KALABALIK YALNIZLIK
KALABALIK YALNIZLIK: ANTİK ÇAĞDAN GÜNÜMÜZE DOĞRU BİR BAKIŞ*

”Kalabalık yalnızlık” kavramı son yıllarda popüler oldu. Bu popülariteyle beraber toplum içindeki yalnızlık, olumsuz bir şeymiş gibi görülmeye başlandı. Yalnızlığın olumsuz tarafları olmasına rağmen bireyin gelişim sürecini düşündüğümüzde yalnız hissetmenin olağan ve birey olmanın getirdiği bir duygu olarak kabul edilmesi gerekir diye düşünüyorum. 2024’te TDK tarafından yılın kelimesi seçilen bu kalıp, anlamsal olarak aslında bugüne ait bir ifade değil. Teknoloji ve sanayi gibi birçok faktörün etkisiyle gelişen modernleşmenin, hayatımızdaki yerini arttırdığı bir durum sadece. Kalabalık içinde yalnızlığı hissetmek eski çağlardan beri vardı. Antik Çağ’dan Stoacılar, Kinistler, Modern Çağ’dan Nihilistler, Yakın Çağ’dan Varoluşçular ve başka felsefi ekoller bu olgudan bahsetmişler ve teorilerini bireysellik üzerinden geliştirmişlerdir. Hepsi, insanoğlunun toplum içindeki bireyselliğini farklı şekilde değerlendirmiştir. Stoacılar içinse ”kalabalık yalnızlık” günümüzdeki olumsuz bilinen anlamından çok daha farklıydı.
Dünyayı, evreni, insan doğasını algılama biçimlerini çok sevdiğim Stoacılık, milattan önce var olan ve milattan sonra ikinci yüzyıla kadar devam eden Helenistik felsefe ekollerinden biridir. Onlara göre her çeşit acı, ölüm, hastalık, vb., doğaldır ve bunlara sabretmek ve kayıtsız kalmak gerekir. Doğal ölçü, insanoğlunu eşitliğe ve bağımsızlığa götürür. Yalnızlık kavramı özelinde, insanın tek başına var olabileceğini, diğer insanlarla iletişim kurmadan yaşayabileceğini savunmuşlardır. Bu konunun Antik Çağ’da, günümüzdeki bireyselleşmeye kıyasla daha sosyal bir toplumda konuşulması ve ana sorun olarak ele alınması kulağa çok ilginç geliyor. Bu demek oluyor ki, günümüz insanı, dünyada bulunan dış etkenlere (bireyselleşme, yalnızlaşma, piyasa rekabeti vs.) kapalı olsa da günün sonunda, Antik Çağ düşünürleri gibi yalnız hissedecek. Çünkü yalnızlık insanın doğasındadır.
Yalnızlığın insanın doğasında olduğu fikri Stoacılarda vardır. Onlara göre insan, dışarıdan gelen ve insanın ruhunu olumsuz etkileyecek tüm etkenlere umursamaz olduğu zaman ve kendi içindeki ahlaki değerlere sahip olduğu zaman kendini gerçekleştirmeye yani insan olmanın son evresine, ideal insanlığa ulaşacaktır. Bu anlayışa göre insan ancak yalnızken idealliğe ulaşabilir. Günümüzdeki toplum içinde yalnız hissetme anlayışının aksine ne kadar olumlu ve motive edici bir bakış, değil mi? Stoacıların zihniyeti faydacı ve oldukça bireysel gözükebilir ancak, ne kadar reddedilse de, her insan kendini düşünerek hareket eder ve bundan dolayı da yalnızlığı her birey hisseder. Yani, insanın bencil doğasını kabullendiğimizde yalnızlığı bir artı olarak görmeye başlayabiliriz.
Günümüzdeki ”kalabalık yalnızlık” tanımı ise gittikçe artan kapitalist sisteme de bir eleştiridir sanki. Sınıfsal rekabetin, faydacılığın, ekonomik buhranda hayata tutunmanın verdiği telaş içinde herkes kendi köşesine çekilmiştir. Bunun da etkisiyle önceki dönemlere nazaran ilişkilerdeki yüzeysellik, insanın derin duygu ve düşüncelerine inmemek, artmıştır. Peki bu, modern ekonomik sistemde arttığı bahsedilen kötülükleri Stoacılar destekliyor mu demektir? Bunun cevabı koca bir ”hayır” olur çünkü Stoacılara göre insanda doğal bir erdem/ahlak anlayışı vardır ve bu anlayışta insanoğlunda adaletin, bilgeliğin, ölçülülüğün olması gerektiğini savunurlar. Kaba bir tabirle, Stoacılar yarış atı olmayı savunmazlar.
Günümüzdeyse bazı kapitalist sistemi öven ve insanları çalışmaya teşvik eden sosyal medya hesapları Stoacılık felsefesini kullanan ”motive edici” paylaşımlar yapıyor. Bu hesaplar, dünyaya karşı maddeci bir bakışla, yalnızca çalışmanın ve disiplinin önemini vurgulayıp araba, ev almanın ve lüks yaşamanın çok önemli olduğunu belirtiyor. Fakat dünyevi zevklerin peşinde koşmak Stoacı felsefeyle uyuşmayan bir durumdur aslında. Yani Antik Çağ’daki Stoacılar, paraya, gösterişe, zenginlik gibi dış dünyada bulunan şeylere dışsal faktörler oldukları için kayıtsız kalmışlardı; bunların iyi ya da kötü olduklarını söylememişlerdi. Ancak bu demek olmuyor ki Stoacılar yoksulluğu savundu: en bilinen Stoacılardan biri olan Marcus Aurelius, Roma imparatoruydu. Fakat onlar ölçülü olmayı iyi bir özellik olarak gördüler: maddiyata ve diğer dünyevi zevklere bunun gibi ahlaki değerleriyle yaklaştılar.
Stoacılar için maddiyat, olması gereken fakat abartılmaması gereken bir durumdu. Yaşamak için bir araçtı kısacası. Erdemli olmak ise en büyük değerdi. Hayatın amacını mutluluğa ulaşmak olarak gören Stoacılar için yalnızlık da bir ahlaki değerdi. Dış etkenlere karşı zihin, kendi içine odaklandığında ancak kendini gerçekleştirebilir. Yani yalnız kalmak zorunludur. Onlara göre insan, diğer insanlar olmadan hayatta kalabilir ki kendini gerçekleştirme olarak düşündükleri an, tam olarak bu yalnızlıkta gerçekleşir. Apati, Stoacı düşünürlerin ulaşmak istedikleri ya da olmaya çalıştıkları ruh halidir. Bu halde, insan, duyu organlarından elde ettiği bilgilerini askıya alır. Böylece insan, önyargılarından kurtulup her olayı olduğu şekilde algılayabilen, dinginliğe ulaşmış ruha sahip olur. Günümüzde ise yalnızlığın Yakın Çağ’daki teknolojik gelişmeler ve ekonomik sistemle arttığını savunan popüler görüş, negatif yüklü fikirleriyle önceki çağlardaki düşünürlerin yalnızlık ve bireysellik hakkında neler dediğini atlamakta gibidir. Bilgiye erişimin oldukça kolay fakat bundan dolayı bilgi kirliliğinin de pekâlâ yüksek olması, çoğunluğu ekonomik ve sosyal sebeplerin de etkisiyle depresif olmaya yatkın toplumumuzu daha da umutsuz ve kötü ruh halinde olmaya itebilir.
”Kalabalık yalnızlık” kavramının popüler incelemelerinin de tarihsel bağlamlarından kopukluğu sebebiyle bilgi eksikliği ve bilgi çarpıklığı içerdiğini; dolayısıyla bu incelemelerin bilgi kirliliğine varacak bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Bence bu değerlendirmelerde ve tanımlamalarda kalabalıkta olup yalnız hissetmenin kasıtlı olumsuzlaştırılması vardır. Oysa birçok düşünür, yalnız hissetmenin ve bireysel olmanın iyi bir özellik olduğunu vurgulamaktadır. Hisleri bir kalıba sokmak yerine onların olağan olduğunu kabullenip yalnızlığın ne kadar faydalı olabileceğini görmekte fayda var. ”Kalabalık yalnızlık” kavramını açıklayan felsefecilerin, T. S. Eliot gibi yazarların ve William James gibi başka alandan düşünürlerin ifadeleri dikkate alınıp toplum için daha kapsamlı terimler üretilirse hem popülist furyadan kopmuş hem de insanların gündelik yaşamına daha olumlu bir katkı sağlamış oluruz.
Bu yazımda dikkat çekmek istediğim nokta, ”kalabalık yalnızlık”ı popülist söylemlerinden biraz da olsa kurtarmaktır. Stoacı felsefeyle ”kalabalık yalnızlık”ı açıkladığım bu yazıda, başkaları aynı terimi farklı düşünürlerin veya anlayışların fikirleriyle açıklayabilir. Nitekim olması gereken de budur çünkü yalnızlık göreceli, öznel değerlendirilen, bir kavramdır. Olmaması gereken ise bu öznel kavramları popülist açıklamalarda olduğu üzere basmakalıp bir şekilde tanımlamaya çalışmaktır. Tarihte her çağda toplumların güzellik, giyim, töre vb. anlayışları nasıl değiştiyse durumlar ve hisler hakkında anlayışları da değişmektedir. Kim bilir, belki de yirmi yıl sonraki popülist söylemde yalnızlık bu kadar kötü görülmez.
Tüm bu bilgiler ışığında, şu anda nasıl bir hayat düzenine sahip olmalıyız ki mutluluğa ulaşabilelim? Stoacıların hayattaki hedefleri buna ulaşmak iken, bu konuda onlardan başka birileri bize daha iyi örnek olamaz diye düşünüyorum. Antik Çağ’daki Stoacılar günümüzde yaşasaydı kendi mutluluklarını önceleyen fakat bunu öncüllerken erdemli olmayı da ihmal etmeyen, ekonomik sistemlere eleştirel bir tavır takınan ve etrafta olan olayları bazen sadece izleyen bazen de sesini çıkaran; kısacası hayatın akışında kalmaya çalışan insanlar olurlardı. ”Kalabalık yalnız” olup bu hallerinden kesinlikle memnun olurlardı. Hayatın hangi durağında olursak olalım; üzüntü, korku, öfke… Stoacı bir zihniyetle hayata ve yalnızlığımıza baktığımızda bizi her zaman son durakta mal, mülk, olumsuzluk değil; mutluluk bekliyor olacak.
* Rana Hasan; Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı – Tarih.