Modern Söylem ve 1980 Sonrası Türk Romanı
GENÇ KUŞAK ROMANCILAR YA DA 2000 SONRASI ROMANCILARI
Pek çok genç romancının ilk eserlerini verdiği 2000’li yıllar, Türk romancılığı açısından oldukça verimli yıllar olarak düşünülebilir. Her yıl gittikçe artan katılımlarla roman sayısının 2004’te 250’ye kadar ulaşması bu yargıyı doğrulamaktadır. Sözünü ettiğimiz bu romancılardan kimileri edebiyatı içsel bir boşalma olarak gördüklerinden, çoklukla özyaşamöyküsel bir anlatım yolunu benimserken; anlatma sanatında neyin anlatıldığının değil nasıl anlatıldığının önem taşıdığı bilincinde olan kimileri de nitelikli romanlarıyla dikkat çekerler. Bunun bilincinde olan 2000’li yılların romancılarından farklı adlar altında kümelendirdiğimiz Gökçen Yılmaz-türk (Aralık Roman), Cahide Birgül Sesveren (Ah Tutku Beni Öldürür müsün?), Tahir Abacı (Adı Senfoni Kalsın)… başarılı anlatım teknikleri, modernist ve post-modernist akımlara bağlı sağlam kurgulu romanlarıyla uzun süre edebiyat ve sanat dergilerinin gündeminde kalmayı başarırlar. Süheyla Acar (Yağmurun Yedi Yüzü), Tuna Kiremitçi (Git Kendini Çok Sevdirmeden, Bu İşte Bir Yalnızlık Var), Nazan Bekiroğlu (Yusuf ile Züleyha), Ayşegül Devecioğlu (Kuş Diline Öykünen)… gibi kimileri kadın sorunlarını farklı bakış açılarıyla işleyen romanlar yazarken; Mehmet Uzun (Dicle’nin Sesi), Handan Öztürk (Doğunun Çıplak Kadınları).
Kaya Sancar (Aşkın ve Kaderin Kitabı)… gibi kimi yazarlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel sorunlarını gündeme taşır; Kemal Selçuk (Ay Aşkları), Halim Bahadır (Gördüm Dokundum ve Sevdim) uzun zamandır ilgi görmeyen Reşat Nuri’nin başlattığı idealist öğretmenlerin Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki serüvenlerini konu alan romanlar yazarlar. Barış Bıçakçı, (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Bizim Büyük Çaresizliğimiz), Gaye Boralıoğlu (Meçhul), Tolga Gümüşay (Pembe Tuvalet), Erkan Karagöz (Rus Kızı Vasilisayla, Yüreğinin Seyirdiği Andır Aşk), Deniz Günal (Işıltılı Venüs), Yekta Kopan (İçimde Kim Var?), Ali Ecer (Ayın En Güzel Hali), Aydilge Sarp (Altın Aşk Vuruşu), Attila fienkon (Ten Yükü, Bütün Düşler Nazlidır, Gökkuşağına İki Bilet), Bedirhan Toprak (Dün Gördüm Gece Bir Rüya)… gibi kimileri 80 sonrası idealleri, enerjisi tükenmiş, ümitlerini yitirmiş üniversite gençliğinin kimlik arayışlarını ve gelecek endişelerini işleyen romanlara yönelirler.
Bu başlık altında yukarıda farklı kümelenmeler içinde verdiğimiz romanlara ek olarak genç kuşak romancılardan Halil Gökhan’ın Konuşan Kadın’mı, Necati Göksel’in olumlu eleştiriler alan serüven romanı hüviyetindeki Hayat Askıda’sını, Osman Özbaş’ın şiirsel bir üslupla ve folklorik ögelerle donattığı Dağ Sürgünlerini, Önder Saraloğlu’nun seksen kuşağının varoluş çabalarını dile getiren Cennet Sevgilim’ini, roman ve öyküleri İsveç’te en çok okunanlar arasında yer alan Hakan Nesser’in ruh çözümlemeci romanı Karambol’ünü, nihilist bir edebiyatın sözcülüğünü yapan Bülent Akyürek’in sert söylemli ve ironik anlatımlı Uragan romanı ile kalabalık mekânlardaki ve sokak aralarındaki silik, unutulmuş insanların yaşamlarından kesitler sunduğu mizahi karakterli biraz da hüzünlü romanı Ve Tanrı Ağladı romanını, Ali Osman Ölmez’in sahip oldukları ile düşledikleri arasındaki zıtlıklar, tükenen ümitler, ruhsal çöküntüler üzerine kurduğu İki Buçuk ile aynı izlekleri işleyen Şebnem İşigüzel’in Çöplük romanlarını, Sevinç Çokum’un 80’li yıllarda geçen olayları, ideolojilerin yerini alan yeni değerleri mizahi ve ironik bir üslupla eleştirdiği Gece Rüzgârlarını, akademisyen Zehra İpşiroğlu’nun otobiyografik karakterli İzler: Orada ve Burada romanını, Perihan Mağden’in birlikte yaşamak zorunda kalan farklı çevrelerden gelmiş, farklı kültürlere sahip iki genç kızın kendilerini aramalarını işlediği İki Genç Kızın Romanını, Selçuk Altun’un batı kültürü ile yetişmiş eğitimli ve varlıklı bir gencin kendi kültürünü ve kimliğini aramasını konu alan Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir ve Cemil Kavukçu’nun üniversite öğrencisi taşralı bir gencin büyük kent yalnızlığını, uyumsuzluğunu ve iç dünyasındaki çatışmaları ironik bir dille işlediği Suda Bulanık Düşler romanlarını; Oray Eğin’in farklı dünyalara mensup iki insanın aşkını işlediği Kal ile İlhan Uçkan’ın aşk, büyü, tılsım gibi ana izlekler çevresinde ele aldığı töre romanı hüviyetindeki Aşk Büyüsü’nü, zaman zaman kaba bir cinselliğe kaçsa da romanlarında kadın sorunlarını işleyen ve kadının toplumdaki yerini belirlemeye çalışan Neşe Cehiz’in Olmasaydı Senin de Adın romanını, Göksel Yılmaz’ın aşk ve dostluk üzerine kurgulanmış olan ve post-modern özellikler taşıyan Tanrının Zamanı’nı, Onur Caymaz’ın kültür kaynakları ve konumları farklı iki insanın imkânsız aşklarını alt tabakadan aldığı insan manzaraları içinde sunduğu Seni Hatırlatan Yıldızlar’ını da anmamız gerek.
Bu adlardan ikinci baharını yaşamak isteyen ama düşledikleri ile yaşadıkları arasında sıkışıp kalan kahramanın ruhsal dünyasına farklı bir bakış getiren Celal Hafifbilek’in anı-roman türünün başarılı örneklerinden Ve Sevgili Rozika romanı, Anadolu’nun sosyal yapısını ve toplumsal yaşamını bir taşra kasabasında eczacılık yapan büyük kent kültürüyle yetişmiş kadın kahramanının bakış açısından nakleden Emel Ebcioğlu’nun Sağlık Eczanesi romanı, yaşamın tekdüzeliği ve yalnızlık duygusu içinde karşı cinsle sürdürülen ilişkiye farklı yorumlar getiren Atilla Birkiye’nin Aşk Üçlemesi’, 80 sonrası kuşağın bunalımlarını ve açmazlarını şiirsel bir anlatımla işleyen Halil Gökhan’ın Yedinci romanı ile düşsel bir ortamda Ege kıyılarında yaşanan bir aşk öyküsünü anı tadında ve çocuk dünyasından yansıtan Habip Bektaş’ın Cennetin Arka Bahçesi romanı dikkate değer çalışmalardır.
Sayıları yüzleri aşan bu adların hepsini dilin kullanılışı, üslup, içerik, anlatım tekniği ve kurgu bakımından usta romancı addetmek elbette doğru değil. Ancak niceliksel bakımından dikkati çeken bu yoğunluk çağdaş Türk romanının nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır.
SONUÇ
1960-2000 yılları, hızlı bir değişim yaşayan Türk toplumunda roman yazarları bakımından verimli yıllar olmuştur. Medyayı da arkasına alan yazarlar/romancılar, öne çıkan gazeteci-yazar kimlikleriyle eserlerinin niteliksel yanını ve romancı kimliklerini gölgede bırakırlar. Özellikle 80’li yıllardan itibaren depolitize olan toplumsal yapı, gerçeklerden uzakta, tepkisiz ve duyarsız biraz da dönemin nimetlerine boyun eğmiş bir yazar ve okur kitlesi oluşturur. Ancak, bu 40 yıl içerisinde iyi şeyler de olmuştur. Ülkenin hızlı bir değişim yaşadığı, ihtilaller, muhtıralar siyasal dalgalanmalar gördüğü bu dönemde yaşananların pek çoğu, estetik bakımdan düzeysizliklerine rağmen, romanlarda yankısını bulmakta gecikmemiştir. Tüm kurumlarıyla ve çatışmalarıyla toplumsal yaşam; toplumdaki değişim süreci ve bu süreçte yaşananlar; Anadolu coğrafyası ve sorunları ile birlikte köy yaşamı; bu yaşamın yerel renkleri, kültürel ve folklorik zenginlikleri; batılılaşma ve çağdaşlaşma serüveninde yaşanan kimlik sorunu, geçiş dönemi bunalımları; eski kurumlarla onların yerini alanlar arasındaki değişim/dönüşüm sancıları/çatışmaları, bozulan değer yargıları ile yeni bir kimlik edinme çabaları; ara rejimler, ihtilaller ve değişen değer yargıları; köylü kimliğinden kentli ve sanayi toplumuna geçiş sürecinde yaşananlar; sanayileşme ile gelen göç, emek-sermaye, işçi-işveren ilişkileri/çatışmaları ayrıntılarıyla romanlara yansımıştır. Öte yandan post-modern, modernist, fantastik roman akımları farklı biçim ve anlatım teknikleri denenerek hatta geleneksel anlatma formlarından da yararlanarak romanlarda uygulanmıştır. Bu yüzden romana gösterilen ilgi, öteki edebî türleri geride bırakmış ve niceliksel olarak inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
Kaynakça: Prof.Dr. Osman GÜNDÜZ, Çağdaş Türk Romanı