Celal Sahir Erozan
Celal Sahir Erozan Kimdir?
Celal Sahir Erozan Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Celâl Sahir Erozan, (29 Eylül 1883, İstanbul – 16 Kasım 1935, İstanbul). Şair, yazar ve politikacı.
Celal Sahir Erozan, Atatürk‘ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun dört kurucu üyesinden biridir. “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin kuruluş dilekçesinde görevi, “veznedar” olarak belirtilmiştir. 26 Eylül 1932’de toplanan ilk Türk Dili Kurultayı, dilin sözvarlığını saptamak üzere “Lügat ve Istılah Kolu”nu kurmuş, “Umumi Merkez Heyeti” de kol başkanlığına Celal Sahir Erozan’ı getirmiştir (1932). 1934’te toplanan II. kurultaydan sonra bu kolun üstlendiği sözlük ve terim çalışmaları birbirinden ayrılarak kolun adı “Lügat Kolu” olmuş, Celal Sahir başkanlığı sürdürmüş; ancak 1935 ortalarında ölünce, Filoloji Kolu Başkanı olan Ali Canip Yöntem, bir süre onun görevini de yapmıştır. Cumhuriyet öncesinde aydınlar arasındaki dil tartışmalarında da dilin “sadeleşmesi” gerektiğini savunmuştur.
Celal Sahir, 29 Eylül 1883’te İstanbul’da doğdu. Babası, Osmanlının Yemen Valisi İsmail Hakkı Paşa’dır. İlköğrenimine “Numune-i Terakki” ilkokulunda başlamış; Davut Paşa Rüştiyesi (ortaokulu) ile Vefa İdadisinde (lisesinde) devam etmiştir. Liseyi bitirince hukukçu olmak istemiş, ancak hukuk öğrenimini iki yıl sürdürebilmiştir.
Şair olarak tanınan Celal Sahir, şiir yazmaya çocukluk döneminde başlamış; dokuz yaşındayken güzel şiir okuduğu için 2. Abdülhamit’in dikkatini çekmiştir. Bu nedenle sık sık sarayda padişahın konuğu olmuş, ona şiirler okumuş “liyakat nişanı” almıştır. On dört, on beş yaşlarındayken Malumat, Musavver Fen ve Edeb, Pul, Lisan gibi dergilerde şiir ve makaleleri yayımlanmıştır. Bu yazılarında Ahmet Celal, Velhan, Şârık, Hikmet Celal gibi takma adları kullanmıştır. Fransızcasını ilerletip Fransız yazınını tanıyınca yazınsal değerleri değişmiştir. Bu dönemde Serveti fünun dergisinde şiirleri yayımlanmaktadır. Bu dergi kapatılıncaya değin burada şiir ve yazıları çıkmıştır.
Celal Sahir, 1903’te “Hariciye Nezâreti”nde görev başlamış,1907’den sonra Kabataş ve Mercan Liselerinde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Meşrutiyetin ilanını izleyen günlerde Celal Sahir, bir yandan “dilin sadeleştirilmesini” isteyen aydınların yanında olmuş, bir yandan da yazınsal yaşamına türlü etkinlikler katmıştır. 1. Kitap, 2. Kitap, 3. Kitap adıyla aylık bir dergi, yine kısa bir süre de Demet adlı bir kadın dergisini çıkararak burada kadın haklarını savunmuştur. Yeni Lisan eylemini Hak gazetesinde anlatan, Halka Doğru dergisinin yayın yönetmenliğini yapan Celal Sahir, “Edebiyatı Cedide“nin en genç şairlerinden biri olarak Tevfik Fikret‘in etkisinde de kalmış, zamanla kendi özgün anlatımına ulaşmıştır. Türkçülük akımıyla ilgilenen Celal Sahir, dilin konusundaki görüşleriyle Yeni Lisan eyleminin İstanbul’da ilk önderleri arasına girmiş, Servetifünun dergisi kapanınca, “Milli Edebiyat” akımını benimsemiş, hece ölçüsüyle şiirler yayımlamıştır. 1911’de Selanik’e gitmiş, burada çıkarılan Türk Yurdu, Türk Derneği, Genç Kalemler gibi dergilere yazmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında bir ara ticaret yapmış, cumhuriyetin ilanından sonra 1928’de Zonguldak Milletvekili seçilmiştir. Harf Devrimini gerçekleştiren kurula katılmış, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuyla birlikte, hep savunduğu dilde sadeleşme eyleminin yapıcıları içinde yer almıştır. 16 Kasım 1935’te akciğer kanserinden yaşamını yitirmiştir.
Celal Sahir, Türk Derneği’nin kurucuları arasındadır. Bu dernek 1909’da bir dergi çıkarmaya başlamış, ama daha başlangıçta dernek üyeleri arasında dil konusunda ayrılıklar olduğu anlaşılmıştır. Celal Sahir’in dilin yalınlaşmasına tek yönlü bakmadığı, sorunun salt Arapça ve Farsça sözcüklerle tamlamalar olmadığını birçok kez yazmıştır. 1909’da Servetifünun dergisinde,”İmlanın ıslahı önce harflerin ıslahına bağlıdır. Bu ıslah, harflerin ayrı ayrı yazılmalarını teminle olur” diyebilecek kadar ileri düşünceler taşıyan biridir.
Türk Derneği’nde dille ilgili kimi görüşleri benimsenmediği için, bir bakıma saldırıya uğradığını düşünen Celal Sahir, Hak gazetesinin haftalık ekinde,”Müebbed Mesele Hakkında” başlıklı yazısında, bir bakıma kendisini eleştirenlerden öcünü almaktadır. Bu öfke dolu bir yazıdır. Agâh Sırrı Levend’in bugünkü dile aktarımıyla bu yazıda, “.genç edebiyatçıların yakın zamana dek dünkülere batırmaktan zevk aldıkları iğnelerini sinirleriyle bileyip birbirlerine saldırdıklarını; bu iğnelerin zehirli uçlarında kibir, alay, küçümseme, aşağılatma bulunduğunu; hepsinin kendini haklı gördüğünü kaydettikten sonra müebbed mesele dediği dil sorununa geçiyor. Düşünceleriyle değil, ama üsluplarıyla edebiyatta bir geri dönüş hareketi yapan birkaç kişiyle birtakım yaldızlı baloncular bir yana bırakılırsa, herkesin dilde sadeleşme isteğinde bulunduğunu” belirtiyor (Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri; TDK Yayınları, 1972, s. 325). Celal Sahir, bu yazıda şunları da söylüyor:
“Fakat gariptir ki niyetleriyle ve yazılarıyla bu gayeye teveccüh eden ekseriyet (bu amaca yönelen çoğunluk) ayrı ayrı yollar takip ediyor; birbirini tanımıyor, anlamıyor ve itham ediyor (suçluyor). (.) Yeni lisan cereyanı (yeni dil akımı), sadeliğe doğru mütemadiyen (sürekli) ilerleyen lisanımızın bu husustaki hatvelerini (adımlarını) biraz tesriden (çabuklaştırmaktan) başka hiçbir netice husule getirmeyecek (çıkarmayacak) zannediyorum. (.) Bütün bunlardan anlıyoruz ki herkes lisanın sadeleşmesi arzusundadır ve her nokta-i nazardan terakkimizin (her bakış açısından gelişmemizin) anahtarı budur.”
Celal Sahir’in ve o dönemin aydınlarının ateşli tartışmaları da gösteriyor ki, günümüzde hâlâ Dil Devrimiyle hesaplaşma içinde olanlar, büyük bir yanılgı içindedir. Celal Sahir, 1910’da Türk Derneği’nin bir toplantısında şunları da söylüyor:
“Biz bugün Türklerin pek çoğu tarafından kullanılan konuşma dili ile yazı dili arasındaki büyük ayrılığı azaltarak ikisini birbirine yakınlaştırmaya, böylelikle edebiyatımızın, her türlü yazılarımızın yalnız birkaç bin kişinin halledebileceği bir bilmece olmasından kurtulmasına uğraşacağız. Benim istediğim yalnız budur.”
Celal Sahir’in 1900’lerdeki bu isteğini, 2000’lerde kavramamış olanlar, Yazı ve Dil Devrimlerinin dayatma olduğu, dilin amaçlı olarak bozulduğu savına tutunmaktadırlar. Mustafa Kemal’e dilde devrim yaptıran bilinç, işte cumhuriyet öncesindeki bu kaynaklardan beslenmiştir.
Celal Sahir Erozan’ı saygıyla anıyor, düşüncelerinin, dil sevgisinin gelecek kuşaklara da yol gösterici olacağına inanıyoruz.
Celâl Sahir Erozan’ın Eserleri
- Beyaz Gölgeler (1898 -1909 arasında yazdığı şiirler),
- Buhran (1909),
- Siyah Kitap (şiirler, düzyazılar; 1911).
Celâl Sahir Erozan’ın Şiirlerinden Örnekler
O GELİYOR
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını
Yeryüzüne can veren
Cana heyecan veren
Al yüzlü oğan güneş!
Takanın burnu nasıl Karadeniz’i yırtar;
Siz de bir anda öyle yırtınız uykunuzu,
Uyanın Samsunlular!
Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını
Al yüzlü oğan güneş!
Bugün Çaltı Burnundan gülerek doğan güneş!
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular!
Uyumak ölüme eş,
Diriltin ruhunuzu.
Ufukta bir gemi var!
Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor?
Acaba yolu mu az, yoksa yükü mü ağır?
Bu gemi umut yüklü, inan yüklü, hız yüklü;
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır,
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki gökler gibi bir küme yıldız yüklü!
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor.
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor
Sanki harlı bir ateş
Yakıyor ruhumuzu.
Beklemek üzüntüsü her gönülden taşıyor.
Üzülmemek elde mi?
Hız yüklü, inan yüklü, umut yüklü bu gemi!
O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,
O hız doldukça bütün damarlara kan gibi,
Gizli gizli inleyen her yürek canlanacak,
Ateşler püskürecek uyanan volkan gibi!
Gittikçe büyükleşen,
Gölgene dikilmekten,
Karardı gözlerimiz.
Koş, atıl, gemi, sana engel olmasın deniz!
Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel!
Kuşlar gibi uç da gel, rüzgâr gibi es de gel!
HAYAT
Bir cinayet eli gibi,
Bir cengâver beli gibi
Git al da gel, kuşan da gel
Hançerini, kılıcım en kıyıcı silâhını;
Gözlerini kan bürümüş deli gibi
Zincirlerden boşan da gel!
Hiç dinmiyen o sebepsiz hiddetinle
Bana saldır!
Sonra kaldır,
Kaldır hüsnündeki tesir
Her faniyi sana esir
Eden o zalim başım,
Bak ve dinle:
Gönlümün ahı,
Gözlerimin yaşını!
Gördüğün ne? Bir güler yüz! İşittiğin? Bir kahkaha!
Yazık sana!
Uğraşırken en bahtiyar fanilerle,
Pembe saadetlerinde bir siyah süs
Gibi küçük bir kederle
Herbirini harap eden sana yazık!
İki düşük omuzla bir sıska göğüs,
Bir hasta baş… Böyle dermansız düşmana,
Sen ki elinde bin dert,
Yenildin mi koca namert?
Durmasana saldır üstüme bir daha!
Bu kırk yıllık muharebe bitsin artık!
BAŞIMLA GÖNLÜM
Başım dedi: Dinlen; gönlüm dedi: Koş!
Başım dedi: Durul; gönlüm dedi: Coş!
Başım yüreksizdi, gönlüm başıboş;
Varlığım arada oynadı gitti…
Başımla gönlüm edemedim eş;
Biri yüz yaşında, biri yirmi beş.
En sonunda sardı saçağı ateş;
Varlığım arada kaynadı gitti…
52 Yıl
Hala yaşım genç ama, vücudum ölgün gibi;
Bütün acı günlerim aklımda, bugün gibi!
İçimde hayata küskün, dış yüzüm düğün gibi;
Elli iki yıl geçti: Elli iki gün gibi! …
Doğmayan hülyaların saçlarını taradım,
Ezop gibi fenerle gündüz insan aradım
Ne kendime yar oldum, ne kimseye yaradım,
Elli iki yıl geçti: Elli iki gün gibi…
Sevgisiz Sevgiliye
Eğer olsaydık ben deniz sen kaya;
eteklerinde ağlaya ağlaya
Sert kalbine bir merhamet verirdim.
Eğer olsaydık ben bulut, sen ay;
Yere düşse nurundan bir küçük pay
Kıskanırdım, damla damla erirdim.
Eğer olsaydık ben bülbül, sen gül;
İnleyerek seni eğlendirirdim.
Sen bir CİN’sin bense çarptığın çocuk
Dilim tutuk karşında, benzim uçuk
Bir yaşayan ölü haline girdim!
Kadın Saçıyla Yazılmış Şiir
Bütün hayatımı onlar verir de ben yaşarım,
Kadınlar olmasaydı öksüz kalırdı eş’arım…