Nedir İkinci Yeni?
Nedir İkinci Yeni? İkinci Yeni Şiirinin Biyografisi
Aşağıdaki mülakat Türk Dili Dergisi’nin 1977 yılı 309. sayısında yayımlanmıştır. Bu mülakatta İlhan Berk, Edip Cansever, Özdemir İnce, Turgut Uyar ve Muzaffer Erdost “İkinci Yeni” şiir Hareketi ile ilgili görüş/düşünce ve değerlendirmelerini anlatmışlardır.
İkinci Yeni’yi Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet şiirine bir karşı çıkış olarak anlıyorum. Ama yalnız o şiire karşı çıkışta değil İkinci Yeni. Benim içinden geldiğim, orada beslenip büyüdüğüm o günkü Toplumcu Şiire de karşı bir şiir. İkinci Yeni’nin bunlara karşılığı, her şeyden önce bu iki tür şiirin tekdüzeliğidir. Birinci Yeni Şiir, şiirin ilkelerini çok daraltmıştı; şiiri de tekyanlı kılmıştı. Sokağa inmişti ama, sokakla yetinmişti. Toplumcu Şiirse tıkanmıştı, yeni olanaklarla da ilgilenmiyordu; dahası katıydı, bu yüzden de birağızdanlığın çukuruna düşmüştü. İkinci Yeni işte bu tıkanıklığın, tekdüzeliğin önünü açmak, daha geniş alanlara akmak için çıktı. Usun, dilin, bilincin, alışkanlıkların üstüne yürüdü. Çocukların, yeraltı sularının, boğazların, dörtyol ağızlarının, deltaların, evlerin, çıkmaz diye bilinen sokakların, bataklık otlarının elinden tuttu. Bütün bildiklerini unutup, kolları yeniden sıvadı. Tekdüzeliğin üstüne gitti. Bütün bunlar bazılarının sandığı gibi de topluma sırt çevirmek, baskılardan kaçmak için yapılmadı. Şiir adına yapıldı. Zamanla koro halinde söyleyişe, yatağım başka sularla beslemeye, dilini yabancılaştırmaya o da düştü. Şimdi yatağında biraz yalnız akıyorsa da, bütün çıkmaz sokakları denemiş, şiirin bütün girdi çıktılarını bilmiş, daha da önemlisi yatağını bütün ayrıkotlarından temizlemiş, kendi olmuş olarak akıyor. Ve bugün Ece Ayhan’la Cemal Süreya’nın elinde daha bir arınmış, daha bir gür değil mi o ırmak?
Neden böyle bir şiire yönelmek gereksemesini duydunuz? Sorusuna gelince:
Ben de bütün genç ozanlar gibi kendimden önce yazılan şiirle başladım işe. Güneşi Yakanların Selamı adlı kitabıma bakıyorum da böyle diyorum. Ahmet Haşim’in etkisi büyük o kitapta; ama salt o etkiyle de yetinmemişim, Nâzım’a da gelip çarpmış. Ondan sonra yazdıklarımda (ki çoğu hiçbir kitabıma girmedi) sırasıyla Necip Fazıl, Ahmet Hamdi, Ahmet Muhip’i örnek almışım. İstanbul kitabımla o zamana değin yazılan şiirin dışında bir şiire yöneldim. Bu daha çok Batı etkisiyle oldu; yazılan şiirden değişik oluşuysa, adlarını andığım ozanlarla kaynakçalarımızın ayrılığından geliyordu bu. Onlar Baudelaire, Paul Valery’ gibi ozanların sesini getiriyorlardı, bense çok değişik bir adamı, Whitman’ı örnek almıştım. Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı, Köroğlu gibi kitaplarımsa, kuşağımın, çağdaşlarımın birlikte yazdığı koro (birağızdan) şiiridir. Onlarda ben yokum demek istemiyorum, ama çoğul bir şiirdi bu, birbaşınalık bir yana atılmıştı, hem içerik hem de biçim yönünden böyleydi bu (bugünde yazılan bir bölük ozanların şiiri gibi). Bu şiirde kişiler yoktu demek istemiyorum, ama “birağızdan” yazılan bir şiirdi. Bir türküyü birlikte söylemek gibi: Değişik seslerle aynı şeyi söylemek anlayacağınız.
Galile Denizi bu “birağızdanlığın” kırıldığı, yazılan şiire karşı bir tavır alıştır bence. Bu kitaptan sonra daha dikkafalı, daha atak, daha gözüpek olmak gereğini duydum. Böyle bir şiire “Galile Denizi”nde (ki bugün onu çok alçakgönüllü, çok olağan bir şiir buluyorum) “Saint-Antoine’ın Güvercinleri’yle girdim. Bu şiir ilk kez Tirali’nin çıkardığı Yenilik dergisinde çıktı ve çok yeni bulundu. Bu örnekteki şiirleri Yeditepe’de sürdürdüm sonraları: Ağır Ot, Paul Klee’de Uyanmak, Balad, vb. (1956). Pazar Postası çıkınca da birden çoğaldık. Bu şiire İkinci Yeni dendi.
Demek ki yazılan şiire bir karşı çıkmadır bu yönelme. Bir gerekseme. Onu en uçlara götürürken, yine de yeterince gözüpek olmadığım kanısındayım.
Nedir İkinci Yeni? 1977 yılında İkinci Yeni nedir? 1955’lerde neydi? Üzerinde o kadar duruldu ki, doğrusu yanıtlamakta güçlük çekiyorum. Kimine göre İkinci Yeni bir şiir akımıdır, yerilesi ya da övülesi bir şiir akımı. Kimine göre açık seçik ilkeleri, bildirisi olmayan soyut bir kurum niteliğindedir ki, isteyen bir üye gibi girer, istemeyen istifayı basıp çıkar. Bana sorarsanız, İkinci Yeni diye bir akım yoktu, olmadı. Ama şu gerçeği de yadsımamak gerekir: 1955’lerden sonra şiirimizde yaygın bir yenileşme ve gelişme dönemi başladı. İşte ben bu parlamayı, bu açılımı birtakım şairlerin bir araya gelerek; eğilim, yönelim ve amaçlarını saptayarak, belli temel ilkelerden ve belli bir dünya görüşünden hareket ederek, kısaca bir ön antlaşma düzeyinde başlatmadıklarını iyi biliyorum. Nedir ki, yazın alanımızda görülen toptan yargılama alışkanlığı ya da bir bakıma kolaylığı, İkinci Yeni olayını yadsınamaz duruma getirip bıraktı.
Ancak kendi adıma konuşabileceğime göre; dıştan bakılan, yalınlaştırılmış, hatta basite indirgetilmiş “küçük insan”dan“insan”a, insanın karmaşık yapısına, onun aynı zamanda toplumun bir birimi olmasına karşın bireyliğine de ağırlık verme girişimidir benim genel anlayışım. Arada kısa molaları da hesaba katmak gerek elbette. Bu düzeni, bu düzen içindeki çelişkileri, uyumsuzlukları bir motif olarak değil de, doku olarak sergilemek başlıca çabamdır benim. Gene de şiirin ipuçları sayısızdır. Kişinin ne kadarını derleyebildiği sonunda belli olur.
Önünde sonunda İkinci Yeni olayını varsaymak zorundaysak, niye susmalı, yayıldı, genişledi, etkisi büyük oldu. Açın şiir kitaplarını, açın sanat dergilerini, bugün okuduğunuz şiirlerin büyük bir bölüğü bu özden, bu biçimden, bu kıvamdan ve ayrı ayrı mizaçlardan kaynaklanmaktadırlar. 1955’lerde başlayıp zenginleşen bu yenileşmeye ayak uyduramayıp onu kıyasıya yerenler, yararlı bir ilacın ancak yan etkilerini duyabilen onmasız (şifasız) hastalardır, diyeceğim sonuç olarak.
İkinci Yeni, yakın akrabaları sahip çıkmadığı için, ölüsü belediye tarafından kaldırılan, ama mirası yenilen bir garip akrabadır.
İkinci Yeni, Türk Cumhuriyet toplumunun iç çelişkilerinin (Doğu-Batı, devletçilik -kapitalizm, birey-toplum, vb.) belirginleşmeye başladığı, tüm kuramlarıyla sarsıldığı bir bunalım döneminin şiiridir; yani, toplumsal çelişki ve bunalımın bireyin varlığına, sanat alanına sıçramasıdır; bırakılmışlığa geçmişsizliğe, kültür ikilemine, insanın yozlaşmasına, toplumsal erozyona, sömürüye, kapkaççı ekonomik düzene, baskıya karşı bir başkaldırıdır. Şimdiye kadar İkinci Yeni’ye uygun görülen suçlamalarla şartlanmış olanlar için saçma bir sav benim ileri sürdüğüm şeyler. Ama bu karara varmadan önce, İkinci Yeni serüvenine katılmış olan ozanların bugün varmış oldukları durumları, Türk şiirindeki yerlerini gözden uzak tutmamak gerekir.
İkinci Yeni toplumsal içerik ve dürtüden yoksun, sadece biçimci bir girişim değildir. Onun, 1950 yıllarının ikinci yarısında Türkiye’nin içinde bulunduğu kültürel, siyasal ve toplumsal koşulların ürünü olduğu kanısındayım. Bu koşullar karşısında, ozanların birçoğunun belli-belirsiz bir dünyayı değiştirme isteği vardır; ancak, bu henüz bir bilinç değil sarsıcı bir duygudur. Bu duygu tarih bilincinden, sosyo-ekonomik bilinçten yoksundur; siyasal alanda ise derece derece muhalefet ’ten öteye geçmemektedir. Bir de amansız bir kültür kopması söz konusudur: Resmi devlet ideolojisi sanatçıyı (ve toplumu) geçmiş kültür değerlerinden, güncel polis baskısı ise toplumcu sanatın ve düşüncenin o günkü temsilcilerinden uzaklaştırmış, araya aşılması güç duvarlar çekmişmiştir; kültürün yazılı alanı, başta Nâzım Hikmet olmak üzere, bugün, tekrar ve duygusal bağlılıktan uzak bir biçimde değerlendirilmeleri gereken toplumcu sanatçı kesimine kesinlikle kapalıdır. Kültür, gelişmek ve kök salıp etkileyebilmek için açıklık ve özgürlük ortamı ister; kültürün yeraltına inmesi ise olanaksız gibidir. Bu ortam içinde, o dönemin çoğu ozanı sanki sokak ortasına bırakılmış gibidir. Ama içlerinde bir dünyayı değiştirme isteği vardır. Böyle bir istek gelişip bilince dönüşme olanağı bulamazsa “nihilizmce, bu olanağı bulursa “toplumculuk”la sonuçlanır. Bu açıdan değerlendirecek olursak, 1954-1960 arası İkinci Yeni şiiri nihilist bir şiir olarak tanımlanabilir. 1960’tan sonra, birçok İkinci Yeni ozanının nesnel ortamın yarattığı olanaklardan yararlanıp nesnel gerçeklerden etkilenerek toplumcu şiire yöneldiklerini görüyoruz. Bu yöneliş, bir çeşit zamanın “modası”na uymak gibi kurnaz ve yüzeysel bir düşüncenin değil, o günün nesnel ve öznel koşullarının bir sonucudur. Bu yönelişte toplumsal yöneliş ve bilinçlenmenin ne kadar etkisi varsa, özgür yayın ortamının da o kadar etkisi vardır.
İkinci Yeni’nin olumsuz bir sonla sona erdiğini sanmıyorum. Çünkü kültür alanında her devinim toplumun kültür varlığına bir katkıda bulunur, birikir, orada kalır ve etkilerini sürdürür. İkinci Yeni’ninde durumu böyle bugün. Ne var ki, günümüz ortamında 1940 yıllarının toplumcu şiirinin tekrarı nasıl olası değilse, 1954-1960 arası İkinci Yeni şiirinin de tekrarı olası değildir. 1977 yılında yazılan şiirlerde bu iki şiirin yeni bir atılıma analık etmekte olduklarını görüyorum ben. Toplumların kültürel yaşamında geçici bunalım dönemleri vardır. Örneğin İkinci Yeni nasıl bir bunalım dönemi şiiri ise, 1965-1975 yılları arasında da bir başka bunalım slogan şiiri diyebileleceğimiz bir tür şiir oluşturmuştur. Bu şiir de tavsıyor bugün. Ama büsbütün ölüp gitmeyecek, olumlu yanlarının şiirimize katkısı sürüp gidecek. Bunun böyle olması zorunludur: Çünkü ozanlar ve okurlar, nesnel gerçeklerin alçakgönüllülükten uzak, dahası hamasî bir biçimde tekrarlanmasının şiir estetiğiyle ilişkisi bulunmadığını anlamaya başladılar. Bir zamanlar “Ben”in çoğulunun “Biz” olduğunu sananlar, “Biz”in, “Ben ve sen” ve belki de “O ve onlar”dan oluştuğunu, “Ben”in çoğulunun ise birçok “ben” olduğunu kavramaya başlıyorlar (başlıyoruz). Bu düşünce ve sanat yaşamımızda çok önemli bir aşamadır.
İkinci Yeni’nin 1960 başlarına kadarki döneminde yazılan şiirlerini amansızca eleştiren toplumcu eleştirmenler, sanki toplumcu eleştiri kuramlarında hiç gelişim olmamış gibi, çağdaş toplumcu estetik anlayışlarını atlayıp İkinci Yeni’yi (sadece onu değil günümüzün şiirini, romanını vb. bile) Jdanov’un terazisiyle, Jean Freville’in özetçi terazisiyle tartmışlar, şemalardan yola çıkıp yanlış ve yanıltıcı yargılara varmışlardır. Pek doğaldır ki, İkinci Yeni’nin ilk beş yılının yüzeysel bir toplumcu eleştiriye bile dayanıp temize çıkması olanakdışıdır. Ama unutmamak gerekir ki, toplumcu diyalektik insansal planda her şeyin bir anlamı olduğu gerçeğinden yola çıkar, bunu araştırır. Bugün bakıyorum da, birtakım dogmalarla İkinci Yeni’yi mahkum edenler, 1977 yılında yazılan Türk şiirinde, bu şiirin olumlu ve yapıcı katkılarını görmek bile istemiyorlar. İkinci Yeni, ona karşı olanların şiirlerinde, eski İkinci Yenicilerin şiirlerinde, aklı başında toplumcu ozanların şiirlerinde, dahası slogancı toplumcu ozanların şiirinde devam ediyor. Bunu görmek için bir aylık dergilere bakmak yeteri, İkinci Yeni olayını, Türk toplumsal ve sanatsal yaşamının bir döneminde (1954-1960) değil, günümüze uzanan gelişim ve değişim süreci içinde ele almak ve değerlendirmek gerekir. Türk toplumunun, düşünce varlığının ve şiirinin vardığı noktadan geri dönerek İkinci Yeni’yi tekrar değerlendirmek gerektiği kanısındayım. O zaman, bu, başlangıcında özüyle nihilist, biçimiyle şiir geleneğimize aykırı gibi görünen, ölüsüne kimsenin, mirasına ise herkesin gizli gizli sahip çıktığı bu şamar oğlanı şiirin sadece günümüz şiirine değil tüm sanat ve kültür yaşamına taze kan getirdiği, bir itici güç olduğu görülecektir.
İkinci Yeni başladığı sıralarda 17-18 yaşlarımdaydım ve şiirin, dünyanın, kadınların, erkeklerin, her şeyin değişmesi gerektiğine inanıyordum. İkinci Yeni’ye yönelmedim, yukarıda belirttiğim gereksinme duygusu ve gerçeği beni oraya yöneltti. O sıralar (tıpkı şimdiki gibi) şiirin ve dünyanın böyle olduğu gibi, değişmeden, sürüpgitmeyeceğine inanıyordum. Ve o sıralar şöyle yazmıştım: “Bir İkinci Yeni mi? Hayır: İkinci Yeniler. Yarının şiiri mi? Hayır: Günümüzün habercisi bir şiir.” İkinci Yeni bir sürekli devrimdir!
Soruya genel bir yanıt vermeyi daha uygun buldum. Onun için şöyle diyeceğim:
Hiçbir şiir anlayışı (hele bu anlayış daha sonra bir genellik kazanmış, bir akım niteliğine dönüşmüşse) bir ozanın yoktan var ettiği bir olgu değildir. Geniş kapsamlı bir gereksemenin, bir genel toplamın sonucudur. Ozan bu genel toplamın sezicisidir yalnızca.
Yirmi yıldır üstünde konuşulduğuna göre (şiirin kendi koşulları içindeki değerlendirmeler dışında) İkinci Yeni için de böyle düşünebiliriz. Dediğimi doğrulayan bir başka nokta da, İkinci Yeninin bir bildiri (manifesto) ile ortaya çıkmamış olmasıdır, kendiliğinden oluşmasıdır.
İkinci Yeni akımı, içinde yazan ozanların değerleri ne olursa olsun, geniş bir soluma ortamı getirmiştir. Türk şiirine, çağdaşlaşma olanaklarını getirmiştir… Bir çeşit şiirsel özgürlük yani. Bugün artık şiir, hangi tavırla yazılıyor olursa olsun, İkinci Yeni ortamı içinde devinmektedir.
Bir de şu söylenebilir bu konuda: Konu sıkıntısı çeken bazı yazarlarımız, yirmi yıldır İkinci Yeni diye soyut bir kavramı irdelemiş, eleştirmiş, aslında bir akım olmayan bu genel yönelişin en çelimsiz örneklerini ele alıp durmuşlardır. Bu anlayışın, bu yönelişin kendi içindeki gelişmesine, daha da etkinlik kazanan içeriğine yan çizmişler, nedense yirmi yıl önceki örneklerle yetinmişlerdir. Bana kalırsa, İkinci Yeni de, en az Birinci Yeni kadar gerilerde kalmıştır. Yeni bir şiir gelişmelidir Türkiye’de, bugün ipuçları bile olmayan yeni bir şiir. Durmadan İkinci Yeni’ye dönmek anlamsız ve hatta yeni bir şiir geliştirmede çorak bir yerdeymişiz duygusunu veriyor insana.
Sonuçta, eksiği artığı ile İkinci Yeni de bir olgudur, bir dönemdir şiirimizde. Ama bana sorarsanız bir şiirin biyografisi, bir akımın değil, ozanların biyografisidir.
— Şiir düşünce ile duygu arasında bir uğraktır. Bu nedenle de, şiirde, söz ile sözcük arasında pek sıkı bir ilişki vardır. Düşüncenin şiir ile anlatılması, duygudan soyutlanamaz; duygunun şiir ile anlatımı da, duygunun temel nedeninden soyutlandığı zaman, şiir boşlukta kalır. Bu içiçe geçiş, şiirde, söz ile sözcük arasındaki ilişkiyi yoğunlaştırır ve önplana çıkarır.
Basit ve ilkel insanı, insan ne denli basit ve ilkel ise, o denli basit ve ilkel olaylar duygulandırır. Gelişmiş insan ise, çağının, toplumunun geniş ve geniş olduğu ölçüde karmaşık sorunlarıyla içiçe geçmiş gibidir. Basit insanın küçük köyünden dışarı çıkmayan dar anlayışı, gelişen insanın, giderek tüm ülkeyi, tüm dünyayı, tüm evreni kapsayan anlayışı ile genişler. Basit insanın coğrafyası ne denli dar ise, tarihi ve geleceği de o denli sınırlıdır. Gelişen insan, tarihin en derin diplerine, insanın kaynağına, insan-öncesine, evren öncesine iner ve geleceğe bakarken de, kendi kişisel ya da ailesel ömrünün sınırları içinde kalmaz, insanlığın ömrünün sınırlarını da zorlar. Toplumdaki bu değişme ve gelişme, birey üzerinde, çok yönlü ve karmaşık bir biçimde etkir ve birey, çözdüğü ve çözemediği genel ve evrensel sorunlarla, günlük yerel ve kişisel sorunlar arasında, karmaşık bir etkilenme alanında kalır.
Artık kişi kendini açıklamak istediği zaman, eski ve o denli basit açıklama biçimlerinin yeterli olmadığını kavrar. Önce kendim bir ağıtla açıklayabilirken, gün gelir masalla açıklar, gün gelir din ile, felsefe ile açıklar. Gün gelir bütün bunlar yetmez olur. Bilimi arar, felsefede bilimsel olanı arar. Yeni anlatım biçimleri aramakla yetinmez, varolan anlatım biçimleri de kendi içlerinde değişikliğe uğrar. Şiir ile kendisini açıklar ama, artık yeni kendisini, eski şiirin anlatım biçimiyle anlatamaz, açıklayamaz olur. Bu gelişen insan özü, yeni bir biçim arar ve o zaman sözcük ile söz arasındaki dengeyi yeniden zorlar. Bu dengenin, sözcük ve söz arasındaki dengenin, düşünce ile duygu arasındaki dengenin, anlamın, sözcük çıkarma bozulması olarak ortaya çıkmıştır İkinci Yeni.
— Son Havadis’te (o zaman Cemil Sait Barlas’ın gazetesinde) bu denge bozulmasını saptayan bir yazıma “İkinci Yeni” adını vermiştim. “İkinci Yeni” adı oradan kaldı. O zaman Pazar Postası çevresinde bir ozan grubu toplanıyordu. Bu ozan grubunun başta gelen kişileri, o günlerin etkin dergisi olan Varlık’ın dışında tutulmuşlardı. Varlık dergisi, bu yeni şiiri, usta ve gelişkin bir şiir olmakla birlikte, yayımlamayarak keşfetmiş gibiydi. Örneğin Turgut Uyar’ın şiirlerini, başlangıçta yayımlarken, yalnızca şiirindeki değişmeden ötürü yayımlamaz olmuştu. Yeni şiirin kadrosu, birbirlerinden habersiz kabarıyor ve Varlık, bu tam belirginleşmemiş şiiri, ayırma yeteneği göstererek, yayımlamıyordu. Bu nedenledir ki, İkinci Yeni’yi ilk keşfeden Sayın Yaşar Nabi olmuştur, ama o, bu şiiri tanımaktan kaçınmıştır.
Bugün, o günkü dergiler, ya da kişiler hakkında can sıkıcı bir yorumda bulunmayı istemem. Ama bir gerçeği aydınlatabilmek için bazı noktalara değinmek gereği var: Varlık dergisi, bizim gençliğimizin legal solcu dergisi sayılırdı. Bu dergide toplumsal olaylara değinen şiirler genellikle ağır basardı. Ayrıca, bu toplumsal konular, köylünün ağır yaşantısını dile getiren, siyasal planda da Kemalizmi idealleştiren konulardı. Gerici değil ilericiydi, ama sosyalist değil, demokrattı. Pazar Postası ise, sorunun gerçek bilincine varmamış olmakla birlikte, Kemalizmi bir bütün olarak değil, ama ilerici ve devrimci yönünü vurgulayan, sosyalist olma hevesinde bir dergiydi. Demokrat Partinin baskı döneminde, “Kurtuluş Yolu Solculuktur” başyazısıyla, ortamın en ilerisine fırlıyor gibiydi. Ama bir şey vardı, sosyalizmi, bilimsel sosyalizmi bilmiyordu. Bağımsızlıktan yana, halkçı bir dergiydi. İkinci Yeniciler, o zaman için en ilerde olan bir dergide, böyle bir siyasal dergide toplanıyorlardı.
Şu gerçek ortadaydı ki, İkinci Yeni, küçük-burjuva korkaklığını, gericiliğini simgelememiştir -bugün, o günkü bizi korkaklıkla suçlayanlar, gene o günkü Pazar Postası’nda yazılarını ilkin kendi imzalarıyla yayınlayamayanlardır; – aksine, İkinci Yeni, küçük-burjuvazinin ilerici kesiminin şiiridir. Bir farkla ki, Varlık okulu, genel olarak köyün ve köylünün sorunlarını ele alan şiirlere yaklaşıyor; İkinci Yeni ise köylülüğün sorunlarıyla yetinmiyordu. Artık yeni bir kent vardı ve bu, yeni bir olguydu; bu yeni kentin insanı olarak kendisini sunabilmek için, alışılagelen anlatım biçimini zorluyordu ve ilkin, olguları, bu yalın, basitçe anlatma biçimini yıkması gerekiyordu. Kabuğunu değiştirmesi gerekiyordu. Bu kabuk değiştirmenin ağrısına, başka bir deyişle zevkine kendini kaptırmıştı. Ben, o zaman, kaç kez yinelemişimdir: Bu bir biçim değiştirmedir, birkaç yıl sonra bu, bir akım olmaktan çıkacak, şiirin doğal anlatım biçimi haline gelecektir. Bu anlamda, hiçbir zaman İkinci Yeni’yi, geleceği olan bir akım olarak nitelemedik; nitelemedik, çünkü oluşmakta olan öze, varolan biçim dar geliyordu; bu anlatım biçimini parçalamak, öze inmeksizin bu biçim değişikliğini gerçekleştirmek önplana çıkıyordu.
Burada bir kusur yok muydu, bir yanlışlık, bir yanılgı yok muydu? Elbette vardı. Öz, gerçekten yadsınır ölçüde ihmal edilmişti. Dolayısıyla küçük-burjuva açıdan da olsa, toplumun sorunları şiirde en geri plana atılmıştı. Bunu bir kusur olarak belirttiğimiz gibi, nedenlerine de inmeliyiz.
Kapitalistleşme yaygın ölçüde gelişmekle birlikte, işçi sınıfı, henüz sınıf olarak bir güç değildi. Grev ve toplusözleşme haklarından yoksundu. Kayseri’de, Nazilli’de, Malatya’da, Turhal’da, Sivas’ta sanayi işçisi, çevresine bağlılıktan, köylü ve küçük-burjuva alışkanlıklarından kurtulmamıştı ve nesnel olarak işçi olmakla birlikte, öznel olarak henüz bir küçük-burjuva
bilinci taşıyordu. Bununla birlikte, işçi sınıfının ideolojisi, genel kültür düzeyi göz önünde tutulursa, hemen hemen yoktu. Kentlerden, olsa olsa kasabadan gelmiş, köylü yaşamından uzak kalmış, kentleşmenin içine sıkışmış, küçük-burjuva alışkanlığını ve yaşantısını sürdüren aydınlar açısından, işçi sınıfının sorununu kavramak mümkün olmadığı gibi, köylülüğün sorunlarına işçi sınıfı ideolojisi açısından bakmak da mümkün değildi, bunun kültürel ortamı yoktu. Dolayısıyla bir felsefeden, güncel olayları genellemeden geçirebilecek bilimsel bilgiden yoksundu. Bu nokta çok önemliydi, çünkü güncel olaylar, ancak bir gazete haberi, bir günlük fıkra, bir dergi yazısı olabiliyordu, bu güncel olayları, bilimsel sosyalizmin perspektifinden genele götürmek, genel olarak açıklamak olanağı yoktu. Bu olaylar, özel olarak da, şiirin konusu olamazdı. Evet ağır bir baskı dönemiydi, hızlı missurileşme, Amerikanlaşma, üsleşme dönemiydi; ama güncel olayları, genellemekten uzaktık. Genelleme yapamamak demek, güncel olayların şiir dilinde anlatımım bulamamak demektir; genelleme yapamamak demek, güncel olayları ancak güncel olaylar olarak ele almak, onların temelde ifade ettiği şeyi anlamamak demektir. Güncel olaylar genellenmediği zaman, özel ve güncel yüzüyle, hızla değişen yüzüyle kalır; bu da olsa olsa bir şiire değil, bir gazete fıkrasına konu olur. Bu nedenledir ki, İkinci Yeni, siyasal olarak, güncel olayların içinde bulunan, ama bu güncelliği genelleştiremeyen bir ortamda doğmuştur.
— İkinci Yeni, şiirde, söz ile sözcük arasındaki dengenin, sözcük lehine bozulmasıyla kendini duyurmuştur. Şiir bir deneyimden geçmiştir. Bir akım olarak işlevini tamamlamıştır. Bugün İkinci Yeni tekniğiyle yazmayan yok gibi. Ama genellikle çağdaş bir öze, çağdaş bir bilince sahip olarak. Bugün devrimci hareketin en güncel olayı bile, kendisini, dün anlamsız dediğimiz anlatım biçimiyle sunuyor. Çünkü, karmaşık ve tarihsel derinliği olan güncel bir olay, yalın ve basit bir olay gibi, yalın ve basit anlatım biçimleriyle verilmediği için, anlam ortadan kalkmaz. .Özünde karmaşık ve çok yönlü ve tarihsel derinliği olan anlam, karmaşık ve biçimsel derinliği olan yeni anlatım biçimiyle, ilk bakışta daha güç, ama anlatım yönünden daha zengin, duyarlık yönünden daha ince bir teknikle sunulabilir. Alfabeyi bilmeyene yazı bir şey söylemez ve ona anlamsız gelir. Eski yazıyı bilene, yeni yazı bir şey söylemez ve onun bir yazı olduğunu kabul edene değin, anlamsız gelir. Ama, onun da bir yazı çeşidi olduğunu öğrendiği zaman, kanısını değiştirir, bir anlamı olduğunu kabul eder, ama anlayamaz onu. Ancak bu yeni yazıyı da öğrendiği zaman, yeni yazı da onun için bir anlam taşır. İkinci Yeni, anlamsızlığı ilke olarak savunmadır, şiirin anlamsız olarak suçlanmasına karşı çıktı, şiirin anlamsız da olabileceğini vurguladı. Anlamın, şiirin yeni biçiminden dolayı anlaşılmamış olması bir gerçekti; yeni biçime yabancı olan için, bu şiirde anlam bulmak olanaksızdı da. Picasso’nun Guernica’sını lise sıralarında gördüğümde, onu, anlamsızlığın tipik örneği olarak düşünmüştüm. Belirli bir düzeye eriştikten sonra, ondaki kini ve dehşeti gördüm. Başlangıçta, şiirin söz yapısındaki altüst oluş, genel olarak anlamsız olarak yorumlandı, ama bu şiir öğrenildikten sonra, yalın ve yüzeysel değil, karmaşık ve derin duygu ve düşüncelerin kaynağına inildi. Çünkü, İkinci Yeni şiirde, fotoğrafsal ya da sinemasal görüntü yaratan anlatım yoktu; İkinci Yeni, şiiri, görüntü, imaj yaratma alanından, düşünce ve duygu yaratma alanına yükseltti.
— Şiir, yalnızca kendi içinde değil, şiir olarak da bir bunalım geçiriyordu. Toplumdaki değişmeler hızlanmıştı, bu değişmenin, diğer anlamıyla yarı-bağımlı ülke durumuna gelmenin siyasal yönü seziliyor, ama yarı -bağımlı ülke durumuna gelmekle birlikte, kapitalizm etkin bir biçimde ülkeyi hareketlendiriyor, insanları canlandırıyordu. Kapitalistleşme, liman, yol, baraj gibi ulaşım alanlarında, meta pazarlama alanlarında daha etkin biçimde görülüyor, yabancı sermaye yatırımlarını isteklendirme yasaları genel ve özel alanları kapsıyordu. Canlanma bir gerçekti ve işsiz, yarı-işsiz, gizli işsiz birçok insanı köylerinden, kasaba diplerinden emerek, onlara ekmek parası sağlıyordu. Dış yardım adı altında ülkeye giren mali kaynaklar, ülkede geçici bir canlılık yaratırken, geniş kitleler, bu canlanmadan düşük de olsa bir pay alırken, aydın tabaka giderek daha da artan bir baskı altına alınabiliyordu. Toplumun gereksinmesi de canlanmış, harekete geçmişti. Artık bu toplumu, eski durgun dönemlerine, geriye götürmek mümkün değildi. Artan gereksinmeyi kendi öz kaynaklarıyla karşılamak ve ülkede başlayan mali sıkıntıları dış destek olmadan gidermek zordu ve dış destek de önemli ölçüde dalgalanıyordu. Başlangıçta geniş kitle desteğine dayanarak başlayan baskı, iktisadi duraklama ve gerilemeyle birlikte artarken, siyasal iktidarm yöneticileri, artık eski ölçüde tatmin edemedikleri geniş halk kitlesinin desteğini kaybetmekte olduğunu göremiyordu.
Şiirimizin geleneği, bu değişmeye, bu dalgalanışa ayak uyduracak düzeyde değildi. Halk şiiri, ağır işleyen bir şiirdi. Yüzyıllardır değişikliğe uğramamıştı. Merkezi feodal devletin egemen sınıflarının şiiri, divan şiiri ağır işleyen bir şiirdi. Yüzyıllardır değişikliğe uğramamıştı. Meşrutiyet ve Cumhuriyet, bu şiirleri pek etkilemedi; ama bu şiirlerden, bu şiir biçimlerinden kaynaklanan yeni, yarı-melez şiirler türedi. Yeni ideolojiler, yeni dünya anlayışı ve Batı’nın şiir geleneğinden etkilenme, şiiri ne denli değiştirirse değiştirsin, onda değişmeyen, geleneksel bir yapı, bir anlatım biçimi sürüp geliyordu. 1950-58 yılları arasında ise durum değişiktir. Toplum, geniş tabanıyla, ilk kez büyük bunalımı bağrında taşıyan geniş-çaplı bir gönenç dönemi yaşamaktadır. İlerici yön, temelde, gerici yönü, kendi öz çocuğu gibi karnında taşımaktadır. Üstte artan bir baskı vardır; her adımda, yeni bir yasayla özgürlükler kısılmaktadır. Sorun, küçük-burjuva aydına, bu ikinci yüzüyle görünmektedir. Bu ikinci yüz ise, artık o kadar siyasal ve günceldi ki, şiirin konusu olmaktan uzaktı. Günlük gazetenin, haftalık haber dergisinin konuları olarak görünüyordu.
Ve bir gerçek daha vardı ki, gerçekten siyasal, güncel ve hızlı bir akış halinde olan değişmeye şiirle karşı çıkmak, gerçeğe hayal ile karşı çıkmak gibiydi. Güncel siyasal olaylar, şiiri dıştalıyordu. Şiir olayları değil, olaylar şiiri dıştalıyor, şiir savaşım alanlarından en önemlisini yitiriyordu.
Yalnız bu da değil. Kapitalizmin gelişmesi, temelde, tekniğin gelişmesini hızlandırıyor, ulaşım ve iletim araçları çoğalıp yaygınlaşıyordu. Daha önce, duygu taşıyıcısı olan şiirin işlevini, ses yayıcı ve taşıyıcılar önemli ölçüde paylaşıyordu. Gromofon, radyo, pikap, teyp, televizyon, sinema, vb., şiirin işlevini paylaşıyor, alanını daraltıyordu.
Şiirin genel olarak işlevinin azaldığı bir dönem, İkinci Yeni’nin doğduğu dönemle çatışıyor. Sanılır ki, İkinci Yeni, şiirin okuru yitirmesine neden oldu. Hayır, o günkü şiirin işlevi azalmıştı, işlevi daha dar bir alana itilmişti.
Şimdi şu var: Şiir, İkinci Yeni’nin teknik anlatımında olsun, geleneksel anlatımında olsun, yeni bir toplumsal gelişmeyle birlikte, yeni bir işlev kazanıyor. Yığınların ilerici ve devrimci hareketinin duygusal bağı, duygusal iletim aracı haline geliyor. Çünkü, ulaşım ve iletim araçlarının birçoğu, egemen sınıfın elindedir; ezilen ve baskı altında olan sınıf ve zümreler, kendi savaşımının duygusal bağım, bir iletim aracı olan şiirde daha çok buluyor.
Kuşku yok ki, çok çalışan, yorulan, dinlenme olanağı bulamayan, kültürel gelişmesi için iyi bir zaman ayıramayan toplumda, şiir, toplumun diplerine itilir, bir bakıma bohem denen işsiz güçsüz takımının uğraşısı haline gelir. Toplumun çalışan büyük kesimi, genel olarak bu çalkantılı yaşamdan kurtularak, daha iyi dinlenme olanağına kavuştuğu zaman, ancak o zaman, şiir, onun kültürel gelişmesinde gereken yeri alacaktır.