Oğuz Türkçesi’nin Tarihi Gelişme Süreçleri ve Divanu Lûgat-it-Türk
Oğuz Türkçesi’nin Tarihi Gelişme Süreçleri ve Divanu Lûgat-it-Türk
Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ
(Divanu Lûgat-it-Türk’ün yazılışının 925. yıl dönümü dolayısıyla)
I
Ansiklopedik bir sözlük olan Divanu Lûgat-it-Türk, kültür tarihimiz için olduğu kadar, Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Biz, bugün Türk dilinin metinlerle ulaşılamayan bazı karanlık noktalarının aydınlatılmasında veya karşılaştırmalı dil çalışmalarında yer yer Divanu Lûgat-it-Türk’teki kayıtlara dayanmakta ve ondan büyük ölçüde yararlanmaktayız. Yaptığımız bilgi şöleni ile yazılışının 925. yılını kutladığımız Divanu Lûgat-it-Türk, üzerinde duracağımız konu bakımından da bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Çünkü, Oğuzlar ve Oğuzca hakkındaki en eski toplu bilgileri Divan’dan öğreniyoruz. Kaşgarlı Mahmud, eserinde yer yer yalnız Oğuzlar ve Oğuz ili hakkında değil, aynı zamanda Oğuz Türkçesi hakkında da oldukça geniş bilgiler vermiştir. Yeri düştükçe verilen bu toplu ve dağınık bilgileri, yapılan açıklamaları bir araya getirdiğimizde, Oğuzcanın XI. yüzyıldaki durumu hakkında genel bir birikime sahip olabilmekteyiz. Kaşgarlı Mahmud’un Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi bir yana, öteki Türk lehçelerine oranla Oğuzcaya vermiş olduğu bu geniş yer, yalnız Oğuzların XI. yüzyıldaki genel durumunu belirlemekle kalmamış; dolayısıyla Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecine de ışık tutarak bir anahtar vazifesi görmüştür.
Biz Divanu Lûgat-it-Türk’ün yazılışının 900. yıl dönümü dolayısıyla daha önce hazırladığımız “Kaşgarlı Mahmud ve Oğuz Türkçesi” adlı bir yazımızda Oğuz Türkçesinin Divan’daki ses ve şekil bilgisi özelliklerini ele aldığımız için, bugün, konuya yalnız yukarıda belirtilen husus, yani Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinin tespitinde Divanu Lûgat-it-Türk’ün yeri açısından eğilmek istiyoruz.
II
Bilindiği gibi Oğuzcanın bir yazı dili olarak varlığını ortaya koyması oldukça geçtir. Başlangıcı, Oğuzların Anadolu’da kurdukları Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonlarına rastlar. Selçuklu Devleti’nin resmî dili Farsça olduğu için XIII. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan eserler de nitelik bakımından daha çok halka seslenen basit içerikli dinî eserlerdir. Selçukluların devamı niteliğindeki Anadolu Beylikleri döneminde ise, Oğuz Türkçesi artık çok yönlü yüzlerce telif ve tercüme eserlerle olgunluğa erişmiş bir yazı dili durumuna gelmiştir. Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçesi diye adlandırdığımız bu dönem XIII-XV. yüzyıllar arasını kaplar.
Oğuzlar VI. yüzyıldan beri tarih sahnesinde oldukları ve Orta Asya’da kurulmuş Türk devletleri içinde önemli bir etnik kol oluşturdukları hâlde, lehçelerinin bir yazı diline dönüşmesinin bu kadar gecikmiş olması, her hâlde, onların tarih sahnesine bağımsız bir siyasî varlık olarak çıkamamış, bağımsız bir devlet kuramamış olmalarıyla ilgilidir. Ama Oğuz Türkçesine ait birtakım belirtiler ve bazı özellikler, Köktürk ve Yenisey Yazıtları’ndan beri de bilinmektedir. Bu bakımdan Oğuzcanın tarihî gelişme sürecini, onların tarih sahnesindeki etnik, siyasî ve sosyal durumlarına koşut olarak birbirinden farklı üç ayrı döneme ve dolayısıyla üç aşamaya ayırmak uygun olacaktır. Bunlar:
1. VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönem,
2. XI-XIII. yüzyıllar arasındaki dönem,
3. XIII. yüzyıldan sonraki dönemler.
III
Konumuza giriş yapabilmek için önce birinci dönem üzerinde kısaca duralım:
VI ve XI. yüzyıllar arasını kaplayan ve Türk dili tarihinde Eski Türkçe diye adlandırılan dönemde, Oğuzlar, sosyal ve etnik varlıklarını Köktürk (552-745), Uygur (745-840) ve Karahanlı (912-1212) Türk devletlerinin coğrafyasında, siyasî bakımdan onlara bağlı ve zaman zaman da bu devletler üzerinde önemli etkiler yaparak sürdüregelmişlerdir. Gerek Orhun ve Yenisey Yazıtları’ndaki kayıtlardan gerek bu konuda yapılan araştırmalardan, Oğuzların VII. yüzyılın ilk yarısında Yenisey bölgesindeki Barlık ırmağı yörelerinde, VII. yüzyılın ikinci yarısından sonra da Tula ırmağı boylarında ve Ötüken yöresinde oturdukları bilinmektedir. Köktürk yazıtlarında Türk ve Türk olmayan öteki etnik unsurlar yanında çeşitli vesilelerle yer yer Oğuzların da adı geçmektedir. Köktürk Kağanlığının Oğuzlarla ilişkisi ise, kimi zaman gergin ve savaşlı olmuş; kimi zamanlarda da kağanlığın sadık bir metbuu derecesine yükselmiştir.
Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar döneminde de Orhun ırmağı bölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla Köktürk döneminde olduğu gibi, kimi zaman dostluk ilişkileri içinde oldukları, kimi zaman da savaşlar yaptıkları bilinmektedir.
Oğuzlar Karahanlılar döneminde de sahnede olmuşlar ve varlıklarını Karahanlıların batısındaki sınır bölgelerinde sürdürmüşlerdir. IX-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerde ve Seyhun (Sirderya) ırmağının iki yakasında oturduklarını, tarihî ve coğrafî kaynakların verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Bu Oğuzların daha X. yüzyılda Sirderya (Öküz ırmağı) boylarında ve Aral gölü kıyılarında Yenikent merkez olmak üzere bir Yabgu Devleti kurduklarını da biliyoruz. X-XI. yüzyıllar arasında Yenikent’e ilâve olmak üzere, Haare, Cend, Sepren (Sabran, Savran), Suğnak, Karnak, Karaçuk (Fârab) şehirlerini de kurmuşlardır. Oğuzların XI. yüzyılda batıda Hazar denizi kıyısındaki Mangışlag (Siyah Kûh) adını verdikleri yarımadayı ele geçirip orada yerleştikleri de bilinmektedir. Bu bölgedeki Oğuzlar kısmen göçebe kısmen de yüksek kültürlü bir yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlardı. Oturdukları yerlerde bir yandan Maveraünnehir’in yerli halkı ile karışmakta, bir yandan da Karahanlı, Yağma, Çiğil, Argu ve Karluklar ile komşuluk ilişkilerini devam ettirmekte idiler.
Oğuz Türklerinin lehçelerine gelince: VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde Oğuzlar nasıl bağımsız bir devlet kuramamışlar ise, Oğuzcaya dayalı bir yazı diline de sahip olamamışlardır. Ancak, Eski Türk yazıtlarında olsun, Uygur ve daha sonraki döneme ait eserlerde olsun yer yer Oğuzcanın yazı dillerine ve yazılı eserlere yansımış belirtilerini ve bazı özelliklerini de bulmak mümkündür. Bilindiği gibi Türkçe, VI-XI. yüzyılların Türk devletleri olan Köktürk, Uygur ve Karahanlılar dönemlerinde, yer, zaman ve kültür alanı ayrılıklarına, kelime hazinesindeki bazı farklılaşmalara rağmen, genel yapısı itibarıyla yine de birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Bu bakımdan Oğuzcanın VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemi esas itibarıyla sisli bir perdeyle örtülmüş bulunmaktadır. Ne var ki, bu dönemdeki Türk devletlerinin sınırları içinde birbirinden farklı etnik unsurların yer almış ve bunlara ait dil özelliklerinin yer yer yazı diline de yansımış olması, yazıtlarda olsun meydana getirilen yazılı eserlerde olsun birtakım lehçe veya ağız ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır. Nitekim W. Radloff, Orhun Yazıtları yanında, merkezi Turfan olan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu ve bu edebî dilin daha sonraki bir sıra Türk lehçelerine temel oluşturduğunu yazmıştır. Rus Türkologlarından S. E. Malov da Yenisey ve Orhun Yazıtları’ndaki lehçe ayrılıkları ile eski Kuzey Oğuzcasının etkisine işaret etmiştir. A. von Gabain ise, Eski Türkçe döneminde, bugüne kadar hangi kavmî unsurlara ait olduğu tespit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uygur yazmalarında olduğu gibi, Orhun ve Yenisey Yazıtları’nda da lehçe ayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Köktürk ve Uygur ülkelerinde yukarıda belirtildiği üzere, Oğuzlar da önemli bir yer tuttuklarına göre, Eski Türkçe döneminde Oğuz lehçesi ile ilgili bir kısım özelliklerin de kendini göstermesi olağandır. Bizim bu konuda metinler üzerinde yaptığımız bir araştırma, özellikle Yenisey ve Orhun Yazıtları ile Uygurcanın n lehçesi metinlerinde belirtiler veya genel eğilimler hâlinde birtakım Oğuzca özelliklerin de yer aldığını ortaya koymuştur. Daha sonraki yüzyıllarda, Karahanlı dönemini temsil eden bir eserde de Oğuzcanın belirgin izlerine rastlanmaktadır. Rus Türkologlarından A. K. Borovkov’un araştırmalarına göre, Oğuzcanın etkisi, daha eski bir Oğuz-Türkmen edebî an’anesinin varlığını gösterecek biçimde Anonim Kur’an Tefsiri’nde de yer almıştır. Demek oluyor ki, VI-XI. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinde, Oğuz lehçesi temelde bir sis perdesine bürünmekle birlikte, yine de birtakım özelliklerini o devir eserlerine yansıtmış bulunmaktadır.
IV
Gelelim Oğuzcanın tarihî gelişme sürecindeki ikinci aşamaya, yani XI-XIII. yüzyıllar arasındaki döneme. Bizi Divanu Lûgat-it-Türk bakımından asıl ilgilendiren de bu dönemdir.
Türklerin İslâmlığı kabulünden sonra Oğuzların siyaset sahnesindeki yıldızları da parlamaya başlamış; daha sonraki tarihî olayların da ortaya koyduğu üzere, Orta-Asya Türk dünyasının batı kesiminde ve İslâm dünyasında çok önemli bir yer tutmuşlardır.
Yukarıdaki açıklamalar sırasında, Oğuzların X. ve XI. yüzyıllarda Sirderya ırmağının iki yakasında önemli şehirler kurarak büyük ölçüde yerleşik hayata geçtiklerine de işaret edilmişti. Kaynaklar XII. yüzyılda bu şehirlere Barçınlıg-Kent, Eşnas, Uzkent ve Sırlı-Tam gibilerinin de eklendiğini bildiriyor. Tarihçilerimiz, Divanu Lûgat-it-Türk’ün ve öteki İslâm kaynaklarının pek çok Oğuz şehirlerinin varlığından söz etmelerini, Oğuzların büyük bir bölüğünün yerleşik hayat yaşamaları ile ilgili bulmuşlardır. Faruk Sümer de Oğuzların önemli bir kısmının oturak yaşayışa geçmesinde İslâmlığı kabullerinin büyük etken olduğunu belirtmiştir. Kaşgarlı Mahmud’un da belirttiği gibi, yerleşik yaşayışa geçmiş olan Oğuzların yüksek kültürlü bir şehir hayatı vardı. Ama hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Sirderya’nın iki yakasında şehirli Oğuzlar ile birlikte göçebe Oğuzlar da yaşamaktadır. Hatta Kaşgarlı, göçebe Oğuzların yerleşik yaşayıştaki Oğuzları alaya alarak onlara yatuk (tenbel) dediklerini, bunların şehirlerden dışarı çıkmadıklarını ve savaş yapmadıklarını kaydetmiştir.
Öte yandan XI.-XIII. yüzyıllar arası, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerden güneye Harezm ve Sirderya bölgelerine sürekli olarak göç ettikleri bir dönemdir.
Bu Oğuzlardan bir kısmı büyük gruplar hâlinde Harezm yolu ile Horasan üzerinden Yakın Doğu’ya uzanarak oralardaki Selçuklu Devletlerinin kuruluşunu hazırlamışlardır. Bilindiği gibi XI.- XIII. yüzyıllar arasında Harezm bölgesinin Türkleşmesinde, bazı Türk boyları yanında Kıpçaklarla birlikte Oğuzların da büyük etkisi olmuştur. Görülüyor ki, bu dönemdeki Oğuz nüfuzu yalnız Sirderya kuzeyindeki steplerden başlayarak Sirderya, Maveraünnehir, Harezm, Horasan bölgelerinde kalmamıştır. XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devletinin batıya yaptığı göçler ve fütuhatlarla, bu nüfuz Azerbaycan ve Irak üzerinden Abbasi Devletinin başkenti ve devrin büyük kültür merkezi Bağdat’a kadar uzanmıştır. Aslında Kaşgarlı Mahmud’un, eserinde Oğuzlara ve Oğuzcaya bu denli geniş ve ağırlıklı bir yer vermiş olmasının sebebi de, onların bu dönem Türk dünyasındaki yayılma durumları ile orantılıdır. XI. yüzyıldan XIII. yüzyıla doğru uzanan bir dönemde, Orta-Asya Türk dünyasının siyasal ve sosyal yapısında bu denli önemli bir yer tutmuş olan Oğuzların dil bakımından boşlukta kalmış olmaları imkânsızdır.
V
Konuya dil tarihi açısından baktığımız zaman XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde özellikle XII. ve XIII. yüzyıllarda Harezm bölgesinin yeni yazı dillerinin oluşmasına kaynaklık ettiğini ve bir beşik vazifesi yaptığını görüyoruz. Bu bölgede bir yandan, ileride Çağataycaya temel oluşturan Karahanlı Harezm Türkçesi temelinde bir yazı dili kurulurken bir yandan da Batı Türkçesinin kuzey kolunu oluşturan Kıpçak Türkçesi ile güney kolunu oluşturan Oğuz Türkçesi ilk şekillenmelerine başlamış görünüyor.
Oğuz Türkçesinin doğrudan doğruya kendi lehçe özelliklerine dayalı metinleri en erken XIII. yüzyıl sonlarında ortaya konduğuna göre, acaba bundan önceki yüzyıllarda Oğuz lehçesi ne durumda idi? Bu dönemde Eski Anadolu Türkçesinin kuruluşuna öncülük eden bir geçiş dönemi yaşanmış mıdır? Yaşanmışsa, dil yapısı nasıldı?
Takdir olunur ki, bir yazı dilinin kurulması kolay değildir. Hele Oğuzca gibi uzun yüzyıllar konuşma dili olarak süregelmiş bir lehçede bu durum daha da önemlidir. Zamana bağlı tarihî, sosyal ve etnik şartların gerekli kıldığı bir ön hazırlık devresinden geçmesi olağandır. Durumun aydınlanabilmesi için de tarihî olayların seyrine bağlı gelişmeler ile dil tarihinin ortaya koyduğu veriler birlikte değerlendirilmelidir.
Orta Asya’da XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde Karahanlı Türkçesi ortak yazı dili durumunda olduğuna göre, Oğuzların yerleşik ve üstün kültür düzeyindeki şehirli kesimi, ilk yüzyıllarda her hâlde bu yazı dilini benimsemiş olmalıdır. Öte yandan XI-XIII yüzyıllar arasında Oğuzların Orta Asya’nın batı kesiminde geniş bir alana yayıldıkları, geçirdikleri tarihî seyir ve Sirderya boylarında yerleşik Oğuzlar ile göçebe Oğuzların iç içe yaşamış olmaları, gibi hususlar ile Oğuzların kendi lehçe yapısındaki bazı değişme ve gelişmeler dikkate alınınca, XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Oğuz Türkçesinin, yerleşik, şehirli Oğuzların aracılık ettiği, Karahanlı Türkçesi ile Oğuzca özellikler arasında olacağını tahmin etmek güç değildir.
VI
Bugün elimizde yazılış tarihleri belli veya belli olmayan ve taşıdıkları dil özelliklerine göre XII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIII. yüzyılın ilk yarısına giren birkaç eser vardır. Behçetü’l hadaik, Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’u, Kudurî Tercümesi, Kitab-ı Güzîde, Kitabu’l feraiz ve kitaplıklarda henüz yazma hâlinde bulunan bazı eserler gibi. Bilindiği üzere bu eserlerde Eski Anadolu Türkçesinden farklı olarak Oğuzcaya ait dil özellikleri ile Karahanlı yazı diline ait özellikler iç içe girmiş ve olga bolga dili diye adlandırılan bir “karışık dilli eserler” sorunu ortaya çıkmıştır. Bu karışık dilin ne ifade ettiği konusunda da birbirinden farklı iki temel görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan biri, bu türlü eserlerdeki dil karışıklığını bu eserlerin farklı lehçe alanlarına mensup müstensihler tarafından kopya edilmesine veya Horasan’dan göç etmiş göçmenlerin, Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi arasında bocalamalarından kaynaklanan şahsî ve anorganik etkilere bağlayan görüştür. Merhum Reşit Rahmeti Arat ve Sadettin Buluç, biz ve Mustafa Canpolat bu eserlerdeki dilin bir geçiş dönemini temsil ettiği görüşündeyiz (Şeyyat Hamza vb.’nin Doğu Türkçesinde yazılmış şiirlerindeki durumu bununla karıştırmamak gerekir). Ancak böyle bir görüşün geçerlik kazanması, konunun tanıklayıcı örneklere bağlanmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu noktada bize Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği bilgiler yardımcı olmaktadır.
Karışık dilli eserlerde yer alan özellikler ile Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği özelliklerin yan yana getirilmesi, aralarında genel bir ortaklık ve koşutluk olduğunu ortaya koymakta; Oğuzcanın XI.-XIII. yüzyıllar arasında böyle bir geçiş süreci yaşadığını göstermektedir. Şimdi durumu Karahanlı yazı dili ile Eski Anadolu Türkçesi arasında ayraç (kriter) oluşturan bazı özellik ve örneklere dayanarak açıklamaya çalışalım:
1. Kaşgarlı eserinin Oğuzcaya ayırmış olduğu bölümünde, lehçe ve ağız ayrılıklarından söz ederken, “asıl kelimede değişiklik az olur, Değişmeler ancak birtakım harflerin yerine başka harfler gelmesi yahut atılması yüzündendir” (Terc. c. I, s. 30-31) dediğine göre, Oğuzcanın Karahanlı Türkçesine oranla gösterdiği ayrılıkta, ses değişmelerinin ağırlığına işaret etmiş olmalıdır.
O, yaptığı açıklamalarda, her iki kolda ortaklaşan kelime ve şekillere dokunmamıştır. Tahsin Banguoğlu Divan’da Oğuzca diye gösterilen 265 kelime tespit ettiğine göre, bunun dışında pek çok kelimenin her iki lehçede de ortak olduğuna hükmedilebilir. Nitekim Divan’da yer alan on, ün, ögüt, öküz, ülüş, aşuk “topuk kemiği”, uluk “eskimiş, yıpranmış, bozuk”, erük, ogul, üzüm, at “ad”, ae “aç”, üt-, ulaş- vb. pek çok kelime hiçbir kayıt olmadığı hâlde Oğuzca ile ortaklaşan sözlerdir.
2. Divan’da ön sesteki b->m- değişimi açısından, Oğuzca, genellikle b- yanındadır. Kaşgarlı Karahanlı Türkçesindeki men (ben), mün “çorba”, mayak “pislik” şekillerine karşı Oğuzca için ben, bün (Div. Terc. I, 31) ve baynak “pislik” (c. III, 175-13) şekillerini vermiştir. Ama buna rağmen, yer yer Oğuzca olarak gösterilen m’li örnekler de vardır. muñar “pınar” (III, 376) gibi. Oğuzca bekleş- ve beklet- fiillerinin açıklaması yapılırken verilen cümleler ol maña at bekleşti “o bana at gözlemekte yardım etti” (II., 203-204), men at beklettim “ben at beklettim” (II, 341) biçimindedir. Yine Oğuzca aşat- fiili için ol maña aş aşattı “o bana yemek yedirdi” (I, 210-4) cümlesi kullanılmıştır. Buna daha başka örnekler de eklenebilir. Esasen Divan’da ses yapısı farklı olmayan kelimeler için bir açıklama yapılmadığına göre bu dönem Oğuzcasında ön seste b-‘li kelimeler yanında m-‘li kelimelerin varlığını da kabul etmek gerekiyor.
Aynı durum karışık dilli eserler için de söz konusudur. Mustafa Canpolat Behçetü’l-hadaik’ta b->m- açısından m-‘li şekillerin baskın olduğunu; ancak, bunun yanında beñ (228-21), beñgü (279-15), beñiz (189-9) gibi b-‘li örneklerin de bulunduğunu kaydediyor. Buna m-‘li şekiller için men, maña, anuñça (241-3), meñiz (191-1,2), meñgü (163-24) ve meñze- (11-18, 15-2) şekillerini de ekleyebiliriz.
Aynı durum Kudurî Tercümesi için de söz konusudur. Eserde ben (15b-15), benüm (43b-12), beñzer (41b-16), bindürdüñ (60a-10), biñ (65a-2) vb. şekiller yanında men (11b-15), menim (36b-4), munuñ (3b-11), mundan (6b-10), meñzer (5b-10) vb. şekiller de yer almıştır. Ali’nin Kıssa-i Yusuf’unda da bu ikili durum göze çarpmaktadır.
3. Ayırıcı nitelikteki bir başka özellik de ön, iç ve son seslerdeki b>v değişimidir.
Kaşgarlı Mahmud, Karahanlı Türkçesinde b ile f arasında boğumlanan çift dudak w ünsüzünün Oğuzlarda diş-dudak sesi v’ye dönüştüğünü kaydetmiş ve ab>av (I, 31-32) eb-ev (göst y.) örneklerini vermiştir. Eserin başka yerlerinde de Oğuzca kaydıyla tavar “cansız mal” (I, 362), savaş (II, 82), savçı “sözcü” (III, 325), sewük (I, 92), sevün- (III, 153), yavlak “kötü” (III, 43) vb. sözler yer almıştır. Bu durum b>v değişiminin yalnız iç ve son seslerde gerçekleştiğini gösteriyor. Nitekim ön seslerdeki b’ler bar “var”, bar- “varmak”, bar! “git!”, bardım “gittim”, baran “varan” (I, 31, 33, 339), bir- “vermek”, bol- “olmak” (II, 45-47 arası) gibi örnekler ile koruna gelmiştir.
Behçetü’l-hadayık’ta da ön ses b’leri aynı biçimde korunmuştur: bar128-5, 139-19), bar- (105-12, 158-23), barış- “görüşmek, konuşmak” (29-6); bir- “vermek” (70-4, 116-2) vb. Kudurî Tercümesi’nde de bar “var” (34a-17), bar- “varmak” (3a-6), barmaga (112a-7), birge “verecek” (8a-12), birsün “versin” (64b-2), bolga “olacak” (53a-15), bolur (93b-11) gibi sözler aynı durumu yansıtmaktadır.
4. Ön seste t->d- değişimi bakımından Divanu Lûgat-it-Türk’le Kudurî Tercümesi ve Behçetü’l- hadaik arasında zaman farkı oranında yine genel bir paralellik gözlenmektedir. Kaşgarlı t->d- değişimi için: “Oğuzlar ile onlara yakın olanlar kelimedeki t- harfini d- harfine çevirirler. Türkler (Karahanlılar) deveye tewey bunlar devey derler” (I, 31-19 ve öt.) diyor. Bu açıklamayı XI. yüzyılın ikinci yarısında t->d- değişimi başlamıştı diye değerlendirebiliriz. Ama bunu, Oğuzcada kurallı bir t->d- değişiminin var olduğu biçiminde yorumlamak mümkün değildir. Çünkü, eserde bu değişimin genel durumunu açıklayacak pek çok örnek vardır. t->d- değişimine uğramış dakı “dahi, daha” (II, 195) gibi örnekler bir yana, t- ünsüzünü korumuş ince ve kalın sıradan daha nice örnekle karşılaşılmaktadır. Kaşgarlı tamak “damak”, tamar “damar”, tarıà “darı”, tavar “davar”, tegül “değil”, telü “deli”, teñelgüç “dölengeç kuşu”, teriñ “derin”, til “dil”, tokı- “dokunmak”, töl “döl”, tön- “dönmek” vb. ince ve kalın sıradan sözleri de “Oğuzcadır” kaydı ile verdiğine göre t->d- için yaptığı açıklamayı kurallı bir değişim olarak kabule imkân yoktur. Bu ikili durumun, Eski Anadolu Türkçesi yolu ile yer yer bugüne kadar bile uzandığı dikkate alınırsa, bu dönüşümün XI. yüzyılın ikinci yarısında yeni başlamış olduğuna hükmedilebilir.
Kaşgarlı’nın eserindeki ikili durum aynı şekilde d-‘li ve t-‘li örneklerle Kudurî Tercümesi’nde de görülmektedir: dañ “tan vakti” (15a-2), dart- (32b-3), davar (35b-14), dapu “hizmet” (78b-2), danuk (10b-3,8), daşı- (39a-13), dürlü (40a-10), dükel (25b-7), delü (21a-3); taà (6a-1), ti- (45a-9), tört (7a-16), taş (9b-1), tanuk (62b-14) tavar (46b-12) vb.
t->d- değişimindeki zaman farkının getirdiği gelişmeler dolayısıyla Behçetü’l-hadaik’ta Türk ve tümen kelimeleri dışında ince sıradan kelimelerde d-‘li biçimin yaygın olduğu; kalın sıradan kelimelerde de ikili durum bulunduğu belirtiliyor.
5. Karahanlı Türkçesi ile Oğuz Türkçesini birbirinden ayıran önemli ayraçlardan biri de ek ve hece başlarındaki à/g ünsüzleri ile birden fazla heceli kelimelerin sonlarındaki à/g ünsüzlerinin durumudur. Kaşgarlı à/g değişmesi ile ilgili olarak çumàuk>çumuk “ala karga”, tamàak “damak”, tavışàan>tavşan, baraàan>baran “varan, varıcı”, uraàan>uran “vuran” örneklerini vermiştir (C. I-33). Eserin başka yerlerinde baràan, uràan, kuràan, kakılàan, sokulàan, ayıà (I-79), satàaş- “karşılaşmak” (II, 169), tuàrak “tuğra” (I, 385), yazıàçı “yazıcı, postacı” (II, 55) vb. örneklerin de verilmiş olması, g düşmesi olayının bu devirde başlamış; ancak, tamamlanmamış olduğunu gösteriyor. Bilindiği gibi bu olayın tamamlanması XIII. yüzyıl sonlarındadır. Kudurî Tercümesi’nde de g ünsüzünün belirtilen yerlerde ve yerge (6b-7), erge “ere” (61b-6), kılàa “kılacak, kılsın, kılmalıdır”, bolàa (61b-10), bizge (61b-5) arıà “temiz” (1b-8), yatsıà “yatsı vakti” (14a-6), batıà (64b-16) örneklerinde korunmuş; dapu “hizmet” (78b-2), dürlü “türlü”(40a-10), úamu (15a-16) ulu (27b-5), biren “veren” (54a-3), başlu (86a-5), yazuklu “günahkâr” (108b-2) vb. örneklerde de düşmüş olması, genellikle Divan’a koşut bir durumu ortaya koymaktadır. Behçetü’l-hadaik’ta da uluà (132-14), úapuà (82-14), tapuà (294-17), yalàan (30a-9), boràu “boru” (113-4), eygü (31-8), körgemen (243-8), uràalar “vuracaklar”(54-10), ölgesi “ölecek” (311-19), kurtaràa “kurtaracak” (327-13), yatàasın (116-8) gibi g’li örneklere rağmen zamanın getirdiği gelişme dolayısıyla Oğuzca özelliği baskın durumdadır. Karışık dilli eserlere olga bolga dili denmesinin sebebi de ek başı g’lerinin Eski Anadolu Türkçesine göre gösterdiği bu ayrıcalıktır.
6. Kaşgarlı’nın verdiği bilgiye göre XI. yüzyıl sonlarında Oğuzlarda ê>y değşimi iêiş “tas, bardak, tencere” (I, 61, 62), aêruk (I, 98) gibi bir iki istisna dışında tamamlanmış sayılabilir. Durum ayaà “ayak” (65a-9), ayàır (541b-11), ayır- (23a-7), ayru (27a-7), uyu-(84a-8) gibi örneklerle Kudurî’de de aynıdır. Behçet’de de iêi “Tanrı” ve boêak “boya” sözleri dışında y’li şekiller hâkimdir.
Aynı durum şekil bilgisi özellikleri için de söz konusudur. Yukarıda sıralanan özellikler konuyu aydınlatacak yeterlikte olduğu için daha fazla örnek vermeyi gereksiz sayıyoruz.
Bizim vaktiyle Selçuklu Oğuzcası veya Doğu Oğuzcası, G. Doerfer’in de Doğu Selçukçası diye adlandırdığı bu karışık dilli dönem, Oğuz Türklerinin Anadolu bölgesinde bağımsız olarak yerleştikten sonra kendi lehçelerine ait özellikleri konuşma dilinden yazı diline aktarmaları ile durulmaya başlamıştır. Bu durulma eski yazı dilinden gelme özelliklerin körleşmesi ve Oğuz lehçesine ait özelliklerin yoğunlaşması biçiminde kendini göstermiştir. Dolayısıyla XIV. yüzyıldan başlayarak artık Oğuz Türkçesinde tarihî gelişme sürecinin üçüncü dönemine geçilmiş bulunmaktadır. Hatta XV. yüzyılda olga bolga dilindeki eserlerin Anadolu’da iyice yadırganır olduğunu, Muhammed Baydur’un, Kitâb-ı Güzîde’yi “aydın ve ruşen Türki’ye aktarırken” düştüğü kayıttan anlıyoruz.
Yukarıdan beri yapılan açıklamalar ortaya koymuştur ki, Oğuz Türkçesi XI-XIII. yüzyıllar arasında karışık dilli bir geçiş dönemi yaşamıştır. Bu dönemin dilinde kendini gösteren özellikler, bazı dilcilerimizin sandığı gibi sırf eserlerin istinsah yeri ayrılıklarından veya kişisel ağız yapılarından gelen anorganik özellikler değildir. Belki bir dereceye kadar bu türlü etkenler de söz konusu olabilir. Ama, bizce esas itibarıyla o günün tarihî ve sosyal şartlarının oluşturduğu belirleyici organik özelliklerdir. Bu konuda, Divanu Lûgat-it-Türk’e dayanarak yapılan karşılaştırmalar, durumu çok daha sağlıklı bir biçimde ortaya koymakta ve öteki ihtimalleri bizce dayanıksız bırakmaktadır. Oğuz Türkçesinin tarihî gelişme sürecinin tespitinde bir anahtar vazifesi gören ve bir dönüm noktası oluşturan bu değerli bilgiler için Kaşgarlı’ya ne kadar teşekkür etsek azdır. Onun aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor ve sözlerimizi ruhu şad olsun diyerek bitiriyoruz.
Divanu Lûgat-it-Türk’ün yazılışının 925. yıl dönümü dolayısıyla
I
Ansiklopedik bir sözlük olan Divanu Lûgat-it-Türk, kültür tarihimiz için olduğu kadar, Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Biz, bugün Türk dilinin metinlerle ulaşılamayan bazı karanlık noktalarının aydınlatılmasında veya karşılaştırmalı dil çalışmalarında yer yer Divanu Lûgat-it-Türk’teki kayıtlara dayanmakta ve ondan büyük ölçüde yararlanmaktayız. Yaptığımız bilgi şöleni ile yazılışının 925. yılını kutladığımız Divanu Lûgat-it-Türk, üzerinde duracağımız konu bakımından da bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Çünkü, Oğuzlar ve Oğuzca hakkındaki en eski toplu bilgileri Divan’dan öğreniyoruz. Kaşgarlı Mahmud, eserinde yer yer yalnız Oğuzlar ve Oğuz ili hakkında değil, aynı zamanda Oğuz Türkçesi hakkında da oldukça geniş bilgiler vermiştir. Yeri düştükçe verilen bu toplu ve dağınık bilgileri, yapılan açıklamaları bir araya getirdiğimizde, Oğuzcanın XI. yüzyıldaki durumu hakkında genel bir birikime sahip olabilmekteyiz. Kaşgarlı Mahmud’un Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi bir yana, öteki Türk lehçelerine oranla Oğuzcaya vermiş olduğu bu geniş yer, yalnız Oğuzların XI. yüzyıldaki genel durumunu belirlemekle kalmamış; dolayısıyla Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecine de ışık tutarak bir anahtar vazifesi görmüştür.
Biz Divanu Lûgat-it-Türk’ün yazılışının 900. yıl dönümü dolayısıyla daha önce hazırladığımız “Kaşgarlı Mahmud ve Oğuz Türkçesi” adlı bir yazımızda Oğuz Türkçesinin Divan’daki ses ve şekil bilgisi özelliklerini ele aldığımız için, bugün, konuya yalnız yukarıda belirtilen husus, yani Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinin tespitinde Divanu Lûgat-it-Türk’ün yeri açısından eğilmek istiyoruz.
II
Bilindiği gibi Oğuzcanın bir yazı dili olarak varlığını ortaya koyması oldukça geçtir. Başlangıcı, Oğuzların Anadolu’da kurdukları Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonlarına rastlar. Selçuklu Devleti’nin resmî dili Farsça olduğu için XIII. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan eserler de nitelik bakımından daha çok halka seslenen basit içerikli dinî eserlerdir. Selçukluların devamı niteliğindeki Anadolu Beylikleri döneminde ise, Oğuz Türkçesi artık çok yönlü yüzlerce telif ve tercüme eserlerle olgunluğa erişmiş bir yazı dili durumuna gelmiştir. Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçesi diye adlandırdığımız bu dönem XIII-XV. yüzyıllar arasını kaplar.
Oğuzlar VI. yüzyıldan beri tarih sahnesinde oldukları ve Orta Asya’da kurulmuş Türk devletleri içinde önemli bir etnik kol oluşturdukları hâlde, lehçelerinin bir yazı diline dönüşmesinin bu kadar gecikmiş olması, her hâlde, onların tarih sahnesine bağımsız bir siyasî varlık olarak çıkamamış, bağımsız bir devlet kuramamış olmalarıyla ilgilidir. Ama Oğuz Türkçesine ait birtakım belirtiler ve bazı özellikler, Köktürk ve Yenisey Yazıtları’ndan beri de bilinmektedir. Bu bakımdan Oğuzcanın tarihî gelişme sürecini, onların tarih sahnesindeki etnik, siyasî ve sosyal durumlarına koşut olarak birbirinden farklı üç ayrı döneme ve dolayısıyla üç aşamaya ayırmak uygun olacaktır. Bunlar:
1. VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönem,
2. XI-XIII. yüzyıllar arasındaki dönem,
3. XIII. yüzyıldan sonraki dönemler.
III
Konumuza giriş yapabilmek için önce birinci dönem üzerinde kısaca duralım:
VI ve XI. yüzyıllar arasını kaplayan ve Türk dili tarihinde Eski Türkçe diye adlandırılan dönemde, Oğuzlar, sosyal ve etnik varlıklarını Köktürk (552-745), Uygur (745-840) ve Karahanlı (912-1212) Türk devletlerinin coğrafyasında, siyasî bakımdan onlara bağlı ve zaman zaman da bu devletler üzerinde önemli etkiler yaparak sürdüregelmişlerdir. Gerek Orhun ve Yenisey Yazıtları’ndaki kayıtlardan gerek bu konuda yapılan araştırmalardan, Oğuzların VII. yüzyılın ilk yarısında Yenisey bölgesindeki Barlık ırmağı yörelerinde, VII. yüzyılın ikinci yarısından sonra da Tula ırmağı boylarında ve Ötüken yöresinde oturdukları bilinmektedir. Köktürk yazıtlarında Türk ve Türk olmayan öteki etnik unsurlar yanında çeşitli vesilelerle yer yer Oğuzların da adı geçmektedir. Köktürk Kağanlığının Oğuzlarla ilişkisi ise, kimi zaman gergin ve savaşlı olmuş; kimi zamanlarda da kağanlığın sadık bir metbuu derecesine yükselmiştir.
Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar döneminde de Orhun ırmağı bölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla Köktürk döneminde olduğu gibi, kimi zaman dostluk ilişkileri içinde oldukları, kimi zaman da savaşlar yaptıkları bilinmektedir.
Oğuzlar Karahanlılar döneminde de sahnede olmuşlar ve varlıklarını Karahanlıların batısındaki sınır bölgelerinde sürdürmüşlerdir. IX-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerde ve Seyhun (Sirderya) ırmağının iki yakasında oturduklarını, tarihî ve coğrafî kaynakların verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Bu Oğuzların daha X. yüzyılda Sirderya (Öküz ırmağı) boylarında ve Aral gölü kıyılarında Yenikent merkez olmak üzere bir Yabgu Devleti kurduklarını da biliyoruz. X-XI. yüzyıllar arasında Yenikent’e ilâve olmak üzere, Haare, Cend, Sepren (Sabran, Savran), Suğnak, Karnak, Karaçuk (Fârab) şehirlerini de kurmuşlardır. Oğuzların XI. yüzyılda batıda Hazar denizi kıyısındaki Mangışlag (Siyah Kûh) adını verdikleri yarımadayı ele geçirip orada yerleştikleri de bilinmektedir. Bu bölgedeki Oğuzlar kısmen göçebe kısmen de yüksek kültürlü bir yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlardı. Oturdukları yerlerde bir yandan Maveraünnehir’in yerli halkı ile karışmakta, bir yandan da Karahanlı, Yağma, Çiğil, Argu ve Karluklar ile komşuluk ilişkilerini devam ettirmekte idiler.
Oğuz Türklerinin lehçelerine gelince: VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde Oğuzlar nasıl bağımsız bir devlet kuramamışlar ise, Oğuzcaya dayalı bir yazı diline de sahip olamamışlardır. Ancak, Eski Türk yazıtlarında olsun, Uygur ve daha sonraki döneme ait eserlerde olsun yer yer Oğuzcanın yazı dillerine ve yazılı eserlere yansımış belirtilerini ve bazı özelliklerini de bulmak mümkündür. Bilindiği gibi Türkçe, VI-XI. yüzyılların Türk devletleri olan Köktürk, Uygur ve Karahanlılar dönemlerinde, yer, zaman ve kültür alanı ayrılıklarına, kelime hazinesindeki bazı farklılaşmalara rağmen, genel yapısı itibarıyla yine de birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Bu bakımdan Oğuzcanın VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemi esas itibarıyla sisli bir perdeyle örtülmüş bulunmaktadır. Ne var ki, bu dönemdeki Türk devletlerinin sınırları içinde birbirinden farklı etnik unsurların yer almış ve bunlara ait dil özelliklerinin yer yer yazı diline de yansımış olması, yazıtlarda olsun meydana getirilen yazılı eserlerde olsun birtakım lehçe veya ağız ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır. Nitekim W. Radloff, Orhun Yazıtları yanında, merkezi Turfan olan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu ve bu edebî dilin daha sonraki bir sıra Türk lehçelerine temel oluşturduğunu yazmıştır. Rus Türkologlarından S. E. Malov da Yenisey ve Orhun Yazıtları’ndaki lehçe ayrılıkları ile eski Kuzey Oğuzcasının etkisine işaret etmiştir. A. von Gabain ise, Eski Türkçe döneminde, bugüne kadar hangi kavmî unsurlara ait olduğu tespit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uygur yazmalarında olduğu gibi, Orhun ve Yenisey Yazıtları’nda da lehçe ayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Köktürk ve Uygur ülkelerinde yukarıda belirtildiği üzere, Oğuzlar da önemli bir yer tuttuklarına göre, Eski Türkçe döneminde Oğuz lehçesi ile ilgili bir kısım özelliklerin de kendini göstermesi olağandır. Bizim bu konuda metinler üzerinde yaptığımız bir araştırma, özellikle Yenisey ve Orhun Yazıtları ile Uygurcanın n lehçesi metinlerinde belirtiler veya genel eğilimler hâlinde birtakım Oğuzca özelliklerin de yer aldığını ortaya koymuştur. Daha sonraki yüzyıllarda, Karahanlı dönemini temsil eden bir eserde de Oğuzcanın belirgin izlerine rastlanmaktadır. Rus Türkologlarından A. K. Borovkov’un araştırmalarına göre, Oğuzcanın etkisi, daha eski bir Oğuz-Türkmen edebî an’anesinin varlığını gösterecek biçimde Anonim Kur’an Tefsiri’nde de yer almıştır. Demek oluyor ki, VI-XI. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinde, Oğuz lehçesi temelde bir sis perdesine bürünmekle birlikte, yine de birtakım özelliklerini o devir eserlerine yansıtmış bulunmaktadır.
IV
Gelelim Oğuzcanın tarihî gelişme sürecindeki ikinci aşamaya, yani XI-XIII. yüzyıllar arasındaki döneme. Bizi Divanu Lûgat-it-Türk bakımından asıl ilgilendiren de bu dönemdir.
Türklerin İslâmlığı kabulünden sonra Oğuzların siyaset sahnesindeki yıldızları da parlamaya başlamış; daha sonraki tarihî olayların da ortaya koyduğu üzere, Orta-Asya Türk dünyasının batı kesiminde ve İslâm dünyasında çok önemli bir yer tutmuşlardır.
Yukarıdaki açıklamalar sırasında, Oğuzların X. ve XI. yüzyıllarda Sirderya ırmağının iki yakasında önemli şehirler kurarak büyük ölçüde yerleşik hayata geçtiklerine de işaret edilmişti. Kaynaklar XII. yüzyılda bu şehirlere Barçınlıg-Kent, Eşnas, Uzkent ve Sırlı-Tam gibilerinin de eklendiğini bildiriyor. Tarihçilerimiz, Divanu Lûgat-it-Türk’ün ve öteki İslâm kaynaklarının pek çok Oğuz şehirlerinin varlığından söz etmelerini, Oğuzların büyük bir bölüğünün yerleşik hayat yaşamaları ile ilgili bulmuşlardır. Faruk Sümer de Oğuzların önemli bir kısmının oturak yaşayışa geçmesinde İslâmlığı kabullerinin büyük etken olduğunu belirtmiştir. Kaşgarlı Mahmud’un da belirttiği gibi, yerleşik yaşayışa geçmiş olan Oğuzların yüksek kültürlü bir şehir hayatı vardı. Ama hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Sirderya’nın iki yakasında şehirli Oğuzlar ile birlikte göçebe Oğuzlar da yaşamaktadır. Hatta Kaşgarlı, göçebe Oğuzların yerleşik yaşayıştaki Oğuzları alaya alarak onlara yatuk (tenbel) dediklerini, bunların şehirlerden dışarı çıkmadıklarını ve savaş yapmadıklarını kaydetmiştir.
Öte yandan XI.-XIII. yüzyıllar arası, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerden güneye Harezm ve Sirderya bölgelerine sürekli olarak göç ettikleri bir dönemdir.
Bu Oğuzlardan bir kısmı büyük gruplar hâlinde Harezm yolu ile Horasan üzerinden Yakın Doğu’ya uzanarak oralardaki Selçuklu Devletlerinin kuruluşunu hazırlamışlardır. Bilindiği gibi XI.- XIII. yüzyıllar arasında Harezm bölgesinin Türkleşmesinde, bazı Türk boyları yanında Kıpçaklarla birlikte Oğuzların da büyük etkisi olmuştur. Görülüyor ki, bu dönemdeki Oğuz nüfuzu yalnız Sirderya kuzeyindeki steplerden başlayarak Sirderya, Maveraünnehir, Harezm, Horasan bölgelerinde kalmamıştır. XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devletinin batıya yaptığı göçler ve fütuhatlarla, bu nüfuz Azerbaycan ve Irak üzerinden Abbasi Devletinin başkenti ve devrin büyük kültür merkezi Bağdat’a kadar uzanmıştır. Aslında Kaşgarlı Mahmud’un, eserinde Oğuzlara ve Oğuzcaya bu denli geniş ve ağırlıklı bir yer vermiş olmasının sebebi de, onların bu dönem Türk dünyasındaki yayılma durumları ile orantılıdır. XI. yüzyıldan XIII. yüzyıla doğru uzanan bir dönemde, Orta-Asya Türk dünyasının siyasal ve sosyal yapısında bu denli önemli bir yer tutmuş olan Oğuzların dil bakımından boşlukta kalmış olmaları imkânsızdır.
V
Konuya dil tarihi açısından baktığımız zaman XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde özellikle XII. ve XIII. yüzyıllarda Harezm bölgesinin yeni yazı dillerinin oluşmasına kaynaklık ettiğini ve bir beşik vazifesi yaptığını görüyoruz. Bu bölgede bir yandan, ileride Çağataycaya temel oluşturan Karahanlı Harezm Türkçesi temelinde bir yazı dili kurulurken bir yandan da Batı Türkçesinin kuzey kolunu oluşturan Kıpçak Türkçesi ile güney kolunu oluşturan Oğuz Türkçesi ilk şekillenmelerine başlamış görünüyor.
Oğuz Türkçesinin doğrudan doğruya kendi lehçe özelliklerine dayalı metinleri en erken XIII. yüzyıl sonlarında ortaya konduğuna göre, acaba bundan önceki yüzyıllarda Oğuz lehçesi ne durumda idi? Bu dönemde Eski Anadolu Türkçesinin kuruluşuna öncülük eden bir geçiş dönemi yaşanmış mıdır? Yaşanmışsa, dil yapısı nasıldı?
Takdir olunur ki, bir yazı dilinin kurulması kolay değildir. Hele Oğuzca gibi uzun yüzyıllar konuşma dili olarak süregelmiş bir lehçede bu durum daha da önemlidir. Zamana bağlı tarihî, sosyal ve etnik şartların gerekli kıldığı bir ön hazırlık devresinden geçmesi olağandır. Durumun aydınlanabilmesi için de tarihî olayların seyrine bağlı gelişmeler ile dil tarihinin ortaya koyduğu veriler birlikte değerlendirilmelidir.
Orta Asya’da XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde Karahanlı Türkçesi ortak yazı dili durumunda olduğuna göre, Oğuzların yerleşik ve üstün kültür düzeyindeki şehirli kesimi, ilk yüzyıllarda her hâlde bu yazı dilini benimsemiş olmalıdır. Öte yandan XI-XIII yüzyıllar arasında Oğuzların Orta Asya’nın batı kesiminde geniş bir alana yayıldıkları, geçirdikleri tarihî seyir ve Sirderya boylarında yerleşik Oğuzlar ile göçebe Oğuzların iç içe yaşamış olmaları, gibi hususlar ile Oğuzların kendi lehçe yapısındaki bazı değişme ve gelişmeler dikkate alınınca, XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Oğuz Türkçesinin, yerleşik, şehirli Oğuzların aracılık ettiği, Karahanlı Türkçesi ile Oğuzca özellikler arasında olacağını tahmin etmek güç değildir.
VI
Bugün elimizde yazılış tarihleri belli veya belli olmayan ve taşıdıkları dil özelliklerine göre XII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIII. yüzyılın ilk yarısına giren birkaç eser vardır. Behçetü’l hadaik, Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’u, Kudurî Tercümesi, Kitab-ı Güzîde, Kitabu’l feraiz ve kitaplıklarda henüz yazma hâlinde bulunan bazı eserler gibi. Bilindiği üzere bu eserlerde Eski Anadolu Türkçesinden farklı olarak Oğuzcaya ait dil özellikleri ile Karahanlı yazı diline ait özellikler iç içe girmiş ve olga bolga dili diye adlandırılan bir “karışık dilli eserler” sorunu ortaya çıkmıştır. Bu karışık dilin ne ifade ettiği konusunda da birbirinden farklı iki temel görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan biri, bu türlü eserlerdeki dil karışıklığını bu eserlerin farklı lehçe alanlarına mensup müstensihler tarafından kopya edilmesine veya Horasan’dan göç etmiş göçmenlerin, Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi arasında bocalamalarından kaynaklanan şahsî ve anorganik etkilere bağlayan görüştür. Merhum Reşit Rahmeti Arat ve Sadettin Buluç, biz ve Mustafa Canpolat bu eserlerdeki dilin bir geçiş dönemini temsil ettiği görüşündeyiz (Şeyyat Hamza vb.’nin Doğu Türkçesinde yazılmış şiirlerindeki durumu bununla karıştırmamak gerekir). Ancak böyle bir görüşün geçerlik kazanması, konunun tanıklayıcı örneklere bağlanmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu noktada bize Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği bilgiler yardımcı olmaktadır.
Karışık dilli eserlerde yer alan özellikler ile Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği özelliklerin yan yana getirilmesi, aralarında genel bir ortaklık ve koşutluk olduğunu ortaya koymakta; Oğuzcanın XI.-XIII. yüzyıllar arasında böyle bir geçiş süreci yaşadığını göstermektedir. Şimdi durumu Karahanlı yazı dili ile Eski Anadolu Türkçesi arasında ayraç (kriter) oluşturan bazı özellik ve örneklere dayanarak açıklamaya çalışalım:
1. Kaşgarlı eserinin Oğuzcaya ayırmış olduğu bölümünde, lehçe ve ağız ayrılıklarından söz ederken, “asıl kelimede değişiklik az olur, Değişmeler ancak birtakım harflerin yerine başka harfler gelmesi yahut atılması yüzündendir” (Terc. c. I, s. 30-31) dediğine göre, Oğuzcanın Karahanlı Türkçesine oranla gösterdiği ayrılıkta, ses değişmelerinin ağırlığına işaret etmiş olmalıdır.
O, yaptığı açıklamalarda, her iki kolda ortaklaşan kelime ve şekillere dokunmamıştır. Tahsin Banguoğlu Divan’da Oğuzca diye gösterilen 265 kelime tespit ettiğine göre, bunun dışında pek çok kelimenin her iki lehçede de ortak olduğuna hükmedilebilir. Nitekim Divan’da yer alan on, ün, ögüt, öküz, ülüş, aşuk “topuk kemiği”, uluk “eskimiş, yıpranmış, bozuk”, erük, ogul, üzüm, at “ad”, ae “aç”, üt-, ulaş- vb. pek çok kelime hiçbir kayıt olmadığı hâlde Oğuzca ile ortaklaşan sözlerdir.
2. Divan’da ön sesteki b->m- değişimi açısından, Oğuzca, genellikle b- yanındadır. Kaşgarlı Karahanlı Türkçesindeki men (ben), mün “çorba”, mayak “pislik” şekillerine karşı Oğuzca için ben, bün (Div. Terc. I, 31) ve baynak “pislik” (c. III, 175-13) şekillerini vermiştir. Ama buna rağmen, yer yer Oğuzca olarak gösterilen m’li örnekler de vardır. muñar “pınar” (III, 376) gibi. Oğuzca bekleş- ve beklet- fiillerinin açıklaması yapılırken verilen cümleler ol maña at bekleşti “o bana at gözlemekte yardım etti” (II., 203-204), men at beklettim “ben at beklettim” (II, 341) biçimindedir. Yine Oğuzca aşat- fiili için ol maña aş aşattı “o bana yemek yedirdi” (I, 210-4) cümlesi kullanılmıştır. Buna daha başka örnekler de eklenebilir. Esasen Divan’da ses yapısı farklı olmayan kelimeler için bir açıklama yapılmadığına göre bu dönem Oğuzcasında ön seste b-‘li kelimeler yanında m-‘li kelimelerin varlığını da kabul etmek gerekiyor.
Aynı durum karışık dilli eserler için de söz konusudur. Mustafa Canpolat Behçetü’l-hadaik’ta b->m- açısından m-‘li şekillerin baskın olduğunu; ancak, bunun yanında beñ (228-21), beñgü (279-15), beñiz (189-9) gibi b-‘li örneklerin de bulunduğunu kaydediyor. Buna m-‘li şekiller için men, maña, anuñça (241-3), meñiz (191-1,2), meñgü (163-24) ve meñze- (11-18, 15-2) şekillerini de ekleyebiliriz.
Aynı durum Kudurî Tercümesi için de söz konusudur. Eserde ben (15b-15), benüm (43b-12), beñzer (41b-16), bindürdüñ (60a-10), biñ (65a-2) vb. şekiller yanında men (11b-15), menim (36b-4), munuñ (3b-11), mundan (6b-10), meñzer (5b-10) vb. şekiller de yer almıştır. Ali’nin Kıssa-i Yusuf’unda da bu ikili durum göze çarpmaktadır.
3. Ayırıcı nitelikteki bir başka özellik de ön, iç ve son seslerdeki b>v değişimidir.
Kaşgarlı Mahmud, Karahanlı Türkçesinde b ile f arasında boğumlanan çift dudak w ünsüzünün Oğuzlarda diş-dudak sesi v’ye dönüştüğünü kaydetmiş ve ab>av (I, 31-32) eb-ev (göst y.) örneklerini vermiştir. Eserin başka yerlerinde de Oğuzca kaydıyla tavar “cansız mal” (I, 362), savaş (II, 82), savçı “sözcü” (III, 325), sewük (I, 92), sevün- (III, 153), yavlak “kötü” (III, 43) vb. sözler yer almıştır. Bu durum b>v değişiminin yalnız iç ve son seslerde gerçekleştiğini gösteriyor. Nitekim ön seslerdeki b’ler bar “var”, bar- “varmak”, bar! “git!”, bardım “gittim”, baran “varan” (I, 31, 33, 339), bir- “vermek”, bol- “olmak” (II, 45-47 arası) gibi örnekler ile koruna gelmiştir.
Behçetü’l-hadayık’ta da ön ses b’leri aynı biçimde korunmuştur: bar128-5, 139-19), bar- (105-12, 158-23), barış- “görüşmek, konuşmak” (29-6); bir- “vermek” (70-4, 116-2) vb. Kudurî Tercümesi’nde de bar “var” (34a-17), bar- “varmak” (3a-6), barmaga (112a-7), birge “verecek” (8a-12), birsün “versin” (64b-2), bolga “olacak” (53a-15), bolur (93b-11) gibi sözler aynı durumu yansıtmaktadır.
4. Ön seste t->d- değişimi bakımından Divanu Lûgat-it-Türk’le Kudurî Tercümesi ve Behçetü’l- hadaik arasında zaman farkı oranında yine genel bir paralellik gözlenmektedir. Kaşgarlı t->d- değişimi için: “Oğuzlar ile onlara yakın olanlar kelimedeki t- harfini d- harfine çevirirler. Türkler (Karahanlılar) deveye tewey bunlar devey derler” (I, 31-19 ve öt.) diyor. Bu açıklamayı XI. yüzyılın ikinci yarısında t->d- değişimi başlamıştı diye değerlendirebiliriz. Ama bunu, Oğuzcada kurallı bir t->d- değişiminin var olduğu biçiminde yorumlamak mümkün değildir. Çünkü, eserde bu değişimin genel durumunu açıklayacak pek çok örnek vardır. t->d- değişimine uğramış dakı “dahi, daha” (II, 195) gibi örnekler bir yana, t- ünsüzünü korumuş ince ve kalın sıradan daha nice örnekle karşılaşılmaktadır. Kaşgarlı tamak “damak”, tamar “damar”, tarıà “darı”, tavar “davar”, tegül “değil”, telü “deli”, teñelgüç “dölengeç kuşu”, teriñ “derin”, til “dil”, tokı- “dokunmak”, töl “döl”, tön- “dönmek” vb. ince ve kalın sıradan sözleri de “Oğuzcadır” kaydı ile verdiğine göre t->d- için yaptığı açıklamayı kurallı bir değişim olarak kabule imkân yoktur. Bu ikili durumun, Eski Anadolu Türkçesi yolu ile yer yer bugüne kadar bile uzandığı dikkate alınırsa, bu dönüşümün XI. yüzyılın ikinci yarısında yeni başlamış olduğuna hükmedilebilir.
Kaşgarlı’nın eserindeki ikili durum aynı şekilde d-‘li ve t-‘li örneklerle Kudurî Tercümesi’nde de görülmektedir: dañ “tan vakti” (15a-2), dart- (32b-3), davar (35b-14), dapu “hizmet” (78b-2), danuk (10b-3,8), daşı- (39a-13), dürlü (40a-10), dükel (25b-7), delü (21a-3); taà (6a-1), ti- (45a-9), tört (7a-16), taş (9b-1), tanuk (62b-14) tavar (46b-12) vb.
t->d- değişimindeki zaman farkının getirdiği gelişmeler dolayısıyla Behçetü’l-hadaik’ta Türk ve tümen kelimeleri dışında ince sıradan kelimelerde d-‘li biçimin yaygın olduğu; kalın sıradan kelimelerde de ikili durum bulunduğu belirtiliyor.
5. Karahanlı Türkçesi ile Oğuz Türkçesini birbirinden ayıran önemli ayraçlardan biri de ek ve hece başlarındaki à/g ünsüzleri ile birden fazla heceli kelimelerin sonlarındaki à/g ünsüzlerinin durumudur. Kaşgarlı à/g değişmesi ile ilgili olarak çumàuk>çumuk “ala karga”, tamàak “damak”, tavışàan>tavşan, baraàan>baran “varan, varıcı”, uraàan>uran “vuran” örneklerini vermiştir (C. I-33). Eserin başka yerlerinde baràan, uràan, kuràan, kakılàan, sokulàan, ayıà (I-79), satàaş- “karşılaşmak” (II, 169), tuàrak “tuğra” (I, 385), yazıàçı “yazıcı, postacı” (II, 55) vb. örneklerin de verilmiş olması, g düşmesi olayının bu devirde başlamış; ancak, tamamlanmamış olduğunu gösteriyor. Bilindiği gibi bu olayın tamamlanması XIII. yüzyıl sonlarındadır. Kudurî Tercümesi’nde de g ünsüzünün belirtilen yerlerde ve yerge (6b-7), erge “ere” (61b-6), kılàa “kılacak, kılsın, kılmalıdır”, bolàa (61b-10), bizge (61b-5) arıà “temiz” (1b-8), yatsıà “yatsı vakti” (14a-6), batıà (64b-16) örneklerinde korunmuş; dapu “hizmet” (78b-2), dürlü “türlü”(40a-10), úamu (15a-16) ulu (27b-5), biren “veren” (54a-3), başlu (86a-5), yazuklu “günahkâr” (108b-2) vb. örneklerde de düşmüş olması, genellikle Divan’a koşut bir durumu ortaya koymaktadır. Behçetü’l-hadaik’ta da uluà (132-14), úapuà (82-14), tapuà (294-17), yalàan (30a-9), boràu “boru” (113-4), eygü (31-8), körgemen (243-8), uràalar “vuracaklar”(54-10), ölgesi “ölecek” (311-19), kurtaràa “kurtaracak” (327-13), yatàasın (116-8) gibi g’li örneklere rağmen zamanın getirdiği gelişme dolayısıyla Oğuzca özelliği baskın durumdadır. Karışık dilli eserlere olga bolga dili denmesinin sebebi de ek başı g’lerinin Eski Anadolu Türkçesine göre gösterdiği bu ayrıcalıktır.
6. Kaşgarlı’nın verdiği bilgiye göre XI. yüzyıl sonlarında Oğuzlarda ê>y değşimi iêiş “tas, bardak, tencere” (I, 61, 62), aêruk (I, 98) gibi bir iki istisna dışında tamamlanmış sayılabilir. Durum ayaà “ayak” (65a-9), ayàır (541b-11), ayır- (23a-7), ayru (27a-7), uyu-(84a-8) gibi örneklerle Kudurî’de de aynıdır. Behçet’de de iêi “Tanrı” ve boêak “boya” sözleri dışında y’li şekiller hâkimdir.
Aynı durum şekil bilgisi özellikleri için de söz konusudur. Yukarıda sıralanan özellikler konuyu aydınlatacak yeterlikte olduğu için daha fazla örnek vermeyi gereksiz sayıyoruz.
Bizim vaktiyle Selçuklu Oğuzcası veya Doğu Oğuzcası, G. Doerfer’in de Doğu Selçukçası diye adlandırdığı bu karışık dilli dönem, Oğuz Türklerinin Anadolu bölgesinde bağımsız olarak yerleştikten sonra kendi lehçelerine ait özellikleri konuşma dilinden yazı diline aktarmaları ile durulmaya başlamıştır. Bu durulma eski yazı dilinden gelme özelliklerin körleşmesi ve Oğuz lehçesine ait özelliklerin yoğunlaşması biçiminde kendini göstermiştir. Dolayısıyla XIV. yüzyıldan başlayarak artık Oğuz Türkçesinde tarihî gelişme sürecinin üçüncü dönemine geçilmiş bulunmaktadır. Hatta XV. yüzyılda olga bolga dilindeki eserlerin Anadolu’da iyice yadırganır olduğunu, Muhammed Baydur’un, Kitâb-ı Güzîde’yi “aydın ve ruşen Türki’ye aktarırken” düştüğü kayıttan anlıyoruz.
Yukarıdan beri yapılan açıklamalar ortaya koymuştur ki, Oğuz Türkçesi XI-XIII. yüzyıllar arasında karışık dilli bir geçiş dönemi yaşamıştır. Bu dönemin dilinde kendini gösteren özellikler, bazı dilcilerimizin sandığı gibi sırf eserlerin istinsah yeri ayrılıklarından veya kişisel ağız yapılarından gelen anorganik özellikler değildir. Belki bir dereceye kadar bu türlü etkenler de söz konusu olabilir. Ama, bizce esas itibarıyla o günün tarihî ve sosyal şartlarının oluşturduğu belirleyici organik özelliklerdir. Bu konuda, Divanu Lûgat-it-Türk’e dayanarak yapılan karşılaştırmalar, durumu çok daha sağlıklı bir biçimde ortaya koymakta ve öteki ihtimalleri bizce dayanıksız bırakmaktadır. Oğuz Türkçesinin tarihî gelişme sürecinin tespitinde bir anahtar vazifesi gören ve bir dönüm noktası oluşturan bu değerli bilgiler için Kaşgarlı’ya ne kadar teşekkür etsek azdır. Onun aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor ve sözlerimizi ruhu şad olsun diyerek bitiriyoruz.