Divanü Lügati't-Türk nasıl bulundu? - Baskı Önizleme +- Edebiyatçılar Forumu (https://www.turkedebiyati.org/forum) +-- Forum: TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENLERİ (https://www.turkedebiyati.org/forum/forumdisplay.php?fid=1) +--- Forum: Türk Dili ve Edebiyatı Genel İçerik (https://www.turkedebiyati.org/forum/forumdisplay.php?fid=9) +--- Konu Başlığı: Divanü Lügati't-Türk nasıl bulundu? (/showthread.php?tid=17) |
Divanü Lügati't-Türk nasıl bulundu? - tde_ogretmeni - 23.12.2023 Divanü Lügati't-Türk nasıl bulundu? "Meşrutiyet'in ilk yıllarında (1910-1911) Sahaflar'da kitapçı Burhan Efendi'ye bir kitap gelmiştir. Kitabı getiren, eski maliye nazırlarından Vanizade Nazif Paşa'nın akrabası bir kadındır. Kitapçı, yapıtı satmak üzere dönemin Eğitim Bakanlığı'na başvurur. Bakanlık istenen otuz sarı lirayı çok görerek almaz. Bunun üzerine kitapçı onu Ali Emiri Efendi'ye gösterir. Ali Emiri Efendi kitabın değerini hemen anlar, otuz sarı lirayı bastırır. Burhan Efendi'ye de aracılığından ötürü üç lira verir. Bu, bir ikinci örneği bulunmayan Divanü Lügati't-Türk'tür. Emiri Efendi onu ele geçirdiği için sadrazamlıkla sevindirilmiş gibi olmuştur. Artık herkese kitabın öneminden söz ediyor, ama onu kimseye göstermeye yanaşmıyordur. Kitabı bir kez görmek isteyenlere de, ona bir şey olur korkusuyla olumsuz bir karşılık verir. Sonunda, Sadrazam Talat Paşa'nın işe karışmasıyla buna evetlik gösterirse de basım işlerine Kilisli'nin bakmasını önkoşul olarak ileri sürer. Şu bir düşüncedir ki, bu kitap Ali Emiri Efendi'den başka birisinin eline geçseydi, bugün belki kitaplıklarımız Divanü Lügati't-Türk'ten yoksun kalacaktı. Ali Emiri Efendi su katılmamış bir kitap kurdudur. Bütün yaşamı boyunca kitap toplamıştır. Parasıyla elde edemediği kitapları bin bir rica ile bin bir yalvarmayla ödünç olarak alır, onları el yazısıyla kopya ettirdikten sonra geri verir. Yaşamının sonlarına doğru Millet Kütüphanesi'ne armağan ettiği on dört bin kitabın içinde 721 tanesi bu el yazması kitaplardır. Ali Emiri Efendi o tek yazma Divanü Lügati't-Türk'ü Macar Bilim Akademisi'ne satmaya yanaşmaz. Oysa akademi bu iş için hazrete tam on bin sarı altın önermiştir. Türklük dünyasına yeni ufuklar açacak kitabın öyküsü böyle bir rastlantıya dayanır. Kaşgarlı'nın Mahmut'un kendi eli ile yazdığı özgün yazma değildir. 1266 yılı 1 Temmuzu'nda Muhammed İbni Ebu Bekir İbni Ebu'l-Feth es-Savi'nin örneklediği yazmadır. Yazma, günümüzde İstanbul Millet Kütüphanesi'nde korunuyor. İlk kez Kilisli Rifat 1915-1917 yıllarında üç cilt halinde yayımlıyor.Günümüze dek birçok kez basılıyor. 1940 yılında Besim Atalay yeni bir çeviriyle yayımlamaya başlıyor. Sovyetler Birliği'nde 1960, 1961, 1963 yıllarında Muttalibov Özbekçe yayımlıyor. 1981'de Sincan'da Uygurca çevirisi basılıyor. 1982 yılında Harvard Üniversitesi yayınları içinde Robert Dankoff ile James Kelly yeni bir yöntemle İngilizce çevirisini yayımlamaya başlıyorlar. Divanü Lügati't-Türk, Türklük biliminin en önemli yapıtaşlarındandır. O, 'Türk'ün Divanı'dır; 'Türklüğün Divanı'dır. Bir ülkünün, bir bilincin ürünüdür. Türk'ün kültür savaşının öncüsüdür. Böyle bir yapıtın doğması için, sanki Göktanrı on birinci yüzyılda bir bilgeyi görevlendirmiştir. Bilge, yapıtı aynı yüzyılın son yarısında bitirecektir. Bu bilge Kaşgarlı Mahmut'tur. Yaşamı üzerine bilgiler kendi yapıtında serpiştirilmiştir. Alman doğubilimcisi Martin Hartmann, Divan'ın birinci cildi basıldığı yıllarda Milli Tetebbular Mecmuası'nda bir makale yazar ve Kaşgarlı Mahmut'un yaşamına değinir. Divan'da, Kaşgarlı Halefoğlu Hüseyin adında bir bilgin, Mahmut'un hocası olarak gösterilir. Tac ül İslam Semani'nin Kitab ül-Ensabı'nda bilgiler verildiğini belirtir. Semani, Kaşgar'da yetişen bilginlerden söz ederken Hüseyin'i de anar. Onun erdemli zahit bir şeyh olduğunu bildirir. Ne var ki, anlattığı rivayetlerden dinlemeye değer olmadığını da vurgulamaktan geri kalmaz. İşte gerek Semani'nin kitabından, gerekse başka tarihsel kaynaklardan, o sıralarda Karahanlı Devleti topraklarında, doğu illerinde bile İslam bilimlerinin yüksek bir gelişme gösterdiği anlaşılır. Martin Hartmann bunu açık yüreklilikle söyler. Hartmann bununla da kalmaz, o sıralarda Müslümanlar arasında yalnız din bilimlerine değer verildiğini de ekler. Bunun dışında sözlük, tarih, soy bilgisi, coğrafya gibi bilgilere önem verilmez. Ve bunun büyük olasılıkla bir çöküş belirtisi olduğunu ekler. Hartmann, yalan yanlış hadis anlatanların adlarının yaşamöyküsel kaynaklarda anılmasını, Kaşgarlı Mahmut gibi bir bilgine yer verilmemesini buna bağlar. Böylece Kaşgarlı üzerine bilgiler, Divan'da verilen bilgilerle sınırlı kalır. Kaşgarlı Mahmut'un babası Hüseyin, dedesinin adı ise Muhammet Barshanlı. Babası Barshan'dan Kaşgar'a göçmüş. Mahmut burada doğmuş. Nitekim Divan'da Barshan'ı anlatırken, 'bu şehir Mahmut'un babasının şehridir. Yani, Mahmut'un babası oradandır' diye açıklıyor. Ünlü Türk hanı Gazneli Mahmut'un babası Sevük Tekin de, kökende Issık Gölü dolayındaki bu Barshan kentinden. Mahmut da soylu bir aileden. Divan'da bunun içindir ki, 'bizim atalarımız olan beyler emir sözcüğüne hamir derler, çünkü Oğuzlar emir diyemezler' diye yazar. Öyleyse Mahmut kendi soyunun Oğuzlarca bu ağızda e sesi yerine h sesi kullanılması nedeniyle Hamirler diye tanındığını, bunun 'emirler' anlamına geldiğini söylüyor. Soyunun Oğuzlar'ın oturduğu illeri yönettiğine mi değinmek istiyor? Yoksa onların buyruğundaki ordular Oğuzlar'dan mı oluşuyor? Bunu Divan'dan çıkarmak olanaksız. Ancak Mahmut Divan'ın bir yerinde, atalarının Emir Berherkin olduğunu söyler. Ataları Türk ülkelerini Samanoğulları'ndan almıştır. Tüm bu verilere göre Kaşgarlı, Karahanlı Ailesi'nden değilse bile o aileye yakın yüksek Türk soylularından. Nitekim kendisi de yapıtının başında soyca Türk ileri gelenlerinden olduğuna değinir. Kendisinin iyi silah kullananlardan olduğunu ekler. Karahanlı soyuna giren kimi tanınmış adamlardan söylentiler iletir. Ve de yapıtında savaş şiirleri, askeri terimler, Karahanlı devlet örgütü ve saray gelenekleri üzerine bilgi verir. Tüm bunlar söz konusu yargımıza kanıttır. Kaşgarlı Mahmut'un doğum ve ölüm yılları kesin bilinmiyor. Yapıtını Bağdat'ta yazmaya başladığına göre Kaşgar'dan Irak'a göçmüş olmalı. Ne ki, niçin geldiğini söylemiyor. Yalnız Türk bozkırlarında gezi yaptığını, birçok Türk lehçesini, görenek ve geleneklerini yerinde öğrendiğini söylüyor. Tarım, İli, Çu ve Siriderya ırmakları yöresindeki Türk kentlerini doğrudan gördüğünü belirtiyor. Türlü şehir ve boy halkının ağız ayrımlarını,sözcük konusundaki kimi ayrılıklarını bildiğini anlatıyor. Bağdat'a gelip yapıtını yazmaya başladığında tüm bunları öğrenmiş, saptamış, yaşı da ilerlemiştir. Arapça'yı eksiksiz yazabilir. İslam bilimlerini büyük olasılıkla Türk illerinde Karahanlı döneminin İslam Türk bilginlerinden okumuş olmalıdır. Hartmann'ın da belirttiği gibi bu durum Kaşgar ve Bargsan bölgelerinin o zaman uygarlıkça ilerlemiş olduğunu gösterir. Karahanlılar, 960 yılında Budacılığı bırakıp İslamlığı seçiyor. Arapça'nın İran ve Orta Asya dilleri üzerine yoğun egemenliği başlıyor. Sogotça gibi yok olma tehlikesi ile yüz yüze. On birinci yüzyılda Karahanlı'dan iki kişi Balasagunlu Yusuf ile Kaşgarlı Mahmut, Türkçe'nin gönüllü savunmasını ele alıyorlar. Kaşgarlı, 1072-1074 yıllarında yapıtını Bağdat'ta yazıp bitiriyor. Abbasi Halifesi El-Muktedi'ye sunarak şöyle diyor: 'Tanrı yeryüzündeki erki Türkler'e vermiştir. Bunların dilini öğrenmekte yarar vardır. Bu kitabı Araplar'a Türkçe öğretmek için yazdım, buyrun.' Uzun bir birikimden sonra yapıtını, büyük olasılıkla 25 Ocak 1072'de Bağdat'ta yazmaya başlar. 10 Şubat 1074'te* bitirip Bağdat'ta Abbasi halifesine sunar. Kaşgarlı Mahmut, yapıtını iki aa amaç için kaleme alır: Araplar'a Türkçe öğretmek ve Türkçe'nin Arapça gibi büyük bir dil olduğunu kanıtlamak. Tüm amacı ve düşüncesiyle Mahmut, büyük bir Türk ulusçusudur. Nitekim o yapıtında yazış yöntemini şöyle anlatır: 'Türkler'in hemen tüm illerini, obalarını,bozkırlarını inceden inceye gezip dolaştım. Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini tümüyle belleğime yerleştirdim. Bu konuda her boyun dilini eksiksiz öğrenecek ölçüde başarılı oldum.' Türk dilleri sözlüğü, karşılaştırmalı dilcilik yöntemine uyan bir çalışma. Türk dil ve kültür tarihinden üstün bir yapıt. Divan, genel çizgileriyle o dönem Türk dili ve uygarlıklarını betimleyen eşsiz bir yapıttır. Yazar yapıtında çok değişik bilgileri bize akıcı bir anlatımla vermeyi başarır. O çağda Türk boylarından derlenmiş sözler yanında Türk gelenek, görenek, inanç ve coğrafyası konusunda bilgileri de içerir. Derlenmiş Türkçe sözler Arapça'nın sözcük düzenine göre, ünsüz sayısınca vezin kalıplarına ayrılarak sıralanır. Sözcük açıklamalarında ağızlarda karşılaştığı anlam sapmalarını ve ses değişmelerini karşılaştırır. Sözgelimi, 'Yagma,Tohsı, Kıpçak, Yabagu, Tatar, Kay, Çumulve Oğuzlar her zamanz'yi söz içinde y'ye dönüştürür. Hiçbir zaman z ile söylemezler. Buyüzden onların dışındakiler kayı ağacına kazın der. Bu boylardan kişiler kayın der.' diye açıklar. Evet sözcüğünü ise şöyle açıklar: 'Bu sözcük üç türlü söylenir. Yagma, Tohsı, Kıpçakar evat, Uygurlar emet ya da evat der. Başka Türkler yemet der.' Kaşgarlı, sözlükte dilbilgisi kuraları üzerinde de durur. Sözgelimi, 'Oğuzlar zaman ve yer adlarındaki -gu ekinin yerine -ası ekini kullanır, bargu diyecek yerde -'varacak yer anlamında' anlamında- barası derler.' diye bilgi verir. Yalnız halk ağzından seçilmiş sözcüklerle kalınmaz, o dönemin klasik yazı dilinden de alıntı yapılır. Nedir, alıntıların kimden alındığı belirtilmez. Yalnız Çuçu adlı bir Türk ozandan söz edilir. Seçilen sözcüklerde konu ve anlam bakımından ayrım yapılmaz. Sesbilgisi,yapıbilgisi ve ağız ayrılıkları birbirine bağlı olarak ele alınır. Yansıma sözcükler, saray dilinden kimi öğeler, dilbilgisi kuralları bu ayrıma girmez. Yer ve ülke adlarından yalnız belli başlıları alınır. Bu adlardan kimileri Divan'a eklenen haritada gösterilmez. Yapıt, söz varlığı bakımından olağanüstü zengindir. Sözlükte dokuz bini aşkın sözcük ve sözbirliği verilir. Halk yazınından örnekler sunulur. Boy, halk ve yer adları sıralanır. Bulgar lehçesine oldukça az yer verilir. Orhun ve Hazar Türkçelerine hiç değinilmez. Türkçe olmayan sözcükler üzerinde durulmaz.Ancak kimi yabancı sözcükler Türkçe sanılarak açıklanır. Söz başı olarak seçilen Türkçe sözler Arap yazısı ile verilir. Bu sözlerin Türkçe'ye özgü ses özelliklerini belirtmek için Arap yazısının duraksama, dış ünlüleme, çift ünlüleme ve yineleme (sükun, hareke, med ve teşdid) imlerinden yararlanılır. Arap yazısından bulunmayan Türkçe'ye özgü kimi sesler için özel çevriyazı imleri konur. Sözgelimi, Türkçe'nin uzun a ünlüsü için iki elif yazacı yan yana yazılır. W sesini göstermek için üç noktalı f kullanılır. Böylece Kaşgarlı, Arap yazım geleneği ile yetinmez. Türkçe sözlere özgün yeni bir yazım yaratır. Uzun ünlü: Kaşgarlı, Türkçe'nin kimi ses özelliklerini başarıyla saptar. Türkçe'nin uzun ünlülü yapısını ilk kez o ortaya koyar. Sözgelimi kimi sözleri şöyle gösterir: aaw 'av' aaq 'ak' aasmaq 'asmak' aal 'hile' aaç 'aç' aaş 'yemek' aat 'ad, san' aay 'ay' aaz 'az' baal 'bal' baalıg 'yaralı' baar 'var' baaş 'yara' çaal 'laca, kır' qaan 'kan' qaar 'kar' saag 'sağlam, sağ' saan 'sayı' taan 'inkar etmek' taaş 'taş' taaz 'kel' yaap 'hile' çııq 'nemlenmek' qıın 'kın' qıız 'kız' tıın 'nefes' beeg 'bey' nee 'ne' iil 'memleket' iin 'çukur, iniş' bood 'boy, vücut' bool- 'olmak' soogun 'soğan' yoog 'yas' kööz 'göz' ööç 'öc' söök 'sövmek' buut 'but, bacak' küü 'ün, şöhret' küüç 'güç, zor' Türkçe sözbaşları Arapça olarak açıklanır. Açıklama örnekleri genellikle atasözlerinden ya da halk yazınından seçilir. Bu yüzden yapıtta Türk halk yazınından dört önemli uzun ağıt ile birlikte birtakım destan, hikmet, özdeyiş, pendname ve bahriyeler bulunur. Sözgelimi, Türk abecesine göre yeniden düzenlenmiş bir kesit şöyledir: Alıq/er alıqtı: Adam alçaldı. Baş alıqtı: Yara azdı, bozuldu. Cünup aybaşı, loğusa olan kimselerin bakmasından bozulan her şeye de böyle denir. Alıqar, alıqmaq. Şu kesitte de geçer: Başı anıñ alıqtı Yarası onun azdı qanı yozup turuqtı Kanı çok akıp durdu balıg bolup tagıqtı Yaralanıp dağa çıktı emdi anı kim yeter Şimdi ona kim yetişir alış: Su ağzı ve buyun havuza döküldüğü yer. Alış: Borçluyu borcu yüzünden sorguya çekme. Alış bériş: Bir hakkı alma, bir hakkı verme. Alışdı/ ol maña alım alışdı: O, bana alacağını almakta yardım etti. Başkası da böyledir. Alışur, alışmaq. Almıla: Elma. Alp: Yiğit. Alp yagıda alçak çogıda 'yiğit düşman karşısında, yumuşak huylu adam savaşta belli olur.' Şu kesitte kullanılmıştır: Alp er toña öldü mü Alper Tunga öldü mü Êsiz ajun qaldı mu Kötü dünya kaldı mı Ö?lek öçin aldı mu Felek öcün aldı mı Amdı yürek yırtılur Şimdi yürek yırtılır (Afrasiyap Han öldü mü? Kahpe dünya kurtuldu mu?Zaman ondan öcünü aldı mı? Şimdi onun ülkesi üzerine -zamaneye kızarak- yürek parçalanır.) alpagut: Tek başına düşmana saldıran, hiçbir yandan yakalanmayan yiğit. Şu kesitte de geçer: bu?raç yeme qudurdı Budhraç yine kudurdu alpagutın a?ırdı Yiğitlerini ayırdı süsin yana qadırdı Askerini yine döndürdü kelgelimet irkişür Gelmek için toplaşıyorlar (Yabaku oymağının beyi Budhraç yine askerleriyle döndü, yiğitlerini seçti, gelmek için toplandı.) alqaldı/begke alqış alpaldı: Bey öğüldü, alkışlandı./ alqalur, alqalmaq. Alqaşdı/ ol menig birle alqış alqaşdı: O, benimle alkış alkışladı. Öğmekle alkışta yarış yapmak da böyledir. Alqaşur, alqaşmaq. Şu kesitte de geçer: Alplar arıg alqışur Yiğitler temiz öldürüşür Küç bir qılıp arqaşur Güç birleştirip arka verir Bir bir üze alqaşur Birbirini övüşür E?germedhip oq atar Düşünmeksizin ok atar. Alqındı/ alqındı neñ: bir şey tümden bitti, tükendi./ er alqındı: Adam öldü./ alqınur, alqınmaq. Alqış: Dua etme, övme, birinin iyiliklerini sayma. Ol bagke alqış bérdi: o beyi övdü. Yalavaçqa alqış bérgil Yalvaç Muhammet'e salavat getir. Alqıştı/boy êkki bile alqıştı: İki boy birbiriniyok etti. Herhangi bir şeyi yok etmek için,yarışmak da böyledir. Alqışur,alqışmaq. Alptı/ol tavarın alqtı: O malının bitirdi./ Başkası da böyledir. Alqar, alpmap Alsadı/ol at alsadı: O, at almak istedi./ Başkası da böyledir. Aslar, alsamaq. Alsıqtı/ol tawarın alsıqtı: Onun malı alındı, soyundu./ alsıqar, alsıqmaq. Altın: Aşağı, alt. Altun tarım: Büyük kadınlara verilen bir san. Alturdum/men andan yarmaq alturdum: Ben ondanpara aldırdım. Altururmen alturmaq. Aluç: Soğutulmuş nesne. Aluçın: Yenilen, boğumlu ot. Aluş: Kaşgar'da bir köy adı. Altun: Altın. Divan'da bir de dünya haritası bulunur. Bu, ilk Türk dünya haritasıdır. Haritada, 11. yüzyılda Türkler'in oturdukları alanlar ve ilişkide bulundukları uluslar pek az yanılgı ile sağlıklı bir biçimde gösterilir. Türkler'le ilişkisi olmayan uluslara yer verilmez. Denizler yeşil, bozkırlar sarı, ırmaklar mavi, dağlar kızıl ile gösterilir. Haritanın merkezi Türk hanlarının oturduğu Balasagun kentidir. Dünyanın merkezi olarak da orası gösterilir. Öbür Türk ülkeleri ona göre yerleştirilir. Divan'da Türk boylarının yirmi ana kökten geldiği belirtilir. Ama asıl boylar göz önüne alınır. Ayrıca her boy birkaç uruğa ayrılır. Uruğlar çok olduğu için adları verilmez. Yalnız herkesin bilmesi gerektiği vurgulanan yirmi iki Oğuz boyu damgalarıyla birlikte açılanır. Yerleşme durumlarına göre Türk boyları sıralanır. Yer, ulus, kişi adları ile boy, soy, uruğ, aşiret adları gösterilir. Türk yaşam biçimi ve yerleşmesi üstüne bilgi verilir. Kaşgarlı o dönem Türk lehçeleri arasındaki ayrılıkları şöyle özetler: 'Asıl sözde değişiklik az olur. Değişmeler yalnız birtakım seslerin yerine başka sesler gelmesi ya da kimi seslerin atılması nedeniyle doğar.' Buradan çıkarak yer yer kimi lehçe ayrılıklarına değinir, birtakım yargılara varır. Ona göre en doğru Türkçe, Tuhsı ve Yağma boylarınındır. Uygur bölgesine dek uzanan alanda Ila, Ertiş, Yamar, İtil ırmakları çevresindeki Türkler'in dili doğru dildir. Kaşgarlı, Hakaniye diye adlandırdığı Karahanlı Türkçesi'ni 'çağın en ince ve açık Türkçesi' olarak tanımlar. Bu dil ona göre Hakaniye şehzadeleri ile çevresinin dilidir. Gerçekten Hakaniye Türkçesi, Karahanlı Devleti'nin yazın ve resmi devlet dilidir. Nitekim, Yusuf Has Hacip ünlü yapıtı Kutadgu Bilig'i 'Han tilince' yazdığını bildirir. Kaşgarlı ayrıca Çiğil, Yağma, Argu ve Uygur ağızlarını, Hakaniye'yi esas alır. Öbür lehçelerdeki ayrılıkları ona göre açıklar. Çiğiller'in, Karluklar'ın bir boyu olduğunu belirtir. Issık Gölü'nün kuzeybatı kıyılarında yaşadıklarını söyler. Kent ve köyleri olduğunu, üç boya ayrıldıklarını belirtir. Kaşgarlı, Oğuzca'ya başka bir ayrıcalık tanıyor. Oğuzlar, Oğuzeli ve Oğuzca üzerinde oldukça fazla duruyor. Bu Oğuzlar'ın 10-11. yüzyıllarda Orta Asya dünyasındaki önemlerinden kaynaklanıyor. Oğuz Türkmen boyları daha 10.yüzyılda Siriderya kıyısındaki bozkırlardan başlayıp Siriderya, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerinde önemli bir yer tutmuşlardır. 11.yüzyılda Selçuklular batıya göç etmişlerdir. Yeni toprak kazanımları ile Oğuz egemenliği Azerbaycan, Irak bölgelerine ve dönemin büyük kültür merkezlerinden biri olan Bağdat'a dek uzanmıştır. O çağda Oğuzca, Karahanlıca'dan bütün yönleriyle ayrılmış değil. Bu yüzden Kaşgarlı, yapıtında ortak özellikler üzerinde ayrıca durmuyor. Karahanlı Türkçesi için verdiği yüzlerce örnek aynı zamanda Oğuzca için de geçerli. Kaşgarlı, 'Oğuzca'dır' uyarısı ile salt Karahanlı yazı dili ve öbür ağız ve lehçelerde bulunmayan ve Oğuzca'ya özgü sözcüler veriyor. Oğuz Türkçesi'ni Kaşgarlı, 'Dillerin en yeğnisi Oğuzlar'ın, en doğrusu ise Tohsı ve Yağmalar'ın dilidir' der. Yağmalar'ın dilini 'en kolay Türkçe' olarak tanımlar. Hakaniye'den sonra ikinci Türk yazın dili söyler. 'Oğuz Türkçesi'ne Kıpçak, Yimek, Peçenek, Bulgar lehçeleri girer. Oğuzlar Farslar'la çok karıştıkları için, birçok Türkçe sözü unutup Farsçları'nı almışlardır' diye açıklar. Bu konuda bir de atasözü verir: Başsız börk bolmas, tatsız Türk bolmas. Başsız Türk olmaz, Farssız Türk olmaz. Kaşgarlı, Oğuzca ve öbür Türk lehçelerinin dil özelliklerini ise şöyle verir: Oğuzca ve Kıpçakça'da Hakaniyece'ye göre y- ulaması vardır. Sözgelimi. yılıg suv ılıg suv ılık su yelkin/elkin konuk Oğuzca ve Kıpçakça'da ön ve iç y-, -y- sesinin c-, -c- sesine dönüştüğü olur. cincü-yincü inci cugdu- yugdu deve kılı Oğuzca, Kıpçakça ve Suvarca'da m- önsesi b- biçimindedir: Karahanlıca Oğuzca men ben ben mün bün çorba manyak baynak pislik Ne ki, b-> m- değişimine uğramış mınar sözcüğünü de Oğuzca gösteriyor. Oğuzca'da önde ve içte t-, -t- sesleri d-, -d- sesine dönüşür. Böylece 11. yüzyılda Oğuzca'da bu değişim başlamıştır. Bögde-bökte hançer Yigde-yikte iğde Nitekim karşı örnekleri de verdiği olacaktır. Kaşgarlı'ya göre t- ile başlayan şu sözcükler de Oğuzca'dır: tamar damar tarıg darı tamak damak telü deli tön- dönmek tubul delinmek Oğuzca ve ona yakın ağızlarda eski Türkçe'nin b sesi v ile karşılanır: ev ev suvıg/suvuk cıvı tavar cansız mal savaş savaş savçı sevük sevgili yavlak kötü, düşkün Ancak Kaşgarlı'da, Oğuzca'da söz başındaki b- sesleri korunuyor. Henüz v- sesine dönüşmüş değil. barmak varmak birmek vermek bolmak olmak Oğuz, Yağma, Tuhsı, Kıpçak, Yabgu, Kay, Çumul lehçelerinde Çağatayca'daki d sesi yerine y sesi kullanılır. Kimi zaman ise hiç kullanılmaz. kayın/kadın kayın ağacı ayıg ayı (adıg) ayrık ayrık otu (adrıg) Burunsal ñ sesi Oğuzca'da da korunur. 11.yüzyılda Eski Türkçe'nin burunsal ñ ünsüzü Oğuzca'da kullanılır. iñek inek yaña dere kıyısı yalñuk cariye teñgelgüç dölengeç kuşu bardıñız vardınız Hakaniye Türkçesi'nde kimi zaman yer adlarının sonunda -g sesi bulunduğu durumlarda Oğuzca'da elif:a bulunur. Bargu yir/barası yir 'varılacak yer' Turagu ogur/turası ogur 'kalkılacak zaman' Oğuz ve Kıpçakça'da ad ve eylemlerde söz içindeki -g- sesi düşer. çumuk/çumguk ala karga tamak/tamgak damak o evge baran ol/ol evge bargan ol 'o eve gidicidir' ol er kulını vuran ol/ol er kulını urgan ol 'o adam kulunu dövücüdür' Argu lehçesinde Hakaniye Türkçesindeki iç ve sondaki -y- sesleri -n-, -n ile karşılanır. kon/koy koyun çıgan/çıgay yoksul kanu nen/kayun nen hangi Çiğiller'de ve Bizans'a dek uzaman kimi Kıpçak ağızlarında Çağatayca'nın d sesi z sesine dönüşür. Bu ses Oğuzca ve kimi başka lehçelerde y sesi ile karşılanır: Hakaniye Türkçesinde a- ile başlayan kimi sözlere Peçenekler'de ve Hotanlılar'da h- ulaması olur. hata/ata baba hana/ana ana Türkçe'de h- ile başlayan sözcük bulunmadığı için Kaşgarlı, yukarıdaki örnekleri Türkçe saymaz ve üzerinde pek durmaz. Fuat Bozkurt, Türkler'in Dili, s.164 * Bu konuda değişik görüşler var. Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi 2'de yapıtın 1077'de tamamlandığını söyler. |