Metin Cengiz Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Metin Cengiz Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Metin Cengiz (d. 1953, Göle/Ardahan) Şair, yazar.
Marmara Üniversitesi Franızca bölümünü bitirdi (1987). Çeşitli illerde Fransızca öğretmenliği yaptı. 12 Eylül döneminde TCK’nun 141. maddesinden yargılandı, iki yıl hapis yattı. 1993 yılından sonra yeniden başladığı öğretmenlikten emekli oldu (2002). 2005 yılında Digraf Yayıncılık’ı kurdu, şiir kitapları ve poetik kitaplar yayımlayan bu yayınevi şimdilerde Şiirden Yayıncılık adıyla faaliyetlerini sürdürüyor. 2010 yılında yayın hayatına başlayan Şiirden dergisinin genel yayın yönetmeni.
“Nasıl Şiir” adlı ilk yazısı Demokrat gazetesinde yayımlandı (3 Mayıs 1980). Sonraki yıllarda şiir ve yazıları çeşitli dergilerde yayımlandı. “Şarkılar Kitabı” ile 1996 yılı Behçet Necatigil ödülünü, “Sonsuzluk Çiseler Büyük Sularda” ve “Dünyaya Katkımız Bir Ebru Vurgusu” (Şiirden Yayıncılık) adlı 2 ciltlik Toplu Şiirler kitabıyla 2010 Melih Cevdet Anday ödülünü aldı. 2011 yılında Uluslararası Tudor Arghezi ödülüne değer görüldü.
İlk dönemlerinde şiir üzerine yazdığı yazılarla da dikkatleri çekti. 1980 sonrasında şiir üzerine yazdığı kuramsal yazılar ve tartışmalarla dönemin öncülerinden biri oldu. Şiirleri Fransızca, İngilizce, Almanca, İspanyolca, Boşnakça, Rusça, Romence, Arapça, İbranice, Azerice, Sırpça ve Kürtçe’ye çevrildi. Seçme şiirleri Apres le Tempete et Autres Poemes adıyla Fransızca yayımlandı (2006, Harmattan).
Levant dergisinde sekiz şiiri “Divan” adıyla Türkçeleriyle beraber yayımlandı. Romanya’da Convonbiri Literare ve Poesia dergileri şiirlerini dosya halinde yayımladı (2011). Editörlüğünü yaptığı Çağdaş 17 Türk Şairi adlı antoloji Harmattan Yayınlarında çıktı (2009).
Metin Cengiz, Yücel Kayıran’ın da vurguladığı gibi “kendi kuşağı içinde, şiir kültürüne, kuramsal yazılarla katkıda bulunan tek şair”.
Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN ve Edebiyatçılar Derneği üyesidir.
Metin Cengiz’in Eserleri:
Şiir:
- Bir Tufan Sonrası (1993)
- Büyük Sevişme (1989)
- Zehirinde Açan Zambak (1991)
- İpek’A (1993)
- Şarkılar Kitabı (1995)
- Gençlik Çağı (1998)
- Aşk İlahileri & Günümüze Hüzzamlar (2006)
- Özgürlük Şiirleri (2008)
- Sonsuzluk Çiseler Büyük Sularda – Toplu Şiirler/1 (2008)
- Dünyaya Katkımız Bir Ebru Vurgusu – Toplu Şiirler/2 (Hayat ve Şiir ile Hayat ve Rastlantılar adlı dosyaları ilk defa, 2010)
- İmgeler Benim Yurdum (2011)
Poetik Kitaplar
- Şiirin Gücü (2. Baskı, 2006)
- 1923-1953 Toplumcu Gerçekçi Şiir (2000)
- Modernleşme ve Modern Türk Şiiri (2. Baskı, 2011)
- Şiir, Din ve Cinsellik (2005)
- Nâzım’dan 70’li Yıllara Türk Şiirine Eleştirel Bir Bakış (2005)
- Şiir, İmge, Biçim, Biçem / Şiirin Teorik Sorunları (2005)
- Şiir, Dil, Şiir Dili, Şiirsel Anlam (2005)
- Küreselleşme, Postmodernizm ve Edebiyat (2007)
- İmge Nedir (2009)
- Kültür ve Şiir (2010)
- Felsefe ve Şiir (2010)
- La Paix (2011)
- Cemal Süreya, İkinci Yeni Bilincinin Kurucu Gücü (2012)
SÖZCÜKLERİN KİMLİĞİ
Tam bu vakit kayığına biner aşk
Dalgalarıyla süslenip girer gönlüme
Gönderirim umutlarımı sevgiliye bir mektupla
Banaysa satır sonları kalır hüzünden, bir de dayanmak
Bir de, görüldülü mektupları yeniden okumak
Çiğdem tadıyla varır mektubum, yağmur öncesi
Kokusuyla, duygularının kuytu kıyılarına
Bilirim hangi acıları duyacağını, hangi sevinçleri
Çiftçilerin yorganlarını tarlalara serdiği
İnce ince tüttüğü zeytin ağaçlarının
Söyleşilerin tütün ve gülüşlerle derinleştiği
Geçmişin gelecekle birleştiği bir günde
Dalgalara dönüşür kimliği sözcüklerin
Eyleme taşınır umutlar, defterler
Kitaplar yaprakları açık kalır
Resimler oluşur zamanın köpüklerinde
Düşlerin düşlerimle birleşir kalır
Bir gezintidir bu görüldü mektuplarıyla
Zaman geçer geriye aykırı izler kalır
Ve yaşayacaklarımız sevgilim
Eskinin yerini alır
GÜNLERİN ÇIKRIĞI
Gece: akıp gider sularla zaman
Otların saplarını gümüş titreterek
Konarak böceklerin uçma telaşına
Göğü kuşanıp taş, toprak, ışıkla
Girer mahpushane avlusuna
İlk vakit: uyanır anılar bizden önce
İsteğin sıcağındaki iri kuşlar
Belleği yoğurarak bir parça gelecekle
Kaynaması gibi etin kemiğe
Örülür yavaş yavaş ömrümüze
Bir güneş imgesidir işte yolculuklar
Esen rüzgârı uçurum ağzıyla dolanır
Sürtüşüp ipek, demir ve buzla
Akarak nehirleri bir denizden içeri
Islak yapraklardaki ışığı yansır
Bir tren gibidir her an burda sevgilim
İstasyondan istasyona geçip gider
Geçip gider çevirerek günlerin çıkrığını
An gelir, gül gibi sabahları takınır
KAVUŞTUKÇA
Sonsuz ve ılık bir ülke soluğum
Yabanıl ve makul ağzına
Çünkü dehşet seviyorum, aşk mültecisiyim, çünkü
Her yere yasaklıyım, yalnız serbestim sana
Sana dokunuyorum kalaylanıyor gök
Adını koyamadığım sessiz ihtilaller oluyor
Fırtınalar oluyor, kasırgalar
Çıldırtan bir güz yeşili örterken istek kipini
Değdi değerken deniz kaçkını o mavi
Çatılara, bulutlara, dumanına vapurların
Şarkılar söylüyorum senin için değişik dillerde
Bütün sevdalılar nehirler atlıyor, mevsimler
Hele ana dilimle ki patlar oldum olası
Sıkışmış mağma gibi yeraltında kaynayan
Sana dokunuyorum, rastlantı olmaktan çıkıyor anlam
Sana varıyorum, sular durmaz oluyor yataklarında
Ki savunmalıyım diyorum güzel olan ne varsa
Şu karıncalarla, günlerin yükünü taşıyan
böceklerle belki
Bak çipolar çekiliyor Gemiler
Uzaklara çağırıyor düşü
Sen mendil sallanışı gibi
Dişil çiylerle kaplıyorsun denizi
Ve açıkta, dalgada, sandallar gibi okşuyor suları
sözcüklerim
Seninle aynı anlamda kavuştukça.
SON BİR GÜNÜN ŞİİRİ
– oğluma-
Saat: karadağın üstünden karlı bir rüzgâr
Hovardaca serperken hüznüne sığınmış kalenin onurunu
Kelebek lambalarımızı karanlıktan saklayan
Suratına pencerelerimizin, sen çıplaktın oğlum
Belki bir gün dönümüydü, belki bir sevda türküsüydü uzunca
Yarıda kesilmiş, kulaklarımda hâlâ çınlayan tınısıyla
Belki bir kadındı ya da anandı ağlayan-
Ah! bütün öyküler yeşil aktı ellerinde, o saat zaptiyaların
-Neden kırmızı deme, yeşil damlar bir halıya sözcükler-
Sonra ayaklarımı götürdüler, ellerimi, adımı,
Oysa kör karanlıklarda da taşıdım
Ardımızda bıraktığım yıldızların tadını
Zaman: gece menekşeler takmıştı saçına
Cam kırıkları gibi parlıyordu yıldızlar,
Bir yanımda şehir, ekşi ve terli sokaklarıyla
diğer yanımda buzlu dağlar yalamış kura
Bir çığlığın arkasından koşarcasına
Ya da kanat izleri düşmüştü belki kıvrımlarına suyun
Ben bir şiirin son dizelerini ısırırken dişlerimin arasında
Bir çiçeğin sapını çevirircesine dilimle
Sen boynu bükük bir sözcük gibi saplanıp kalbine
Ah! unutma masallarda biz geldik bugünlereyi
Yosunlu su yeşili kalmış günlereyi
Bütün iklimlerin güzüne inat.
ŞİİRİN ADANMIŞ YOLU
Şafak, ışığın bir çift göze dönüştüğü an
Kumru ötüşleri birikir saçakların altında, duru
Deniz, o kurşuni rengin bakiresi ve mavinin sesi
Bir ayrılık türküsü fısıldar, uçar gider
Hüznün iri kuşları ve sevgiliyi açıklardan
Son defa selamlar kaptan
Kuzey rüzgârını gösterir rüzgâr gülü
Ağzımızın kokusuyla doluyken gökyüzü
Sözcükler köpürtür maviyi, şiirin neşteriyle
İsteğin atı köpürür azgın suyla
Yüksek dağ çığırlarında ateşler yol gösterir yolcuya
Ve koyaklarda çalınır çağrı davulları
Gugukkuşu, yalnızlığın ve aşkın yılmaz yokuşçusu
Şakır günü güne katan sesiyle
‘Eriyen demir yanan kömür günleri’
Gece lekedir artık, hesabı var gündüzün
Ve şair her şiirinde sözün
Sonsuzluğunu ilân eder
Çünkü aşk, şiirin adanmış yolu
Temmuzun tılsımı ve asidiyle dolu
Ve Ağustosun ilk bakır aleviyle
Dağ başlarında yanan
ZEHİRİNDE AÇAN ZAMBAK
(Sevgili eşim Münevver’e)
I
Anason Kokusu
Sarı, sessiz günlerdir
Mağrur ve soylu:
Nişanlı bir kız gibidir şimdi yaz
Şimdi yağmur yağsın beklenir
Çocukluk resimlerine bakılır gibi
Renklere ad verilir durgun denize bakılarak
Garip bir intihar gibi arada bir hatırlanan
Kan göğü götürür yüreklerde
Ve gülümseyerek deler geceyi
Kendi zehirinde açan zambak
Şimdi sarhoşuz, mızıka çalıyoruz
Dudağımızda bulanık söylence izleri:
-Hem duası hem ihaneti zamanın-
Ne yazılır böyle vakitlerde insana dair
Bir orman karanlığına benziyorsa hüznü
Haydi sevişelim, sevişmek biraz devrimci, biraz tutucu
Bu temmuzun ilk günleri, hain, hınzır
Denir ki insanın kendisidir yollara savrulan kar
-Sevgili, o ince yollarda yaz
Bir anason kokusudur beyaz
II
Varoşlarda
An gelir şarkılaşır su
Sisler arasından çıkıp gelen kuğu
Rüzgârlı bir ovaya dönüştüğünde
Adsız yönlerde bıraktığı iz
Dinle, bu esriklik sevinciyle
Sonsuzu sonsuz yapan biziz
Bu bizdeki renk, bizdeki titreyit
Ömür boyu sürecek en uzun gerçek
Ne demiş ilk düşünürü dünyanın
İnsan ki ardındadır kendi gölgesinin
Baharda bir üzünç ağacıdır dile gelecek
Kopmut bir defa içimizden
Tutmuş yankılanan yolunu
Issızlığa düşen imgeler gibi narlaşır
Ayrı yollarda giden dostlar gibi arkada
İz diye çan sesleri bırakır
-Sevgili, şimdi varoşlarda
Günahlardır, olgunlaşır
III
Ud Sesi
Dağlarda bir ud sesi derinden
İç geçirir rüzgârda nar ve kar-
Üstünden sular süzülen kadın
Göğsünde efsaneler gizler kederinden
Mor demetleri tutkulu yüreklerin
Bu ud sesi, yeni doğan bir zaman nefesi
-Belirsiz tapınağı hayatın, görünmez tapınağı-
Yumuşak ve ağır ritimlerle mavi
Göğsünde gizden şiire doğru elma tadı:
Bir lamba ki yanar sabaha kadar
Işısın diye evler sokaklar
-Sevgili, bu ud sesi
Sonsuza uzayan gölge tek tesellisi
VIII
Yazın Sesi
Ulu bir ağaç rüzgârı yazın sesi
Esiyor hafifçe saydam ve tunçtan
Ötede, dö minör. Korku, umutsuzluk ve acı
Tutkular kar taneleri gibi yağıyor şiire
İnsan nasıl duyarsa zor günlerde güçsüzlüğünü
Öyle duyar notalarda çınlayan yazı
-Sevgili, titrer yazla yüreklerin sırları
Seninle birlikteyiz yine seninle ayrı
XIII
Pastoral Müzik
Sana pastoral bir müzik besteliyorum
Eskil duygular karışıyor havaya
Bir meleğin hıçkırığı
Fısıldayan koruluklar, aşk masalları
Belleğin kafesini yırtıyor bu çılgın uyum
Sana pastoral bir müzik besteliyorum
Döküyor çam ağaçları düşlerini
Unutulmuş ayinler dolduruyor geceyi
Karanlığın çatallı dilinde
Yasaklanmış masallar anlatıyor masalcı
Dokunup geçiyor menekşedeki gizli anlama
Sana pastoral bir müzik besteliyorum
Dilimin ucunda dans eden notalar
Kızarıyor büyülenmiş gözleri özlemin
Sonra bir yağmur başlıyor, içe kapanış
Yelden büstler kırılıyor eriyen gizlerde
Fenerler köreliyor, çarpıyor fırtına yüreğimize
Sözcükler göklerin ilk gücü, ilk çiçeği
Secdeye varıyoruz önünde
-Sevgili, sıyırıyor kemikten eti
Bir intiharın aşka kalan hasreti
XXI
Son İsyan
Saat, gece yarısı
Karanlık ilenç gibi iniyor yere
Yazın son kalıntısı
Eski kapıların sesi gibi bahçelerde
Demek hançer yarasıyla süzülüyor güvercin
Otobüs durağından göğün uçurumuna doğru
Bir kadın silüeti çığlık çığlığa pencerede
Sızlatıyor yazı kemiksi acıyla
İşte, günler geçiyor saydam ve ağır
Yabanıl kahkahasını atıyor büyünün rüya treni
Bu belki görüntüsüdür gerçeğin belki değil
İpek telini koparan kimbilir hangi çağdır
-Sevgili, bu şiirle başlayan şölen
Yeryüzüne yağan ilk yağmur duasıdır
Ayrıca bakınız ⇒ 1980 SONRASI TÜRK ŞİİRİ