Naif Ruhlu Bir Şair: Orhan Veli Kanık
Naif Ruhlu Bir Şair: Orhan Veli Kanık
Eski çağların ve yüzyılların rock starları, yıldızları, dost olup bir kahve masasında saatlerce sohbet etmek isteyeceğimiz kişileri edebiyatçılar, filozoflar ve elbette müzisyenlerdi. Hayat mottosu olarak “Hızlı yaşa, genç öl!” felsefesini benimsememiş olsalar da çağın şartları, savaş yıllarında yıpranmış bedenleri ve ruhları, parasızlıkla imtihan edilmiş yaşamlarıyla hızlı yaşayıp erken veda ettiler bu koca evrene fakat isimlerini hafızalarımıza kazıyarak gittiler ve ölümsüz ruhlar kervanına katıldılar.
Bunlardan biri de hiç şüphesiz,
“ben ki her nisan bir yaş daha genç,
her bahar biraz daha aşığım…”
dizelerinin sahibi, 36 yıllık kısacık yaşamını yazdığı şiirlerle uzatmış bir adam olan Orhan Veli Kanık’tı.
Lise yıllarında edebiyata merak saldığım dönemlerde ilk kez “Anlatamıyorum” şiiriyle kucak açmıştı bana Orhan Veli. Onun bir derdi vardı, benim bir derdim vardı. O da benim gibi şarkıların bu derece güzel, kelimelerin ise ne denli kifayetsiz olduğunu dert sahibi olmadan anlayamayanlardandı. Onun şiirleri hem çok eğlenceli hem de çok masumdu. Şiirlerinde yalnızlığa, yoksulluğa, ümitsizliğe karşı koyuş takdir edilesiydi. İflah olmaz bir deniz aşığıydı. Çağdaşları vezinli, kafiyeli, ağdalı sözcüklerle şiir yazarken ve makbul olan bu iken neydi onu bu kadar okunur kılan?
Nurullah Ataç’ın dediği gibi şiirinin kendine öz bir dili, bir vezni olmadığı gibi, kendine özgü konuları da olmayacağını göstermesi miydi? Ya da şiirleri Yunus Emre’nin şiirleri gibi herkesin yazabileceği izlenimini veren ama o zamana kadar kimsenin yazmadığı cümleleri, kelimeleri bir araya getirme yeteneğinden mi ileri geliyordu?
Orhan Veli şöyle diyor şiiri için,
“Ben hayatı sadelik içinde geçmiş basit bir adamın hayatından bahsetmek istedim. Acayiplik olsun diye yazmadım şiiri, neşretmeden evvel de bu kadar yadırganacağını bilmiyordum.”
O kimseyi kırmak istemeyen kibar insan sırf babasının üzüleceğini düşündüğü için –önünde sigara içmemek adına- soğuk, karlı bir kış günü üzerinde ince bir gömlekle balkonda tir tir titreyerek sigara içen o naif ruh, şiiri yadırganınca kim bilir ne kadar üzülmüştü? Şiirine ve kendisine bugün verilen değeri görseydi kim bilir ne kadar mutlu olurdu?
Öldüğünde cebinden 28 kuruş ile birlikte son şiirini yazdığı bir kağıt çıkan, bütün balık çeşitlerini bilen, Nazım Hikmet hapse atıldığı için Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le açlık grevine giren, yağmur altında ceketi olmadığı için incecik gömlekle dolaşan ve bu duruma üşüdüğünden çok utandığı için üzülen; tütüne alıştığı, eve ekmekle tuz götürmeyi unuttuğu o güzel havaları anlatırken kullandığı sade ve içten dilli bu adamda bir şeyler bulduk kendimizden.
Kimimizin kundurası vurdu, kimimiz nasırından şikâyet etti, kimimiz yalnızlığımızla baş edemeyince onun gibi aynalarla konuştu. Edebiyatımızın dönüm noktalarından birinde duran, kıymeti ölümünden yıllar sonra anlaşılan değerli şairimizle ilgili naçizane sözlerimi kendi kısacık otobiyografisi ile bitirmek isterim:
“1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşımda okumaya, 10 yaşımda yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum, hiç evlenmedim. Şimdi askerim…”
“Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı…”
Ruhun şad olsun güzel insan…
Yazar: Sema Sır Şeker, Balıkesir Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı
İstanbul’u Dinliyorum – Orhan Veli
Cem Karaca Yorumuyla;