Kusursuz Şiir
Kusursuz Şiir
Genelde sanat yapıtlarının, özelde şiirin kusursuzluğu hedeflediği açıktır. İlk bakışta sıkı sıkıya bağlanılacak bir düşünce tarzıdır çünkü. Ama bir kişilik sanatı olan şiirin, kantarın topuzunu kaçırmamak koşuluyla, şairinin farklı özelliklerini de taşıması, bir bakıma kusurlu olma cesaretini göstermesi gerekir. Şiirde kusurdan ne anlaşılması gerektiği üstünde, ölçüleri üstünde, başarılamaması halinde şairini yeteneksiz gösterebileceği üstünde epey kafa yormuştum. Kusurlu şiirin, şairine ilişkin temel, ayırıcı kişilik özelliklerini taşımayı başardığında kusurlu olmaktan çıkacağına, başka bir şey olacağına inanalı çok oldu. “İlkelliğim özelliğimdir, ayırıcı yanımdır” dediği söylenir önemli bir şairimizin. Kusursuzluğu ilkellik noktasına vardırmak istemiyorum kuşkusuz. Çapından büyük görünmeme ilkesine sarılmasından tutun da, sahiciliği, içtenliği yansıtabilmek, okuruna aktarabilmek için güzel acemilik sürecini bir bakıma yaşamı boyunca sürdürme eğiliminden söz etmeye çalışıyorum elbette.
İlgi alanımdan hiç çıkmayan bu konuya ilişkin yazısını merakla ve dikkatle okudum şair Adnan Satıcı’nın (Evrensel, 20.02.1996). Bu başlıkla yayımlanan yazısındaki yerinde saptamasıyla söyleyecek olursam, has şair “yapay görkem”in değil, doğal olanın, sahici olanın peşinde olmalıdır. Ete-kemiğe bürünen, şairi olarak görünen bir şiir, kusurlu olmayı kusurdan saymaz elbette. Güzel şiir yazmanın insanı şair etme konusunda yeterli olamayacağını kimi yazılarımda (Yeni Biçem, Düşler, Cumhuriyet Kitap), kimi konuşmalarımda yinelemiştim. Başkalarının ağzıyla usta görüneceğine, kendi ağzıyla çırak kalmayı göze alabilmeliydi şair. Yazdığı, duruşunu, bakışını, ilgi alanlarını, algı ortalamasını verebilmeliydi. Şiir en başta şairini veremiyorsa, ötekileri nasıl verebilir gibi bir soruya yanıt aramak gerekiyordu. “Komşularını kendinden fazla sevmek sahtekârlığını” göstermemeliydi şair; “bendeki sen”e ulaşabilmeliydi. “Sendeki ben”i aramaktan çok, “bendeki sen”e ulaşma macerasıdır şairlik ya da bana hep öyle gelmiştir. Kendini beğenmişlik, kendine tapınma hâli, benmerkezcilik değildir bu, başka bir şeydir.
Kusursuzluk kaygısının “yapay görkem”le çakıştığı yerde şiirin şairini ara ki bulasın! Bu tür bir görkemliliğin cücelikle eşanlamlı olabileceğini görmek o kadar da zor olmasa gerektir. Şiirin, şairini estetik boyutta disipline etmesi gerektiği, şairini onarmak ya da temize çekmek gibi bir işlevi üstlenebileceği, yaşananı değil de yaşanması gerekeni vermek isteyeceği savları ileri sürebilir, şair böyle bir hakka da sahiptir denilebilir. Bu tür itirazlara benim de itirazım olamaz. Yine de bütün bu tercihler, kaygılar sonuçta şairin kişilik özelliklerinden tümüyle koparamaz şiiri. Cürmü kadar yer yakmalıdır şair, inandırıcı olmalıdır. İçtenlikli olmalıdır. Kusursuzluk çabası yapaylığa düşüldüğünde şairini zavallı eder, gülünç duruma düşürebilir. Böylesi bir kusursuzluk kusurluluğun ta kendisidir.
Yaşamında yaprağı kımıldamayan bir şairin fırtınalar estirmeye kalkması bir kişilik sanatı olan şiirin kaldıracağı bir şey değildir. Tepe bile olamayan, bu konuda en küçük umut vermeyen insanın sıradağlar gibi görünme eğilimi hangi okura, ne ölçüde gösterilebilir? Aşksızın Kerem olma hâli olamaz şiir; korkağın cesur. Yaşamla kan bağı olmayan, yaldızlı ama içi boş dizeler toplamı da değildir şiir. Şairine özgü yapı/kurgu tekniğini de hissettiren, ısısını aktaran, rengini gösteren, kokusunu duyuran şiirdir esas olan.
Şiirlerden değil de şairlerden konuşmak durumu bence önemlidir. Şairi şiir yazandan ayıran temel belirteç, altından imzası çekildiğinde bilinir, bulunur oluşudur. Böyle bir ölçütün çağını kapattığını, modası geçmiş bir eğilim tarzı olduğunu iddia etmek ise başarılamayan bir şeye kılıf aramaktan öte bir anlam taşımaz kanımca.
İçinde şairinin gezinmediği bir şiirle okurun yeterince buluşacağı konusunda kuşkularım var. Şiirleri şairinin şiddetinden, baskısından, ipotek altına almasından kurtarmak düşüncesi ise bir şaka değeri taşır olsa olsa. Etle tırnak gibi olmalıdır şair ve şiir. Şairinin aynası olmaktan öte yüzü olmalıdır. Hadi diyelim aynası olsun; ama yüzünde sivilce varsa şairin, ayna da (şiir) göstersin sivilceyi. Köse bir şair yüzüne sık sakallı bir şiir yakışmaz.
Abdülkadir Budak (Dize, Mayıs 1996)
Ayrıca bakınız -> Abdülkadir Budak Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Şiirleri