Klasik Üslup (Klasik Şiir) Nedir? Özellikleri, Temsilcileri
Klasik Üslup Nedir? Klasik Şiir Nedir? Özellikleri, Temsilcileri
XVII. yüzyıl, hem Klasik Türk şiirinin zirveye çıktığı hem de edebiyat tarihlerinin “Orta Klasik Dönem” olarak tanımladığı bir dönemi karşılamaktadır. Bu yüzyıl, aynı zamanda Türk şiirinde aynı kaynaktan beslenen ancak birbirinden farklı tarz ve üslupları bünyesinde barındırması açısından da dikkat çekici bir dönemdir.
Yüzyıllar boyunca şairler şiirin iki temel unsurunu oluşturan söz ve anlam ile ilgili olarak birbirinden farklı tercihlere gitmişler; bu bağlamda kimi zaman sözü anlama, kimi zaman anlamı söze üstün tutmuşlar, duygu, düsünce ve hayallerini bu çerçevede dile getirmeye çalısmışlardır. Ancak XVII. yüzyıla kadar Klasik Türk şiirinde söz ile anlam arasında ciddi bir ayrışmanın olmadığı, ancak az da olsa sözün anlama üstün tutulduğuna şahit olunur. Bunu özellikle XV. ve XVI. yüzyıl şairlerinin şiirlerinde görmek mümkündür. Klasik üslupta sözün anlama göre biraz daha ön planda tutulmasının yanında, özellikle XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başlarında önce İran’da ve Hindistan’da, sonra da Türk şiirinde kendisini gösteren Sebk-i Hindî‘nin etkisiyle XVII. yüzyıl Türk şiirinde anlam boyutunda ciddî uygulama ve yorumlamalarla karsı karşıya geliriz.
Anlamın ince, derinde, kapalı ve girift/karmaşık olması gibi hususlar XX. yüzyıl başlarına kadar Türk şiirinin önemli özelliklerinden birkaçı olarak varlığını devam ettirmiştir. Şiirin anlam boyutuyla ilgili olarak bu yüzyılda dikkat çeken bir başka gelişme ise edebiyat tarihlerinde Nâbî ekolü olarak da anılan ve şiirde hikmeti, düsünceyi önceleyen Hikemî Tarz‘dır. Gerçekte ilkörnekleri yüzyıllar öncesine kadar uzanan hikemî tarz bir yönüyle şiirde anlamı eksen alan; ancak Sebk-i Hindî’den farklı olarak anlamın duygu tarafıyla değil de düsünce yönüyle ilgilenmiş ve söz konusu tarzın etkisinde kalan şairler de Klasik Türk şiirine farklı bir pencere açarak, şiirin anlam boyutunu düsünce ekseninde zengin kılmaya çalısmışlardır.
XVII. yüzyılda dikkat çeken bir başka hareket ise kökleri XV. yüzyıla uzanan, ilk başlarda daha çok dildeki uygulamalarda kendisini gösteren; ancak zamanla meselenin anlam boyutunu da içine alarak farklı uygulamaları bünyesinde barındıran Mahallileşme hareketidir. Bu bildiride XVI. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyıl sonlarına kadarki süreçte Türk şiiri üzerinde oldukça etkili olan Klasik üslup, Sebk-i Hindî, Hikemî Tarz ve Mahallileşme hareketlerinin şiirin anlam boyutu üzerinde meydana getirdiği değişme ve gelişmeler üzerinde durulacaktır.
Bu bağlamda Giriş kısmında çok kısa bir şekilde de olsa XVII. yüzyılın genel durumu, sonra XIV-XIX yüzyıllar arasında genel olarak Klasik şiirinin özünü oluşturan Klasik üslup ve XVII. yüzyılda Klasik üslubun hemen yanı başında kendisini gösteren Sebk-i Hindî, Hikemî Tarz ve Mahallilesme gibi edebî üslup/ekol/tarz hakkında kısa bilgiler verilecek ve söz konusu üslup/tarzların anlam boyutu ekseninde belli başlı özellikleri üzerinde durulacaktır. Son olarak söz konusu üslup/tarza mensup şairlerin şiirdeki anlam konusuna nasıl baktıkları çesitli şairlerin şiirlerinden alınan örnek beyitlerle irdelenmeye çalısılacaktır.
XVII. Yüzyılın Genel Durumu
Hem tarih kitapları hem de edebiyat tarihleri XVII. yüzyılı “kemâlden zevâle” geçis sürecinin başlangıcı olarak nitelerler ve özellikle Kanunî’nin son zamanlarından itibaren birçok alanda kendisini gösteren çözülme sürecinin yavas yavas ilerlediğini
belirtirler. Söz konusu çözülme sürecinin belli başlı alanları şunlardır:
1. Osmanlı merkezi yönetiminin bozulması.
2. Ekonominin bozulması.
3. Askeri sistemin bozulması.
4. Sosyal alandaki bozulmalar.
5. Eğitim sisteminin bozulması.
6. Dıs etkenler; coğrafî kesifler ve savaslar.
7. İç İsyanlar, İstanbul ve Celâlî İsyanları.
İmparatorluğun içinde bulunduğu yukarıda sıralanan bütün olumsuzluklara karsın Türk sanatı, bilimi ve edebiyatı XVII. yüzyılda en olgun ve parlak dönemini yasamıştır. Özellikle bu bildirinin konusu teskil eden edebiyat dolayısıyla şiir, birbirinden farklı şiir anlayıslarını bünyesinde barındırması açısından oldukça dikkate değer bir gelisme göstermiştir. Çünkü belli bir geleneğe tabi olan, zengin düsünce, ilim ve irfana sahip ve aynı zamanda batı edebiyatını bile etkileyen Klasik edebiyat XVII. yüzyıla kadar tekâmülünü tamamlayarak yüksek bir seviyeye ulasmıştı. Bu seviyeyi korumak ve daha da yükseklere götürme anlayısı çerçevesinde Osmanlı hanedanı eskiden olduğu gibi bu dönemde de âlimi ve sanatkârı, dolayısıyla şairi koruma politikasını devam ettirmişti. Nitekim yüzyılın başlarında Sultan I. Ahmed “Bahti”, Sultan II. Osman ise “Farisî” mahlasıyla şiirler söylemişler, IV. Murat gibi bir sahsiyet ise Nef’î’ye verdiği değer ile ayrıca dikkatleri çekmiştir. Bu arada kendileri de şair olan Seyhülislâm Yahya Efendi ve Seyhülislâm Bahayî Efendi şiirleriyle hem şairlik mesleğine itibar kazandırmışlar, hem de dönem şairlerini himayelerine alarak edebiyatın gelismesine katkıda bulunmuşlardır. Ayrıca Nef’î, Nâilî, Fehim, Sehrî ve Nesatî yanında yüzyıl sonlarında kendi adıyla anılan bir ekolün ortaya çıkmasına vesile olan Nâbî gibi şairler, düz yazı alanında ise Evliya Çelebi, Naimâ, Kâtip Çelebi, Peçevi, Koçi Bey, Nergisî, Veysî gibi ünlü sahsiyetler yetismiştir.
Klasik Üslup
XIV. yüzyıldan itibaren kendi ayakları üzerinde durmaya çalısan Türk/Divan şiiri XV. yüzyıldan itibaren klasiklesme ya da gelenekselleşme yönünde ilk ciddi adımlarını atmış ve Necatî Bey ve Ahmed Paşa gibi şairlerle, bu yöndeki kararlılığını ortaya koymuştur.
Kendi klasiklerini oluşturma süreci özellikle Bâkî, Hayalî Bey, Zâtî ve Fuzûlî gibi birbirinden değerli şairlerin çabalarıyla XVI. yüzyılda artarak devam etmiş ve imparatorluğun geldiği noktaya paralel bir olgunluğa ve gelişmişliğe kavumuş, XVII. yüzyılda ise zirveye ulaşarak en parlak dönemini yaşamıştır.
Türk şiirinin kendi kimliğini ve kişiliğini bulma serüveni, beraberinde kendi “Klasik üslubunu” gerçekleştirme çabalarını da arkasına almış ve bu konuda yukarıda adları zikredilen şairler başta olmak üzere çok sayıda sanatçının çabalarıyla XVI. yüzyılda “İlk Klasik Dönem”ini yaşamıştır. İlk Klasik dönem ile birlikte artık Klasik bir üslubun varlığı da kendisini iyide iyiye hissettirmiş, dahası XVII. yüzyılda kendi Klasik üslûbu yanında, hem kendi öz kaynağından (Klasik Türk şiiri) hem de kendisine pek de uzak olmayan kaynaklardan (Fars ve Hint edebiyatları) neş’et eden birbirinden farklı üslup/tarzları kendi bünyesinde mecz etme başarısını göstermiştir. Şiirin anlam ve söz gibi iki temel unsuru vardır ve söz konusu iki unsurdan biri olan anlamın Klasik Türk şiirinde hem daha çok sembolik bir dil üzerine kurulduğu, hem de dolaylı bir şekilde dile getirilmeye çalısıldığı bilinen bir gerçektir. Böylesine bir ifade tarzının yani duygu, düşünce ve hayallerin sembolik bir dil aracılığıyla ortaya konulmasının Klasik İran şiirinde yüzyılları bulan bir süreç sonucunda görüldüğü, daha sonra da çesitli vesilelerle Türk şiirinde kullanıldığı bilinmektedir.
XV. yüzyılda Ahmed Paşa ve Necati Bey, XVI. yüzyılda Hayalî Bey, Zâtî ve özellikle Bâkî ile temsil edilen âşıkâne ve rindane söylem, genel hatlarıyla dış dünyaya açık ve âhenkli bir söyleyişi öncelemiştir. Burada şiirde dile getirilen ve işlenen tema/anlamdan çok, söz konusu tema/anlamın nasıl ortaya konulacağı sorunu üzerinde durulmuş ve buna öncelik verilmiştir. Bu arada “Klasikleşme” sürecinde dile çok sayıda Arapça-Farsça kelime ve tamlamalar girmesine karşılık, aruzun Türkçeye uydurulması neticesinde pürüzsüz bir söyleyişin gerçekleşmesi de ayrıca Klasik şiir ve üslubun geldiği noktayı göstermesi açısından dikkate değer gelişmelerden biri olarak kabul edilebilir.
Klasik üslubun anlam boyutuyla ilgili belli başlı özellikleri şu sekilde sıralanabilir:
1. Söz-Anlam İlişkisi
Klasik üslupta şiirselliğe, ahenge ve söze anlamdan daha çok önem verilmiştir. Yani daha çok şiirin dış boyutuyla ilgilenilmiştir. Ancak buradan iç boyutun yani anlamın ihmal edildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Özellikle Bâkî’nin şiirlerinde karşımıza çıkan bu ilişki XVII. yüzyılda Şeyhülislâm Yahya ve Bahayî gibi şairlerin şiirlerinde en olgun örneklerini vermiştir
2. Anlamın dile getirilişinde başvurulan zarif ve sade söyleyiş.
Ahmed Paşa ve Necati Bey ile başlayan, Bâkî ve Hayalî Bey ile devam eden zarif, ahenkli, sade, yerli ve nükteli söyleyis XVII. yüzyılda Şeyhülislâm Yahya, Şeyhülislâm Bahâyî, Nedim-i Kadîm ve az da olsa Nef’î gibi şairler tarafından zenginlestirilerek devam ettirilmiştir. Bu bağlamda Klasik üslup şairleri duygu ve lirizmden ziyade, şiir tekniğindeki sağlamlık, ahenk ve akıcılığa önem vermişlerdir. Ancak bununla birlikte özellikle XVI. yüzyılda Fuzûlî gibi şairlerin şiirlerindeki lirizm ve duygunun en üst seviyede kendisini gösterdiği de ayrı bir gerçekliktir. Bu durum şiirin anlam dünyasını da derinden etkilemiş, anlam ile söz bir bütün olarak bir değer kazanmasına vesile olmuştur.
3. Anlam boyutunda işlenen konu-tema.
Klasik üslup şairlerinin işlediği konular çoğunlukla aşk, şarap, kadın, rintlik ve tabiattır. Söz konusu durum İran’daki Klasik üslup yani Sebk-i Irakî ile çok yakından benzerlik göstermektedir. Bunların yanı sıra ferdi boyutta kalan ıstırap ve tasavvuf gibi konuların islendiği de görülmüstür. Özellikle XVI. yüzyılda Fuzulî’nin şahsında şekillenen ıstırap ve tasavvuf gibi konular XVII. yüzyılda Sebk-i Hindî şairleri için neredeyse şiir yazmanın temel amaçlarından hâline gelmiştir.
4. Anlamın dile getirilişinde kullanılan dil-Türkçe.
Genel anlamda bir şairin duygu, düşünce ve hayallerini dışa vurmada kullandığı yegâne malzeme dildir. Bu bağlamda XVII. yüzyılda özellikle şiirde rahat ve tabii bir Türkçe kullanıldığı görülmüştür.
Özellikle Bâkî’nin şiirlerinde karşımıza çıkan İstanbul Türkçesine ait izleri XVII. yüzyılda başta Nef’î ve Şeyhülislâm Yahya olmak üzere çok sayıda şairin şiirinde görmek mümkündür.
5. Mazmun/Mecaz Dünyası.
İran şiirinde olduğu gibi, Klasik şiirin anlam dünyasının da şekillenmesinde mazmun ve mecazların çok ayrı bir yeri ve öneminin olduğu bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte ilk önceleri İran edebiyatından alınan; ancak daha sonraları kendileri tarafından kurumsallastırılan mecaz ve mazmun sisteminin kalıplasması, bir başka ifadeyle geleneksellesmesi ve şiirde ortak bir “anlam evreni”nin olusması Klasik Türk şiirinin karakteristik özelliklerinden biri hâline gelmiştir.
Kaynak: Makale: 17. Yüzyıl Klasik Türk Şiirinin Anlam Boyutunda Meydana Gelen Üslup Hareketleri: Klasik Üslup/ Doç. Dr. Şener Demirel
17.Yüzyıl Divan Şiirinde Tarzlar/Üsluplar/Akımlar