Psikanalitik Edebiyat Kuramı
Psikanalitik Edebiyat Kuramı
Sanatçı psikolojisinin, biyografisinin, kişilik yapısının ve bilinçaltı gibi hususi özelliklerinin eserine; yansıdığı üzerine temellenen psikanaliz, sanatçıya dönük bir eleştiri kuramıdır.
• Biyografik malzemelerin tespiti bir edebiyat tarihçisinin vazifesi iken; bir edebiyat eleştirmeni ise bu derlenen çalışmaları, edebî eserin anlam alanını artırmak için bir malzeme olarak kullanmakla yükümlüdür.
• Sigmund Freud, psikanaliz üzerine yürüttüğü tezleri delillendirebilmek için, edebiyattan faydalanarak disiplinler arası bir çalışma ortaya koymuştur. Odipal kompleks terimini Yunan tragedyası Kral Oedipus’tan alması, Shakespeare’ın Hamlet’ini bu komplekste kullanması, Wilhelm Jensen’in Gradiva’sını incelemesi bu eksende yaptığı çalışmaların neticesidir.
• Freud ve psikanalitik çalışmalarının sonucunda sanat tarihinin en önemli konusu tekrar gündeme gelmiştir: Yaratıcılık süreci. Sanatçı niçin yaratır? Yaratmanın kaynağı nedir? Yaratıcılığın motivasyonları nelerdir? gibi sorulara psikanaliz, Freud’un çalışmalarını referans alarak ‘bilinçaltı’ cevabını vermiştir.
• Böylece insan zihnini topografik ve yapısal olarak ele alan Freud, esas vurguyu bilinçaltına yaparak; sanatçının bastırma süreci sonunda başta çocukluktan kalma kompleksleri olmak üzere tatmin edemediği arzu ve isteklerini sanatı yoluyla doyuma ulaştığını öne sürmüştür.
• Psikanalitik edebiyat kuramı, sanatçının biyografisini, kişilik yapısını anlayarak bilinçaltı sürecini tespit etmeye çalışmış; bunun için de iki yol kullanmıştır: Sanat eserinden sanatçıya ve sanatçıdan esere dönük bir inceleme. Bu amaçla sadece sanatçının eserleri değil sanatçının yaşadığı zaman, çevre ve hususi hayatı, içinde bulunduğu toplumsal olay ve durumları da konu alan çalışmalar yapılmış; yaratma sürecine etki eden tüm motivasyonlar inceleme konusu olmuştur.
• Sanatçının psikolojisini anlamak amacıyla kullanılan psikanalitik kuramda sadece eser merkezli bir okuma yöntemi de gelişmiştir. Edebi metinlerdeki kişilerin psikolojisini anlamaya dönük çalışma, bu tarz bir incelemenin sonucudur. Ayrıca Cari Gustav Jung ile birlikte psikanalizin çalışma sahası genişlemiş ve toplumsal düzeyde psikolojik incelemeler ağırlık kazanmıştır.
• Freud’un sanatçı merkezli ve bilinçaltı üzerine temellenen psikanalitik anlayışında esas olan çocukluk süreci, cinsellik ve saldırganlık dürtüleridir. Sanatçının yaratma kaynağının bilinçaltı olduğunu savunan Freud, bu süreci yüceltme olarak kabul eder. O, sanat eserinde insanı ararken rüyaların, cinsiyet faktörünün ve çocukluk anılarının, bilinçaltına itilmiş bastırılmış duyguların çok önemli olduğunu savunur.
• Bilinçdışı alan olan id; cinsel ve saldırgan dürtülerin, arzuların ve hazların kaynağı olarak kişinin karakter oluşumunda en önemli unsur olarak kabul edilir. Bu amaçla Freud, bilinçli davranışlardan ziyade küfürler, hicivler, dil sürçmeleri, rüyalar, mizah ve espriler, unutkanlıklar, yanlış anımsamalar, sakarlıklar gibi daha çok bilinçdışı davranışlar üzerinde durmuştur. Bu nedenle Freud, o çok ünlü “puro her zaman puro değildir” sözünü söylemiştir.
• Freud’un insan zihnini sınıflandırdığı yaklaşımda ego, id ve süper ego kavramları öne çıkar. Ego (ben); öz yaşamı sürdürmekle vazifelidir. Hem dış dünyadan gelen uyarıları kodlar hem de arzuları doyuma ulaştırmak için uygun zamanı ve mekânı ayarlar. İd; haz ilkesinin egemenliğinde ilkel benlik iken; süper ego, toplumun denetim gücünü elinde bulundurur.
• Jung, Freud’dan farklı bir ekol geliştirerek psikanalizin bireysel bilinçaltına fazla yoğunlaştığını, asıl önemli olanın kolektif bilinçdışı olduğunu savunmuştur. Ona göre kişilik oluşumunda evrensel bilinçdışının ve bunun işlevsel birimleri olan “arketip”lerin, bilinçaltından, çocukluk sürecinden ve cinsellikten daha fazla üstlendiği görev vardır.
• Psikanilitik kurama göre sanatçı, cin çarpmış, ya da şizofreni durumundaki bireydir. Sanatçı sayıklamaları ve rüyaları sayesinde bilinçaltını bilinç üstüne taşır. Sanat eseri içerdiği simgeler vasıtası ile sanatçının bilinçaltını yansıtır.
• Ruhsal dengenin sağlanabilmesi için kişinin ilkel benliğinden getirdiği enerjinin ifade edilmesi gerekir. Bu kurama göre sanatın bir işlevi de budur,
• Bu kuram doğrultusunda eser veren sanatçılar; rüya, otomat yazı gibi kavramları önemserler. Bilinçaltının kesintisiz bir biçimde bilinç üstüne çıkabilmesi için noktalama işaretleri, retorik kurallar gibi bağlayıcı kuralların kullanılmaması gerektiğini savunurlar.’
• Sanat eserinin oluşma nedenini, insanın ölüm karşısında geliştirdiği bir savunma mekanizması olduğunu savunurlar.