Hikâye: Rehine – (Schiller)

“Dostluk” Konusunda Hikâye: Rehine – (Schiller)

Hikâye: Rehine – (Schiller)

Damon, elbisesinin altında bir hançer saklayarak, Sirakuza Kralı Diyonis’in yanma sokuldu. Koruyucular hemen kendisini yakalayarak zincire vurdular.

Kral öfke ile sordu:

– Bu hançerle ne yapacaktın? Söyle bakalım!

– Şehri bir zalimden kurtaracaktım.

– Bu arzunun cezasını darağacı üzerinde göreceksin.

– Ölüme hazırım. Af ve aman dilemiyorum. Yalnız bana küçük bir lütûfta bulun: Kız kardeşimle nişanlısını evlendirmek üzere üç günlük mühlet. Arkadaşım benim yerime rehine olarak kalacak ve sözümde durmaz isem, öcünü ondan alabileceksin.

Kral kızgın bir alayla güldü ve biraz düşündükten sonra, cevap verdi:

– Sana üç gün müsaade ediyorum. Fakat bilmiş ol ki, bu müddet bittiği zaman görünmediğin takdirde, arkadaşın senin yerine geçecek ve ben seninle ödeşmiş olacağım.

Damon, arkadaşına koştu:

– Kral benim talihsiz teşebbüsümün darağacı üzerinde cezalandırılmasını istiyor. Bununla birlikte, kardeşimin evlenmesinde bulunmak üzere bana üç gün müsaade ediyor. Ben dönünceye kadar onun yanında rehine olarak kal!

Arkadaşı hiç sesini çıkarmadan onu kucakladı, kendini zalim krala teslime gitti. Damon oradan ayrıldı.

Üçüncü gün şafak sökmeden, kardeşi ile nişanlısını birleştirmiş, mühleti geçirmemek için mümkün olduğu kadar acele geri dönüyordu. Fakat sürekli bir yağmur çabuk yürümesine mâni oldu. Geçtiği dağlarda kaynaklar sel hâline gelmiş, dereler ırmak hâlini almıştı. Yolcu değneğine dayana dayana bir ırmağın kenarına geldiği zaman, büyüyen suların iki kıyıyı birleştiren köprüyü kırıp götürdüğünü ve kemerleri yıldırım gürültüsü ile harap etmekte olduğunu gördü. Böyle bir engel karşısında umutsuzluğa düşerek, kıyıda çırpınmaya, sabırsız bakışlarla uzakları süzmeye başladı. Gitmek istediği yere onu geçirmek için kendisini tehlikeye atacak hiçbir kayık, yaklaşan hiçbir gemi görünmüyor ve sular gittikçe deniz gibi kabarıyordu.

Kıyıya düştü ve ellerini göklere kaldırarak, ağlamaya başladı:

– Ah, Tanrım! Bu kükreyen sulan sakinleştir! Zaman geçiyor. Güneş tam tepemize geliyor. Biraz daha ufka yaklaşır ise, arkadaşımı kurtarmak için çok geç kalacağım.

Dalgalar kızgınlığı arttırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Sular suları itiyor, saatler geçiyordu. Damon artık tereddüt etmedi, hemen coşkun ırmağın ortasına atıldı. Sularla çetin bir savaş yaptı ve zaferi kazandı. Karşı kıyıya geçince, Tanrı’ya şükrederek yürüyüşünü hızlandırmaya başladı. Birdenbire, ormanın en sık yerinde kana susamış bir eşkıya sürüsü çıkarak üzerine atıldı ve korkutucu topuzlar ile yolunu kesti.

– Benden ne istiyorsunuz? Hayatımdan başka bir şeyim yok. Onu da krala ve kurtarmaya koştuğum arkadaşıma borçluyum diyerek, kendisine yaklaşan bir topuzu yakaladı. Üç haydutu vurarak yere serdi, ötekiler kaçtılar.

Yakıcı bir güneş… Damon yorgunluktan kırılan dizlerinin vücudunun altından kaçtığını hissediyordu.

– Ne işitiyorsun? Bu güzel sesi çıkaran acaba bu dere mi?

Durarak dinledi. Yanındaki taşlıktan neşeli bir kaynak fışkırıyordu. Sevincinden sarhoş olan yolcu eğildi ve yanan vücudunu serinletti.

Güneş şimdi bakışlarım yapraklar arasından uzatarak, yol boyunca dev gibi gölgelerle ağaç şekilleri işliyordu. İki yolcu geçti. Damon onlardan hemen uzaklaştı.

Fakat aralarında bir şey konuştuklarını işitmişti:

– Şu an onu darağacına çekiyorlar!

Yetişememek ihtimali Damon’a kanat verdi ve korku kendisini kamçıladı. Sonunda, uzaktan batan güneş altında Sirakuza şehrinin kuleleri göründü. Çok geçmeden evinin sadık bekçisi Flostratus’a tesadüf etti.

Flostratus onu hemen tanıdı ve titredi:

– Kaç! Artık arkadaşını kurtarmanın zamanı geçti. Hiç olmazsa kendi canını kurtar. Şu dakikada o can veriyor. Her an hiç umudunu kaybetmeden seni bekliyordu ve zalimin alayları sana olan itimadını sarsmamıştı.

– Pekâlâ, mademki onu kurtaramayacağım, onun felâketini paylaşmalıyım. O kanlı zalim, “Bir dost, bir dosta ihanet etti!” demesin. Bir yerine iki kişiyi kurban ederek, fazilete daha çok inansın.

Damon, şehrin kapılarına geldiği zaman güneş batıyordu. Darağacını ve etrafında halkı gördü. Arkadaşını asmak için bir ipe takmışlar, henüz kaldırıyorlardı.

– Dur cellat! İşte, ben geldim.

Halk hayret içinde kaldı. İki arkadaş yarı sevinç içinde kucaklaştılar. Hiç kimse bu manzara karşısında duygusuz kalamazdı. Kral bile bu parlak haberi heyecanla öğrendi ve ikisini de huzuruna getirtti.

Uzun bir müddet seyrettikten sonra:

– Hareketiniz kalbimi size bağladı, dedi.

– Demek ki mertlik ve dostluk bağlılığı boş kelimeler değilmiş. Şimdi benim de sizden bir ricam var. Beni de dostluğunuza kabul edin ve üçümüzün kalbi bundan soma bir olsun.

Rehine, Friedrich von SCHİLLER (Frederik Von Şiller).

Manzum olarak çeviri:

REHİNE

Zalimler zalimi Diyonis’e yaklaşırken gizliden
Damon’un üzerinden çıkar bir hançer
Hemen zincire vurur onu zaptiyeler;
“Neydi amacın, söyle, bu hançerle sen?”
Kaşlarını çatarak ‘canavar’ gürler birden:
“Zalim, senin elinden memleketi kurtarmak!”
“Çarmıha gerilince uslanırsın çabucak!”
Damon hiç çekinmeden: “Ölmeye hazırım.” der.
“Sana hayatım için yalvaracak değilim,
Yalnız, var senden ufacık bir dileğim.
Ne olur, şimdi bana üç günlük bir mühlet ver.
Bu da kız kardeşimi evlendirmeye yeter;
Bir dost bırakacağım sana rehin olarak,
Dönmeyecek olursam, onu öldür boğarak.”
Kral bunu duyunca sinsi sinsi gülümser,
Önce biraz düşünür, sonra söze başlar:
“Peki, bu üç gün için sana lutfen izin var.
Fakat şunu bil ki sen, geçer geçmez bu günler,
Geri dönerek derhal teslim olmazsan eğer,
Dostun senin yerine çarmıha gerilecek,
Senin ölüm cezansa hemen affedilecek.”
Derhal dostuna koşar: “Müstebitin emri var,
Beni öldürmek için çarmıha gerdirecek,
Başarısız suikasti kanla ödemem gerek.
Lakin şimdilik üç gün bir zaman bıraktılar,
Kardeşim sözlüsüyle evleninceye kadar;
Bu arada kralın huzurunda sen rehin
Kalacaksın ben gelip kurtarıncaya değin.”
Damon’u bu sadık dost kucaklayıp o zaman,
Hiçbir şey söylemeden zalime teslim oldu;
Kendi de arkasından hemen yola koyuldu.
İznin üçüncü günü, henüz güneş doğmadan,
Kardeşinin düğünü olup bitmişti çoktan,
Kapılarak o zaman derin bir endişeye,
Koşarak yola çıktı mühlet geçmesin diye.
Bardaktan boşanırcasına durmadan yağar
Çağlayarak dökülen seller dağları aşar,
Azgın dereler coşar, koca nehirler taşar.
Elde sopasıyla Damon gelir kıyıda durur,
Tam bu ara köprüyü de anafor uçurur,
Dalgalar çarpa çarpa kemerleri parçalar,
Gök gürlemeleriyle suya düşer parçalar.
Kıyıda şaşkın şaşkın dolanırken yeisle,
Etrafına bakınır gözü aldığı kadar,
Ne kadar bağırsa da ne duyan ne bakan var…
Sığındığı kıyıdan ayrılamaz kayık bile,
Geçirmek için onu karşı sahile,
Salcı bile salıyla kıpırdamaz yerinden,
Nehir coştukça coşar, deniz gibi olur aniden.
Ağlar ağlar, yalvarır yerlere kapanarak,
Ellerini kaldırır Tanrı Zeus’a doğru:
“Nehir artık coşmasın, Yüce Zeus durdur şunu!
Bak saatler geçiyor, ilerliyor çabucak,
Gün artık tepemde, battı batacak,
Şehre yetişemezsem eğer o ana kadar,
Sadık dostumun mutlak hayatına kıyarlar.”
Fakat nehir biraz daha artırır şiddetini,
Dalgalar birbirini kovalar durmaksızın,
Saatler, dakikalar geçer gider ansızın,
İçini korku kaplar, toplar cesaretini,
Kuduran dalgalara fırlatarak kendini,
Nehri ikiye böler gücü kuvvetiyle
Fersizleşir kulaçlar… Tanrı acır bu hale.
Kıyıya varır varmaz koşmaya başlar hemen,
Acıyıp el tutan Tanrı’ya şükrederek;
Tam o sıra, bir sürü haydut engerek
Fırlar önünü kapkara ormanın içinden.
Yolunu kapatırlar gözler ölüm saçarken;
Hızla kaçmak isteyen yolcuyu durdururlar,
Ellerinde ölüm saçan kamalar, mızraklar.
Korkuyla sapsarı: “Ne istiyorsunuz?” der,
“Kuru bir candan başka bir şeyim yok benim,
Onu da çok geçmeden krala vereceğim!”
Birinin mızrağını kapmayla beraber:
“Dostumun başı için acıyan bana beyler!”
Der ve güçlü darbelerle üçünü yere serer.
Selameti kaçmada bulur öbür herifler.
Cayır cayır yanmaya başlar her yer güneşten,
Haydutlarla kavga onu halsizleştirmişti pek;
Az kaldı yıkılır yorgunluktan dizleri titrek:
“İnayetinle kurtardın beni haydutların elinden
Şu mukaddes toprağa kavuşturdun da beni sen,
Mahvolup gideyim mi şimdi aç susuz burada,
Ölsün mü öte yanda beni seven dostum da?”
Bak! Birden billur gibi şen sesler çıkararak,
Hemen yanı başından bir şırıltı duyulur,
Nefesini tutarak dinlemeye koyulur;
Yalçın kayalıklardan fışkırıp oynak oynak,
Mırıl mırıl fısıldar canlı, soğuk bir kaynak,
Berrak suyun üstüne sevinçle eğilerek,
Serinletir çelimsiz diz ve bileklerini tek tek.
Güneş çıkar yemyeşil dalların ardından,
Pırıl pırıl parlayan çimenlerde belirtir,
Ağaçların uzayan gölgelerini bir bir,
Caddede giden iki yolcu görür o zaman,
Koşarak uzaklaşmak isterken yanlarından,
Yolcuların ağzından çıkan şu sözü duyar:
“Zavallıyı şu anda çarmıha geriyorlar!”
Korku kanatlandırır ayaklarını birden,
Endişeler, acılar onu hızla kovalar,
Siraküza şehrinden yükselen dişli surlar,
Işıldar uzaklardan, kızıllıklar içinden.
O an Filastratus önüne çıkar hemen,
Efendiyi görünce evin sadık bekçisi,
Üzüntüden, korkudan dehşetle titrer sesi:
“Artık kurtaramazsın, geriye dön, nafile!
Sen dostunu bırak da kendi canını kurtar!
Zavallıyı şu anda çarmıha geriyorlar.
Tevekkülle bekledi saatler geçse bile,
Elbet gelir, diyordu, ruhundaki ümitle,
Zalim çok alay etti onunla acı acı,
Sarsılmadı onunsa sana karşı inancı.”
“Geç kalmış olsam bile dostu sevindirmeye,
Kurtarıcı olarak yetişemesem de ona,
Beraberce bir ölüm nasip olsun bana da.
Kanlı zalim kalkmasın sakın böbürlenmeye,
Bir dost dostuna hainlik etti diye,
Kurban edip kanına girecek ikimizin,
Dostluk ve sadakat ne demekmiş öğrensin!”
Güneş henüz batmadayken sur kapısına vardı;
Cellat koca çarmıhı çoktan ortaya dikmiş,
Etrafına bir sürü de kalabalık birikmiş,
Rehineyi yavaş yavaş ipe çekiyorlardı,
Şiddetle atılarak kalabalığı yardı
“Dur, cellat, geldim!” diye haykırarak
“O benim kefilimdi, beni as, onu hemen bırak!”
Etrafındaki halk bile bu işe hayret eder,
İki candan dost ise düşüp kucak kucağa,
Sevinçten ve kederden başlarlar ağlamaya,
Bu hali görür de yaşarmaz mı gözler,
Krala da ulaşır hemen bu mucizemsi haber,
Onun kalbi de derin bir teessür hisseder,
“İkisi de çabucak huzuruma gelsin!” der.
Hayret içinde, uzun uzun onları süzer,
Sonra birden dönüp “Başardınız bunu siz,
Kalbimdeki şüpheyi, tereddüdü yendiniz!
Sadakat dedikleri, boş söz değilmiş meğer…
Arkadaşlığa kabul edin beni de sizler!
Yalnız bir dileğim var, esirgemeyin benden,
Aranızda olayım bir üçüncü kardeş de ben!”

Friedrich Schiller

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu