Toplumcu Şiir Anlayışı
Toplumcu Şiir Anlayışı ve Özellikleri, Şairleri, Temsilcileri
Toplumcu – Marksist Söylem
1960 anayasasının getirdiği göreli özgürlük ortamı, siyasal sürecin çeşitlenmesini ve şiddetlenmesini sağlar. Büyük çoğunluk örgütlenerek liberal kapitalist sistem karşısında kendi varoluşunu ve konumunu sorgulamaya başlarken, öznelliğinin yoksulluğunu ve yetersizliğini gören birey, kurtuluşunu siyasal sürece katkıda bulunmak üzere büyük çoğunlukla dayanışmada bulur. Bu dönemde, liberal kapitalist sistemin biçimlendirdiği söylem düzeyi karşısına, Marksist ideoloji, alternatif bir söylemle çıkar.
Birey hakları bakımından olumlu adımlar atamayan Türkiye ve üçüncü dünya ülkelerinde bu hareket ciddi bir taraftar da bulur. Çünkü “Marksist estetik’e göre sanatın obje dünyası, estetik gerçekçilik, insanın dışında bulunan bir gerçeklik olmayıp insanın fiziksel varlığına kadar uzanır. Marksist estetiğe göre, biricik gerçeklik insan gerçekliğidir. Bunun dışında sanat için bir başka gerçeklik alanı yoktur ve olamaz da.”
Bir önceki dönemde yer altına giren ya da toplumcu gerçekçi bir kimlikle çalışmalarım sürdüren Marksist kökenli şairler, yeni oluşumdan cesaret alarak Marksist kimliklerini şiirleri aracılığıyla dile getirirler. Sanatı, bir üretim biçimi olarak kabul eden Marksistler, “anlatım aracından toplumsal pratiğe” uzanan bir anlayışla şiir sanatına yönelirler. Böylece üretim araçlarım ele geçirerek kendi ekonomik ve kültürel özgürlüklerini ilan edeceklerdir. Kaldı ki Şiirin ideolojik manadaki etkileme gücünü de unutmamak gerekir.
Marksist söylem, materyalist öğeler içeren bir şiir hareketidir. Şiir, bunlar için bir üretim biçimidir. Bu üretim, alt yapının belirgin parametresi olan ekonomik modelle yakından ilişkilidir. Bu nedenle kapitalist toplumda şiir, para-mal-para düzeninin; Marksist toplumda ise proleter sınıfın emrinde olmuştur. Artık sanatkâr yeniden kurulan dünyada işçi sınıfının yanındaki asıl yerini almalıdır. Böylece, sanatın öznesi, konusu, dili ve tarihi değişecektir.
Diyalektik devinim, bu şiir anlayışının özünü oluşturur. Tematik düzeyde bu diyalektik yapılaşma; sömürü-başkaldırı, esaret-hürriyet, gelenek-yenilik, patron-işçi vb. düzleminde ele alınırken, dil ve üslup düzeyinde slogan dil, yöresel ağız özellikleri, sınır ucu konuşmaları, argo ve küfür, tipografik şekil özellikleri-diyalektik dize akışkanlıkları şeklinde kendisini gösterir. Nâzım Hikmet şiirinin Fütürist özellikler, Ahmet Arif şiirinin yöresel ağız özellikleri içermesinin sebebi budur.
Marksist şiire ait içeriğin aynı söylem kipleriyle kurulması kayda değerdir. Bunu İslamcı ve Ulusalcı şiir için de söyleyebiliriz. Onların da izlenceleri doğrultusunda oluşturdukları bir söylem düzeyleri vardır. Marksist şairler, geleneksel formları parçalayarak, ideolojik serpintisi olan ve materyalist öğeler içeren bir şiir anlayışı oluşturmaya çalışmıştırlar. Ancak biz de bunu bilinçli bir edim hâline getiren Nâzım Hikmet‘tir. Diğerleri, üretici öğeler içermeyen sadece slogan düzeyinde kalan şiirler yazmışlardır.
İdeolojik anlayışın günlük hayatın her köşesine sindiği o günlerde, sanattaki her adım Marksist dünya görüşüyle değerlendirilmeye tabi tutulur. Artık devrimci şiir yazmak da yeterli değildir. Ozan, yazacak ve yazdıklarıyla mahkûm olacaktır. Hapiste yatmayan şair itibarlı değildir. Mehmet Hicri Doğan’in ifadesiyle: “Aynı zamanda yeni bir beğeni de onu zorlamaktadır. Kitleler, sanatı, sanat ürünlerini genellikle hiçbir çaba göstermeden algılama, alma eğilimindedir”. Şiir, her miting öncesinde ve anında alınması gereken tahrik edici hap niteliğine bürünür. Sanat âlemine, şiirin içerik ve biçim sorunlarına yönelik yaklaşımlar hakim olur.
Sanata estetik kaygılardan çok kendi ideolojisinin değerleri doğrultusunda yaklaşan Marksist söylem, genel olarak şu izlekler (tema) ve konular üzerinde yoğunlaşır:
- 1) Yerleşik düzeni eleştiri,
- 2) Sınıf anlayışı: halk ve işçi sınıflarının güncelleşmesi,
- 3) Yeni bir sığınak: Kadın,
- 4) Doğa ve diyalektik diriliş,
- 5) Kentleşme ve sorunları.
Toplumcu-Gerçekçi Anlayışının Temsilcileri:
- Beşir Fuat,
- Hoca Tahsin Efendi,
- Abdullah Cevdet,
- Nazım Hikmet,
- Rıfat Ilgaz,
- Ercüment Behzat Lav,
- Ataol Behramoğlu,
- Ceyhun Atuf Kansu,
- Ahmet Arif,
- Şevket Süreyya,
- Enver Gökçe,
- Şükran Kurdakul,
- Hasan Hüseyin Korkmazgil,
- Mehmet Başaran,
- Can Yücel,
- Ahmet Oktay,
- Necati Cumalı
- Özdemir İnce,
- Eray Canberk,
- Gülten Akın,
- Attila İlhan,
- Kemal Özer,
- Yaşar Miraç,
- Veysel Çolak …
Nazım Hikmet (1902 – 1963)
- Sosyalist (Toplumcu)-Gerçekçi şairlerin başında gelir.
- İlk şiiri Feryad-ı Vatan adı ile yayımlanmıştır.
- Sanat hayatının başlangıç döneminde heceye bağlı bir şairken o daha çok serbest şiirleriyle tanınmıştır.
- Rusya dönüşünde yayımladığı 835 Satır, Nazım Hikmet’in biçimsel farklılığını müjdeleyen ilk başarılı eser olarak edebiyat tarihine geçecektir. 835 Satır gibi biçimsel farklılığıyla dikkat çeken bir diğer eseri de Jokond ile Si·ya·u’dur. (Basamaklı dize yapısı)
- Şiirlerinde özellikle “ses ve ritim” duygusu ön plandadır. “Makineleşmek İstiyorum” adlı şiiri söylemi ve yapısı açısından çok dikkat çekmiştir.
- Nazım Hikmet’in şöhretini artıran en önemli eseri, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı‘dır. Uzun şiirlerinde bir senaryo havası söz konusudur.
- Rus şair Mayakovski ve Fütürizm akımının kurucusu İtalyan şair Marinetti’den etkilenmiştir.
- Fütürist bir şair olarak kabul edilir.
Ahmet Oktay (21 Ocak 1933 – 3 Mart 2016)
Ahmet Oktay, mevcut düzeni sorgulayan bu anlayışın gücünü anamalcı ve sömürücü düzene karşı çıkmaktan aldığını iddia ederek hareketin devrimci yönünü göstermek için Sartre’ın asağıdaki ifadelerine yer verir:
“Sınıfsızlaşmış bir toplum kuruluncaya kadar bu çatışma devam edecektir ve şair vicdanımı rahatsız eden bu düzeni korumaya çalışan güçlerle sürekli çatışma hâlinde olacaktır.”
1960-1980 yılları arasında bu anlamda şiir yazan Marksist şairleri iki kuşağa ayırabiliriz. Bunlardan birincileri 1960’dan önce şiire başlayıp 1960’dan sonra devam edenler, ikinci kuşak ise 1960’dan sonra şiire başlayanlardır.
Necati Cumalı (1921 – 2001)
Birinci kuşaktan Necati Cumalı‘nın aşağıdaki şiiri Marksizm’in toplumsal eylem düşüncesinin bir uygulaması gibidir.
Kısmeti kapalı gençlik
Kimse alamaz elimizden bu ümidi.
Bunca yıl bu ümit bizleri tutan dimdik
Neydik düne kadar daha üç beş kişiydik
Çektik kapıları çıktık evlerimizden
Meydanlara sığmıyoruz kardeşler şimdi
Marksist söylemi genellikle estetik bir miğfer olarak alan ama uygulamada çok daha serbest duyumlara açılan Necati Cumalı şiirinin en önemli özelliği; yaşamın içerisinde yer alan küçük ayrıntıları, diyalektik bir mantıkla görünür hâle dönüştürmesidir. Şiirlerindeki betimleme alışkanlığı öykücü kimliğinden beslenen şairin, aşk ve cinsellik gibi iki ana izleği sıkça işlediği görülür. Ancak şiirlerinde kadın, Marksist ideolojinin biçimlendirdiği anlamda işlevsel değildir. Daha çok bir anlatım nesnesidir. 1960’lardan sonra ideolojik içerik daha yoğun biçimde şiirlerini işgal eder.
Necati Cumalı’nın Şiir kitapları:
- Kızılçullu Yolu (1943),
- Harbe Gidenin Şarkıları (1945),
- Mayıs Ayı Notları (1947),
- Güzel Aydınlık (1951),
- Denizin İlk Yükselişi (1954),
- İmbatla Gelen (1955),
- Güneş Çizgisi (1957),
- Yağmurlu Deniz (1968),
- Başaklar Gebe (1970),
- Ceylan Ağıdı74),
- Güneş(1980),
- Bozkırda Bir Atlı (1981),
- Yarasın Beyler (1982).
1960 sonrası gelişen yeni dönemle birlikte ideolojik içerik, Türk şiirinde başat bir öge hâline gelir. Şiirimizdeki bu söylem değişikliği; öteden beri cılız bir biçimde çıkan Marksist şairlerin sesinin, daha gür ve daha yoğun bir biçimde duyulmasını sağlar. Her şey yeniden kurulacaktır. Devrimci öz, bir kez daha umutlanır.
Bu şiirin hedefini Ahmet Oktay aşağıdaki şekilde özetliyor: “Kentsoylu sınıf, anamalcı Pazar onu dışladığına göre, şair, bu sınıfın egemenliğini, pazar anlayışını ters çevirmeyi, dahası yıkmayı ya da dönüştürmeyi savlayan öğretilerle anlaşmaya girecek, bununla da yetinmeyip dilini ve kimliğini bu yolda sözcü kılacaktır.”
Şaire geleneğin biçtiği rolün dışında etken ve eyleyen bir görev verilir.
“Kahraman imgesi ve kurtarıcı özne” konumuna yükselttikleri Nâzım Hikmet’i kendilerine önder seçerler. Büyük bir yarın olgusunu içerisinde barındıran bu şiir anlayışı, okura nesnel ve eleştirel bir dünya görüşünü sunmak yerine siyasal kipleri belli olan bir dünya görüşünü enjekte eder. Kitleler, geçmişi ve yarım önceden belirlenmiş bir ideolojinin edilgen nesnesi olur. Ahmet Oktay’ın belirttiği gibi: “Bu amaç, şairi şiirsel olmayan eğitsel bir söyleme ulaştırır.”
Ahmet Arif (1927 – 1991)
Şiir yazmaya 1960’tan önce başlayan Ahmed Arif, bu dönem şairleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Bütün şiirlerini topladığı tek şiir kitabı olan Hasretinden Prangalar Eskittim”i 1968 yılında yayımlar. Onun şiirleri, Anadolu coğrafyasının delidolu akan ırmaklarına benzer. Militarist bir söylemle yazdığı şiirlerinde, halk şiirinin koçaklama edası vardır. Ataol Behramoğlu‘nun ifadesiyle: “Ahmet Arif’in dizelerinde bir tek kişinin değil, sayısız insanın sesini duyarız. İnsanca kederli, insanca sevecen, insanca tutkulu, öfkeli ve özlemli bir ses. Yoğun, derin ve sımsıkı.” Onun şiirinde kırsal alana çekilen özne, doğanın yalın diliyle konuşur. Anadolu insanının yüzlerce yıllık çilesi, özlemi, sevinci ve isyanı, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan geleneğinden beslenen Ahmed Arif’in lirik söyleyişiyle şiire akar.
Şiir iklimini, söyleme tarzını ve imgelem yapısını, Anadolu toprağının geleneksel birikiminden alan şair, toplumcu bir kimliği olmasına rağmen sloganik ve vaazcı bir söylemden uzaktır. Yaratıcı duyarlığı ve üzerinde yaşadığı toprağın değerlerine içten bağlılığı, onun şiirlerindeki lirizmi kendiliğinden doğurur. Bu nedenle Ahmed Arif’in Marksizm kökenli militarist tavrında bile, daima lirik bir Dadaloğlu ve Pir Sultan Abdal esintisi bulmak mümkündür. İmge dönüştürümünü ve bireşimini Ahmed Arif kadar başarılı yapabilen çok az şair vardır. Özelikle radikal imgeleri, yaratıcı şizofrenin tepkisel çığlığı olan şiddetli (the fustion imagery) imgelerle sentezlemede gösterdiği başarı, onun şiirlerine lirik bir destan niteliği kazandırır.
Hasan Hüseyin Korkmazgil (1927 – 1984)
Marksist şiirin bir başka temsilcisi Hasan Hüseyin (1937-1984), daha çok Nâzım Hikmet ve Attilâ İlhan etkisi taşıyan “Kavel” (1964), “Temmuz Bildirisi” (1965) ve “Kızılırmak”(1966) şiir kitaplarıyla ilgi uyandırır. Şiirlerinde masal, türkü ve ağıt gibi folklorik malzemeden blok söylem ve imge ödünçlemesi yaparak yararlanmasına rağmen, bu materyale yaratıcı bir dönüştürüm hamlesi kazandıramaz. Büyük bir duyarlıkla yöneldiği toplumsal sorunları, yine sokağın dili ile anlatırken, bireysel özünü etkin bir biçimde korumasını bilir. Yergi ve ironi öğelerini söylevci bir tonlamayla birleştirerek 6o’lı yılllar şiirinin kendine özgü örneklerini veren Hasan Hüseyin’in coşkun, geniş soluklu ve kabına sığmayan bir kişiliği vardır.
142. maddeye muhalefetten dolayı bir çok kez tutuklanır. Toplumsal gelişmeler karsısında duyarlı bir kişiliğe sahiptir. Ebubekir Eroğlu, bu şiirin olumlu ve olumsuz yönlerini arka arkaya sıralar: “Onun sanatı düşünce özgürlüğünün, şairin iç bağımsızlığının korkusuz kanıtıdır. Ne var ki hiçbir zaman izleyen bir şair olmaktan kurtulamamıştır.”
Özdemir İnce (1 Eylül 1936)
İlk şiiri 1954’te “Kaynak” dergisinde yayınlanan Özdemir İnce, toplumcu şiirin izini sürenlerdendir.
Özdemir İnce’nin Şiir Kitapları:
- Kargı (1963),
- Tutanaklar (1967),
- Kiraz Zamanı (1969).
- Karşı Yazgı (1974,),
- Rüzgâra Yazılıdır (1979),
- Elmanın Tariki (1981),
- Kentler (1981),
- Yedi Deryalar Geçten (1983),
- Siyaset name (1984),
- Eski Şiirler (1985),
- Hayat Bilgisi (1986),
- Zorba ve Ozan (1987),
- Başak ile Terazi (1989),
- Burçlar Kuşağı (1989).
- Canyelekleri Talandadır (1989),
- Gündönümü (1991).
Ceyhun Atıf Kansu (1919 – 1978)
1919’da İstanbul’da doğup 1978’de Ankara’da ölen Ceyhun Atıf Kansu, Gariple başladığı şiirinin çerçevesini genişleterek 1945’ten sonra yeni şiirle temasa geçer; sonrasında sanatını evrensel insan tecrübesiyle bütünleştirir. 1960’larda ideolojik bir zemine kayar. Ahmet Kabaklı‘nın ifadesiyle: “Doktrinde sosyalist olmakla beraber bir çeşit solcu Atatürk milliyetçiliğine de bağlı bulunmaktadır. Son yıllarında “Venezüella Ulusal Kurtuluş Savaşı’ konusunda destanlar yazılmaya koyulması, dünyada ve Türkiye’de o yıllarda arttırılan komünist propagandalarından etkilendiğini göstermektedir.” Ancak onun şiirlerinde Anadolu halkına adanmış ve onlar adına acı çeken içli bir sesin hüznünü duymamak mümkün değildir. Yörüngesine çocukları oturttuğu şiirlerinde daha duyarlı ve başarılıdır.
Cemal Süreya, şiir yazmanın Ceyhun Atıf Kansu’nun hayatında sanattan öteye bir yaşama biçimi olduğunu belirterek şair kişiliğine dönük şu ip uçlarını verir: “Şiirlerinde mısra önemli bir yer tutar. İmge alttan alta korunur, biçimden gelen bir müzik kaygısı vardır. Buna rağmen onda şiir kurulan, yapılan bir şey değil de serpilen, atılan, dağıtılan bir şeydir sanki. Bu yüzden gereksiz tekrarlara düştüğü , aynı imgeyi başka şiirde kullandığı, şiirsel yük taşımayan parçalar yazdığı da olur.”
Kansu, şiirlerini Anadolu milliyetçiliğinden sosyalist gerçekçiliğe doğru değişen bir izleksel çerçeveye oturtmuştur. Ancak bu değişim hiçbir zaman kesin bir kopuş şeklinde değildir. Sürekli bir öncekini tamamlayarak ve geliştirerek çoğaltır.
1960’tan sonra yazdığı Yurdumdan, Bağımsızlık Gülü, Sakarya Meydan Savaşı ve Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü kitaplarıyla Anadolu insanının dünyasına yöneltilmiş sosyalist bir sorgulama biçimi vardır. Verili olmayan, bilgiyle ve emekle elde edilmiş bir özgürlük, onun şiirlerinin en başat izleğidir.
Ceyhun Atıf Kansu’nun Şiir kitapları:
- Çocuklar Gemisi (1946),
- Yanık Hava (1951),
- Haziran Defteri (1955)
- Yurdumdan (1960),
- Bağımsızlık Gülü (1965),
- Sakarya Meydan Savaşı (1970).
- Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzüdür (1970).
1960’ların ortalarına doğru Marksist şiir iyice boy vermeye başlar. Ancak çıkan ses oratoryoya dönüştüğü için birbirine karışmış ve estetik endişe şiirde göz ardı edilmiştir. Bu dönem şiiri, genellikle parti propagandası edasını taşır. Aynı zamanda kelimenin şiddet unsurundan siyasal bir amaç için istifade yoluna giden şair, bir bakıma şiddete davetiye çıkarır.
Enver Gökçe (1920 – 1981)
Bu dönemin önemli bir şairi olan Enver Gökçe‘de, konuşma dili yalınlığı ile Nâzım Hikmet şiirinin bir çok özelliği görülür. Siyasi ve politik tercihlerini estetik endişenin önüne koyan şair, kurulu düzeni lanetleyen söylemiyle propagandanın dar dünyasına düşer. Kurtarıcı misyonla ihtilalci ve militarist bir özne tipolojisini biçimlendiren Gökçe, genelde düşünsel ve ideolojik birikimi içeren radikal imgelerin tek başına kullanıldığı kavga şiirleri yazar.
Dönemin yaygın ideolojik koşullamaları ile biçimlenen kavgaları esas alması, onun şiirini düşünsel tutarlılıktan ve lirik derinlikten mahrum bırakır. Şiirsel algılaması, sürekli olarak praksisin (toplumsal eylem) etrafında şekillenen şair: bağlı olduğu Marksist düşüncenin esasını oluşturan; kentleşme, sanayileşme, üretim-tüketim ilişkileri gibi sorunlarla da fazla ilgilenmez. Nâzım Hikmet’ten etkilenmesine rağmen, onun poetik yaratıcılığı ve ahenkli söyleyişi Gökçe’de yoktur. Dost Dost İlle Kavga (1973), şiirlerini topladığı tek kitabıdır.
Can Yücel (1926 – 1999)
Bu kuşak içerisinde ilk şiir kitabı “Yazma”yı 1950’de yayımlayan ve yirmi yıllık bir aradan sonra Bir Siyasinin Şiirleri”yle (1974) toplumsal eleştiriye uzanan Can Yücel‘i de unutmamak gerekir. Cinsel içerikli şiirleriyle anarşist erotizme kadar uzanan ve gövdenin tarihinde Marksist bir cinsel devrimi gerçekleştiren şairin şiiri, hazmedilmeyecek denli çoğulcu ve sıradışı öğeler içerir. İroni, yerleşik düzeni lanetleyen kara yergiler şairi Can Yücel şiirinin atardamarıdır. Cemal Süreya onun şiirinin vurucu yanlarını şöyle anlatır:
“Argo ve küfür bir arınma işlemidir Can Yücel’de. Kötülüğe, kötü düzene karşı aşılanmak için kutsalı delik deşik eder. Tabi eski kutsalı ve yeni kutsal adına. Bu yüzden sürekli olarak tarihsel olaylarla bugünkü olayları iç içe işler. Şiirsel eylemini kurmak, sürdürmek için en elverişli yolu seçmiştir: parodi. Gerçekten de parodi toplumsal eylemle şiirsel eylemi birleştiren uygun bir yoldur. Tarihi, gazete güncelliğine getirir. “
Şiiri, “anlam-yoğun bir eylem”, “içtenlik”, “çılgınlık”, gibi ibarelerle açıklayan Can Yücel, sokağın üslubuyla arabeski denediğinde bile, bozulmayan sağlam bir dil mantalitesine sahiptir. Tarihin anlatımında kullandığı dil, halk türküleri ve deyişleridir. Sonraki çalışmalarında bu dil, soyuta doğru giderek büyük kırılmaları yaşar.
Can Yücel şiirinin en önemli özeklliklerinden birisi de; bilgece bir çocuk edasındaki rahat konuşmasıyla yaşama dair sorular sorması ve insanlığa ayrımcı korkulardan uzak öğütler vermesidir.
Can Yücel’in Şiir Kitapları:
- Yazma (1950),
- Sevgi Duvarı (1973),
- Bir Siyasinin Şiirleri (1974),
- Canfeda (1986),
- Çok Bi Çocuk (1988),
- Kısa Devre (1990) ve
- Kuzgunun Yavrusu (1990).(…)
Eray Canberk (14 Kasım 1940)
Şiir dilindeki duruluk ve biçim üzerine yaptığı deneyimleri ile dikket çeken Eray Canberk (d.1940), bir yandan “Toplumsallık zorunlu bir durumdur günümüz insanı için. Toplum içinde yaşıyoruz; toplumsal durumlarla ve koşullarla çevriliyiz. Şiirimizi yazarken bu etkileri taşıyoruz. Öyleyse şiirimiz toplumsaldır.” derken; bir yandan da Kuytu Sular ‘dan (1969) ve Yüreğinin Burkulduğu Zaman (1983) adlı kitaplarıyla bu zorunlu yönelimi zorunlu bir toplumculuğa çevirmiştir.
Gülten Akın (1933 – 2015)
Gülten Akın‘ın başlangıçtaki bireysel duyarlığı, 1970’lerden sonra yerini toplumsallığa bırakır. Halk şiiri geleneğini ve Nâzım Hikmet çizgisini takip ederek;
- Kırmızı Karanfil (1971),
- Ağıtlar ve Türküler (1976),
- Seyran Destanı (1979)
kitaplarıyla işçilikte titiz, nesnel ve toplumsal bir şiir dünyası kurar.
Kemal Özer (1935-2009)
Kemal Özer, ikinci Yeni hareketiyle edebiyat dünyasına girer. Toplumsal meselelere olan duyarlığı şairi önceleri toplumcu, sonraları Marksist bir söylemin kavşağına sürüklen toplumcu anlayışı epik anlayışla bağdaştıran şiirler yazar. 1980’e kadar şiirinin genel çizgisi eylemci ve bilimsel toplumcu anlayışı yansıtır.
- Kavganın Yüreği (1973),
- Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974),
- Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1976)
ideolojik yükü ağır olan şiirlerini topladığı kitaplarıdır.
Yaşar Miraç (09 Eylül 1953)
1970’li yılların toplumcu şiirinde Yaşar Miraç, yöresel deyim ve türkülerden yararlanması; lirizm ve güncel siyasal öğeleri üstlenmesiyle dikkati çeker.
Veysel Çolak (22 Ağustos 1954)
Veysel Çolak, “Eşkıya Yazması”nda “Çiçek Motifi” isimli şiirinde halk, eşkıya ve militan üçlüsüyle Marksist bir senteze ulaşmaya çalışır. Terin Yaktığı Bir Yaradan (1978) adlı kitabındaki şiirlerini mevcut düzenle çatışan politik bir temel üzerine oturtur. Devrimci öze, doğal imge düzeniyle diyalektik bir mahiyet kazandırır. Şiirinin biçimi ve içeriği arasında diyalektik yapılaşma bakımından büyük bir uyum vardır. Marksist kökenli şairler arasında biçim ve içeriğe dinamik bir karakter kazandıran ender şairlerden birisidir. 1980 sonrasında ideolojik içerik bakımından bir geri çekilmeyi yaşamasına rağmen;
- Günlerin Yağmurunda (1980),
- Aşk Olsun (1982),
- Ötesi Yar (1985),
- Fotoğraf Arkalıkları (1985),
- Ölüler Diyalogu (1988)
şiir kitaplarında sürekli bir hesaplaşmanın içinde olduğu görülür.
Kurulu düzenle çatışarak kendisini büyütmeye çalışan bu dönem (1960 -1980) şiiri, şiir sanatının genel prensiplerini göz önünde tutmadığı için ihtilalle birlikte çok çabuk tükenir, Marksçı görüş, daha çok ideolojik içeriği öncelediğinden şiirin biçimine ait ana sorunları üzerinde durulmaz.
İdeolojinin belirlediği içerik ise daha çok sınıf bilinci etrafında şekillenir. Tekilleşen içerik, şiirin izleksel yoksulluğunu da beraberinde getirir. Üretken olmayan ve kendi ekseninde dönen Marksist söylem, gittikçe içine kapanarak tükenir. Şiir dilinde görülen “anonimlik” onun yaratıcı yönünü büyük ölçüde zedeler.
Kaynak: Ramazan Korkmaz-Tarık Özcan, 1950 Sonrası, Türk Edebiyatı Tarihi, c.4, Kültür Bak. Yay.
Ayrıca bakınız ⇒ Benzer Konular
- Toplumcu Gerçekçi Edebiyat Akımı ve Özellikleri
- Toplumcu – Gerçekçi Eserler (hikaye-roman)
- Toplumcu Şiir
- İkinci Yeni Sonrası Toplumcu Şiir
- Serbest Nazım ve Toplumcu Şiir