Simgecilik Nedir? Özellikleri, Temsilcileri
Simgecilik Nedir? Özellikleri, Temsilcileri
Simgecilik, şiirde gerçekçiliğin uygulayıcıları olan Parnasçıların tutumuna karşı 1885-1900 yılları arasında bir tepki olarak doğan, yaygınlaşıp bir edebiyat okulu niteliğini kazanan akım. Önceleri Fransa’da, sonra da tüm Avrupa’da gelişmiştir. Simgecilik, Olguculuk (Positivisme) ve Gerekircilik (Determinisme) gibi düşünce akımlarının etkisiyle gözlem ve deneye yaslanan gerçekçi ve doğalcı edebiyat akımlarının ağır bastığı bir ortamda ortaya çıkmıştır.
Bilimsel ilerlemeler, makineler, yeni buluşlar insanoğlunu mutlu kılma şöyle dursun, bir bunalımın eşiğine getirmişti. 1870 bozgunu Fransa’daki bu karamsarlığı büsbütün arttırdı. Genç kuşak bu bunaltıcı ortamı değiştirmek için kimi siyasal ve toplumsal girişimlerin gerekliliğini öne sürüyordu. Bu gereksinim sanat içinde ortaya atılmaya, tartışılmaya başladı. Bu tartışmaların sonunda ilkin Dekadizm, yani kuralları, ilkeleri, yerleşik beğenileri değiştirmeyi, yıkmayı amaçlayan bir akım doğdu.
Dekadizm çöküşçülük anlamına gelen, bu anlamı eyleme dönüştürmeyi amaçlayan bir akımdı. Yerleşik toplumsal ve sanatsal düzenin sınırlarını zorlamak, bu sınırların dışına çıkmak isteniyordu. Kötümserliğe, aşırı duyarlığa, karamsar ve sayrıl temalara yönelmenin gerekliliği vurgulanıyordu. Alışılmamış, yepyeni birtakım taze imge ve düşünceleri anlatmak için de yeni yeni sözcüklerin uydurulması yoluna gidiliyordu. Kısacası Dekadizm, yerleşik sanat düzenine karşı bir başkaldırıydı. Bu başkaldırıya katılan, bu yolda şiir yazan ozanlara dekadan adı verilmişti, işte Dekadizm, Simgecilik akımının bir önaşaması oldu. Daha doğrusu Simgecilik, bu akımın bir uzantısı olarak doğmuştur.
Dış dünyayı, dış gerçekliği duyularımız aracılığıyla algılarız. Bunun için de gerçeği olduğu gibi kavrama, anlatma olanağından yoksunuzdur. Çünkü dış dünyayı, duyularımız bize ulaştırırken değiştirir. Dış dünyadan algıladıklarımız, dış gerçekliğini kendisi değil, onlarla ilgili birtakım izlenimlerdir. Bu da kişiden kişiye değişen bir olgudur. Bu yönden Simgecilikle Romantizm arasında da bir kan bağı vardır. Her sanatçı anlattıklarına kendi beninin damgasını vurarak anlatır Romantizmde. Başka bir deyişle, ben duygusu ağır basar, şair gözlerini kendi iç dünyasına çevirir. Romantik şairlerde görülen bu özellik, bir ölçüde Simgecilerde de görülür. Ancak onlar iç dünyadan devşirdiklerini simgelerle anlatmışlardır. Açıklığa değil kapalılığa, anlatmaya değil sezdirme ve telkine yönelmişlerdir. Bu bağlamda birçok ozan hem Romantik hem de Simgeci olarak değerlendirilmiştir.
Charles Baudelaire (1821-1867) bunlardan biridir. Simgecilik ve Romantizm arasında bir kan bağı oluşturur. Şiirde kendi izlenimlerine ağırlık verilmesinin yanı sıra, Simgeciliğin belirleyici özellikleri olan biçime, kapalılığa önem verme; duyguları sözcüklerin ses değeriyle sezdirme onun şiirlerinin de başat özelliğidir. Kötülük Çiçekleri adlı kitabındaki Uyuşum adlı şiirinden alınan şu dizelerde Simgeciliğin özellikleri, Simgecilerin dış dünyaya bakış ve algılayışları değişik yönleriyle görülebilir:
Bir tapmaktır doğa, orda canlı sütunlar
Anlaşılmayan sözler fısıldar zaman zaman;
Tanıdık bakışlarla kendisini gözleyen
Sembol ormanları arasından geçer insan,Aydınlık kadar sonsuz ve gece kadar engin
Kapkaranlık ve derin bir birliğin içinde,
Uzaklarda birleşen uzak yankılarleyin
Kokular, renkler, sesler söyleşir birbiriyle.
Simgecilik, nesnelerin bizde uyandırdığı izlenimlerin yansıtımını ister. Bu yansıtım doğrudan olmaz. Simgeler yoluyla gerçekleşir. Bunun için Simgeci ozanlar benzetmelere, değişmeceli (mecazlı) anlatımlara, imgeli söyleyişlere ağırlık verirler. Bu büyük ölçüde yukarıdaki şiirde de görülmektedir. Sembolizm akımında da yukarıdaki parçada anlatıldığı gibi, evren bir bütün olarak görülmüş (ruhla beden, kafayla gönül, dış gerçekle iç gerçek, vb. gibi ikilikler reddedilmiş) bütün duyuların birbiriyle bağlantısı (Baudelaire’in şiirindeki gibi, karanlık ve derin bir birliğin içinde kokular, renkler ve seslerin birbiriyle söyleştiği görüşü) benimsenmiş, insanın duyu ve duygularıyla (iç gerçekle) dış dünya (dış gerçek) arasındaki gizli ilişkiler ele alınmış, insanla doğanın kaynaşması üzerinde durulmuş; bu kaynaşmanın sonucu olarak, duyuların herhangi birine bağlı olan bir özellik başka bir duyuya bağlanmış; böylece acı yeşil, mor uğultu, beyaz titreyiş, siyah korku vb. gibi yeni birtakım söyleyiş biçimlerine başvurulmuştur. Nitekim, Baudelaire’nin adı geçen şiirinde, kokular taze çocuk tenine, flüt sesine, çayır yeşiline benzetilmiştir.
Sembolizmin öncülerinden Rimbaud’nun bir şiirinde şöyle bir dizeye rastlıyoruz:
«”Yıldızlarımın gökte tatlı bir hışırtısı vardı.” Burada sadece yıldızlar denmeyip de yıldızlarım denmesi, evrenle insanın kaynaşması anlamına gelir; ayrıca dille ilgili bulunan tatmak işi kulağa mal edilerek (tatlı hışırtı), duyular arasındaki gizli ilişki de yine Baudelaire’in açtığı yoldan şiire sokulmuştur.» (Cevdet Kudret).
Simgeleştirme, anlamında kapalılığı yeğleme, simgeci ozanları yarı aydınlık temaları seçmeye götürmüştür. Sararmış, hüzün kokan yapraklar, bir yanıp bir sönen kısık lambalar, baygın kokulu çiçekler, nehirlerin ölü suları, bilinmeyen uzak ülkelere duyulan özlem… Şiirin kapısından içeri girmiştir.
Simgeciliğin en önemli şairleri Baudelaire ve Rimbaud’dur. Aynı şekilde Paul Verlaine (1844-1896) de şiirin, şiir dışında başka bir amaç gütmemesi gerektiğini savunarak o da şiirlerinde kapalılığa ve musikiye önem vermiştir. İyi Şarkı, Sözsüz Romanlar, Usluluk adlı yapıtları duygu ve düşüncelerin açıkça söylenmediği, musikiyle özdeşleştirildiği ya da o yolla söylenenlerin sezdirilmeye çalışıldığı örnekler içerir.
Romantizmin olduğu kadar Simgeciliğin tüm özelliklerini şiirde toplayan bir başka şair de Stephane Mallarme’dır (1842-1898). Katıksız, öz şiir yaratma amacını gütmüş, sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek birer simge gibi kullanmıştır onları.
İlkin Edebiyat-ı Cedidecilerden Cenap Şahabettin (Yakazât-ı Leyliyye, Temâşâ-yı Hazan vb.) birkaç şiirinde Simgeciliğin kimi öğelerine yer vermiştir. Fecr-i Âti şairlerinden Ahmet Haşim bu edebiyat akımının Türk edebiyatındaki temsilcisi sayılır.
Cumhuriyet dönemi edebiyatında da Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas’ın kimi şiirlerinde Simgeciliğin etkileri çok açık bir biçimde görülür.