Şeyh Galip Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Şeyh Galip Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Şiirleri
Şeyh Galip (d. 1757, İstanbul – ö. 1799, İstanbul)
Divan Edebiyatımızın son büyük şairi olan Şeyh Galib, 1757’de İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed Esad olan Şeyh Galib’in babası Reşid Efendi, annesi Emine Hatun’dur. Babası tasavvuf eğitimi almış, mevleviliğe ve melamiliğe bağlı şiirlerle uğraşmış, kültürlü bir kişidir. Şeyh Galib’in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikati aydınlarındandır.
Şeyh Galib ilköğretimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi almış ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet’ten de öğrenimi sırasında faydalanmıştır.
Galib ilk şiirlerinde Esad mahlasını kullanmıştır. Fakat bu adın başkalarınca kullanıldığını görerek Galib mahlasını almıştır. Yirmi dört yaşındayken Divan‘ını yazmıştır. 26 yaşındayken Türk Edebiyatı’nda mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan “Hüsn ü Aşk” adlı eşsiz eserini yazmıştır. Bir yıl ilimle ve eserlerini yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi sonra Konya’da Mevlana dergahında çileye girmiştir. Fakat babasının isteği üzerine çileyi tamamlamadan İstanbul’a dönmüştür. Yenikapı mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıkmıştır. Sütlüce’deki evinde, 1791 yılına kadar şeyhlik yaptı. Sekiz yıl süren dergah şeyhliği sırasında Sultan III. Selim, Valide Sultan, padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan’ın yakınları arasında yer aldı. Onların takdirlerini kazandı.
Şeyh Galib 1799 yılında İstanbul’da vefat etti. Mezarı Galata Mevlevihanesi’nin avlusundaki türbededir.
Şeyh Galib’in çevresini derinden etkileyen kuvvetli bir şahsiyeti, kendisine ve sanatına tam güveni olduğu anlaşılıyor.
Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanınan Şeyh Galib, iddialı bir şairdir. Divan Edebiyatımızda tasavvufun özellikle Mevlevilik koluna en fazla bağlı olan şairdir. Galib tasavvufun mazmun, çağrışım ve fikir hazinesinden faydalanmıştır. Tasavvufun tek varlık inancını, ilahi aşk, insan yüceliği, hoşgörülülük ilkelerini benimsemiştir.
İran’lı Şevketi Buhari’nin açtığı Sebk-i Hindi çığırının bizdeki en büyük mensubu Şeyh Galib’dir. Sebk-i Hindi‘nin son güçlü şairlerini dahi 50 yıl geriden takip etmiştir.
Şeyh Galib bu tarzda örneklerle, içiçe mecazlarla ve birşey söyler görünürken başka birşeyi kastettiğini bazen açıkça söyler. O bizde sembolizme benzeyen şiir çığırını açmıştır.
Sanatta yenilik özlemi duymuştur. Divan şiirinde yapmış olduğu başlıca yenilik, bambaşka bir üslub bulması, kendi deyimiyle bir başka lugat tekellüm etmiş olmasıdır. Kelime hazinesi çok zengindir; üslubu renk anlatan kelimlerle doludur. Şiirleri baştanbaşa mecazlar, görülmemiş kapalı ve karanlık hayallerle örülmüştür. Sembolik şiirlerdir.
Onun en önemli eseri Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Bunun haricinde şairin bir Divan’ı, Şerh-i Cezire-i Mesnevi adlı bir mesnevisi, bir de Es-Sohbetü’s-Safiyye adlı bir eseri vardır.
Şeyh Galip Eserleri
- Divan (Şiirler)
- Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
- Es- Sohbetü’s- Sâfiyye
- Şerh-i Cezîre-i Mesnevî
- Mevlevi Şâirlere Tezkire
1. DÎVÂN
Gâlib divanının elimizde bulunan tek matbu nüshası 1252 / 1836 tarihini taşımaktadır. Yesârizâde hattı ile Mısır’da Bulak matbaasında bastırılmıştır.
Divan 380 sahife olup, 124 sahifesi kasideleri, 164 sahifesi gazelleri, 92 sahifesi de Hüsn ü Aşk mesnevîsini meydana getirir.
Dîvânda 30 Kasîde, 71 Tarih, 13 Terci-ibend, 1 Sâkinâme, 8 Müseddes, 19 Tahmis, 2 Muhammes, 1 Tard u Rekb , 11 Şarkı, 11 Mesnevî, 1 Bahr-ı Tavîl, 1 Tezkire, 371 Gazel, 1 Mersiye, 2 Lügaz, 43 Kıt’a, 63 Rübâ, 70 Beyit, 4 Mısra yer alır.
2. HÜSNÜ AŞK
Gâlib’in asıl şöhretini sağlayan, kendisinin de övündüğü bu mesnevi 2101 beyitten meydana gelmiştir. Matbu divanın sonunda divanla beraber basıldığı gibi İstanbul’da 1304 yılında Ebuzziya matbaasında ayrıca basılmış, Tahir Olgun tarafından da Mahfil mecmuası yayını olarak, 1939’da tabettirilmiştir. Vasfi Mahir Kocatürk 1961 yılında Hüsn ü Aşk’ı nesre çevirmiştir. Hüsn ü Aşk, Prof, Dr. Hüseyin AYAN ve Prof. Dr. Orhan OKAY son olarak Prof. Dr. M. NURDOĞAN tarafından nesre çevrilmiştir.
Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ın sebeb-i telif bölümünde, bir mecliste, Nâbi’nin “Hayrâbâd” ından bahsedildiğini, meclistekilerin bu mesneviyi övmede pek ileri gittiklerini, buna bir nazîre yazmanın mümkün olmadığını söylediklerini ve bu ifâdenin kendisine ağır geldiğini, hatta bu sözlerin bir çeşit sınama sayıldığını, Nâbi‘nin bu hikâyesinin konusunu Şeyh Attar’dan çaldığını, Burak’ı övüşte de Nefi‘nin “Rahşiyye’sini örnek edindiğini, hele evlenme tasvirinin hiç lüzumu olmadığını söylediğini, bunun üzerine kendisine böyle bir eser yazmasını teklif ettiklerini, onun da bu teklif üzerine Hüsn ü Aşk’ı yazdığını söyler.
“Hüsn ü Aşk, Dîvân edebiyatı bediiyyatından ayrılmak, bu suretle teferrüd etmek isteyen, o edebiyatın talipleri içinde, ancak Sebk-i Hindi’nin yeni buluşlarıyla eski mazmunları işleyen, fakat gerçekten de hem tasavvuf hem şiir bakımından tesiri altında kaldığı eserleri bile yapıcı bünyesinde eriten, bu suretle de tek kalan bir eserdir. “
Galib, bu eseriyle tarikatte visalin gayet çetin eziyetlere tahammüllerle mümkün olabileceğini, seyrin bir mürşit tarafından aydınlatılmayı gerektirdiğini, visalden sonra da Hüsn’nün Aşk’tan başka birşey olmadığının anlaşılacağını ortaya koymaktadır.
3. ES- SOHBETÜ’S- SÂFİYYE
Köseç Ahmet Dede’nin, Er-risâletü’l-Behiyye Fi tarikati’l-mevleviyye adlı risâlesine tahşiyedir. Eser, Arapçadır. Türk Dili ve Edebiyatı dergisinde çıkan bir makaleden, sözü geçen eserin Üsküdar Mevlevihânesi’nin son şeyhi Ahmet Remzi tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olduğunu öğreniyoruz.
4. ŞERH-İ CEZÎRE-İ MESNEVÎ
Yusuf Sîne-Çâk’ın Mesnevî’nin altı cildinden mevzu ve mana bakımından uygun yüzer beyit seçerek altı bölüm olmak üzere tertib ettiği baş tarafa dokuz beyitlik mesnevî tarzında ve mesnevî vezninde bir başlangıç, sona beş beyitlik bitim bölümü eklediği “Cezîre-i Mesnevî “sinin şerhidir.
Henüz basılmamış olan bu eseri, Gâlib 1204 Receb’inden sonra (1789) ve Kulekapısı dergâhına şeyh olmadan önce, Sütlücüde’ki evinde şerh etmiştir.
5. MEVLEVİ ŞÂİRLERE TEZKİRE
Kütüphanelerimizde birçok yazmaları bulunan bu eserde Gâlib, Mevlevi şâirlerinin hal tercümelerini kısaca yazmış ve bazı şiirlerinden seçmeler meydana getirmiştir. Müsvedde halindeki bu eserin tertib, tasnîf ve ikmâl etmek üzere çok sevdiği dervişi Esrar Dede’ye verdiği bildirilmektedir. Nitekim, Esrar Dede bu müsvedde üzerinde çalışarak Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye adlı eserini meydana getirmiştir.
(Eserlerle ilgili kaynak: Prof. Dr. Naci OKÇU, Şeyh Galip Divanı)
«ESAT»TAKMA ADINDAN SONRA «GALİP» ADINI KULLANMAYA BAŞLADI
Ders aldığı hocalar arasında Galata Mevlevîhanesi şeyhi Hüseyin Efendi de vardır. Zamanın en tanınmış hocası Neşet Efendi’den de dersler aldı. Neşet Efendi, genç Şeyh Galip’in yeteneğini çabuk farketti ve yazdığı şiirleri beğenerek ona “Esat” takma adını önerdi. Şeyh Galip, bir ara “Esat” takma adıyla şiirler yazdıktan sonra “Galip” adını kullanmaya başladı. Böylece, asıl adı olan Mehmet unutulmuş ve daha sonraları hep “Şeyh Galip” olarak bilinmiştir.
1782’de, yazdığı bütün şiirlerini bir divanda topladığı zaman, yirmi dördünü bitirmiş, yirmi beşine basmış gencecik bir delikanlı idi. O yaşta dîvan sahibi olmak, hele “Şeyh Galip Divanı” gibi fikir derinliği, muhayyile zenginliği ve üslûp tazeliği taşıyan bir dîvan sahibi olmak, o güne dek kimsenin erişemediği bir mutluluktu.
ALTI AY İÇİNDE «HÜSNÜ AŞK»I YAZDI
İstanbul’un sanat çevrelerinde bir anda yıldız gibi parladı. Çevresi, hayranları ile dolup taşıyordu. Şiirleri dillerde geziyor, saraydan mahalle kahvesine kadar her yerde okunuyor, beğeniliyordu. İşte bu günlerin birinde bir sanat meclisinde söz, dönüp dolaşıp, büyük dîvan şairlerimiz arasında yer alan “Nâbi”ye geldi. Orada bulunanlar, Nâbi’nin “Hayrâbât” adlı mesnevîsini övmeye başladılar. Bu övgü o kadar ileri götürüldü ki, konuşanlardan biri, “Böyle bir mesnevî, bir daha yazılamaz” dedi.
Şeyh Galip, bu yargıya katılmamıştı. “Çok abartılıyor” dedi. Bunun üzerine sordular:
-“Peki sen yazabilir misin?”
Şeyh Galip’in şairlik gururu incinir gibi oldu:
-“Evet” dedi, “Hem de daha güzelini!”
Ve yazdı. Altı ay içinde Nâbi’nin “Hayrâbât”ını gölgeye çeken “Hüsn ü Aşk”ı yazdı. Bu kadar kısa bir zaman içinde bu ölçüde ve hacimde bir eser ortaya çıkarmak, başka bir şaire nasip olmuş değildir.
Hüsn ü Aşk, tasavvuftan kaynaklanan bir eserdir. Olaylar ve kişiler, sembolleri gerçekleştirmek için kullanılmıştır. Mesnevide kullanılan Hüsün ve Aşk, mutlak güzellik ile mutlak bilgidir. Bunlar “edep” okulunda, yani Mevlevî dergâhında okurlar. Mutlak aşk ile mutlak bilginin birleşebilmesi için, kalp şehrine giden çileli yolu geçmek gerekir. Geçerler ve muratlarına ererler.
Bu eserinde Şeyh Galip, öylesine imajlar kullanmış ve bu soyut dünyadan öylesine somut bir dünya ortaya koymuştur ki, her açıdan eşsizdir. Bakınız, ‘Muhabbet’ kabilesinin insanlarını nasıl çiziyor:
“Giydikleri âfitab-ı temmuz
İçtikleri, şûle-i cihansûz.”
“Muhabbet” kabilesinin insanları, temmuz güneşini giyerler, can ışığını içerlermiş…
ÜÇÜNCÜ SELİM, ŞAİRİ SEVİYOR VE SAYGI DUYUYORDU
Hüsn ü Aşk’ı 26 yaşında yazdı ve 28 yaşında Konya’ya giderek Mevlânâ’nın dergâhında çileye çöktü. Birkaç yıl Konya’da kaldıktan sonra İstanbul’a gelerek çilesini Yenikapı Mevlevîhanesi’nde tamamladı. Niyeti, bundan sonra babası ve annesi ile bir eve geçmek ve orada inziva hayatı yaşamaktı.
Fakat o yıl padişah olarak tahta çıkan Üçüncü Selim Şeyh Galip’in şiirlerini tanıyor, seviyor ve şaire saygı duyuyordu. Saraya davet etti, kendisiyle görüştü ve iltifatlarda bulundu. Yine padişahın arzusu ve işareti ile Galata Mevlevîhanesi Şeyhliği’ne getirildi. Üçüncü Selim, sık sık Galata Mevlevîhanesi’ne gitmiş ve âyinlerde bulunarak Şeyh Galip’e verdiği ehemmiyeti göstermiştir. Şeyh Galip’in sarayı ziyaretinde de padişahın, “Şeyhim, şeref verdiniz” diye itibar sözü ile karşılandığı bilinir.
Galata Mevlevîhanesi’ne başladığı tarihten itibaren “Galip Dede” diye anılmıştır. Şöhretinin zirvesine ulaştığı 1799 yılında (3 Ocak) 42 yaşında iken öldü. Herhalde Türk Dîvan Edebiyatı göklerinin en parlak yıldızı o gün düşmüş olacak.
Şey Galip Şiirlerinden Örnekler
Gencinen olsam vîrân edersin
Âyînen olsam hayrân edersin
Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna
Baksan ne işler seyrân edersin
Sâkî kerâmet sende ya bende
Bahri habâba mihmân edersin
Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşm
Âteşle âbı yek-sân edersin
Ey huşk zâhid dem urma meyden
Dest-i duâyı mercân edersin
Zâhid o meh-veş bir nûrdur kim
Büttür demezsin îmân edersin
Mâdâm uçarsın gözlerde ammâ
Rûyun perî-veş pinhân edersin
Tabl-ı tehîden gümdür suhanler
Bî-hûde Gaalib efgaan edersin
Etvâr-ı çerhe uy mevlevî ol
Seyrân edersin devrân edersin
Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni
Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
Rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni
Ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
Sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
Yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni
Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
Sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
Tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
Hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni
Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn’a salâ
Yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
Şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
Anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni
SEN
Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen
Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma
Merciin Hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma
Gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma
Başkasın kendini sûretle heyûla sanma
Keşf ile sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma
Hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
İnleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın
Düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın
Değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın
Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın
Arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâra sakın
Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende
Sendedir mâ’den-i envâr-ı fütüvvet sende
Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende
Ma’rifet sende hüner sende hakiykât sende
Nazar etsen yer ü gök duzâh u cennet sende
Arş u kürsiyy ü melek sendedir sende
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Hayftır şâh iken âlemde gedâ olmayasın
Keder-âlûde-i ümmîd ü recâ olmayasın
Vâdî-i ye’se düşüp hiç ü hebâ olmayasın
Yanılıp rehrev-i sahrâ-yı belâ olmayasın
Âdeme muttasıl ol tâ ki cüdâ olmayasın
Secdeler eyle ki merdûd-i Hüdâ olmayasın
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Merk-i hâtif gibi bu kayd-ı sivâdan güzer et
Erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et
Dâmenin tutmaya âsâr-ı alâyık hazer et
Şems veş hâhiş-i Munlâ ile azm-i sefer et
Sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et
Hele bir cem’-i havâs eyle de Gâlib nazar et
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
SENDENDİR
Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir
Miyân-ı âşıkaanda iştiharım varsa sendendir
Benim f eyz-i hayâtun hâsılı rûh-i revânımsın
Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir
Veren bu sûret-i mevhuma revnak reng-i hüsnündür
Gül-istân-ı hayâlim nev-bahârım varsa sendendir
Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencide
Ger ey mihr-i münevver âh u zârım varsa sendendir
Senin pervâne-i hicrânınım sen şem’-i vuslatsın
Beher şeb hâhiş-i bûs ü kinârım varsa sendendir
Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dağdır sinem
Çerâğ-ı türbetim şem’-i mezarım varsa sendendir
Gören ser-geştelikde gird-bâd-ı dest zanneyler
Fenâ-ender-fenayim her ne varım varsa sendendir
Niçin âvâre kıldın gevher-i galtanın olmuşken
Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir
Şafak-tâb eyledin peymânemi hûn-âb ile sâkî
Sabâh-ı sohbet-i meyde humarım varsa sendendir
Sanadır ilticası Gaalib’in yâ Hazret-i Monlâ
Başımda bir külâh-ı iftiharım varsa sendendir
Şey Galip / Mısra-ı Berceste / Özlü Sözler
- Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir.
Miyan-ı aşıkanda iştiharım varsa sendendir.
(Sen benim Efendimsin, benim bu cihanda itibarım varsa sendendir. Aşıklar arasında bir şöhretim varsa yine sendendir.)
- Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın.
Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir.
(Benim hayatımın bereketi, akıp giden ruhumu ortaya çıkaran sensin. Eğer ömrümde bir kazancım varsa senin sayendedir.)
- Ne kadar bilmese de halk hüner-mendi tanır.
(Ne kadar bilmese de halk hüner sahibini tanır.)
- Vakt-ı şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer.
(Dert mevsimi geçer, neşe vakti de gelir.)
- Su uyur düşman uyur haste-i hicrân uyumaz.
(Su uyur, düşman uyur, ayrılık hastası uyumaz.)
- Hayret-dih-i cân o çeşm-i şehbâz
Âhû-yi füsûn kebûter-i nâz.
(Cana hayret veren o şahbaz göz, o büyü ceylanı, naz güvercini.)
- Bilmem ne füsûndu ol fesâne
Dûzah haberin getirdi câne.
(Bilmem o efsane ne büyü idi, cana cehennem haberini getirdi.)
- Korkutmağa düşme bî-mahaldir
Vuslat dediğim benim eceldir.
(Korkutmaya çalışma, yersizdir. Benim vuslat dediğim eceldir.)
- Cân oldu piyâle-nûş-ı hasret
Çeşm oldu güher-fürûş-ı hasret.
(Can hasret kadehini içer oldu, göz ayrılık cevherlerini (gözyaşlarını) satar oldu.)
- Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz.
(Şöyle-böyle bir söz zannetme. Söyleyebiliyorsan gel sen de böyle bir söz söyle.)
- Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.
(Kendine iyi bak; çünkü âlemin özüsün sen. Varlıkların gözbebeği olan insanoğlusun sen.)
- Fârığ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni
Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni.
(Yüzbin cefâ etsen vazgeçmem, bir kere sevdim seni. Kazâ ve kader kalemi alnıma böyle yazmış; seni sevdim bir kere. Dokuz gök döndükçe bu sözden dönmem: Sevdim seni; yer ve gök aşkıma şâhid olsun.)
- Şiir mumdan kayıklarla alev denizini geçmeye benzer.
Ayrıca bakınız ⇒
Divan Edebiyatı
- Divan Edebiyatı Genel
- Divan, Divançe, Divan Edebiyatı
- 11.12.Yüzyıl Geçiş Dönemi
- 13.14.Yüzyıl Türk Edebiyatı
- 15.Yüzyıl Türk Edebiyatı
- 16.Yüzyıl Türk Edebiyatı
- 17.Yüzyıl Türk Edebiyatı
- 18.Yüzyıl Türk Edebiyatı
- Divan Edebiyatı Şairleri ve Eserleri
- Divan Edebiyatı Sanatçıları (Yüzyıllara Göre)
- Divan Edebiyatı Mazmunları
- Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri
- Divan Edebiyatı Nazım (Şiir) Türleri ve Özellikleri
- Edebi Sanatlar/Söz Sanatları
- Divan Edebiyatında Nesir
- Divan Şiirinin Kaynakları
- Divan Şiirinde İslami Motifler
- Divan Şiirinde Timsaller ve Efsaneler
- Divan Şiirinde Mitolojik Karakterler
- Aruz Ölçüsü
- Türk Şiirinde Aruz Ölçüsü