Mahmut Derviş

Mahmut Derviş Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Mahmut Derviş Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Mahmut Derviş (d. 13 Mart 1941, el-Birve/Filistin – ö. 9 Ağustos 2008, Houston/ABD) Filistinli şair ve yazar.

Mahmut Derviş

Mahmut Derviş, 13 Mart 1941 yılında Filistin’in Celile Bölgesi’nin Akka Şehri’ne bağlı El- Birva köyünde Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Eserleri kırktan fazla dile çevrilmiş Filistin edebiyatı, kültürü ve siyasetinde önde gelen bir ses haline gelmiştir. 9 Ağustos 2008 tarihinde Houston, Teksas’ta kalp ameliyatı geçirirken vefat emiştir.

MAHMUT DERVİŞ’İN İLK YILLARI VE ŞAİRLİĞE İLK ADIM

Babasının adı Selim, annesinin adı Huriye’dir. Babası Selim, köyündeki Küttab’da eğitime başlamış ancak düzenli bir eğitim alamamıştır. Bir toprak ağasıyken İsrail’in 1948 yılında Birva’yı işgal etmesi sonucunda topraklarını kaybetmiştir. 1948 yılında İngiliz mandası altında olan Filistin’deki köylerin Yahudiler tarafından işgal edilmesi ve işgal sürecinin yarattığı yıkımın ardından kurtulabilenler ya komşu köylere ya da Lübnan ve Suriye gibi Arap ülkelerine sığınmışlardır. Bu durum Derviş tarafından:

“Altı yaşındayken kendimi güzel, sakin bir köyde yaşadığımı hatırlıyorum. O köy yeşil tepeler üzerinde önünde, Akka ovası uzanan el-Berve köyüdür. Ben ziraatla uğraşan orta halli bir ailenin çocuğuydum. Yedi yaşıma girdiğimde, çocukluk oyunlarımı terk ettim. Köylülerin alışkın oldukları gibi evlerinin damlarında uyudukları bir yaz gecesinde, annem birdenbire beni uyandırdı. Kendimi ormana doğru koşan yüzlerce köy halkı ile birlikte koşar halde buldum. Kurşunlar başımızın tam üstünden geçiyordu. Olan olaylardan hiçbir şey anlamadım. Amaçsız bir şekilde yürüdükten ve köyden uzaklaştıktan sonra yakınlarımızla birlikte yabancı bir köye vardık. Masum bir şekilde ‘Ben nerdeyim?’ diye sordum. Ve hayatımda ilk kez Lübnan kelimesini duydum.”

sözleriyle anlatılmıştır.  Şair küçük yaşta gitmek zorunda kaldığı Lübnan’da daha önce karşılaşmadığı “savaş”, “mülteci”, “ordu”, “vatan”, “mülteci kampı” gibi kavramlar ile tanıştı ve bu kavramlar onun şairliğine derinden etki etti. Bir süre Lübnan’da mülteci kampında kaldıktan sonra tekrardan Filistin’e dönmüştür. Bu durumu:

“Bir gün akşam vakti, ‘Bu gece Filistin’e dönüyoruz’ dendi bana. Ben mülteci kampındaki son gecemde sevinçten sabaha kadar uyuyamadım. Benim için eve dönüş, mülteci kamplarında verilen yemeklerden kurtulmak, ‘mülteci’ kelimesiyle beni aşağılayan Lübnanlı çocuklarla kavganın bitmesi anlamına geliyordu.” diyerek anlatmış ve Filistin’e dönüş yolculuğunu da “Kamp yeri zifiri karanlıktı. Ben, amcam ve vadilerde kimsenin bilmediği patika yolları bilen kılavuzumuzla yola koyulduk. Kimsenin bizi görmemesi için karnımızın üzerinde sürünerek ilerledik. Oldukça yorucu ve zor bir yolculuktan sonra kendimizi bir köyde bulduk. Bu köy Deyru’l-Esed köyü idi. O köy benim köyüm değildi. Orada ne evim ne de köyümün sokakları vardı. Köyümüze ne zaman döneceğimizi sorduğumda aldığım cevaplar ikna edici değildi. Hiçbir şey anlayamıyordum. Bir köyün yerle bir edilmesinin ne anlama geldiğini, küçük dünyama dönmeme neden izin verilmediğini anlamadım.”

sözleriyle anlatmıştır. Köyünün yıkımı sebebiyle Deyru’l-Esed köyünde sığınmacı olarak kaldı ve mültecilerin eğitim hakkının bulunmamasına rağmen köyde okula başladı. Başarılı bir öğrenci olan Derviş, Klasik Arap şiirini inceleyip ezberledi ve taklit etti. Pek bilinmese de resim sanatında da başarılıydı ve resimlerini çeşitli ambalajlar üzerine ve elbiselere çiziyordu ancak bir süre sonra bu sanattan uzaklaştı, bu durumu:

“Babam, bana gerekli olan resim malzemelerini satın alacak kadar maddi imkâna sahip değildi. Zorluklar içerisinde okul için gerekli araç gereci alabiliyordu. Bu durum bana acı veriyordu. Resimle uğraşmanın yerine şiir yazmaya yöneldim. Çünkü şiir yazmak maddi bir bedel gerektirmiyordu.”

şeklinde açıklamıştır. Şiire yönelmesinin ardından yazdığı ilk şiirlerinde Klasik Arap şiirlerini ve vezinlerini taklidi söz konusudur.

MAHMUT DERVİŞ’İN ŞAİRLİK YILLARI VE HAPİS CEZALARI

Mahmut Derviş

Şairin hayatının ilk yıllarının zorluğu ve aynı zamanda ülkesinin de içinden geçtiği zorlu dönem, atlattığı sıkıntılar onun askeri yönetime karşı olmasını ve aktivist hareketlerde bulunmasına neden olmuştur. İlk defa askeri hâkimin bürosuna çağrılması ise çok erken yaşlarda daha sekizinci sınıftayken olmuştur. Şair bu durumu şu sözlerle anlatır:

İsrail devletinin kuruluşu sebebiyle askeri yönetim bir festival düzenliyordu. Ben sekizinci sınıf öğrencisiydim. Bu kuruluş yıl dönümü için Arap köylerinde de büyük festivaller düzenlendi. Öğrencilerin de katılacağı köyümüzdeki festivale okulun müdürü benim de katılmamı istedi. Bu hayatımda bir ilkti. Kısa pantolonumla mikrofonun önünde durdum ve ‘Arap bir çocuktan Yahudi bir çocuğa sesleniş’ adlı şiirimi okudum. Şiirin tamamını hatırlamıyorum ama ana teması şöyleydi:

Ey arkadaşım! İstediğin gibi güneşin altında oynamak senin elinde
Oyuncakları yapmak da senin elinde
Fakat ben yapamıyorum
Senin sahip olduğun şeye ben sahip değilim
Senin evin var fakat benim yok, ben bir mülteciyim
Senin bayramların, sevinçlerin mutlulukların var
Ben bayramlardan da, mutluluktan da yoksunum
Neden birlikte oyun oynamıyoruz?

Bu ilk karşılaşmada gözdağı ve küfür ile karşılaşmış, bu tarz şiirler yazmaya devam ederse, babasının taş ocağında çalışmasına izin verilmeyeceği şeklinde sözlerle tehdit edilmiştir. Askeri hakimin yargısının ardından Kefr-i Yasıf lisesine nakledilmiş ve burada ona Yahudi nefretini azaltması gerektiğini, iyi Yahudilerin de olduğunu ve siyasi bir taraftan olmaktan ziyade özgürlük için şiir yazması gerektiğini söyleyen Yahudi öğretmen Şuşana ile tanışmıştır. Şairlik alanında onu etkileyen Şuşana aynı zamanda şaire, aslında Yahudi ve Arapların güven içerisinde birlikte yaşayabileceğini, bu beraberliğe engel olanın askeri yönetimin sıkı ve dışlayıcı politikası olduğu şeklinde fikirler de vermiştir.

Derviş, on yıl yaşadığı Hayfa’da önemli aşamalar kaydetmiş, dönemin İsrail Kömünist Partisine yakın el-İttihat gazetesi ve el-cedid gazetelerinde redaktörlük yapmış, Filistin ve Arap aleminde şair olarak sesini duyurmaya başlamış, İsrail’in saldırılarına karşı şiirle cevap vererek “Direniş Şairi” tanımlanmasıyla meşhur olmaya başlamıştır.

Şairin ilk defa tutuklanması 1961 yılında oldu. Bu tutuklanmanın ardından Nasıra şehri yakınındaki el-Hamle’de herhangi bir mahkemeye çıkarılmadan iki hafta boyunca sefalet içinde günlerini geçirdi.  İkinci defa ise 1965 yılında Hayfa’dan Kudüs’e izinsiz gittiği için hapsedildi çünkü işgal edilmiş topraklardaki Araplar başka bir yere geçecekleri zaman İsrail yönetiminden bir izin kağıdı almaları gerekiyordu. 1965-1967 yılları arasında üçüncü kez hapsedildi ve mahkeme tarafından iki yüz İsrail lirası para cezasına çarptırıldı.

4 Ağustos 1967’de İsrail askeri kuvvetleri başkanı İshak Rabin, bütün kültürlü Filistinli Arapların tutuklanması emrini verdi. Derviş, İsrail kuvvetlerinden kaçıp saklanarak el-İttihat dergisinin iki sayısını tutuklanmayan “tek” gazeteci olarak yayımladı. 1967 Ağustos savaşının sonuçlanmasının ardından bir neden belirtilmeksizin ed-Domun’da bir ay hapsedildi. 1969 yılında el-Celme hapishanesinde yirmi gün tutuklu kaldı.

1970 yılının başında üniversite eğitimine İsrail kuvvetleri tarafından uygulanan baskılar nedeniyle tamamlayamayacağı için üniversite eğitimi için Moskova’ya gitti. Moskova günleri Derviş tarafından şöyle anlatılır:

“…Üniversite kampüsü içerisinde küçük bir odada kalıyordum. Kentin tarihi ve turistik yerlerini ziyaret ettim. Biraz Rusça öğrendim. Moskova’daki halkın hayatını katlanılması oldukça zor bir hayat olarak gördüm. Moskova’nın, yoksulların cenneti olduğu iddiası benim açımdan büyük bir yanılgıydı. Bizim hayallerimiz, ideallerimiz ve Sovyetler birliği gerçeğiyle bir nebze de olsa yüzleşebildim. Moskova’da yoksulluğun yanı sıra beni en çok etkileyen, insanların gözlerindeki korku ve yaşadıkları özgüven eksikliğiydi. Fakat tüm bu tecrübeler beni insani, özgürlükçü, yaratıcı ve dayanışmacı bir toplumculuk inancından hiçbir zaman koparmadı.”

1972-1982 yılları arasında Beyrut’a gitmiş ve burada “Şu’nu’l- Filistiniyye” dergisinde başyazarlık yapmış ardından “Filistin Kurtuluş Örgütü Araştırmalar Merkezi” müdürü olmuş ve 1981’de de el-Kermel adlı edebiyat dergisini çıkarmıştır.

1977 şairin şöhretinde zirveye ulaştığı yıldır. Şiir kitapları milyonlara ulaşmış hatta “Âbirûne Fî Kelâmin ‘Âbir’ / Boş Bir Sözle Hareket Ediyorlar” şiiri İsrail Parlamentosu’nda tartışmalara yol açmıştır. Gitgide artan bu şöhret onun Yaser Arafat’ın danışmanı olarak seçilmesini sağlamıştır. Şair, şiirleri ve direniş içerisindeki varlığı direniş saflarının birleşmesinde etkili olmuştur. Filistin Kurtuluş Örgütü İcra Komitesi üyesi Ziyad Abdu’l-Fettah bu durumu:

“Mahmûd Dervîş, kaleme aldığı ‘Medîhu’z-Zılli’l-‘Âli/Yüce Gölge’ye Övgü’ adlı şirinde tüm üyeleri, gözlemcileri, yol arkadaşları, konukları ve korumaları ile birlikte Filistin Milli Meclisinin teker teker adlarını okudu. Onun bu jesti herkesi büyüledi ve bu oturumda tutuşmuş olan siyasi mücadeleyi iyice körükledi. Bunun üzerine Yaser Arafat çok kısa süre içerisinde Dervîş’i de ikna ederek sürgünde Filistin Devleti’nin Kültür Bakanlığı’nı teklif etti. Fakat Dervîş, tek isteğinin vatanına dönüp şiir yazmaya devam etmek olduğunu gerekçe göstererek bu teklifi kabul etmedi.”

şeklinde ifade etmiştir.

1978-1994 yılları arasında şiirleri ve düzyazılarını yayımlamaya devam etti ve aynı zamanda siyasi aktivizme daha da dahil oldu. 1987’de Filistin Kurtuluş Örgütü ile bağlantısı nedeniyle İsrail makamları tarafından tutuklandı ve hapisteyken en ünlü eserlerinden biri olan “Zar Atan Adam” ı yazdı. 1988’de hapisten çıkması ile Filistin’in hakları ve bağımsızlığı hakkında yazmaya ve konuşmaya devam etti.  Ayrıca bu dönemde Lotus Edebiyat Ödülü ve Lannan Vakfı Kültürel Özgürlük Ödülü gibi birçok saygın ödül kazandı.

1994 yılında Filistin Ramallah’ta ikamet etmeye başladı. Ramallah, İsrail askerleri tarafından sürekli kontrol edilen bir durumdaydı. Derviş bütün bu olumsuzluklara, her an bir İsrail tankı tarafından yıkılabilme tehlikesiyle karşı karşıya bir şekilde yazmayı sürdürdü ve 2008 yılında Houston, Teksas’ da açık kalp ameliyatı ardından hayatını kaybetti.

Derviş’e Göre Şiir ve Edebî Kişiliği

Derviş’e göre şiirin ne olduğu konusunda kesin olarak ve herkesin kabul edeceği şekilde bir tarif olamaz çünkü şiir gizemli bir sonsuzluktur. İnsandaki şiir yaratma yeteneğinin yanında şairin içine doğduğu kültür, hayat mücadelesi, deneyim ve gözlemleri, hayat hakkındaki görüşleri gibi etkenler şiirin ve şairin var olmasını sağlar.

Şairliğe ilk başladığında klasik edebiyat izinden gitmiştir; fakat zamanla bu yoldan ayrılarak Modern Arap Şiiri öncülerinden ve Mehcer Edebiyatı şairlerinden etkilendiği görülür. Şairin önemli özelliklerinden biri Arap şiirine serbest şiir formunu uygulamasıdır.

Şiirlerinde temel kavramlar; kimlik kaybı, toprak, tarih, yabancılık duygusu, sürgün, yalnızlık, dostluk, ölüm, aşk ve kadındır. Şiirlerinde sembolizm, mitolojik unsurlar geniş bir yer tutar. Ay, ay ışığı, mehtap, başlangıç, bitiş, düş/rüya, zaman, rüzgar, sonbahar, yağmur, ekmek gibi unsurlar şiirlerinde pek çok kez kullandığı sembollerdir.

MAHMUT DERVİŞ’İN ESERLERİNDEN ALINTILAR

  • Günahımız nedir anam?/ Bir kez hayattayken ölüyoruz/ Bir kez ölürken!/ İki kez ölmemizin nedir sebebi? (Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı)
  • Gözlerimde ben de bir söz bıraktım sana/ Ama sanırım sen anlamadın! (Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı)
  • Onları mutlu kılmak için/ Gülücükler takıştırıyorum/ Hüzünlü çehreme (Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı)
  • Yürüyorum en güzel kıyıya/ Kalbimin etrafında korsanlar (Ölümü Seviyorlar Benim)
  • Bazen sadece bir fotoğrafa bakarak da / Tekrar aşık olabiliyor insan…/ Onu tanıyınca anladım. (Ölümü Seviyorlar Benim)
  • “Her biri öğretmen olacak” / Derdi babam/ “Aç kalırım ama onları kitapsız koymam” (Ölümü Seviyorlar Benim)
  • Ey bugün! Katlan bize biraz daha, çünkü/ Gelip geçenlerden başka bir şey değiliz. (Ölümü Seviyorlar Benim)
  • Tükeniyorum yok./ Bu benim zamanım değil (Mavi Bir Gün)
Mahmut Derviş – Mavi Bir Gün

MAHMUT DERVİŞ’İN ESERLERİ

  • Asafîr Bilâ Ecnihâ 1960
  • Âşıkun Min Filistin 1966
  • Ahiru’l-Leyl 1967
  • Habîbetî Tenhedu min Nevmihâ 1970
  • Muhâveletu Rakm 48 1973
  • Yevmiyyâtu’l-Huzni’l-‘Âdî 1973
  • Vedâ‘en Eyyetuha’l-Harb, Vedâ‘an Eyyetuha’s-Selâm 1974
  • Tilke Sûretuhâ ve Hâzâ Đntihâru ‘Âşık 1975
  • E‘râs 1977
  • Medîhu’z-Zılli’l-‘Âlî 1983
  • Hisâr li Medâihi’l-Bahr 1984
  • Hiye Uğniye Hiye Uğniye 1986
  • Verdu’l- Ekall 1987
  • Erâ Mâ Urîdu 1990
  • Fî Vasfi Hâletinâ 1991
  • Ehade ‘Aşere Kevkeben 1992
  • ‘Abirûne Fî Kelâmin ‘Âbir 1991
  • Serîru’l-Garîbe 1999
  • Zâkiretun li’n-Nisyân 1982
  • Uhibbuki ev Lâ Uhibbuki 1972
  • Limâza Terekte’l-Hisâne Vahîden 1995
  • Cidâriyye 1999
  • Hâletu’l-Hisâr 2002
  • La Te’tezir ‘Amma Fe‘alti 2004
  • Ke Zehreti’l-Levz ev Eb‘aduhâ 2005
  • Fî Hadreti’l-Gıyâb 2006
  • Eseru’l-Firâşe – Yevmiyyât 2008
  • Lâ Urîdu en-Yentehiye Hazihi’ş-Şi’r 2008

Çalıştığı Bazı Dergi ve Gazeteler:

  • El- Rakkah (İsrail Komünist Partisi yayın organı) yazar ve çevirmen
  • El-İttihat
  • El-Cedid
  • El-Ehram
  • Şu’unu’l- Filistiniyye
  • El-Kermel

Aldığı Ödüller:

  • Lotus Ödülü 1969 (Afrika-Asya Yazarlar Birliği).
  • Lenin Barış Ödülü 1983 (SSCB).
  • Uluslar Arası Sanat ve Edebiyat Şeref Ödülü 1993 (Fransa).
  • Filistin Mahmûd Hamchari Ödülü 1994 (Tüm eserlerine).
  • Lennan Vakfı Kültürel Özgürlük Ödülü (A.B.D) 2001.
  • Uluslar Arası Nazım Hikmet Ödülü 2003 (Nazım Hikmet Vakfı).
  • Prens Claus Ödülü 2004 (Hollanda).
  • Bosna Stecak Ödülü 2007.

Hazırlayan:

Kader Kayhan, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

MAHMUT DERVİŞ’İN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

Yüksek Gölge’nin Övgüsü

Bu senin için olmak ya da olmamaktır,
Bu senin için yaratmak ya da yaratmamaktır.

Kaba bir güldürüdür, kendi gölgenin arkasındaki tüm varoluşsal sorunlar.

Ve evren senin
küçük not defterindir, ve yaratıcısısın sen onun.
Yaz içine öyleyse, yaratılışın cennetini.
Ya da yazma onu.

Sen, sensin sorun olan.
Ne istiyorsun? Bir rivayetten,
bir diğer rivayete yürürken?

Bir bayrak?
Ne iyiliği dokundu bugüne dek bayrakların?
Hiç korudular mı bir kenti bir bombanın şarapnelinden?

Ne istiyorsun?
Polis?
Hiç bilir mi polis, küçük yeryüzünün nerede gebe kalacağını
gelen rüzgarlardan?

Ne istiyorsun?
Egemenlik, küller üstünde?
Kendi ruhumuzun efendisi, kendi sürekli değişen varlığımızın,
efendisi olduğun halde?

Terket öyleyse,
Yer senin değil çünkü, ne de süprüntü tahtlar senin.
Sen özgürlüğüsün yaratmanın,
sen yaratıcısısın yolların.
Ve sen karşı tezisin bu devrin.
Ve terk et!
Yoksul bir dua gibi,
Yalınayak, kayaların yolundaki bir ırmak gibi,
Ve gecikmiş, bir karanfil gibi…

Sen, sensin sorun olan.
Terket varlığını kendi kendine, öyleyse,
Çünkü, daha genişsin sen halkların ülkelerinden,
Daha geniş giyotinin alanından.
Terket varlığını kendi kendine, öyleyse,
Çekil kalbinin bilgeliğine…

Yönel öyleyse Golgotha’ya,
Ve tırman benimle,…

Ne istiyorsun?
Kendi ruhunun efendisisin sen,
Sürekli değişen varoluşumuzun efendisi.
Közün efendisisin sen,
Alevin efendisi.

Ne kadar geniş devrim,
Ne kadar dar yolculuk,
Ne kadar büyük düşünce,
Ne kadar küçük devlet!

1983

Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı

Bir Filistinli Yaranın Güncesi

1
Anılardan muafız biz
El-Kermil içimizde
Celile’nin otları kirpiklerimizde
Bir nehir gibi ona uzanaydık deme bana
Öyle deme!
Memleketin etindeyiz biz… Memleket de içimizde!

2
Yavru güvercinler gibi değildik haziran öncesi
Aşkımızın prangalar arasında parçalanmayışının
budur sebebi
Biz yirmi yıldır ey bacım
şiir yazmıyoruz ama
savaşmaktayız savaşmakta

3
Gözlerine düşen o gölge
haziran ayından
alınları güneşle kuşatmaya gelen
bir ilahi şeytan!
Bir şehit rengidir o
bir dua tadı
O ki öldürür ya da yaşatır
Her iki durumda da ah ki ah!

4
Gözlerinde gecenin başlangıcı
O uzun gecenin sonundan bir damlaydı yüreğimde
Bizi şu saatte bu mekânda birleştiren
dönüş yoludur
çöküntü çağından

5
Bu gece o sesin
bir bıçak, bir yara, bir sargı
kurbanların sessizliğinden gelen bir uyku
Nerede benim ailem
Sürgün çadırından çıktılar
ve yeniden tutsak oldular

6
Aşk sözcükleri paslanmadı ama sevgilim
esarete düştü benim-Ey aşk, ey aşkım benim
Rüzgârın silip süpürdüğü balkonları
evlerin eşiklerini
günahları bana yükleyen aşk!
Günlerden bir gün
kalbim sadece gözlerini alabilmişti senin
Ve şimdi vatanla zenginleşti kalbim!

7
Tarlakuşunun sesini
işgalcilerin cehresinde
parıldayan bir hançere dönüştüren nedir, biliriz
Kabristan sessizliğini
bir festivale, hayat bahçelerine
dönüştüren nedir biliriz

8
Sen şarkı söylerken
balkonların koptuğunu gördüm duvarlardan
dağın yamaçlarına kadar uzanmaktaydı alan
Dinlediğimiz müzik değildi
Göremiyorduk sözcüklerin rengini
Odadaydı bir milyon kahraman!

9
Kanımda, onun çehresinden bir yaz
ve müstear bir nabız
Eve döndüm utana utana
yığılıp kaldı yaramın üstünde şehit
Doğum gecesinin sığınağıydı
İntizardı
Ve ben bir bayram devşiriyorum onun anısından!

10
Çiğ ve ateş, gözleridir onun
Kendisine fazla yaklaştığımda şarkılar söyler
Sessizlik ve dua an’ı, buharlaşır kucağında
Ah, dilersen şehit diye adlandır onu
Genç mi gençti barakadan ayrıldığında
Geri geldi sonra
Geri geldi
bir ilahi çehre!

11
Bu toprak emer şehitlerinin derisini
buğday ve yıldız vaat eder yaza
Tapın bu toprağa!
Tuz ve suyuz biz onun bağırsaklarında
savaşan bir yarayız bağrında

12
Kanın boğazımda ey bacı
Gözlerimde ateş
Kurtuldum halife kapısında şikâyetten
Tüm ölenler
ve gündüz eşiğinde ölecek olanlar
kucakladılar beni, bir bomba yaptılar benden!

13
Ahbapların evi metruk
İliklerine kadar çevrilmiş Yafa
Beni aramaya koyulan
sadece kendi alnını bulabildi benden
Bu ölümü bana bırak ey bacı
bu yitip gitmişliği bana bırak
ki bozgunun üstüne bir yıldız öreyim ondan

14
Ey mağrur yaram
Ne benim vatanım bir bavul
ne de ben bir yolcu!
Ben âşık, toprak maşuk!

15
Anılara daldığımda
nedamet otları yeşerir alnımda
hasretini çekerim uzak bir şeyin
Özleme teslim olduğunda
benimserin efsanelerini kölelerin
Sesimden çakıl taşları
kayadan nağmeler yapmayı yeğlerim ben!

16
Alnım gölge taşımaz
Göremem gölgemi
Tükürürüm ben
geceleri alınları aydınlatmayan yaraya!
Gözyaşını bayrama sakla
sevinçten ağlayacağız sadece
Alanda
düğün ve hayat koyalım adını ölümün!

17
Yarayla büyüdüm ben
Geceleri nasıl çadıra dönüştüğünü
asla söyleyemedim anneme
Ne kaynağımı yitirdim, ne adresimi, ne de ismimi
Onun eski püskü giysilerinde
bir milyon yıldız görmemin budur sebebi!

18
Sancağım siyah
Liman bir tabut
Sırtım bir köprü
Ey içimize yıkılan dünyanın sonbaharı
Ey içimize doğan dünyanın ilkbaharı
Çiçeğim kırmızı
Liman açık
Kalbim bir ağaç!

19
Lisanım bir su şırıltısı
kasırgalar ırmağında
Güneşin aynaları ve buğday
savaş alanında
Belki yanlış ifade ettim kimi zaman
ama-tevazu bir yana – harikaydım
kalbimi sözlükle değiştirdiğim an!

20
İkiz olduğumuzu anlamamız için
düşman lazımdı mutlaka
Meşe kökünde oturmamız için
rüzgâr lazımdı mutlaka
Çarmıha gerilen efendi
yarasını yitirmiş, ödlek bir çocuk olurdu
çarmıh tahtında büyümeseydi!

21
Bir sözüm daha var sana
henüz söylemedim
Ay’ı işgal ediyor balkondaki gölge
Memleketim bir destan
Ben çalgıcıydım orada
oldum bir çalgı teli!

22
Arkeolog taşları inceleme derdinde
kendi gözlerini arıyor efsane harabelerinde
Kendi kendini kanıtlama derdinde:
Gözleri olmayan basit bir yolcuymuşum ben!
Bana ilişkin tek bir harf dahi yokmuş medeniyet kitabında!
Ama ben usul usul dikiyorum ağaçlarımı
Ve de söylüyorum aşk şarkımı!

23
Hezimetin sırtında taşıdığı yaz bulutu
Serabın ipine seriverdi
Sultanlar neslini
Cinayet gecesinde öldürülen ve dirilen ben
İşte iyice yapıştım toprağa!

24
Sözü eyleme dönüştürme vaktim geldi benim
Toprak ve tarlakuşu aşkımı kanıtlama vaktim geldi
Bu zamanda gitarı parçalar sopa
Ben, bir ağaç peyda oldu olalı ardımda
Sararıp durmaktayım aynada!

Mahmud DERVİŞ
Türkçesi: Lütfullah Göktaş

Filistinli Sevgili

Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesine dayanılamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan koruduğum,
ötesinde acıların, gecelerin,
derinlere sapladığım.
Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
– göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.

*
Şakırdın sanki konuşurken.
İsterdim konuşmak ben de.
Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,
O bahar gibi dudaklarda!

Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapımız,
sonbahar kadar sarı
basamakları ardından
fırladı gitti
canının çektiği yere.
Aynalar oldu paramparça,
yığıldı içimize
acı üstüne acı.
Topladık sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acılı türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazın bağrına
ektik bu türküyü,
evlerin damlarına taş fırlatır gibi
fırlattık attık bu türküyü,
alın, dedik,
sancıdan kıvranan kalplere.
Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmediği!
Belki de gidişindir senin
ya da susmandır
sazı paslandıran.

*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalnız, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,
arıyordum sanki yaşlı anamı.

Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı
kapanır bir hücreye ya da bir limana,
nasıl saklanır gurbet elde
ve yemyeşil kalır?
Yazıyorum not defterime:
Limanda durakaldım…
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.

*
Seni yalçın dağlarda gördüm,
kuzularınla, kovalanan çoban kızı.
Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.
Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taşlar ve çimento
Kalbimin üzerinde.

*
Seni su testilerinde gördüm,
buğday başaklarında,
yıkık dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.
Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.
Dudaklarıma ses olacak yel sen.
Ateş ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir mağaranın ağzında
yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
Ve ahırlarda…
Ve bütün tuzlarında denizin.
Ve kumlarda…
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.

*
Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
‘Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var! ‘

*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,
adıyla sanıyla Filistin.
Düşlerin Filistin’i ve acıların,
ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i
ve çığlıkların.
Ölümün ve doğumun Filistin’i,
taşıdım seni eski defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi.
Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.
Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,
inlettim senin adına koyakları:

Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken
tüm sınırlarına Suriye’nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
‘Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin! ‘
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.

Çevirenler: A. KADİR – Süleyman SALOM

Sürgünden Mektup

Selâmlarım, kucaklarım seni
Ne demeli bilmem,
nerden başlamalı, nasıl bitirmeli,
geçip giderken durmadan günler?
İki şeyim var burda benim, sürgünde:
içine kuru ekmek koduğum bir çanta
ve ara sıra içimi döktüğüm,
kinimi tükürdüğüm bir defter.

Nerden başlamalı
söylenmiş sözlere, söylenecek sözlere?
Çekilenler bir kucaklaşmayla unutulacak mı?
Çekilenler unutulacak mı bir el sıkışmayla?
Sürgün dönecek mi evine?
Göklerden yağmur yağdıracak mı?
Tüyler çıkartacak mı yeniden
kaybolmuş kuşun kanatlarında,
ezilmiş kuşun?

Nerden başlamalı?
Selâmlarım, kucaklarım seni..
Ve…

2

Diyorum ki radyoya:
Ona söyle, ben iyiyim.
Kuşa diyorum ki:
Git ona doğru,
unutma beni, söyle ona:
İyiyim,
İyi.
Gözlerim hep ışığa dönük.
Ay hep yukarlarda.
Parçalanmadı bugüne dek eski rubam,
yırtıldı bir iki yeri yamadım.
Bir süre götürür beni.

Yirmi yaşında bir delikanlıyım,
bir düşün, yirmi yaşında,
bütün delikanlılar gibi.
Of anam, of,
hayatı sırtlamışım,
taşırım bütün insanların taşıdığı yükü,
çalışırım bir lokantada,
tabakları yıkarım,
kahve hazırlarım müşterilere.
Kederli yüzümü çıkarır,
takarım güler yüzümü,
kaçmasın diye rahatları..

3

İyiyim.
Yirmi yaşındayım.
Bütün delikanlılar gibiyim.

Cıgara içiyor, duvara dayıyorum sırtımı,
ıslık çalıyorum güzel kızlara,
öbür delikanlılar gibi.
Aman kardeşler, aman,
kızlar ne güzel,
aman ne güzel!
Hiç çekilmez bu hayat kızlar da olmasa.

Ekmeğin var mı, dedi arkadaşım,
karnım acıktı, dedi,
ekmeğin var mı?
«Kardeşler, insan aç olunca
ne kadar yüce! »

İyiyim,
İyi.
Kara ekmeğim var.
Bir sepet de sebzem.

4

Mektuplar dinledim radyoda.
sürgünlerden mektupları.
sürgünlere mektupları.
Dediler: İyiyiz,
hepimiz iyi.
Babam nasıl?
Eskisi gibi seviyor mu
dua etmesini.
çocukları.
toprağı,
zeytin ağaçlarını.
Erkek kardeşlerim nasıl?

Memur olabildiler mi?
Bir gün babam ne demişti:
Çocuklarımın hepsi öğretmen olsunlar,
defter kitap alırım onlara dişimden keser,
köyümüzde kimsenin okuması yazması yok.
Kız kardeşimiz nasıl?
Büyüdü mü?
Taliplisi var mı?
Nenem nasıl?
Hep kapı önünde mi oturur gene?
Dua eder mi bizim için?
Evimiz ne âlemde,
yıpranmış eşiğimiz, ocağımız, kapılar?

Mektuplar dinledim radyoda,
sürgünlerden mektupları,
sürgünlere mektupları.
Hepsi iyiler.

Ben iyi değilim ama.
Bir kuşku içimi kemirir yer.
Radyo bana bir haber vermedi sizden,
acı da olsa
tek bir haber.

5

Gece, ey ana,
yırtıcı, aç bir kurt,
kovalar durur yabancıyı habire,
kavaklarsa tutar rüzgârı, hiç bırakmaz.
Ey ana,
suçumuz ne?
Ölürüz iki kez:

Bir kez hayatta,
bir kez ölümde.
Bilir misin gözlerimi yaşla dolduran ne?
Bir gün hasta düşersem, ey ana,
yıkılırsa bir gün vücudum acılarla,
ne dersin, saklar mı gece
buralara sığınmış birinin anısını,
bir daha yurduna dönmemiş birinin?
Ne dersin, anar mı gece
mezarsız bir ölüyü, bir sığınığı?

Ey kavaklık, hatırla,
bir insandı
gölgende vurulup öldürülen.
O da bir insandı, der misin bilmem,
korur musun cesedimi kargaların açlığından?

Ana, canım ana,
bu satırları yazdığım ana,
hangi postacı getirecek sana bu mektubu?
Kara yolları kapalı,
hava yolları kapalı,
deniz yolları kapalı.
Ufuk gibi.

Anam, babam, kardaşlarım, dostlarım,
belki sağsınız,
belki ölü.
Belki nerde olduğunuz belli değil,
benim gibi.

insanın ne değeri olabilir,
evsiz barksız,
yersiz yurtsuz,
bayraksız,
ne değeri?

(Çev.: A. Kadir – Afşar Timuçin)

Eğreti Sözcükler Arasında

Ey yürüyenler
eğreti sözcükler arasında!
Sırtlanın isimlerinizi, çekip gidin
Saatlerinizi çekin zamanımızdan, çekip gidin
Denizin maviliğini, belleğin kumlarını
çalın dilediğinizce çalın
Dilediğinizce fotoğraf çekin ki anlayın
anlayamayacağınızı
toprağımızdaki bir taşın
nasıl öreceğini göğün çatısını…

II
Ey yürüyenler
eğreti sözcükler arasında!
Sizden kılıç – Bizden kan
Sizden çelik ve ateş – Bizden et ve can
Sizden yeni bir tank – Bizden taş
Sizden gaz bombası – Bizden yağmur
Bizim üstümüzde de sizinki gibi gök ve hava
Hissenizi alın kanımızdan, çekip gidin
Danslı yemekli bir akşam partisine gidin
Bize düşen korumaktır şehitler gülünü
Bize düşen yaşamaktır dilediğimizce

III
Ey yürüyenler
eğreti sözcükler arasında!
İğrenç tozlar gibi dilediğiniz yerden geçin ama
uçan haşarat gibi dolaşmayın aramızda!
Yapılacak işlerimiz var toprağımızda
Buğdayımız var yetiştireceğimiz
bedenimizin teriyle sulayacağımız
Sizi hoşnut kılmayacak şeylerimiz var burada:
Bir taş ya da bir keklik
Alın maziyi, dilerseniz çıkarın elma pazarına
Dilerseniz sedef bir sini içinde
Mabed-i Süleyman’ı geri verin hüdhüde
Bizimdir sizi hoşnut kılmayacak şeyler: Bizimdir yarınlar
Yapılacak işlerimiz var toprağımızda

IV
Ey yürüyenler!
Eğreti sözcükler arasında!
Yığın kuruntularınızı boş bir çukura, çekip gidin
Ayarlayın akrebini zamanın
kutsal buzağının meşruiyetine
ya da tabanca müziğinin vaktine!

Bizimdir sizi hoşnut kılmayacak şeyler, çekip gidin
Bizimdir sizde olmayanlar: Halkı kan ağlatan bir vatan
Nisyâna ya da belleğe yaraşan bir vatan
Ey yürüyenler!
Eğreti sözcükler arasında!
Nerede isterseniz orada oturun ama oturmayın
aramızda

Geldi artık çekip gitme zamanınız
Nerede isterseniz orada ölün ama ölmeyin aramızda
Yapılacak işlerimiz var toprağımızda
Burada bizimdir mazi
Bizimdir hayatın ilk sesi
Bizimdir bugün, bizimdir gelecek
Burada bizimdir dünya ve ahiret

Çıkıp gidin toprağımızdan
denizimizden, karamızdan
buğdayımızdan, tuzumuzdan, taşımızdan
defolun her şeyimizden!
Defolun
belleğimizdeki anılardan
ey yürüyenler eğreti sözcükler arasında!

Biz Kaybettik

biz kaybettik, aşk da kazanmadı hiçbir şey
çünkü sen aşksın ey aşk, nazlı bir çocuksun!
kırıyorsun göğün biricik kapısını,
söylemediğimiz tüm sözleri! çekip gidiyorsun

nice gülleri göremedik bugün
zincirlenmiş yüreğin sıkıntılarını yıkıp geçemedi nice caddeler!
yaşları bizi gafil avlayan nice kızlar
yürüyorlar göremediğimiz bir yöne… kişnemeye!

uyurken nice marşlar nazil oldu içimizi
süzülüp indi ince hilaller
dinlensin diye yastıkta. nice öpücükler çaldı kapımızı
evimizden uzaktayken bizler

kayalıklarda ekmeğimizi ararken, çalışırken
kayboldu uykumuzdan nice düşler!
nice kuşlar kanat çırptı camlarımızda
ertelenmiş bir günde, oynaşırken prangalarımızla
kaybettik durmadan, aşk da kazanmadı hiçbir şey
çünkü sen nazlı bir çocuksun ey aşk!

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu