Gölge Masalı – Şükrü Erbaş (Eleştiri)
GÖLGE MASALI
Tür: Şiir
Yayım Tarihi: 2005, Everest Yay.
Eleştiri: Salih Bolat, İletişim ve Edebiyat, Varlık Yay., 2007
Gölge Masalı, Şükrü Erbaş’ın 2005 yılında yayınlanan şiir kitabı. Daha önce Küçük Acılar, Aykırı Yaşamak, Yolculuk, Kimliksiz Değişim, Bütün Mevsimler Güz, Dicle Üstü Ay Bulanık, Kül Uzun Sürer, Derin Kesik, Üç Nokta Beş Harf, Yalnızlık Heceleri adlı kitapları yayımlandı.
Erbaş’ın şiir serüvenine kuşbakışı baktığımızda, başlangıçta (Küçük Acılar, Aykırı Yaşamak, Yolculuk) lirik bir çizgide gelişirken, orta dönem diyebileceğimiz kitaplarında (Kimliksiz Değişim, Dicle Üstü Ay Bulanık;) toplumsal-eleştirel bir duyarlılığın izini sürdüğünü, özellikle son iki kitabında (Yalnızlık Heceleri, Gölge Masalı) da düşünsel arka planın daha çok öne çıktığı görülüyor.
Ama bütün şiir serüveni boyunca vazgeçemediği kimi kavramlar, Gölge Masalı’nda da yer alıyor: “kirpik”, “iyilik”, “çocuk”, “gövde”, “eşik”, “tenha”. Belki de Şükrü Erbaş’ın kült kavramları.
Denebilir ki, on bir kitaplık şiir serüveni boyunca ürettiği şiirlerin çoğu bu kavramlardan fışkırmıştır. Bu kavramları, Erbaş şiirinin şifresi olarak görmek yanlış olmaz.
Şunu hemen belirtmeliyim ki, bütün şiirsel üretiminin kaynağını bu kavramlara indirgediğim anlaşılmamalı. Tam tersine, yukarıda sözünü ettiğim üç dönemine; lirik dönemine, toplumsal-eleştirel dönemine ve düşünsel dönemine doğru, bu kavramlardan vazgeçmeksizin evrilmesi, büyük bir başarı olarak görülmeli. Öyleyse Şükrü Erbaş şiirine içeriden bakabilmek için bu kavramları kırmak ve açmak gerekiyor.
Gölge Masalı adlı kitap boyunca, “kirpik” kavramının içinde geçtiği sözcük gruplarına ve dizelere bakalım: “
- Bir şehir düşüyor kirpiklerimden”,
- “Binlerce ev uzakta kirpikleri ’,
- “Tenha bir çocuk sevinçlere kirpiksi/Bakarsa kötü olur”,
- “kimlerin kirpikleriyle doldurmuştu göğü”,
- “Kirpiklerin duasını”,
- “Bir kadının aşka batmış kirpiklerinden yüce”,
- “Ağaçlar kirpiklerinde yapraklanıyor”,
- “Oturdum kirpiklerden ayetler indirdim aşka”,
- “Mavi bir suya baktım/ Kirpikler içindeydi”,
- “Eşik, gölge, kirpik… Aşktı hepsi de”,
- “Sustuklarınızdı kirpik kirpik eğildiğim”.
“Kirpik” sözcüğünün içinde yer aldığı bağlamların “yalnızlık (Binlerce ev uzakta kirpikleri)”, “tanrısallık (Oturdum kirpilerden ayetler indirdim aşka)”, “doğayla bütünleşme (Ağaçlar kirpiklerinde yapraklanıyor)” gibi değiştiği görülüyor.
Kitap boyunca, “iyilik” kavramının içinde geçtiği sözcük gruplarına ve dizelere bakalım:
- “Ölüm iyiliği olmalı”,
- “Yaz kime iyilik”,
- “Zaman dışı bir iyilikle baktım her şeye”,
- “Sonra ben bir iyilik de dağda buldum”,
- “Deniz bir iyilik gibi dolarken çocukluğuma ”,
- “Başladı yolların iyiliği”.
İyilik sözcüğünün, içinde yer aldığı bağlamlara baktığımızda,
- yüklem (Ölüm iyiliği olmalı),
- sıfat (Deniz bir iyilik gibi dolarken çocukluğuma),
- nesne (Zaman dışı bir iyilikle baktım her şeye) ya da
- özne (Başladı yolların iyiliği)
olarak kullanıldığı görülüyor.
Kitap boyunca, “çocuk” kavramının içinde geçtiği sözcük gruplarına ve dizelere bakalım:
- “Denizden çocuk dağlardan çıplak”,
- “Çocuklar hâlâ yaz”,
- “Nakışları yaseminlerden çocuk”,
- “Bu çocuk tenha/ Şarkılar söylerse uzaklara kaybolur”,
- “Beden bir tenha çocuğu susarsa”,
- “Uzanır üvey bir aydınlığa çocuklar tenha”,
- “Giderler ki inkâr çocuk kalır”,
- “Yalnızlığımızdan kopmuş bir taştır çocuklarımız” ,
- “kırlangıçların akşamını geçti çocuk”,
- “Deniz bir iyilik gibi dolarken çocukluğuma”,
- “Bağbozumu bir kadın/ Yorgunluğun şırasından/ Doğurduğu çocuğu”,
- “Çocuk büyüdü/ Yalnızlık oldu”,
- “içimde çok eski çok ıssız bir çocuk”,
- “Çocuk aklım… yaşlandın benimle”,
- “Güneşten yaşlı çocuklar”,
- “Çocuk benim aklımdı siz unutun unutun”.
Yukarıdaki dizelerde çocuk sözcüğünün özne, yüklem, nesne ve sıfat olarak kullanıldığını görüyoruz.
Kitap boyunca, “gövde” kavramının içinde geçtiği sözcük gruplarına ve dizelere bakalım:
- “Avuçlarım gövdenden açılmış dua”,
- ‘Ateşin bilimi gövdem”,
- “Dokunmadan yere buluta doğdukları gövdeye”,
- “Gaz lâmbasından güneşler yapıyor düşen gövdesine”,
- “Gövden aklından bilge”,
- “Yalnızlıkları gövdelerinden taşmaya başladı ”,
- “Bir kadın gökyüzünü işledi ağzıyla gövdeme”.
Gövde sözcüğünün özne, nesne ve sıfat olarak kullanıldığını görüyoruz.
Kitap boyunca, “tenha” kavramının içinde geçtiği sözcük gruplarına ve dizelere bakalım:
- “Tenha bir çocuk sevinçlere kirpiksiz”,
- “Uzanır üvey bir aydınlığa çocuklar tenha”,
- “Kaç gözyaşı tenha gecelerde ay ışığını yastıklara işlemişti”,
- “Ölüm kadar tenha gelecek kadar vadesiz”,
- “Yaşlı bir adamı gömmüştük/ Uzundu, zordu, bulanık ve tenha”.
Söz konusu sözcüklerin, içinde yer alarak anlam üretimine katkıda bulundukları sözcük gruplarına bakıldığında, genel olarak sanki “edat” olarak kullanıldıkları görülüyor. Dizeleri oluşturan diğer sözcükler, bu sözcüklerin çevresinde gelişiyor.
Şöyle düşünülebilir: Şair, şiirsel bir durum (bağlam, duygu, etki vb.) oluşturabilmek için elinde hazır bulundurduğu bu sözcüklerden birini merkeze alıyor ve bu sözcük çevresinde geliştirdiği sözcüklerle kuruyor şiirini. Ama mutlak olan merkezdeki sözcükler. Diğerleri değişken. Burada ilginç olan, yukarıda da değindiğim gibi, bu yöntemle her seferinde farklı şiirsel bağlamlara ulaşabiliyor olması. İşte, belki de Şükrü Erbaş’ı başarılı yapan da bu.
Roman Jakobson, sözcük-şiir ilişkisini tartıştığı bir makalesinde, şiirselliğin nasıl oluştuğu sorusuna yanıt ararken, şiirsellikte sözcüğün adlandırılan nesnenin basit bir vekili ya da bir coşku patlaması olarak değil, ama sözcük olarak duyumsandığını öne sürer. Jakobson’a göre şiirsellikte sözcükler ve onların sözdizimleri, anlamları, iç ve dış yapıları gerçekliğin ilgisiz göstergeleri değildirler, ama kendi ağırlıklarına ve kendi değerlerine sahiptirler. İşte Erbaş’ın kendine özgü poetik gramer sistemi içinde önemli yeri olan ve yukarıda belirttiğim gibi neredeyse tek başlarına anlamları olmayan ve aralarına girdikleri sözcük öbeklerinin anlam üretmesini sağlayan birer “edat” niteliği kazanmış sözcüklerin, aynı zamanda kendi bağımsızlıklarını da korumaları, onu özgün yapan bir özellik oluyor. Şunu da belirtmeliyim ki, bir şairin bütün şiir serüveni boyunca, şiirini kurarken bilinçli olarak ya da olmayarak belli sözcüklere güvenmesi, kısırdöngüye yol açabilecek önemli bir risk öğesidir.
Şükrü Erbaş’ın şiirlerindeki düşünsel atmosferin imgelerle (anlamın görsel tasarımlarıyla) frenlenmesi ve şiirsel dile taşınması, kimi şairlerde rastladığımız kuru didaktizme düşmesini engelleyen önemli bir tutum oluyor. Gölge Masalı’nda yer alan, “Dünyanın Bütün Sabahları” (Toute Les Matines du Monde) adlı filme çağrışım yaptırdığı, “Korku” adlı şiiri birlikte okuyalım:
KORKU
Öyle büyük ki parmaklarındaki zaman
Bütün yanlışları hükümsüz kılıyorsun
Bütün doğruları acı
Senden doğuyor eşik ve gölge
Gözyaşı narı, kandil, harfsiz cümle…
İçimde çok eski çok ıssız bir çocuk
Ey imkânsızın sonsuzluğu
Başlıyor yeniden ölüm korkusu.
Sensin dünyanın bütün sabahları…
Şiirin ilk dizesi olan, “Öyle büyük ki parmaklarındaki zaman” sözcük grubunda yer alan “zaman” kavramı, şiiri oluşturan bütün diğer dizelerin ürettiği anlamların da nedeni oluyor. Hegel’in zaman kavramını Althusser’in tanıklığında izleyerek, “tarihi zaman” ve “çağdaş zaman” olarak iki kategoride ele aldığını gözönüne alırsak, belki Erbaş’ın şiirinin nedenselliğini oluşturan “zaman” kavramını da ışığın altına çekebiliriz. Hegel’e göre tarihi zamanın en önemli iki özelliği, homojen süreklilik ve çağdaşlıktır.
1) Zamanın homojen sürekliliği, idea’nın diyalektik gelişmesinin sürekliliğinin varoluştaki yansımasıdır. Böylece zaman, idea’nın içinde belirdiği gelişme sürecinin diyalektik sürekliliğinin yer aldığı sürem olarak ele alınabilir. Şu halde bu düzeyde; bütün bir tarih bilimi sorunu, bu süremin, bir diyalektik bütünlüğün ötekini izleyişine tekabül eden bir dönemleştirme’ye göre bölünmesinden ibarettir. İdea’nın uğrakları, zaman süreminin kesin olarak bölünebileceği tarihi dönemler olarak var olur.
2) Zamanın çağdaşlığı ya da tarihi şimdiki zaman kategorisi birinci kategorinin mümkün olabilmesinin koşuludur ve burada Hegel’in temel düşüncesi bulunabilir: Tarihi zaman toplumsal bütünlüğün varoluşu ise, o halde bu varoluşun yapısı konusunda daha kesin konuşabilmeliyiz. Toplumsal bütünlük ile onun tarihi varoluşu arasındaki ilişkinin, dolaysız varoluşu olan bir ilişki olması, bu ilişkinin kendisinin de dolaysız olması gerektiği anlamına gelir.
Başka bir söyleyişle: Tarihi varoluşun yapısı öyledir ki bütünün öğelerinin hepsi tek ve aynı zaman içinde, tek ve aynı şimdiki zaman içinde birlikte var olurlar ve dolayısıyla tek ve aynı şimdiki zaman içinde birbirleriyle çağdaştırlar. Bu anlayışa göre diyor Althusser, Hegelci toplumsal bütünlüğün tarihi varoluşunun yapısı benim “özsel kesit” (coupe d’essence) diye adlandırmayı önerdiğim bir şeye imkân verir; yani, akli bir işlemle tarihi zamanın herhangi bir anında dikey bir kesit açarsınız ve şimdiki zamanda açılan bu kesite baktığımızda bütünün öğelerinin hepsinin birbirleriyle dolaysız bir ilişki içinde olduğunu, içsel özlerini dolaysız olarak yansıtan bir ilişki içinde olduklarını görürsünüz. Bu nedenle, Althusser, “özsel kesit”den söz ettiği zaman, böyle bir kesit açılmasına imkân veren bir toplumsal bütünlüğün özgül (specific) yapısı anlayışını dile getireceğini; bütünün kendisinin de zaten onların içsel özlerinin dolaysız varlığı olduğunu, dolayısıyla bütünün dolaysız olarak onların içinden okunabileceğini vurgular.
Açıkça görüldüğü gibi böyle bir özsel kesitin açılmasına imkân veren şey, Althusser’e göre bu toplumsal bütünlüğün özgül yapısıdır: çünkü böyle bir kesit, ancak böyle bir bütünün birliğinin kendine özgü yapısı sayesinde mümkün olabilir ve bu da ancak “manevi” bir birlik olabilir, çünkü bu, kendini dile getirebilen bir bütünün, yani, bütün parçalarının birtakım “bütünsel parçalar” olduğu bir bütünün sahip olabileceği bir birliktir; böyle bir bütünün “bütünsel parçalarının” her biri öteki parçalan da dile getirir ve gene her biri, kendilerini meydana getiren toplumsal bütünlüğü dile getirir, çünkü her biri, kendini dile getirişinin dolaysız biçimde, bütünün kendisinin özünü de içermektedir.
Hegelci “bütün” öyle bir birliğe sahiptir ki, burada ‘bütün’ün her parçası, ister maddi ya da iktisadi bir belirleme olsun, ister politik bir kurum ya da dini, sanatsal ya da felsefi bir biçim olsun, aslında hiçbir zaman, kavramın tarihsel olarak belirlenmiş bir anda kendi kendisiyle birlikte varlığının ötesinde bir anlam taşımaz. İşte bu anlamda, öğelerin birbirleriyle birlikte varlığı ve her öğenin bütünle birlikte varlığı, bu neredeyse yasal zorunluk olan öncel varlık üzerinde temellenir: Yani, kavramın, varoluşunun bütün belirlemelerindeki bütünsel varlığı. Zamanın sürekliliği de ancak bu şekilde mümkün olabilir: Kavramın varlığının sürekliliğinin olumlu belirlemeleriyle birlikteki fenomeni olarak.
“Korku” adlı şiirin temel dinamiği olan “zaman”ı, aşağıdaki dizelerde yer alan kavramları (eşik, gölge, gözyaşı narı, kandil, harfsiz cümle) kendi başlarına birer fenomen olarak değil, tarihi zamanın alt dinamikleri olarak algıladığımızda, doğal olarak toplumsal bütünlüğün varoluşu anlamında kavramamız gerekir:
“… Senden doğuyor eşik ve gölge
Gözyaşı narı, kandil, harfsiz cümle…”
Gölge Masalı’ndaki şiirler, Şükrü Erbaş’ın kendi poetik sürecinde geldiği noktayı göstermesi açısından önemli. Kitaba aldığı iki söyleşisinden, “Tenha, dünyayı işaret eder…” adlı söyleşisinde, bir soruya verdiği yanıt, bu önemi somutlaştırıyor. Söz konusu söyleşide, Erbaş’a şu soru yöneltiliyor:
“Şiir ve düzyazılarınızda daima bireysel, siyasal ve toplumsal izlekler var. Siyasal ve toplumsal devinim şiirinizi nasıl etkiliyor ya da ‘yaşam-şiir-toplum’ ekseninde, siz şiirinizi hangi harçla karıyorsunuz?”
Erbaş bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Bireyle toplumun, öznelle nesnelin, içle dışın sınırlarını gençken daha cesur çekebiliyordum. Ama yine de birini ötekine feda etmemeye çalışarak. Giderek bunların, bir kâğıdın iki yüzü gibi olduğunu gördüm.”
İşte Erbaş’ın şiirindeki olgunlaşmanın anahtarını bu yanıtta buluyoruz. Öyle ya, yaşam tek başına ne nesneldir, ne de öznel; ne toplumsaldır, ne de bireysel…
SOĞUMUŞ GÜL
Akşam gelir
Bütün vakitlerden sade
Merhamet duygusundan engin
Sedir ağaçlarından bilge
Senin çıngıraklı sözlerine de
…
Evet, sözlerin çıngıraklı (yılan) sözler olsa da, akşam gelir (iner). Ve başka bir şairin dediği gibi, ejderha olsan kâr etmez.
Kaynak: Salih Bolat, İletişim ve Edebiyat, Varlık Yay., 2007