Edebiyatın Bilimlerle İlişkisi
Edebiyatın Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Edebiyat, güzel sanatlardan biri olması yanında oluşturduğu sanatın kuralları ve ürünleriyle uğraşan bir bilim dalı olarak da değerlendirilebilir. Edebiyat, ürünlerini ortaya koyarken ve bu ürünleri incelerken çeşitli bilim dallarıyla ilişki kurar.
a) Edebiyat ile Tarih Arasındaki İlişki
İç içe girmiş olan bu ilişkiyi üç yönde inceleyebiliriz. Her edebî metnin, içinde oluştuğu tarihî bir dönem vardır ve edebî metinlerin hepsinde bu tarihî dönemlerin izlerini görmek mümkündür. Edebî metinlerin temasını tarihî dönemler etkiler, bu eserleri doğru yorumlayabilmek için o dönemin tarihî olaylarını iyi bilmekgerekir. Bazı edebî metinler, oluştuğu dönemin izlerini taşırken, bazıları da konusunu tamamen tarihî gerçeklerden alabilir. Bu tür metinler, tarihe ışık tutabilir, tarih bilimine kaynaklık edebilir. Göktürk Kitabeleri’ni bu duruma örnek olarak gösterebiliriz. Edebî eserler ve yazarları dönemleri ile birlikte inceleyen edebiyat tarihi, tarih biliminin metodundan yararlanır.
İnsanlığın toplumsal, kültürel, ekonomik gelişmesini belgelere dayanarak anlatan bilim dalına “tarih” denir. İnsanın geçmişe karşı duyduğu merakın, yarına ait endişelerinin ve varlığını sürdürebilmek için gösterdiği çabaların bir ürünü olan tarih, insan topluluklarının yer-zaman göstererek hayatını, kültür ve uygarlıklarını anlatır.
İnsanı ilgilendiren her şey, tarihin içindedir. Edebiyat tarihi araştırmalarının temeli olan edebî eserin konusu da insandır. Her ikisinin ortak noktası ise insanla ilgili gerçekleri vermeye çalışmasıdır.
Edebiyat tarihçisi ve tarihçi “geçmiş” üzerinde çalışır; Ama aynı yöntemi kullanmakla birlikte, uygulamada birbirlerinden ayrılır. Tarihçinin üzerinde çalıştığı geçmiş, artık devrini tamamlamış, tarihin malı olmuştur. Edebiyat tarihçisinin konusu olan geçmiş ise sanat eserleriyle varlığını sürdürmektedir.
Tarihçi, kişiler üzerinde olaylarla ilgisi oranında dururken; edebiyat tarihçisi, sanat eserlerini oluşturan belirli kişiler üzerinde durur.
Edebiyat tarihçisi, sanatçının özelliklerini ve onun incelediği çağın dilini, zevkini, edebî karakterini inceler. Bu bağlamda sanatçının özelliklerini ve çağdaşlarından ayrıldığı noktaları saptar. Edebî eserlere yönelik araştırmalar yapar. Tarihçi, incelediği eserlerdeki kişisel görüşleri bir yana bırakmak zorundayken, edebiyat tarihçisi bu bölümleri değerlendirerek yazarı eserinden hareketle tanımaya çalışır.
Tarihçi ve edebiyat tarihçisinin değerlendirmeye alınan kaynaklar karşısındaki tutumları da farklıdır. Kaynaklar tarihçi için yanıltıcı ve taraflı yazılmış olabilir. Hâlbuki sanat eserleri kendilerini olduğu gibi yansıtır.
Tarih, toplumların geçmişteki yaşamını inceler. Çevre, kültür, ekonomi, güzel sanatlar gibi insanı ilgilendiren her şey onun ilgi alanına girer. Edebiyat tarihinin konusu ise edebî eser, o eseri ortaya koyan sanatçı ve edebî eserin ortaya konduğu dönemdir. Edebiyat tarihi, sanatçıyı, eseri ve eserin ortaya konduğu dönemi inceleyerek belli bir dönemin sanat anlayışını ortaya çıkarır. O dönemde beğenilen eserleri, eserlerin etkilendiği akımları belirler.
Edebiyat tarihi aslında tarihin edebiyatı etkileyen, şekillendiren yönüne eğilir. Tarihin alt koludur. Ancak tarihçilerin yaptığı gibi, olaylar neden – sonuç ilişkisi içinde incelenmez. Bu yönüyle de edebiyat tarihi, genel tarihten ayrılır.
Tarihin incelediği olay bitmişken, tarihe geçmişken; edebiyat tarihinin konusu olan edebi eser canlıdır ve bugüne ulaştığı için hâlâ yaşamaktadır. Türk toplumu açısından baktığımızda “Orhun Abideleri“nde anlatılan olaylar çoktan olup bitmiş, tarihe mal olmuştur. Olaylar bugün varlığını sürdürmemektedir. Ancak “Orhun Abideleri” fiziksel olarak hâlâ vardır ve önemli bir edebî değerdir. Yani Orhun Abideleri edebî eser olarak canlıdır.
Tarihçinin tarafsız olma zorunluluğunun yanında, edebiyat tarihçisi, bir edebî eseri incelerken, onun taşıdığı sanat tazeliği karşısında tarafsız ve heyecansız kalamaz. Sanatçılar eserlerine kendi duygu ve düşüncelerini yansıtırlar. Ortaya çıkan edebî eser sanatçıdan derin izler taşır. Edebî eserin en önemli özelliklerinden biri de “etkileyicilik”tir. Bu bağlamda edebî eseri inceleyen edebiyat tarihi de edebî eserden etkilenir. Dolayısıyla edebiyat tarihinin tarafsızlığını koruması çok zordur. Oysa tarih, olaylardan etkilenmez. Tam bir tarafsızlıkla olayları inceler. Olayları neden- sonuç ilişkisi içinde ortaya koyar. Bunu da kanıtlarını açıklayarak yapar.
Edebiyat tarihinin amacı, edebî eseri incelemektir. Bu bağlamda onun amacı sanatsaldır. Oysa tarih için önemli olan bilgidir. Bu bilgi sanatsal bir nitelik taşımayabilir. Edebiyat tarihi için edebî eserin kendisi önemliyken, tarih için eserden elde edilecek bilgi önemlidir.
Tarihî olayların ise edebiyat üzerinde etkisi büyüktür. Edebî eserleri yazıldığı dönemin tarihi bilinmeden tam olarak anlayabilmek ve yorumlayabilmek mümkün değildir. Ancak sanatçının, tarihî bilgileri aynen kullanmak zorunda olmadığı; gelecekte tarih kavramlarını kullanmak ve olay örgüsünü istedi gibi düzenlemek bakımından özgür olduğu unutulmamalıdır.
Bütün bu farklılıklara rağmen tarih ile edebiyat tarihi arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Edebiyat tarihi ve genel tarih birbirini tamamlar. Birtakım yöntemsel farklılıklar bu gerçeği değiştirmez. Bir ulusun geçmişteki duygu, düşünce ve kültür hayatını yansıtan uygarlık tarihi, genel tarihin önemli bir koludur. Aynı amaca hizmet eden edebiyat tarihleri, tarihçilerin başvuracağı önemli kaynaklardan biri sayılmaktadır. Bazı edebî eserler, tarihi aydınlatma bakımından büyük önem taşır. Tarih öncesi dönemleri aydınlatmada kaynak görevi gören “destanlar”; siyasal, sosyal ve ekonomik hayat hakkında bilgiler veren “gazavatnâme, seyehatname, sefaretname, siyasetname, hatıra ve tezkireler” tarih araştırmalarında başvurulacak kaynaklardır. Örneğin bir edebî eser olan Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si, tarihçiler için de önemli bir kaynaktır.
Toplumların ilk edebî ürünleri olan destanlar da tarih bilimi için önemli kaynaklar arasında yer alır. “Yaratılış, Göç, Ergenekon, İlyada ve Odysseia, Şehname, Kalevela” gibi destanlar incelenerek toplumların yaşamları, kültürleri, inançları hakkında bilgiler edinilir. Örneğin Oğuz Kağan Destanı’nı incelerken o dönemin tarihi ile ilgili önemli bilgilere ulaşılır. Yani edebî eser bir anlamda tarihî belge niteliğindedir. Tarihin önemli kaynaklarından biridir. Bu eserler, iki bilim dalı için vazgeçilmez kaynaklardır.
Tarihi Metinlerle Edebi Metinlerin Farkları
Bir sanatçı herhangi bir edebî türde eser verdiğinde ortaya çıkan metne “edebî metin” denir. Edebî metinler toplumların ortak malı da olabilir. Özellikle “efsane, destan, masal, türkü ve halk hikâyeleri”nin oluşturduğu edebî metinlerin belli bir yaratıcısı yoktur. Böyle metinler toplumların yaşayışından doğar ve toplumların ortak değerlerini yansıtır.
Edebî metinler gerçek bir olaya dayansa da temelde kurgusaldır. Onu ortaya koyan kişinin ya da toplumun duygularını, düşüncelerini, hayallerini, özlemlerini yansıtır. İçinde gerçek olmayan; hatta akıl dışı unsurlar barındırabilir. Edebî metinler insanların veya toplumların yaşamı içinde ortaya çıkar. İnsan düşünür, hisseder, hayal eder ve bunları edebî ürün olarak ortaya koyar. Bu bağlamda edebî metin, ortaya konduğu dönemin bakış açısını ve özelliklerini yansıtır. Edebî metinde bir olay anlatılırken anlatıcının duyguları, sezgileri, hatta hayalleri işin içine girer. Örneğin destanlarda olağanüstü pek çok kişi ve olaya rastlanır.
Tarih ise, insanlığın toplumsal, kültürel, ekonomik gelişmesini belgelere dayanarak anlatır. Bunu her şey olup bittikten çok sonra yapar. Tarih, bir bilim olduğu için tarihî metinler de bilimsel metnin özelliklerini taşır. Bu metinlerde gerçek dışı unsurlara rastlanmaz. Hayaller, duygular, özlemler, hisler yer almaz. Tarih, nesnel olmaya çalışır. Tarihî metinlerde bireysel veya toplumsal yaratıcılık aranmaz. Tarihî metinler olanı yansıtır. Olayların fotoğrafını çeker. Bunu da delilleriyle ortaya koyar. Tarihî metinler bir araştırma ürünüdür. Ortaya konduğu dönemin bakış açısına göre oluşturulur. Hiçbir şeyi değiştirmez, var olanı ortaya koymaya çalışır. Bilim adamı tarihî metinleri oluştururken işin içine kendi duygularını, hayallerini katmaz.
Örneğin Orhun Abideleri edebî metin olarak, ortaya konduğu dönemi günümüze taşır. Bu abideler, tarih bilimi açısından incelendiğinde ise o dönemle ilgili bilimsel yargılara ulaşmayı sağlayan kaynak niteliğine bürünür. Bilim adamlarının o dönem ile ilgili çalışmalarına kaynaklık eder. Yani edebî metin tarihten günümüze bir köprü kurarken, tarih de günümüzden geçmişe bir pencere açar. Dolayısıyla edebî metin bir sanat eseridir, tarihî metin ise bilimsel bir üründür.
Edebî metinlerde estetik zevk esastır. Bu metinler okuyanları, dinleyenleri etkilemeyi amaçlar. Bunu yaparken “yaratıcılık’tan ve “hayal gücü”nden alabildiğine yararlanır. Tarihî metinler ise “yararlılığı” esas alır. Geçmişi öğrenmeye yönelik bir etkinliktir. Bu nedenle tarihî metinlerde “hayal gücü” ve “yaratıcılık” gibi niteliklere rastlanmaz.
Edebî eser, bir sanat ürünüdür. Sanat ürünü bilgi vermeyi amaçlamaz. Onun öğretici olma zorunluluk yoktur. Oysa bilimin temel nitelikleri arasında “yararlılık” ve “öğreticilik” de vardır. Bir bilim dalı olan tarih de bu nitelikleri dikkate almak zorundadır. Dolayısıyla edebî metin ile tarihî metinler bu noktada da farklı özelliklere sahiptir.
Edebiyat tarihi, bir bilim dalı; edebiyat ise bir sanattır. Bilim, genel konularla ilgilenir. Deney ve gözleme, istatistik verilere dayanarak her zaman, her yerde geçerli olan kurallar belirler. Öğretmeyi, bilgilendirmeyi amaçlar. Edebiyat ise yer ve zamana göre değişen özel konuları sezdirici, duyurucu bir tutumla ele alır. Gerçekte o, değişen olgular arkasında değişmeden kalan “aşk, ölüm, özlem, yaşama sevinci” gibi evrensel değerleri işler. Bir edebî eseri yaşatan da bu kalıcı değerlere dayanması ve iyiden de öte güzel yazılmış olmasıdır. Bu bağlamda, edebî metinler sanatsal; tarihî metinler ise bilimsel niteliklere sahiptir.
Ayrıca bakınız ⇒ Edebiyat-Tarih İlişkisi
b) Edebiyat ile Coğrafya Arasındaki İlişki
Her edebî metnin – özellikle olay ve durum metinlerinin – önemli unsurlarından biri de yerdir. Olaylar, bir mekânda ortaya çıkar ve o mekânın izlerini taşır. Böylece, coğrafya edebiyat üzerinde etkili olur. Bazı edebî metinlerin yazılış amacı, belli bir coğrafi bölgeyi tanıtmaktır. Gezi yazıları, egzotik romanlar bu türden eserlerdir; bunlar her iki bilim için de önemli kaynaklardır.
Evliya Çelebi‘nin Seyahatnamesi, hem edebiyat hem tarih hem de coğrafya bakımından önemli bir eserdir. Coğrafya kitaplarında, coğrafî bilgiler veren dergilerde, ansiklopedilerde, edebiyatın anlatım biçimlerinden biri olan “açıklayıcı betimleme” kullanılır. Bu yönüyle coğrafya bilimi, edebiyattan yararlanmış olur.
c) Edebiyat ile Sosyoloji Arasındaki İlişki
Edebiyatın konusu insandır ve insan toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Edebî metinler, insanı, insanın diğer insanlarla ilişkilerini işler. Sosyoloji ise toplum bilimidir. Bu yönüyle her iki bilimin konusu ortaktır. Bazı edebî metinler, sosyoloji bilimine kaynaklık edebilir, çünkü edebî metinlerde insan ilişkileri açısından bol malzeme vardır. Ancak, edebî metinler oluşturulurken gerçeklerin değiştirilip dönüştürüldüğü unutulmamalıdır. Bazı edebî akımlar ve edebî dönemlerin bazı temsilcileri, topluma yön vermeyi, sosyal fayda sağlamayı amaçlar. Böylece edebiyat toplumu etkiler ve sosyolojinin inceleme alanına girer. Örneğin; Recaizâde Mahmut Ekrem‘in “Araba Sevdası” adlı romanı, Batılılaşmayı yanlış anlayan züppe tipini, Halit Ziya‘nın “Mai ve Siyah” adlı romanı da Servet-i Fünun sanatçılarını anlatır.
Toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını inceleyen bilim dalına “toplum bilimi (sosyoloji)” denir. Başka bir söyleyişle, toplum bilimi, insanların yaşayışlarını, bu yaşayışları düzenleyen ve yöneten yasaları araştıran, inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı “dil, din, ahlak, gelenek, görenek, kültür, uygarlık, millet” gibi düşünce ve kavramların önem ve etkinlik kazanmasına, değerlendirilmesine yardımcı olur.
Toplum bilimi, insan topluluklarının çeşitli kurum ve kurallarını kültür eserlerini, yalnız toplumun oluşumu açısından araştırır ve değerlendirir. Belli bir toplumdan sağladığı verileri, o toplumun gelişim sorunlarını, kurum ve kurallarını, kültür aşamalarının dönüşüm çeşitlerini açıklamak için kullanır.
Edebiyat tarihi ise bir ulusun kendi tarihi boyunca oluşturduğu bütün sözlü ve yazılı edebiyat ürünlerini inceleyerek o ulusun geçirdiği duygu ve düşünce aşamalarını ortaya koyar. Toplum bilimi genel, edebiyat tarihi özeldir. Toplum bilimi evrensel, edebiyat tarihi ulusaldır. Ancak edebiyat tarihi kendisi için gerekli olan ön bilgilerin büyük bir bölümünü toplum bilimi aracılığıyla sağlar. Onun araştırma inceleme ve değerlendirmelerinden büyük ölçüde yararlanır.
Edebiyat tarihçisi, edebiyat tarihini oluşturabilmek için toplumu kaynaklarından başlayarak, tarihin akışı içinde bütünüyle izlemek, eserleri, yazarları ve edebî akımları, onları oluşturan nedenleri araştırmak zorundadır. Edebiyat tarihçisinin edebiyat tarihiyle ilgili bütün ürünleri toplum bilimi ışığı altında incelemesi gerekir. Çünkü edebiyat tarihçisine nedenleri araştırmasında, onları birbirine bağlayan karışık etkenleri ayırmasında, sonra yeniden toparlayıp birleştirmesinde en önemli yol gösterici toplum bilimdir.
Edebî eserleri ortaya koyanlar insanlardır, insanlar bir toplumda yaşar. Yaşadıkları toplumun özelliklerini de ortaya koydukları edebî eserlere ister istemez yansıtırlar. Toplumların özellikle gelenek, görenek ve yaşam biçimleri edebî eserlere yansır. Bu bilgiler edebiyat tarihine de toplum bilimine de kaynaklık eder. O yüzden, edebiyat tarihi incelenmeden toplum bilimi hakkında hüküm vermek tam doğru olmaz.
d) Edebiyat ile Psikoloji Arasındaki İlişki
Edebî metinler yazarlar tarafından oluşturulur (Anonim olanlar hariç). Bu eserler, bire bir yazarların yaşantılarını, duygularını yansıtmasalar da onlardan izler taşır. Yani, edebî metinlerde yazarın psikolojisinden izler vardır; derinlemesine ve bilimsel yapılan bir incelemeyle, eserler bizi yazarların ruh dünyasına götürebilir. Edebî eserler, insanı her yönüyle aydınlatır. İnsanın ruh dünyasına ağırlık veren psikolojik eserler (romanlar, duygu ağırlıklı şiirler…) insanların ruh çözümlemelerini yapar; bu çözümlemeler, çevremizdeki insanları daha iyi anlamamızda, “Bin bir çeşit insanın, bin bir çeşit hâli vardır.” diyerek olayları, durumları yorumlamamızda bize yardımcı olabilir. Mehmet Rauf‘un “Eylül“, Peyami Safa‘nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanları buna güzel birer örnektir. Bu tür eserler, psikoloji bilimi için de önemli malzemelerdir. Ancak, edebî eserlerin, gerçeğin değiştirilip dönüştürülmesiyle oluşturulduğu unutulmamalıdır. Bire bir gerçeği yansıtmasa da anlatılan olayların ve kişilerin benzerlerini günlük hayatımızda görmemiz mümkündür.
e) Edebiyat ile Felsefe Arasındaki İlişki
Madde ve yaşamayı çeşitli yönleriyle inceleyen bir düşünce sistemi olan felsefe, zaman zaman araç olarak edebî metinleri kullanmıştır. Bazı edebî metinlerin arka planında bazı düşünceler yatar. Toplumları etkileyen bu düşünceler, felsefî metin yalınlığıyla değil, değiştirilip dönüştürülerek anlatılır. Sayfalarca süren bir edebî metnin arkasında bir cümlelik, bir iki kelimelik bir düşünce olabilir. Edebî metin, bu yönüyle felsefî metinlerden ayrılır. Örneğin Albert Camus’nun romanlarında (Bulantı, Düşüş vs.) egzistansiyalizm (varoluşçuluk) felsefesinin işlendiği görülebilir.
f) Edebiyat ile Bilim -Teknik Arasındaki İlişki
Bilim ve teknik insan hayatını etkileyen, değiştiren, insan hayatına yön veren yenilikleri, gelişmeleri içerir. Değişen insan yaşamı, değişiklikleriyle edebi eserlerde yer alır. Bir toplumun bilim-teknikteki seviyesini, yazılan edebî metinlere bakarak tahmin edebiliriz. Bilim ve teknikteki gelişmeler, edebiyatın gelişmesini de etkilemiştir. Örneğin, matbaanın bulunması, herkesin edebî eserlere ulaşımını kolaylaştırmış, gazetenin çıkarılmasına zemin hazırlamış; bu da gazete çevresinde oluşan edebî metinlerin oluşumunu sağlamıştır. 20. yüzyılda “fütürizm” (gelecekçilik) akımına mensup sanatçılar edebiyatı tamamıyla teknolojik gelişmelerin bir anlatım aracı olarak görmüşlerdir.
g) Edebiyat ile Halk Bilimi (Folklor) İlişkisi
Toplumun geleneklerini, göreneklerini, inançlarını, edebî ürünlerini inceleyen bilim dalına “halk bilimi” denir. Yani halk bilimi bir ülkede yaşayan halkın kültür ürünlerini, geleneklerini, törelerini, inançlarını, müziğini, oyunlarını, masallarını, efsanelerini, halk kimliğini inceler. Bunların birbirleriyle olan ilişkilerini belirtir. Kaynak, gelişim ve etkileşim gibi sorunlarını kendine özgü yöntemlerle çözme çabası içinde olur. Sonuç, kural, kuram ve yasalarını bulmaya çalışır.
Halk bilimine “folklor” da denir. “Folklor” karşılığı olarak ülkemizde eskiden “hakikat” ve “hakikat bilgisi” gibi sözler kullanılmıştır. Daha sonra bu sözler halk bilimini belirten bir terim olarak kabul edilmiştir.
Halk bilimi, halkın ortak ürünlerini içine alır. Bunlar kim tarafından üretildiği, ortaya konduğu bilinmeyen “atasözü, deyim, bilmece, tekerleme, ninni, türkü, mani, ağıt, destan, halk hikâyesi, masal, efsane, meddah, Karagöz, orta oyunu” gibi ürünler ile halkın kendine özgü araç ve gereçlerini kapsar. Halk bilimi özellikle “efsane, masal, destan” gibi edebî ürünleri inceler. Halk kültürüne ait özellikler ve edebî ürünler de halk biliminin malzemesini oluşturur. Halkın inancı, sevinci, üzüntüsü, beklentisi, sıkıntısı, özlemi, değer yargıları türkülere, masallara, destanlara, efsanelere, fıkralara; hatta deyim ve atasözlerine yansır. Öyleyse edebiyat tarihi, halk bilimi için de çok önemli bir kaynaktır.
Halk bilimi, edebiyat tarihinin önemli dallarından biridir. Bu ürünler, edebiyat tarihi içinde “Anonim Halk Edebiyatı” ürünleri olarak yer almış, edebiyat tarihçilerince ve folklor uzmanlarınca ayrı ayrı araştırılmış, derlenmiş, incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
Türk halk biliminin ilk ürünleri, Türklerin yazıyı kullanmadığı devirlerdeki verimlerdir. Bu halk verimlerinin ilk örneklerini Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ı Lügati’t Türk” adlı eserinde görmek mümkündür.
Eski çağlarda oluşan bu folklor ürünleri dışında bir de sonraları halk çevrelerince beslenen ve değerlendirilen dinî- tasavvuf yolda ve din dışı konularda verilen ürünler vardır. Bunlara da Türk Halk Edebiyatı verimleri denir. Folklor ve Türk Halk Edebiyatının sınırlarını çizmek, birinin nerede bittiğini, ötekinin nerde başladığını kesin olarak belirlemek çok güçtür. Çünkü folklor, sosyal bir olaydır. Folklor ürünlerinin ilk söyleyeni bilinmediği için bunlar halkın ortak malı olarak kalmıştır. Saz şairlerinin ürünleri ise kişiseldir. Birincisi folklorcuyu, ikincisi ise daha çok, edebiyat tarihçisini ilgilendirir. Araştırmacı, folklorda genelliği, olayların izlerini, sosyal unsurları, inançları, gelenekleri ve görenekleri arar. Edebiyat tarihçisi ise genel olmayı bırakarak, orijinal yönleri, kişisel unsurları ve görüşleri bulup çıkarmak ister; güzelliği araştırır.
Sanatın ve Bilimin Karşılaştırılması
Sanat Eserinin Özellikleri
- Özneldir. Sanatçının duyguları, sezgileri, hayalleri yapıta yansır.
- Gerçeklere dayansa da temelde kurgusaldır.
- Duygu, hayal ön plandadır.
- Yaratıcılığa, hayallere dayanır.
- Estetik zevk/haz vermek esastır.
- Güzele ulaşmak amaçlanır.
- Sözcüklere yeni anlamlar yüklenir.
- Çok anlamlılık vardır.
- Soyut kavramları işler.
- İyiyi, doğruyu, güzeli sezdirir.
- Görece olduğu için kesin bir tanımı yapılamaz.
- Yoruma açıktır.
- Dil genellikle sanatsal işleviyle kullanılır.
Bilimsel Eserin Özellikleri
- Nesneldir. Bilim adamı duygularına, hayallerine yer vermekten kaçınır.
- Gerçeğe yaslanır.
- Akıl, mantık ön plandadır.
- Araştırmaya, incelemeye, nesnel verilere dayanır.
- Yararlılık esastır.
- Doğrulara ulaşmak amaçlanır.
- Sözcükler gerçek anlamında kullanılır. Terimlere yer verilir.
- Anlam tek boyutludur.
- Somut gerçekleri ele alır.
- İyiyi, kötüyü; doğruyu, yanlışı gösterir.
- Kesin yargılara varır; belli kalıpları ve tanımları vardır.
- Bilimsel verilerle desteklendiğinden yoruma açık değildir.
- Dil, göndergesel işleviyle kullanılır.
Ayrıca bakınız ⇒