Behçet Aysan
Behçet Aysan Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Behçet Aysan (D: 28 Temmuz 1949, Ankara – Ö: 02 Temmuz 1993, Sivas) Şair, yazar, psikiyatrist.
Behçet Aysan, 1949’da Ankara’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim gördü. Doktor olarak çalıştı.
Kısa ömrüne yüzlerce şiir sığdırmayı başardı. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Otel’in yakılması sırasında yaşamını yitiren aydınlarımız arasındaydı. Duru dili ve içli şiirleriyle dikkat çeker.
Behçet Aysan’ın Eserleri
Şiir:
- Karşı Gece Yeni (Türkü Yayınları / Ankara 1983)
- Sesler ve Küller (Varlık Yayınları / İstanbul 1984)
- Eylül (Hacan Yayınları / İstanbul 1988)
- Deniz Feneri (Puhu Yayınları / İstanbul 1987)
- Düello (Adam Yayınları / İstanbul 1993)
- Leke ve Şiir (Öteki Yayınevi / İstanbul 1998).
Tiyatro:
- Üç Kardeştiler (Prospero Yayıncılık / Ankara 1995, Radyo Oyunu)
Diğer:
- Deniz Feneri: Behçet Aysan Kitabı (U:mag / Ankara 2006)
- Behçet Aysan Kitabı (Kurtuluş Yayınları / Ankara 1993).
- Bir Eflatun Ölüm: Behçet Aysan Kitabı (U:mag / Ankara 2013)
Ödülleri:
- 1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü (Sesler ve Küller ile)
- 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü (Eylül ile)
- 1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü (Deniz Feneri ile)
Behçet Aysan’ın Şiirlerinden Örnekler
BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde olurum
kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan
rüzgarla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış
dağıtılmamış
bildiriler gibi
uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.
çünkü beyaz bir gemidir ölüm.
siyah denizlerin hep
çağırdığı
batık bir gemi
sönmüş yıldızlar gibidir
yitik adreslere benzer
ölüm
yanık otlar gibi.
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde ölürüm.
BİR KİRAZ DALI
bahar mührünü vurmuş leylaklar
açmış, uzansam bir kiraz dalı
içimde koşup duruyor bir maral
gelincik tarlaları çığlık çığlığa
oralardan geldim baş eğmeden
gecelerin kımıldayıp sonlandığı
ışık ışığa mor kanatlı kelebeği
küflü duvarları bilirim voltaları
suskun küflü duvarları kan sıçramış
çakıyla takvimler kazınan, günler
saatler, dakkalar-
bitmeyen zaman
ağarmış kireç oyuklarında
soluk renkli sözcükleri.
AYNA
kırılınca bir büyük ayna
şarkılar da yarım kaldı
büyü bozuldu, durdu saatler
suda suretimiz asılı kaldı.
yoktu, şehirler gezdim ülkeler
düşlerim sahipsiz kaldı
ve şimdi kim bilir nerdeler
gül güle değdi solmuş kaldı.
anıları öğütür değirmenler
bir aşk söyleyin ki bana
daha başlarken öldemeler.
kırılınca bir büyük ayna
aşk bitti şarkılar yarım.
UNUTULMAYAN
durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
– avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı –
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.
KIRIK BİR KURŞUN KALEMİN ŞİİRİ
yollar uzak ay bedir
sırtımda gümüş hançer
yürürüm de ölemem
kan damlatır karanfil.
usulca mavi bir kar
kara geceye düşer
tutuşur fundalıklar
gelir kalbimi yakar.
gün olur belki öper
ay ışığı acıyı
o yaralı cerenler
yanık sulara iner.
yollar uzak ay bedir
sırtımda gümüş hançer
yürürüm de ölemem
kan damlatır karanfil
BİR EFLATUN ÖLÜM
kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
DAĞILAN GÜL
ne söylersen söyle bu aşk ikimizindi
ikimizindi bir zamanlar aynı gökyüzü
bir samanın tutuşması gibi olan şey
biraz erzurumdu biraz rize biraz mardin
geniş, dingin, sürekli bir yurt gibi
ne söylersen söyle rüzgardır duyan
düşleri çağıran iri siyah gözleriyle
ve yanıbaşımızda mutlu kalan ne var ki
belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki
sadece güldür dağılmış ayaklanmaya
ne söylersen söyle ruhum bağırıyor
acı içinde bağırıyor giden her şeye
uzak kapıların ses verip çağırmadığı
mutsuzluk değil mi biraz da şarkıdır
üzgün, kırık, iri bir gül gibi kanayan
ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz
çam seli halinde kalabalık bir orman
alıp götürecek bizi kuytu ölümlere
yaşamanın anlamını sorsam da söyleme
konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan.
YAĞMUR DİNDİ
yağmur dindi sevgilim, küf mavisi bir yağmur
dingin ruhumun
tınazını susturan ve aç çocukların
iniltilerini, bu yüreğimize yürüyen
yağmur,
gecenin yağmuru dindi.
bütün bir gece
düşman pusularına, vişneliklere
ayağı çaputa sarınmışlara
kör bir kuyuya ve dinamite
inen bu yağmur
gecenin
yağmuru
söndüremedi pırnal ateşin soluğunu
kozalak yaktım ben de sessizlikte
ömrümün kozalaklarını
küllere sıvanmış
baştan başa dolaşıp ağrıyan ormanı
yağmur dindi sevgilim bak dinle
her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.