde İlâhî karşılığı olarak “tapuğ” terimi kullanılır.
♦ Alevi-Bektaşilerde İlâhî karşılığı olarak “nefes” terimi kullanılır.
♦ Halvetîlerde İlâhî karşılığı olarak “durak” terimi kullanılır.
♦ Diğer tarikat mensupları İlahî karşılığı olarak “cumhur” terimini kullanmışlardır.
Türk tasavvufunda İlâhî isminin öncü ismi olarak Yunus Emre kabul edilir. Yunus Emre’ye ait İlahîler Yunus Emre Divanı içerisindedir.
Eşrefoğlu Rumî, Niyazi-î Mısrî, Aziz Mahmud Hüdai İlahî türündeki diğer başarılı isimler olarak kabul edilmektedir.
Nefesle ilgili bazı önemli hususlar:
♦ Melamilerde vahdet-i vücut telkini nefeslerle yapılmıştır.
♦ Nefeslerde gazel ve koşma nazım şekilleri kullanılır.
♦ Nefesler hem hece ile hem de aruzla yazılabilir.
♦ Nefesler günümüzde hala “ayin-i cem”lerde saz eşliğinde makamla okunmaktadır.
♦ Alevi cemlerinde genellikle Pir Sultan Abdal, Şah İsmail, Kul Himmet, Seyyid Nesimî gibi ulu aşıkların nefesleri okunur.
Örnek:
Cana cefa kıl ya vefa
Senden hem ol hem hoş bu hoş
Ya derdin gönder ya deva
Senden hem ol hem hoş bu hoşYa bağ u ya bostan ola
Ya bend ü ya zindan ola
Ya vasi u ya hicran ola
Senden hem ol hem hoş bu hoş
Münacat sözlük anlamıyla ‘fısıldama, yavaşça söyleme, kulağa fısıldama” şeklindedir. Edebî terim anlamıyla ise “Allah’a dua etme yalvarma, Allah’a dua konulu manzume” şeklinde tanımlanmaktadır.
Mürettep divanlarda tevhîdlerden sonra gelir. Münacatlar manzum veya mensur şekilde olabilir, Manzum yapıya sahip olanlar kaside, kıta, gazel, mesnevi gibi nazım biçimleriyle kaleme alınmışlardır,
Mensur münacat örneği:
İlahi hamdini sözlerime sertac ettim. Zikrini kalbime miraç ettim. Kitabın kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin. Varlığından cümleyi haberdar ettin. Aşkınla gönlümü bi-karar ettin, inayetine sığındım. Kapına geldim. Hidayetine sığındım. Lutfuna geldim. Kulluk edemedim ama affına geldim. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Manzum münacat örneği:
Ya İlahi sana senden el’ıyaz
Sensin ahir cümlemize müsteazDerd senin derman senindir şüphe yok
Derdi kullara yine sensin melazCem ü farkı eylegil meşhudumuz
Cem-i cem’inden bize ver iltizazZevk-i külli padişahım ol durur
Bize tevhidin ola daim me’azBu Niyazi bendeni etme garib
Eylegil tevhid-i sırfda anı şazNiyâzî-i Mısrî
- Naat
- Elifname
- Gevhername
- Dolabname
- Esma-i Nebi
- Siretü’n Nebi
- Mucizat-ı Nebi
- Hicretname
- Miracname
- Mevlid
- Hilye
- Kırk Hadis
- Medhiye
- Mersiye
- Maktel-i Hüseyin
♦ Na’t “bir şeyi methederek anlatma, vasıflandırma” anlamına gelmektedir.
♦ Edebiyatımızda daha çok Hz. Muhammed’i övmek maksadıyla yazılan şiirler anlaşılmaktadır.
♦ Bu bakımdan gerek “Klasik Edebiyat” gerekse “Dinî-Tasavvufî Türk Halk Edebiyatı” na’t bakımından oldukça zengindir.
♦ Manzum veya mensur olarak kaleme alınabilir.
♦ Bu tür zamanla Hz. Muhammed ile sınırlı kalmayıp halifeler, din büyükleri, veliler, mürşidler hakkında da yazılmıştır.
♦ Türk edebiyatındaki en meşhur örneği Fuzûli’nin Su Kasidesi’dir.
♦ Türk edebiyatındaki ilk naat örneği Kutadgu Bilig adlı eserin içerisinde yer almaktadır.
♦ Türk edebiyatında en çok naat kaleme alan isim ise Nâzim’dir.
Örnek:
Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel MuhammedGel şefaat eyle kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel MuhammedYedi kat gökleri seyran eyleyen
Kürsinün üstüne cevlan eyleyenMiracında ümmetini dileyen
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Osmanlı Türkçesindeki otuz üç harfin değişik konularda değişik şekillerle genellikle mısra başlarındaki harflerin alt alta alfabetik sıra ile beyitler halinde yazılarak devam etmesi neticesinde oluşan manzum eserlerdir.
Elifnâmeler dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatı geleneğinde Allah’ın varlığı ve birliği, Allah’a yalvarma, peygamber ve devrin büyükleri olan mutasavvıflar hakkında yapılan övgüleri dile getiren metinler olarak yer almıştır.
Örnek:
Elif Allah’ın habibidir Muhammed Mustafa
Be beni dur etmesin aşkında ol şahin huda
Te teşerrüf eylerim anı ism-i şerifin yad ile
Se sevab olur anı yad edene bi-had şeha
Cim cemali nurunun bir zerresidir afitab
Ha hayat-ı cavidan bulur olan aşık ana
Hı halildir Hudanın hem resul’u bi-güman
Dal dedi peygamberimdir ol habib-i ba-safa
Gevher kelime anlamı yönüyle “elmas, cevher, inci değerli taş, bir şeyin özü” şeklindedir. Edebî terim olarak ise şöyle tanımlanabilir: Yaratılışın başlangıcı olarak İlahî nurdan ayrılan ilk parça bütün varlıkların esası özü demektir. Bu özü anlatan eserlere gevher-nâme adı verilir. Gevher-nâmelerde Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in yüceliği, varlıkların tedrîci (derecelendirilmesi/sınıflandırılması) anlatılır.
Türün en başarılı örneğini Kaygusuz Abdal vermiştir.
Dolabnâme edebî terim olarak şu şekilde tanımlanabilir: Allah aşkı, Allah’a duyulan özlem, Allah’a bağlılık gibi hususların soru -cevap esasına göre anlatıldığı dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatı manzumeleridir. Bu eserlerde Allah aşkının yoğun bir terennümü vardır. Dolabnâmelerde Hak’tan alınanın halka verilmesi hususuna özellikle dikkat çekilir. Tekke tasavvuf edebiyatı geleneğinde dolab-nâme deyince akla gelen ilk iki isim, Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal’dır.
Yunus Emre’ye ait dolabnâmenin meşhur dizeleri şu şekildedir.
“Dolap niçün inilersin
Derdüm vardır inilerem.”
Kaygusuz Abdal’a ait dolabnâmenin meşhur dizeleri ise şu şekildedir:
Sual itdüm bugün ben bir dolaba
Didüm niçün sürersin yüz bu aba
Neden bağrun delükdür gözlerün yaş
Sebeb nedür sataşdun bu itaba
Esmâ-i nebî Hz. Muhammed’in güzel isimleri demektir. Tür olarak da Esmâ-i Hüsna’ya teşbihen peygamberin de 99 ve daha fazla isimlerini konu alan şiirler demektir.
Hz. Muhammed’in doğumundan vefatına kadar ahlâkını, faziletlerini, mucizelerini, gazâlarına ait hayatını bütünüyle veya bir kısmıyla ele alan eserlerdir.
Manzum sîretü’n-nebîler genellikle “mevlid” olarak adlandırılır ve bu tür ürünler mesnevi nazım biçimiyle kaleme alınır.
Mucize, peygamberlerin dinlerini halka kabul ettirmek amacıyla Allah’ın emriyle gösterdikleri olağanüstü hallerdir.
Örneğin; Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi, Hz. Muhammed’in ay’ı ikiye bölmesi gibi.
Çeşitli eserlerde bu mucizeler bir bölüm olarak yer aldığı gibi müstakil eserler olarak da ele alınabilir. Bu tür eserlere mucizât-ı nebî adı verilir.
Yahya Bostanzade Tirevi’nin Gül-i Sad-berk, Nâyî Osman Dede’nin Ravzatü’l İcâz, Kadı İvaz’ın Şifâ adlı eserleri, bu türün en başarılı örnekleri arasındadır.
Hicret “memleketten memlekete göç” demektir. Özel anlamıyla ise Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesidir. Bu olay aynı zamanda Hicri tarihin de başlangıcıdır. Hz. Muhammed’in bu göç olayını anlatan eserlere “Hicret-nâme” adı verilir.
Bu tür, Hz. Muhammed’in hicretiyle olabileceği gibi değişik kişilerin göçleriyle de ilgili olabilir.
Süleyman Nahifi’nin mesnevi tarzında kaleme aldığı 800 beyitlik Hicretnâme’si türün en başarılı örneği olarak kabul edilir.
Miraç, göğe çıkma demektir. Miraç olayının kaynağı İsrâ suresidir. Mirac-nâmelerde Hz. Muhammed’in Recep ayının 27. gecesi Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülüşü, Burak ile göğe çıkması, Allah ile bizzat görüşmesi, diğer peygamberleri, cennet ve cehennemi ziyaret etmesi konu edilir.
Gerek müstakil bir eser olarak ve gerekse diğer türlerde bir alt bölüm olarak bu olay ele alınmış, ana hatlarını belirttiğimiz gelişmeler tasvirî mahiyette işlenmiştir. Bu tür eserler hem divan edebiyatında hem de dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatında mirac-nâme adı ile anılır. Mesnevi nazım biçimiyle kaleme alınmışsa miraç-name; kaside nazım biçimiyle kaleme alınmışsa miracîyye olarak adlandırılır.
Not: Türk edebiyatında ilk miracîyye örneği 15. yüzyıldan Abdülvâsi Çelebi’ye aittir. Bu miraciye örneği Abdülvâsi Çelebi’nin Halil-nâme adlı mesnevisinde yer almaktadır.
Mevlid, kelime olarak “doğma, doğum yeri, doğum zamanı” gibi anlamlara gelmektedir. Edebî terim olarak ise şöyle tanımlanabilir: Hz. Muhammed’in doğumunu konu alan ve onun doğumunun gününde, gecesinde, ayında ve yılında meydana gelen birtakım sıra dışı olaylara değinen eserlerdir.
Türk edebiyatında mevlid denilince akla gelen ilk isim Süleyman Çelebi’dir. Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât adlı eseri türün adeta simgesi haline gelmiştir.
Hilye kelime anlamı yönüyle “süs, ziynet, cevher” şeklindedir.
Edebî terim olarak ise şu şekilde tanımlanabilir: Hz. Muhammed’in mübarek vasıflarını ve güzelliklerini İslâmî geleneğin sınırları dahilinde yazı ile tarif ve tavsif etmek esasına dayanan manzumelerdir.
Türk edebiyatında bazı hilyeler dört halifeyi anlatmak üzere de kaleme alınmıştır.
Hilye türünün kaynağı Arap edebiyatındaki “şem’ail” türündeki kitaplardır.
Türk edebiyatında hilye türünün ilk önemli ismi Hakanî’dir.
Hakani’den sonra hilyenin ikinci önemli ismi Tırmızî’dir.
Hz. Muhammed’in çeşitli konulara ilişkin 40 hadisinin manzum olarak anlatıldığı eserlerdir. Kırk hadis geleneği özellikle divan edebiyatında oldukça rağbet görmüştür. Bu ürünler divan edebiyatında “terceme-i hadis-i erbain” olarak adlandırılmıştır.
Türk edebiyatında kırk hadis geleneğinin ilk önemli örneği 14. yüzyıl Harezm sahasına ait ürünlerden biri olan ve Kerderli Mahmut tarafından kaleme alınan Nehcü’l Ferâdis’tir.
Birini övmek için yazılan manzum veya mensur eserlerdir. İki türlü medhiye vardır:
♦ Padişah, vezir, Şeyhülislam gibi devrin ileri gelenlerini övmek için yazılanlar.
♦ Dört halife, ashab-ı kiram, ariflerin kutbu sayılan velileri övmek için yazılanlar.
Halk ikinci türdeki eserlere İlâhî, klasik edebiyat mensupları istigâse, mutasavvıflar ise istimdât adını vermiştir.
Her iki medhiye arasındaki en önemli fark, samimiyet noktasındadır. İkinci türde şair övülen kişiden maddî bir beklenti içinde olmadığından oldukça samimidir. Fakat birinci türde yazılan ürünler, genellikle menfaat üzere kaleme alındığı için daha ısmarlama bir niteliğe sahiptir diyebiliriz.
Mersiye “bir kişinin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü ortaya koymak amacıyla yazılan manzumelerdir.”
Divan edebiyatında görülen ve zamanın ileri gelen devlet adamları için yazılan mersiyeler, ifade ve üslup bakımından dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatındaki mersiyelerden ayrılır. Divan edebiyatındaki mersiyelerde dikkati çeken ilk husus resmî bir üsluba sahip olmasıdır. Dinî tasavvufî gelenek bağlamında yazılan mersiyeler ise daha samimi bir üsluba sahiptir diyebiliriz.
Ölüm temalı şiirler, İslamiyet Öncesi “sagu“, Halk Edebiyatında “ağıt“, Divan Edebiyatında “mersiye” olarak adlandırılmıştır.
♦ Mersiye türünün Anadolu sahasındaki ilk temsilcisi Ahmedî’dir. Ahmedî bu mersiyeyi Emir Süleyman Şah’ın ölümü üzerine kaleme almıştır.
♦ Mersiye türünde kaleme alınan metinlerde genellikle terkibibent nazım biçimi kullanılır.
♦ Türk edebiyatında hakkında en çok mersiye kaleme alınan kişi Kânunî‘nin boğdurulan oğlu Şehzade Mustafa’dır.
♦ Maktel kelime anlamı itibariyle “katledilen, öldürülen yer” demektir. Terimsel anlamı ise “Hz. Muhammed’in torunlarından Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesiyle ilgili olarak yazılan manzumelerdir.
♦ Maktel konusu ilk olarak Arap edebiyatında ele alınmıştır.
♦ Maktel türünün İran edebiyatındaki karşılığı sine-zen’dir.
♦ İran edebiyatındaki en önemli maktel örneği; Kaşifi’ye aittir. Kaşifi’nin bu eserinin adı Ravzatü’ş Şüheda’dır.
♦ Kâşifî’nin bu eseri Gelibolulu Cami tarafından Türkçeye kazandırılmıştır.
♦ Fuzûli’nin “Hadikatü’s Süeda” adlı eseri ise Kâşifî’nin Ravzatü’ş Şühedâ adlı eseri model alınarak oluşturulmuştur.
♦ Menakıb kelime anlamı itibariyle “övülecek iş, hareket ve meziyetlerdir.”
♦ Terimsel anlamı ise “din büyüklerinin ortaya koydukları kerametleri anlatan küçük hikâyelerdir.”
♦ Menakıb-nâme ise “tarikat kurucularının, mezhep imamlarının, diğer mühim dinî şahsiyetlerin biyografilerini, mücadelelerini, kerametlerini anlama, bilme isteği; nakletme endişesi ile yazılan manzum veya mensur eserlerdir.
♦ Tarikatlerin kurulma dönemlerinde bilhassa tarikat propagandası amacıyla bu tür eserlerin yazımı yaygınlaşmış zengin bir menakıb-nâme edebiyatı oluşmuştur.
♦ Menakıb-nâmeler hem biyografik hem de tarihî nitelikli eserler bağlamında değerlendirilebilir.
♦ Tezkire-i Satuk Buğra Han, Menakıb-ı Melamiyye-i Bayramiyye, Menakıb-ı Evliya-yı Bağdad, Vilayet-i Hacı Bektaş, Menakıb-ı Sadreddin Konevi, Menakıb-ı Ahi Evran türün öne öne çıkan örnekleridir.
Velayet-nâme ‘tarikat şeyhlerinin, tanınmış velilerin sağlığında olduğu gibi ölümünden sonra da müritleri veya sevenleri tarafından dile getirilen, şeyhin başta hayatı olmak üzere kerametleri, olmuş ve olağanüstü hadiseleri anlatan eserlerdir.
Veli, tasarruf sahibi ve emir anlamına gelir. Allah’ın 99 isminden biridir. Tasavvufa göre velayet makamı peygamberlik için de vardır. Velilik iki çeşittir:
♦ Velayet-i amme: Her mümin velidir.
♦ Velayet-i hassa: Gerçek veli olup tasavvufi anlamda Allah tarafından korunup sevilen salih insanlardır.
Velilerin de birçok derecesi vardır. Bunların en üstünü kutb şeklinde adlandırılır ki kutblar “hakîkat-ı Muhammediyye’nin varisi”dir.
Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında önemli bir tür olan ve hareket noktası da bu olan velayet-nâmeler manzum ve mensur olarak tertip edilebilir.
Türe ilişkin en önemli örnekler; Hacı Bektaş Velayet-nâmesi ve Abdal Musa Velayet-nâmesi’ dir.
- Vücud-nâme
- Nasihat-nâme
- İbret-nâme
- Fazilet-nâme
- Fütüvvet-nâme
- Gazavat-nâme
- Mansur-nâme
- Minber-nâme
- İstihrac-nâme
- Tac-nâme
- Nevruz-nâme
- Tahassür-nâme
- Tarikat-nâme
- Nutuk
- Hikmet
- Devriye
- Şathiyye
- Vasiyet-nâme
- Telkin-nâme
- Erkan-nâme
- Kıyamet-nâme
- Mahşer-nâme
- Şefaat-nâme
- Duvazdeh İmam
Levh-i mahfuzdan başlayarak ana rahmi de dahil olmak üzere insanın bütün gelişim evrelerinin tasavvufi bir bakış açısıyla yorumlandığı eserlere vücud-name adı verilir.
Vücud-nâmelerdeki ana tema, insanın yaratılışı, Tanrı’nın bütün güzelliklerinin insanda toplanmış olmasıdır.
Kaygusuz Abdal’ın Vücud-nâme adlı eseri türün en başarılı örneği olarak kabul görmektedir.
Vücud-nameler genellikle bir erkan-namenin veya tasavvufi bir eserin bir bölümünü oluşturan küçük risaleler olarak kaleme alınmıştır. Tasavvufi bir mahiyet taşıyan bu eserlerde özellikle Hurufilikten derin izler bulunmaktadır.
Bu eserlerde insanoğlunun ana rahmine düşmesinden sonra onda meydana gelen değişiklikleri bir dini bakış açısı ve değişik bir yorumla sunuş vardır. İnsanın vücudunu ve organlarını öncelikle dış görünüş itibariyle inceleyip bilinen görevlerini saydıktan sonra bunların manevi olarak yaptıkları görevlere yer verilir. Ayrıca bu organların her birini ehl-i beytle ve onların sıfatlarıyla eşleştirilerek anlatma söz konusudur. Örneğin; sağ göz Hz. Hasan’dır, sol göz Hz. Hüseyn’dir. Alın ise Hz. Fatma’yı simgeler.
Vücud-nâmelerin bir diğer konusu da insan nefsinin mertebeleri ve bunların özellikleriyle bir insanın bu mertebelere yükselmesinin yollarını göstermesidir. Zaman zaman ayetlerden ve hadislerden de destek alarak anlatılan konular, ibadetten çok itikadî bir mahiyet taşır. Bu eserler, daha çok insan vücudundan yola çıkarak Allah’ın varlığını ve birliğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Vücud-nâmeler aynı zamanda bir çeşit erkannamedir. Bir dervişin yapması gereken ve uyması gereken kurallar detaylıca ele alınır. Bunun yanında on iki imam ve ehl-i beytin hayatının ve kimliklerini yeri geldikçe açıklama söz konusudur.
Vücud-nâme geleneği Âşık Tarzı Türk Edebiyatında “yaş-nâme” olarak adlandırılır.
İnsanlara yol göstermek ve öğüt vermek amacıyla manzum veya mensur olarak kaleme alınan eserlere nasihat-nâme adı verilir.
Didaktik mahiyetteki bu eserlerin manzum olanları mesnevi tarzındadır.
Aynı zamanda “pend-nâme” olarak da adlandırılan bu eserler, bireyi “dinî, sosyal ve ahlâkî yönden yetkin bir insan olarak topluma hazırlamak amacındadır. Ferde telkin edilen temel değerleri kuvvetlendirmek için ayet, hadis, hikmet, kelâme-ı kîbar ve atasözlerinden faydalanılır.
Bu türün en ünlü eseri Ferîdüddîn Attar’ın Pend-nâme’sidir. Türk edebiyatında Nâbî’nin Hayriyye’si, Sünbülzade Vehbi’nin Lutfiyye’si, Güvahi’nin Pend-name’si türün önemli örnekleridir.
Örnek:
Bitir bir işi gayre sonra tut yüz
Ki bir koltukda sığmaz iki karpuz
Nasihat idicek dinle uluyu
Kalırsın dinlemez isen uluyu
Yolun üzre eğer köprü ola yol
Basuban geçme uluyu budur yol
Dürüş harc it nitekim düğün için
Ki ağ akçe olur kara gün için.
İbret sözlük anlamıyla uyarı olmak üzere “kötü bir olaydan ders alma veya böyle bir ders almaya sebep olacak olay” demektir. Dinî literatürde her olumsuzluk bir ibret olarak telakki edilir. Mesela delilik aklın, hastalık sağlığın, ölüm ölümsüzlüğün bilinmesi için birer ibrettir. Bu tür konuları ele alan müstakil şiirlere ibret-nâme adı verilir.
Örnek:
Sana ibret gerek ise
Gel göresin bu sinleri
Ger taş ısan eriyesin
Bakıp göricek bunlarıŞunlar ki çokdur malları
Gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek giymiş
Anın da yokdur yenleriKanı mülke benim diyen
Köşk ü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar
Taşlar olmuş üstünleriBunlar eve girmeyenler
Zühd ü taat kılmayanlar
Bu begligi bulmayalar
Zira geçdi devranları(Yunus Emre)
Fazilet kelime olarak “insanda iyilik etmeye ve kötülükten kaçınmaya yönelik devamlı ve değişmez bir yöneliş, güzel vasıf, insanın yaratılışındaki iyilik, iyi hu, erdem, üstünlük, güzel ahlak” demektir.
Fazilet-nâme, bir erdem kitabıdır. Manzum veya mensur olarak kaleme alınabilir. Din ve tarikat çevrelerinde fazilet timsali olarak Hz. Muhammed ve Hz. Ali kabul edilir. Bununla birlikte dört halifenin de faziletlerini anlatan eserler de vardır.
Dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatında Hafızoğlu Derviş Muhammed Yemini’nin Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin faziletlerini anlattığı Faziletname-i Yemini adlı eseri türün başarılı örneklerindendir.
Fütüvvet, “soy temizliği, mertlik, yiğitlik, cömertlik” gibi anlamlara gelmektedir. Bir edebiyat terimi olarak ise şöyle tanımlanabilir: Esnaf teşkilatı (Ahilik) ile bunların uymaları gereken terbiye, doğruluk, dürüstlük, kimsenin hakkını üzerine geçirmeme, helal kazanıp helal yeme, dinî kurallara bütünüyle bağlı kalmaya dair yöntem ve kurallardan söz eden bir anlamda edebi ve ahlâkî tüzük niteliği taşıyan manzumelerdir.
Tekke tasavvuf edebiyatında örneklerine çokça rastlanan fütüvvet-nâmelerdeki nazım şekilleri kıta, tuyuğ, müseddes, gazel, kaside, mesnevi gibi divan şiiri nazım şekilleridir. Âşık tarzı şiir geleneği nazım şekilleriyle yazılan fütüvvet-nâme örnekleri de vardır.
Ahi teşkilatına ait öğelere eski Türk edebiyatında “Sûr-nâme” “Letâif-nâme” “Marifet-nâme” “Seyahat-nâme” gibi türlerde tekke tasavvuf edebiyatında fütüvvet-nâmelerde, aşık edebiyatında ise “destanlar içerisinde rastlamak mümkündür.
Fütüvvet-nâmeler manzum veya mensur olabilir. Şeyh Eşref b. Ahmed, Esrar Dede, Eşrefoğlu Rûmî gibi isimlerin birer manzum fütüvvet-nameleri vardır.
Fütüvvet-nâme türündeki eserlerin ilk örneği Burgazi’ye (Yahya b. Halil b. Çoban Burgazî) aittir.
İlk manzum, fütüvvet-nâme 15. yüzyılda Eşref b. Ahmed tarafından kaleme alınmıştır.
Gaza “din uğruna yapılan savaş” demektir. Gazavat ise bunun çokluk halidir. Gazavat-nâme ise büyük bir kumandanın kahramanlıklarını ve savaşlarını anlatan eserlerdir.
Gazavat-nâmeler, manzum veya mensur forma sahip olabilir. Genelde mesnevi olarak kaleme alınan bu eserler zafer-name, fetih-nâme gibi türlerle benzerlik gösterir. Ancak onlar gibi belirli bir zafer sonucunda yazılmaz, tarihin belirli bir kesitini konu edinirler. Bu bakımından gazavat-nâmeler birer tarihî delil
olarak kabul edilir. Türk edebiyatında gazavat-nâme örneklerini Selçuklular dönemine kadar götürenler bulunmakla birlikte gazavat-nâme özelliği taşıyan eserler, XV. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanmıştır. XVI. yüzyıldan itibaren de büyük bir gelişme göstermiştir.
Sabit’in Zafer-nâme’si, Nâbî’nin Fetih-nâme-i Kamaniçe’si türün en önemli örnekleridir.
Tekke tasavvuf edebiyatında önemli bir yere sahip olan Hallac-ı Mansur’un hayatı ve kerametlerini konu alan ve mesnevi nazım biçimiyle kaleme alınan tahkîyevî eserlere mansur-name adı verilir.
Mansur-nâmeler de bir noktada menakıb-nâmelere benzemektedir diyebiliriz. Bugün için Niyâzî-i Mısrî, Ahmed-i Dâî, Mürid-i Aydın elde bulunan mansurname örneklerinin üç önemli ismidir.
Minber “camilerde hatiplerin cuma ve bayram günleri üzerine çıkıp hutbe okudukları 3-11 basamaklı merdivenli kürsüdür.” Minber-nâme, “bu kürsü veya kürsülerde bulunan hatiplerin minberde anlattığı hususlardan yola çıkılarak oluşturulan tasavvuf edebiyatı türüdür.
Sanatçı eserini konuşan hatibin ağzından aktarır. Minber-nâme türünün örneği edebiyatımızda fazla değildir.
Kaygusuz Abdal’ın aynı adla kaleme aldığı eser türün en başarılı örneğidir. Kaygusuz Abdal bu eseri bir cuma namazı esnasında namazdan sonra hatibin kendisine bakarak söylediği sözler ve Kaygusuz’un da ona verdiği cevaplardan oluşmaktadır.
İstihrac “çıkarma, çıkarılma; netice çıkarma, mana çıkarma, anlama, ileriyi görme, bazı hususlara göre mana çıkarma” demektir.
İstihrac-nâme ise harfleri gizleyerek veya dolaylı işaretlerle belirli bir olayın olacağını ifade eden manzum eserlerdir. Klasik edebiyat geleneğinde ve tekke-tasavvuf edebiyatı geleneğinde birçok istihraç-nâme örneği söz konusudur.
Esrar Dede, Fuzûlî, Şem’î, Müştâk Baba istihrac-nâme yazan birkaç önemli sanatçıdır.
Örnek:
Müştak Baha’nın 1847 yılında yazdığı Divan’ında yer alan bir istihraç-nâmede Ankara’nın 1923 yılında başkent olacağı işaret edilmiştir. A-N-K-A-R-A kelimesinin harfleri ebced hesabıyla 1341/ 1923’e denk gelmektedir. Müştâk Baba eserinde Ankara’nın başkent oluşunun Kurban Bayramı’nın dördüncü günü olan cumaya denk geleceğini de belirtmiş ve bu tahmin gerçekleşmiştir.
Taç “hükümdarların başlarına giydikleri mücevherlerle süslü objedir. Taç hükümdarlık alametidir. Tarikatlerde de bilhassa şeyhler başlarına yün ve dülbentten dolama bir serpuş giyerler bu da tac olarak nitelendirilir. Bu serpuşun dilim sayısı tarikatten tarikate değişir. Mesela Bektaşi ve Kadiri tarikatlerinde şeyhin serpuşu 12 dilimlidir. Bu taçlara değişik anlamlar yüklenmiştir. Şeyhler bu anlamı sohbetlerinde tasavvufi bir yorumla ele almışlardır, işte bu tasavvufi anlamlara ve yorumlara eğilen manzum eserlere tac-name adı verilir.
Nevruz Farsçada “yeni gün” anlamına gelmektedir. Güneşin koç burcuna girdiği tarih olan 21 Mart öncelikle İran coğrafyasında İslamiyet öncesinde dahil bir dinî gün olarak kutlanmıştır.
Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın naklettiğine göre Türkler de 21 Mart tarihinde Ergenekon’dan çıkış günü olarak her yıl bayram yapmaktadır. Bu bayramlar her iki millete de İslamiyetten sonra İslâmî bir olaya dayandırılarak kutlanmaya devam edilmiştir. Hz. Âdem’in dünyaya ayak bastığı gün, Hz. Ali’nin doğduğu gün gibi.
İşte bu nevruz gününün neşesini, insanların o günkü ruh halini ve yapılan kutlamaları anlatan eserlere nevruz-nâme adı verilir.
Tahassür, hasret çekme, çok arzu edilip ele geçirilemeyen şeye yanıp yakılma demektir. Dinî tasavvufi Türk edebiyatında tasavvuftan ve ibadetten habersiz boşa geçen bir ömre karşı büyük üzüntü duyulur. İşte tasavvuftan ve ibadetten habersiz geçen bir ömrün beyhudeliği üzerine kaleme alınan lirik edalı manzumelere tahassür-nâme adı verilir.
Adile Sultan’ın bu türde kaleme aldığı meşhur bir eseri vardır. Adile Sultan Osmanlı hanedanına mensup tek kadın şairdir.
Tarikat, Allah’a ulaşmak arzusuyla tutulan yol demektir. Tarikat geleneklerini, tarikat adabını anlatan eserlere tarikat-nâme adı verilir. Bilinen ilk tarikat-name Eşrefoğlu Rûmî’ye aittir. Bundan başka Duacı oğlu ile Himmet Dede’nin de birer tarikat-nâmesi vardır.
Nutuk “söz, lakırdı, konuşma; söylev, bir kalabalığa hitaben söylenmiş söz, ikna edici mahiyete sahip söz” gibi anlamlara gelmektedir.
Edebî terim olarak ise şöyle tanımlanabilir: Tarikate yeni girecek olan sâliklere tarikatın adab ve erkânını öğretmek, kısacası onları irşâd etmek amacıyla mürşitlerin söyledikleri manzum sözlerdir.
Nutuklarda mürid- mürşid ilişkisinin şiirle kurulma hususu söz konusudur. Kısaca, mürşidin müride yaptığı telkinlerden oluşan manzumelerdir.
Örnek:
Evvel tevhid sürer mürşid dilinden
Erişir canına fazl-ı Hûda’nın
Kurtulursun emmarenin elinden
Erişir canına fazl-ı Hûda’nınİkincide verir lafzatullahı
Anda keşfederler sıfatullahı
Hasenat yeter der eder günahı
Erişir canına fazl-ı Hûda’nın
Hikmet “felsefe, gizli bilinmeyen nokta, gerçeğe ve ahlaka ait kısa söz” anlamına gelmektedir.
Tanrı gerçeklerini Kuran-ı Kerim’in derin anlamını kavrama, İslam dininin genel kurallarına uygun olarak davranma; derin felsefe ve bilgi demektir.
Türkistan halkı Ahmet Yesevi’nin sözlerinde bu anlamları buldukları için onun şiirlerine hikmet adını vermiştir. Daha sonra bu yolda söylenen şiirler de aynı adla anılmıştır.
Hikmet için İslami felsefenin ve tasavvufun özünü ihtiva eden ve içinde gizil anlamlar taşıyan manzumelerdir diyebiliriz kısaca.
Dinî- tasavvufî Türk edebiyatının en karmaşık ve izah edilmesi en güç türlerinden biri de devriyedir.
Devir “genel anlamda dolanmak, dairevi bir hareketle dönmek demektir.” Devriye ise yaratılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gittiği, bu ikisi arasında varlığının safhalarının anlatıldığı eserlerdir.
Devir hadisesi yüz seksener derecelik iki yaydan oluşan bir daireye benzetilmiştir. Bu iki yaydan ilkine kavs-i nüzul (iniş yayı) İkincisine ise kavs-i uruc (çıkış yayı) adı verilir.
Kavs-i nüzul nedir?
Bu yukarıdan aşağıya doğru inen yay üzerinde gösterilen merhalelerdir. Bu merhaleler sırasıyla şunlardır: ilk önce Levh-i mahfuzdan ayrılan İlahî nur sırasıyla şu yolu izler: akl-ı kül — dokuz akl — dokuz nefs — dokuz felek — tebayi-i erbaa (sıcak-soğuk-kuru- yaş) — anasır-ı erbaa (hava-toprak-ateş-su) — mevalid-i selase (madenler-bitkiler-hayvanlar alemi)
Bu dizge tamamlandıktan sonra vahdet aleminden kesret alemi oluşur.
Kavs-i uruc nedir?
Kavs-i nüzul yolu ile alem-i gaybdan alem-i şuhuda inen varlık önce maden, sonra nebat, hayvan en sonra da insan suretinde tecelli eder. İlahî nur, insandan insan-ı kamile oradan da tekrar ilk ayrıldığı nokta olan vahdet alemine ve Allah’a ulaşır ki bu son hareketle Bakara suresinin 156. işaret edilen “Biz O’ndan geldik elbette O’na döneceğiz” ayetinin hükmü gerçekleşir. Böylece devir tamamlanmış olur.
Kavs-i nüzulü anlatan şiirlere Ferşiyye adı verilir. Kavs-i urucu anlatan şiirlere Arşiyye adı verilir.
Devriyeler genel anlamda manzum ürünler olmakla birlikte az da mensur forma sahip örnekleri de vardır. Manzum devriyeler, hem aruz hem de hece ölçüsüyle yazılmıştır. Manzum devriyelerde genellikle “idim” “oldum” “geldim” gibi redifler kullanılır.
Mevlana’dan başlayarak Yunus Emre, Kaygu-suz Abdal, Vahib Ümmî, Niyâzî-i Mısrî gibi pek çok mutasavvıf bu türde eser vermiştir.
Örnek:
Ak süt iken kızıl kana karışıp
Emr-i Hak’la coşup cevlana geldim
Ma-i cari gibi akıp yaraşıp
Katre-i naçizden ummana geldimDokuz ay dokuz gün batn-ı maderde
Kudretten gözüme çekildi perde
Vaktim tamam olup ahiri yerde
Çıkıp ten donundan cihana geldimHakikat meyinden nuş edip kanıp
Can gözlerim o gafletten uyanıp
Kudretten her türlü renge boyanıp
Bu alem-i nakş u elvana geldim
Şathiye, sözlüklerde “dudaklarda bir tebessüm uyandırmak maksadıyla söylenen manzume” olarak tarif edilmiştir. Dinî-tasavvufî Türk edebiyatı geleneğinde ise “Allah ile tekellüfsüz, şakalı bir eda ile konuşur gibi yazılan tür” şeklinde tanımlanmaktadır.
Şathiyede mutasavvıfın tasavvufî aşk ile vecd ve istiğrak halinde söylediği ilk bakışta halkın anlayamayacağı veya hoşuna gitmeyeceği biçimde birtakım sözler bulunur. Bu sözlerde şaka, alay, istihza, çocuk eğlencelerine benzemekle birlikte batınen bunlarda Allah’a hakikat gizlidir.
Bu türdeki üslup mutasavvıflarca “iki sevgili arasındaki yakınlık” şeklinde değerlendirilmiştir. Gerçek şahtiyelerde üslup İslâmî geleneğe, şeriat ölçülerine uygundur fakat bazı örneklerde söylem özellikleri bazen İslâmî çizgiyi aşmıştır.
Yunus Emre, Kaygusuz Abdal ve Azmi Baba türün akla gelen ilk isimleridir.
Yunus Emre’ye ait şathiye örneği
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp dir ne yirsun kozumu
Örnek:
Yeri göğü ins ü cinni yaratdun
Sen ey mimar başı eyvancı mısın
Ayı güni çarhı burcı var etdün
Ey mekan sahibi rahşancı mısınDenizleri yaratdun sen kapaksız
Suları yürütdün elsüz ayaksız
Yerleri temelsüz göğü direksüz
Durdurursun aceb iskancı mısınKullanırsun kanadsızca rüzgarı
Kürekle mi yapdun sen bu dağları
Ne yapıp da öldürürsün sağları
Can verip can alırsın sen cancı mısın(Azmi Baba)
Vasiyet “kişinin ölümünden sonra yerine getirilmesini yazılı veya sözlü olarak istediği şeyler” demektir. Vasiyet-nâme “bu isteklerin yazılı olarak ifadesidir. Dinî-tasavvufî yönden ise devlet ve din büyüklerinin geride kalanlarına buyurdukları manzum veya mensur sözlerden oluşan eserlere verilen ad” dır.
Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında bu türde pek çok eser bulunmaktadır. Özellikle araştırmacılar, Hz. Muhammed’in Veda Hutbe’sini bu bağlamda değerlendirmektedir. Ayrıca Lokman Hekim’in, Şeyh Edebali’nin, İmam-ı Azam’ın, Hacı Bektaş’ın vasiyetleri edebiyat tarihimizde oldukça meşhurdur.
Örnek:
Lokman Hekim’in Vasiyeti
Ey oğul’ Gökte yerde veya bir kaya içinde gizlenip hayradan-şerden hardal danesi kadar bir şey işlesen hesap günü karşına çıkarılır.
Kibr edip insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde azametle yürüme. Allahu Taala kendini beğenip övünenleri sevmez.
Küçük şeylere küçük nazarıyla bakma ileride büyük olur.
Köken olarak Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan bu isimdeki eserler, bir tarikatın kurallarının yer aldığı bir tür erkan-nâme diyebileceğimiz eserlerdir. Ancak bunları erkân-nâmelerden ayıran en önemli özellik daha kısa olmalarıdır.
Küçük bir risale veya birkaç metre uzunluğundaki bir rulo şeklinde oldukları görülmektedir. Bu ruloların tarikat ibadetleri başlamadan önce açılıp okunduktan sonra ibadete başlandığı bilinmektedir. Bu şekilde hazırlanmasının sebebi ise bir kişinin rahatlıkla taşıyabilmesi ve gittiği her yere bunu götürebilmesi içindir.
Erkân-nâmeler konu itibariyle ibadet, itikat, ahlâk ve tarikatta uyulması gereken davranış kurallarını içine almaktadır. Özellikle Sünnî tarikatlarda telkin-nâme veya nasihat-nâme gibi isimlerde görülen bu tür eserler Alevi-Bektaşi geleneğinde erkân-nâme adıyla yer almaktadır.
Birçok ayet ve hadisin yer aldığı zaman zaman bir büyüğün hikâyevî bir menkıbesinin de görüldüğü bu eserler müridin her anında yapması gereken işleri bir plan içinde sunmaktadır ki bir yaşam içinde olanların tarikat adabına ve şeriat kurallarına uymuş sayılacağı ve Allah’ın istediği doğrultuda bir yaşam süreceği varsayılmaktadır.
Örnek:
Zikr-i Hakla bast idüp can didesin canana bak
Varlığı kuvva-yı Süleyman katre ol ummana bakAllah Allah di müdam öz arını la ile geç
Var cemal-i çenette zevkiyle ihsana bakSırrını bil ey veledi Sıbtım buyurdu çun resul
Dü imamdan dü kabile gelmesi bu aye-i kabulTerk-i ser itsem münafıklar yedinde ne şeref
Al ü ashab aşkına virdi Süleyman can dinür
Tarikat büyükleri tarafından konulan ve tarikatın yasası niteliğinde olan ilkeleri ve kuralları, davranışları içeren tasavvufi ürünlerdir.
Erkân denilen kuralları tarikat pirleri koymasına karşın erkannamelerin yazarları genellikle belli değildir. Bunlar o dergâhın müdavimlerinden biri tarafından kaleme alınmış ve yeni gelen dervişlerin ve mevcut dervişlerin tarikat erkânını ve gereklerini düzenli bir şekilde yapmalarını sağlamak amacı ile yazılmıştır.
Erkân-nâme şeklindeki adlandırma genellikle Alevi- Bektaşî terminolojisine aittir diyebiliriz. Bu eserlerde konu işleniş bakımından birbirine benzer. Öncelikle inanç ve itikad noktasında müride gereken bilgiler, öğütler verilir. Sonra ibadet ve uygulamalarla ilgili konular, daha sonra o tarikatın edeb ve erkânı yani uyulması gereken kurallar başlangıçtan sonuna
kadar anlatılır. Şöyle ki bir mürid veya derviş tarikata girmek istediği zaman, girmeden önce yapması gereken işler, girerken yapması gerekenler ve girdikte sonra yapması gerekenler bir bir kendisine bildirilir’ bu doğrultuda yaşaması istenir.
İslam terminolojisinde “İsrafil adlı meleğin sur’u üflemesiyle dünya hayatının son bulacağı, ölenlerin tekrar dirilip ebedî hayata kavuşacağı büyük güne kıyamet adı verilir. Dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatı da başlı başına bir konu olarak ele alınmıştır.
Kıyamete bağlı ve onu takip eden bir başka olay için kullanılır. Ölenlerin dirildikten sonra toplanacakları yer, hesap verecekleri zaman anlamındadır. Dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatında bu yer ve zamanı genelden detaya doğru bir anlatım ile ele alan metinlere mahşer-nâme adı verilir.
Şefaat “bir suçun bağışlanması için aracı olmak demektir. İslam inancında Hz. Muhammed kendisine inananların suçlarını bağışlatmak için tek şefaatçidir. Bu bakımdan dinî-tasavvufî Türk halk edebiyatında Hz. Peygamber’den şefaat dileyen manzumelere şefaat-nâme adı verilmiştir.
Aziz Mahmud Hüdayî’nin bu türde kaleme aldığı eseri türün en başarı örneği olarak kabul edilir.
Örnek:
Tevfik eyle bizi vuslat yoluna
Efendim meded hey Sultan’ım meded
Kereminden irgür vahdet iline
Efendim meded hey Sultan’ım mededYardım eyle bize işbu yollarda
Ta ki kalmayavuz yüce bellerde
Ayrılık güç imiş garib illerde
Efendim meded hey Sultan’ım mededKimin kapısına yüz uruban
Kimin divanına el kavşuruban
Efendimi koyup kanda varuban
Efendim meded hey Sultan’ım meded
Şefaat-nâme için aynı zaman da meded-nâme terimi de kullanılabilir.
“Duvazdeh İmam” ya da halk deyimiyle “duvaz” Alevi ve Bektaşi çevrelerle Mevlevîliğinin Şems koluna bağlı şairlerin On İki İmam’ı ad ve özellikleriyle sayan şiirleridir. Bu şiirler, on iki imama Hz. Peygamber’e, Hz. Fatma’ya övgü şeklindedir.
Bugün hala Alevi cemi “üç düvazdeh” okunarak açılır. Övgülerin bir kısmı sadece Hz. Ali’yedir. Bu şiirlere “düvazdeh imam” kısaca ve halk deyimiyle “duvaznam” ya da sadece “duvaz” adı verilir.
Örnek:
Ali ismi dört kitapta okunur
Lailaheilallah yazılı
Zikredeni Azazil’den sakınır
Lailaheilallah yazılıHacı Bektaş Veli ismi dildedir
Muhammed’in hub cemali güldedir
Fatma Ana’nın gözü yoldadır
Lailaheilallah yazılıKul Himmet üstadım derd ilacına
Yüz sürelim Muhammed’in tacına
Fatma Ana’nın saç bağ ucuna
Lailaheilallah yazılı