İcaz Nedir?
İcaz Nedir? İcaz Söz Sanatı Özellikleri, Örnekleri
İcaz, bir düşünceyi çok az sözcükle özlü bir şekilde anlatmadır. Kısaltmanın anlamı güçleştirmemesine dikkat edilir. Buna icaz-ı muhil denir. Az söz yüklü anlamla ifadeye makbul icaz denir.
Atasözleri, vecizeler, hikmetli sözler bu gruba girer. Makbul icaz iki türdür:
Hafz yoluyla icaz: Anlama zarar vermeyecek şekilde bazı sözcükler atılır. Bu cümle çıkarılarak da yapılabilir. Sözcük çıkarmaya icaz bi’l-harf denir.
Örnek:
Bir pâreye bini âferinin
Pâpûşu atıldu Gevherî’nin (Ziya Paşa)
Şair burada “papucu dama atıldı’yı “papucu atıldı” diye kısaltmış.
İcaz, cümle çıkarılarak yapılırsa icaz bi’l cümel adını alır.
Örnek:
“Ahmet ders çalışsaydı.”
Burada “başarılı olacaktı” cümlesi çıkarılmış.
Tazammum yoluyla icaz: İfadeden sözcük ve cümle atılmadan yapılan icazdır. İki türü vardır.
İcaz bi’t-takdîr: Amaç az sözcükle anlatılırken ihatalı anlam da çıkar.
Örneğin: “Ateş düştüğü yeri yakar”
İcaz bi’l-kasr: Hiçbir sözcük atılmadan anlamca zengindir. Örneğin “Akacak kan damarda durmaz” gibi.
İcaz Detaylı Bilgi:
Îcâz, belâgatte bir cümlede kullanılan sözcüklerin ifade edilmek istenen maksada göre azlık ya da çokluğunu veya cümlenin uzunluk ya da kısalığını belirlemek için üç ölçüt vardır: Îcâz, itnâb ve müsâvât.
“Îcâz”ın asıl anlamı “sözü kısaltmak”, “itnâb”ınki ise “sözü uzatmak”tır.
Bir maksadı sıradan insanların günlük hayatta kullandıkları ifadelere göre daha az sözle ifade etmeye ya da onu ifade için yeterli en az sözle söylemeye “îcâz”, daha çok sözle ifade etmeye de “itnâb” denir.
Sözü güzel ve maksada uygun olarak ifade edebilen biri, muhatabının durumunu göz önünde bulundurarak maksadını sıradan insanların günlük hayatta kullandıkları sözlerle ifade ederse buna da “müsâvât” denir. Îcâz ya da itnâb olduğunda belirsizlik bulunan sözler genellikle “müsâvât” olarak değerlendirilir. Ancak bir sözün uzunluğundan ya da kısalığından söz edebilmek mümkün olduğu hâlde, bu konuda üçüncü bir boyut belirlemenin güç olduğunu ileri sürenler de vardır.
Belâgatte îcâza büyük önem verilmiştir. Îcaza verilen bu önemi onun özellikle ayrı bir bilim dalı hâline gelmeye başladığı ilk dönemlerde belâgat ile özdeş tutulmuş olmasından da anlamak mümkündür. Îcâz bazen bir kusur olabileceği gibi itnâb da bir meziyet olabilir. Nitekim Nef’î,
Du’âyile sözü hatm idelüm zîrâ hakîkatde
Sözün gevher olursa yegdür itnâbından
îcâzı beytinde söz inci gibi değerli olursa, yani ifadede bu başarılmışsa “îcâz”ın “itnâb”dan daha iyi olduğunu söylemektedir.
Bir ibarenin uzunluk ve kısalığını belirlemenin ölçütü, ortalama kültür düzeyine sahip sıradan insanların genellikle dilde hazır malzeme olarak bulunan sanatlı, mecazlı ifadeler de dahil olmak üzere hakikat düzleminde iletişim kurdukları günlük dildir. Sözün “muktezâ-yı hâl(=sözün gereği)”e uygun olarak ifade edilmiş olup olmaması da bu konuda esas alınan ikinci derecede başka bir ölçüttür. Bundan dolayı îcâz “az sözle çok anlam ifade etme”nin yanı sıra, “ifadesi amaçlanan anlamın gereği ne ise o kadar sözle ifade etmek” diye de tanımlanabilir.
Şiir dilinin en önemli özelliklerinden biri, kısa ve eksiltili anlatımdır. Bu, şiirde gereksiz kelimeleri kullanmamak, ifadede anlamları ve çağrışımları zengin sözcükleri seçmek ve cümlenin unsurlarında eksiltmeye gitmekle sağlanır. Kısa ve eksiltili anlatım aynı zamanda metnin kalıcılığını da sağlayan önemli bir etkendir. Ancak kısa şiir ve mısralarla îcâzı birbirine karıştırmamak gerekir; çünkü, îcâz biçimde değil, ancak ifadede olabilir. Eğer îcâz biçimde olsaydı her kısa cümle ya da mısra îcâz olarak nitelenebilir, bu vasfı alabilirdi. Bu yüzden îcâz niteliği kazanmaya en uygun ifadeler kelimelerin temel anlamlarının değil, daha çok çağrışımları, yan anlamları zengin olan mecazî anlamlarının kullanıldığı ifadelerdir. Bir düşünceyi ifade etmek için kullanılan az sayıda kelime ya da kısa bir ibare asıl söylenmek isteneni ifadeye yetiyorsa bu îcâz söze güzellik katar; yetmiyorsa, îcâz-ı muhill (=anlamı bozan îcâz) ya da ihtisâr-ı muhill (=anlamı bozan kısaltma) adını alır ve bir meziyet değil kusur sayılır.
Îcâz her ne kadar söze değer katan bir özellik olsa da bunu belirleyen ölçü, îcâ-zın yerinde ve durumun gereğine uygun olarak yapılmış olmasıdır. Bu nedenle îcâz, her durum ve zamanda makbul sayılan bir şey değildir. Îcâz, îcâz-ı hazif ve îcâz-ı kısar olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Îcâz-ı hazif (=eksiltmeyle yapılan îcâz):
Sözden kelime ya da cümle çıkarma ile yapılan îcâzdır. Bu tür îcâzda, ibarede eksiltme yapıldığının belli olması, anlaşılması gerekir. Eksiltme ile yapılan îcâzın bazı örnekleri dilbilgisindeki kısaltma gruplarına girer. Bu yolla yapılan îcâza genellikle bilinen ya da tahmini kolay hususları söyleyerek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli olan noktaya çekmek ya da karine(=ipucu)yle anlaşılabilecek şeyleri dile getirmeden bunların anlaşılmasını muhatabın yorumuna bırakarak anlam zenginliği kazandırmak amacıyla başvurulur. Bu yolla meydana gelen îcâzlar, estetik kaygılar ve benzeri nedenlerle yapılabileceği gibi, vezin gereği de yapılmış olabilir. Cümle yapısında genellikle mantıksal sıralamanın egemen olduğu darb-ı mesel(=atasözü)ler, îcâzın bu türünün en iyi örnekleridir. Örnek olarak “Kâh nalına, kâh mıhına, sonunda becerdi.” cümlesinde “vurarak” gibi bir zarf-fiil ya da “vurdu” gibi bir fiil, “Hayırlı işler!” dileğinde de “dilerim” ya da “olsun” gibi bir fiil hazfedilmiştir,
Seviyorum… Goncalar senin on beş yaşındır. ( Faruk Nafiz)
mısraında da estetik amaçlarla böyle bir ifadenin kullanılmış olduğunu görüyoruz.
Bir sözde hazif yapıldığının anlaşılmasını sağlayan üç şey vardır: “Akıl”, “cümlenin kendisi” ve “geleneksel üslûp”.
Okutmadılar ortadan sonra
Tahsilim de kaldı yarım(Behçet Necatigil)
dizelerindeki “orta” kelimesi “orta okul” ibaresinin kısaltılmışıdır. Burada hazfin olduğunu gösteren “geleneksel üslûp”tur.
2. Îcâz-ı kısar:
Az ve öz söz söyleyerek yapılan îcâzdır. Cümlede bir eksiltme yapmadan kısa bir söze çok anlam sığdırmak; herkesçe kullanılan yaygın tanımına göre de “sözün az, anlamın çok olması”dır. Buna Namık Kemal’in,
Bârika-i hakîkat müsâdeme-i efkârdan çıkar
sözünü örnek olarak gösterebiliriz. Burada gerçek dünyada bulutların çarpışma-sıyla meydana gelen şimşek ve bu şimşeğin etrafı aydınlatması, teşbih ve mecazlı bir üslûpla soyut bir alana taşınmış; fikirlerin çarpışmasıyla gerçeğin ortaya çıkması birtakım çağrışımlarla zihinde canlandırılarak “gerçeğin karanlıkları aydınlatan bir şimşeğe benzediği ve bu şimşeğin farklı görüşlerin çarpışmasından meydana geldiği, böylece insanların zihinlerini aydınlattığı…” söylenmiştir.
Güli yok gülsitanda n’eylersin ( Emrî)
mısraında da bu tür bir îcâz vardır.
Şartlarına uygun olarak yapılan îcâzın her türünde belâgat vardır. Fakat bunların en değerlisi “îcâz-ı kısar”dır. “Îcâz-ı hazif” derece itibarıyla “îcâz-ı kısar”dan sonra gelir; veciz söz nitelemesi de genellikle “îcâz-ı kısar” için kullanılır.
Îcâz konusu Türkçe belâgat kitaplarında Arapça belâgat eserlerinin çizdiği çerçeve içinde ele alınmıştır. Recaizade Mahmud Ekrem (öl. 1913) ise bu konuda farklı bir yol izleyerek îcâzı “münakkahiyyet (=özlü söz söyleme)” konusu içinde ele almış ve sadece “îcâz-ı kısar” üzerinde durmuştur. Ona göre îcâz en çok fıkıh ya da kanun ile ilgili hükümlere, atasözlerine ve hikmetli (=felsefî) sözlere yakışır.
Îcâz, belâgatte söz ve anlam ilişkisinin konu edildiği i’tilâf ve haşvin yanı sıra sanatlı ifade yolları olan mecâz ve kinâye ile de ilgilidir.
Ayrıca bakınız ⇒ İtnap Söz Sanatı