Sosyal Realizm
Sosyal Realizm (Sosyal Gerçekçilik)
Empresyonizmden bugüne çağdaş sanat akımlarını gözden geçirirken “Realisme Socialiste – Sosyalist gerçekçilik” diye adlandırılan, özellikle Komünist rejimle yönetilen memleketlerde yaygın akımı da incelemek faydalıdır.
Komünizmin ilk yıllarında rejim, geleneksel sanata aykırı devrimci ekolleri destekliyor, mimarlar, ressam ve heykeltıraşların yeni, aşırı biçim ve teknikler aramalarını eskiden sıyrılıp bambaşka bir sosyal kurula yönelen ideolojisine uygun buluyordu. Toplum eski disiplinlerinden kurtulmalı, ileri, yeni temellere dayalı bir düzene yönelmeli idi. Sanatın da devrimin gidişine uyarak genel ayaklanmaya katılması gerekiyordu.
Zaten Rusya, bu yüzyılın başında, çağdaş akımların en kesini olan soyut sanatın beşiği olmamış mıydı? Modern bale, modern dekor, yepyeni sahneye konuşlar ilkin Petrograd tiyatrolarında denenmişti. Resim plânında Rusya, daha 1913 de, Avrupa’yı kuvvetle etkileyen buluşlarla, Çarlığın akademik geleneklerini altüst etmişti. Larionov ve Nathalie Gontcharova tiyatro dekor ve sahneye koyuş sanatında, Tatlin, Pevsner, Gabo plâstik sanatlarda top yekûn non-figüratif biçimler buluyorlardı. Daha sonraları Rodchenko ve Malevitch Rus modern sanatını dünyaya yayılacak bir kaliteye yükseltmişlerdi.
Çarlık Rusya devrinde sert tepkilerle karşılaşan bütün bu çalışmalar, Komünist rejimin ilânı ile, rejimin ilk yıllarında, itibar görmüşlerdi. Çünkü değişen yalnız sosyal nizam değildi, kültürel nizam da değişiyordu ve bütün eski kıymetler, küçük bir azınlık bir yana, tasfiye ediliyordu. Burjuva düşünüşünü ifadelendiren sanat eserleri, İtalyan Rönesans’ının ünlü yobazı Savonarole’nin tutumu gereğince meydanlarda yakılmamakla beraber, sahnelerden, kitaplıklardan, müzelerden kaldırılıyordu. Soyut bir sanat olan müzik bile yeni rejimin bu sert ayıklama hareketinden kendini kurtaramamıştı.
Akademik, geleneksel, o devrin deyimince “burjuva” eserlerin Rus kültür sahnesinden çekilip devrimci, ihtilâlci sanat akımlarına yer verişi rejimin oturmasına ve yeni düzenin yerleşmesine kadar sürdü. Ne oldu ise oldu ve günün birinde, rejimin baş tacı ettiği ihtilâlci sanat akımları “burjuva”lıkla vasıflandırıldı. Kübizm, Fütürizm, Ekspresyonizm, Abstrait sanat gibi ekoller, yeni konulan prensiplere göre, toplum ahlâkını bozan “dejenere” şekiller kabul ediliyordu. Bu akımlar sıhhatsiz, soysuzlaşmış bir görüş ve düşünüşün ürünleri idi.
Modern sanat akımlarının kapitalist memleketlerde sevilmesi, modern eserlerin çok yüksek fiyatlarda satılması, bir bakıma, rejim yöneticilerini bu davranışa götürmüştü. Kapitalist toplumlarda revaçta olan sanat şekillerinin yepyeni temeller üstünde yükselmek isteyen Komünist rejiminde de rağbet görmesi hoş görülemeyecek bir aykırılıktı.
Öte yandan, sanat plânında bir süre unutulan Marksist – Leninist prensipler, Rus sanat hayatını yönetenleri disiplinli yola davet ediyordu. Sanat artık başıboş bırakılamazdı, sanat eseri sanatçının kaprislerine, özgür ilhamına, salt şairaneliğine yada fantezisine âlet olamazdı. Özgür, bağımsız, disiplinsiz sanat kapitalist toplumların sanatı idi. Romantizm, sanatçının tabiat yada toplum olayları karşısında fazla kişisel tutumu, tek bir vücut olarak harekete koyulan o topluma uygun değildi.
Yıllarca önce, Leon Tolstoy, Komünist yöneticilere yol göstermişti. Din ve ahlâk prensiplerinden ayrılan, mistik ruhunu kaybeden, insanlığı iyiye, doğruya götürmekten vazgeçip şehveti tahrik eden, kişi kaprislerine uyan sanatın soysuz bir sanat olduğunu yazan büyük Rus düşünürü, ne Richard Wagner’in müziğini, ne Charles Baudelaire’in şiirini, ne de Empresyonistlerin resimlerini seviyordu. Tolstoy’a göre opera da yapmacıklı, sahte, baştan başa mantıksızlıklarla dolu bir gösteri idi. Tolstoy resimde, tablolarında harp felâketlerini tasvir eden Vassily Verestchagine gibi akademik, değersiz bir sanatçıyı göklere çıkarıyordu.
Rus yöneticileri büyük yazarın din, mistisizme üstüne ileri sürdüklerini kabul etmemekle beraber, sanatın toplum için, toplumun iyiliği için çalışması gerektiği prensibini kesin olarak benimsemişlerdi. Tolstoy’un hasretini çektiği dinsel, mistik, iyiye, faydalıya, ahlâklıya yönelen sanat, yeni rejime göre kalıp değiştiriyor, ama büyük yazarın ana çizgisinden pek ayrılmıyordu.
Bu kez sanat, toplumun giriştiği kavgayı destekleyecek, kitlelere yeni ideolojinin gerçekleşmesinde hız verecekti. Sanatın dinamik, iyimser, ülkücü, hız verici olması gerekti. Duygular kişisel değil, kolektif olacaktı, salt duygu plânında bile kötümser, hattâ melankolik sanat eserinin, belli bir romantizmin yeni kavgada yeri olamazdı.
Sosyalist realizm, gerçekçilik, Rusya’da bu prensiplerden doğdu.
Hangi teknik, hangi “icra” tarzı bu estetiğin hizmetine girebilirdi? Batının yarım yüzyıla yakın bir süreden beri kabul ettiği akımların hepsi kişi duygularına dayanıyor, üstelik, toplumla ilgilenmiyordu. Modern sanat, gelenekleri kıran cesaretli hamleleri, tabiatı tanınmaz biçimlere sokan, insan yüzünün psikolojik özelliğini silip onu bir obje, bir eşya kıratına indiren deformasyonlarıyla, Komünist ideolojinin hizmetine girip halka kültür planında önderlik edemezdi.
Sosyalist realizmin eski klasik, daha doğrusu eski kalıpları tekrarlaya tekrarlaya bayağılaştırdığı akademik realizmi hortlatmaktan başka çaresi yoktu. Ressamlar, halka meramlarını, daha doğrusu kendilerine empoze edilen ideolojiyi anlatabilmek için halk dili kullanacaklar, müze tablolarında görülen uysal biçimleri, renkleri kullanacaklardı. Tabiata sadık bir kopyacılık şarttı. Desende ve renkte aşırılık, aşırı deformasyonlar itibar görmeyecekti. Her şey akıllı uslu, yerli yerinde olacaktı. İşçinin, köylünün, fabrikada, tarlada çalışan adamın tablodan anlaması, tablonun görüş ve tekniğini yadırgamaması gerekti. Resim sanatçının iç dünyasına akseden egosantrik bir alan değil, bir yetiştirme, hız verme aracı olacaktı. Böyle bir estetik kabul edilince müzelerde, özel koleksiyonlardaki modern eserlerin ortadan kaldırılması gerekti, ve öyle oldu. Hep kişi ruhunu dile getiren bu gibi eserler yerine fabrikalarda iş hayatını, tarla çalışmalarını, yapı faaliyetini, yada savaş kahramanlıklarını canlandıran büyük çapta kompozisyonlar yapıldı.
İkinci Dünya Savaşından sonra Komünist rejimin yayıldığı memleketlerde sosyalist realizmin de yayıldığı görüldü. Ama zamanla bu memleketlerde sanat anlayışında aykırılıklar doğdu. Bir kısmı sosyalist gerçekçilik çizgisinden ayrılmazken bir kısmı kapitalist kültürün etkisini kabul etmekte bir sakınca görmediler.
Bir yandan elindeki bütün imkânları harcamış görünen soyut sanatın anarşik tutumu, Öte yandan topluma seslenmek iddiası ile ölü bir akademizmin donuk formülleri içinde bocalayan yeni resim sanatı belki bu iki karşıt estetiğin kaynaşmasından, barışmasından doğacak.
Şimdiden, bazı memleketlerde, soyut sanata tepki olarak yeni bir realizmden söz ediliyor. Bu yolda ariyan, deneyen sanatçılar yer yer gruplaşıyorlar. Ama yeni realizm resimde hangi biçimlere bürünecek, gerçekten yeni olmak için hangi yolları tutacak?
Marksist – Leninist tecrübe meydanda: Sovyet Rusya bir tek ismi bile empoze edemeyen bir on dokuzuncu yüzyıl akademisini içinde bocalamıştır. Moskova’da açılan sergiler, ideolojileri ve konuları bir yana, 1895 Paris sergilerinin estetiğinden, tekniğinden farksız. Bunu sezinledikleri için Yugoslavya, Polonya, Çekoslovakya gibi memleketler sosyalist realizmden vazgeçip ressamlarına tam bir özgürlük verdiler.
Bir dönem Hollanda’da bazı kıpırdanmalar görüldü. Bir grup, eski teknikleri yeniden canlandırmak yolunda on beşinci yüzyıl ressamlarını kıskandıracak bir ince işlenişle foto grafik tablolar meydana getiriyorlar. Bu çeşit gerçekçilik sanat dünyasının tabiata dönüşte beklediği olmasa gerek. Flaman primitifleri tabiatı bütün ayrıntıları içinde kopya etmek, bununla da yetinmeyerek bu foto grafik gibi görünen tablolara biçim olgunluğu, plastik denge vermekte o kadar ileri gitmişlerdi ki onların korkunç bir ustalıkla uyguladıktan formülleri yeniden ele almak boş bir çabadır.
Oluş devresi, dönüm noktası, bugünün sanat dünyasını, özellikle resim dünyasını başka türlü vasıflandırmak imkânsız. Her çağda olduğu gibi bu kez de öyle olacak: bir önder beklenecek, o önder gelmeden yeni bir çığır açılamayacak. Delacroix, Claude Monet, Cezanne, Picasso nasıl yol gösterip yeni çığırlar açtılarsa bu kez de yeni gelen yol gösterecek, bugünün oluş devrini kapatarak yeni bir devir açacaktır.