Türk Edebiyatı Geleneği İçinde Âşık Tipi’nin Dünü-Bugünü
Türk Edebiyatı Geleneği İçinde Âşık Tipi’nin Dünü-Bugünü
Osmanlı’nın kültürel açıdan azametine paralel olarak Aşık Edebiyatının da inkişaf ettiğini söyleyebiliriz. Anadolu ve Rumeli’nin büyük merkezlerinde, serhad kalelerinde, Suriye ve Mısır’da, Kuzey Afrika’nın Osmanlı’ya bağlı bölgelerindeki askeri koloniler içinde aşıkların çoğaldığını görüyoruz. Şehir ve kasabalarda, değişik sosyal tabakalara mahsus ayrı ayrı kahvehaneler, bozahaneler, meyhaneler gibi umumi toplantı yerleri vardı. Bazı büyük kahvehanelerde çalgı ve köçek takımları da bulunurdu. Bu tür toplantı yerlerinden olan bazı kahvehaneler bilhassa aşıkları bir araya getirmişti. Onlar belli mevsimlerde buralarda bir araya gelir, aşık fasılları düzenlerlerdi. Bundan başka aşıklar panayır gibi geçici toplantı yerlerinde kurulan kahvehanelerde bulunurlar, memleketi dolaşırlardı. Bu seyahatleri esnasında zengin konaklarında ve bilhassa memleketin her tarafına yayılmış bulunan Bektaşi tekkelerinde yatıp kalkarlardı. Bazı ileri gelen devlet adamlarıyla zengin konaklarında çöğürcü denilen aşıklar himayeye alınırdı.
Diğer esnaf teşkilatlarında olduğu gibi aşıklar da teşkilatlanmıştı. Bu teşkilatın esasına göre saz çalmaya istidadı olan kişilerin çıraklıktan aşık oluncaya kadar geçirmesi gereken birtakım dereceler vardı. Bilhassa büyük ve şöhretli aşıkların etrafında, meraklı ve kabiliyetli gençler toplanır, gerekli mesleki ve ahlaki terbiyeyi alıp, kendine mahlas verildikten sonra aşık fasıllarına girmeye hak kazanırlardı. Memleket içinde uzun seyahatlere çıktıktan sonra aşık unvanını alıp geçimlerini bu yolla sağlarlardı. Köy ve aşiret çevrelerinde yetişen aşıklar nispeten uzak kalmakla beraber Şehir muhitlerinde yetişen aşıklar, klasik şairlerin cazibesine kapıldılar, geleneksel halk şiiri zevkinden uzaklaşmaya başladılar.
Aşık Tarzı Türk Şiiri gelişimini XVII. yüzyılda kuvvetli bir şekilde devam ettirdi. Eser ve şahsiyet sayısında geçen asra göre bir artma görüldü. Gevheri, Aşık Ömer, Karacaoğlan gibi kuvvetli temsilcilerini yetiştirdi. Ancak şehir muhitlerinde yetişen aşıklarla köy ve aşiret çevrelerinde yetişen aşıklar arasındaki fark artmaya başladı. Adeta iki ayrı âşık tipi ortaya çıktı. Birincisi şehir hayatının kültür havasını kapılırken, ikincisi büyük ölçüde geleneksel çizgisini devam ettirdi. Tarikatler de tesirlerini aşıklar üzerinde artırdılar. Herhangi bir tarikate bilhassa Bektaşiliğe girnek moda halini almaya başladı.
XVIII.asırda Aşık tam tabii gelişimini sürdürürken büsbütün klasik Edebiyatın tesirine girdi. Aruz veznini kullanmağa çalışan aşıklar çoğaldı. XVII. yüzyılla mukayese edilebilecek bir şahsiyet yetişmemekle birlikte aşık1ık adeta moda bilini aldı. Mahillileşme cereyanının de tesiriyle klasik şairlerden de halk edebiyatı ve Aşık Tarzına yönelenler oldu. Salim ve Safai gibi tezkirecilerin eserlerine bir iki aşık almaları artık onlara bir kıymet verildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı da Aşık Tarzı üzerindeki tesirini büsbütün artırdı. XIX. yüzyılda aşıkların sayısında büsbütün artma görüldü. Ancak aşıkların hemen hemen tamamı klasik şiirin tesirinde kalarak bozuk bir aruz vezniyle basmakalıp mazmunlarla şiirler söylemeye çalışıyorlardı. Hatta hece ile söyledikleri şiirlerde bile yabancı terkip ve kelime kullanma arzusu dikkat çekecek ölçülere ulaştı. Bu yüzyılda yetişen bir hayli aşık arasında Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Dertli, Kayserili Seyrani, Tokatlı Nuri, Sümmani, Ruhsati şöhrete ulaştı. Türkmen aşiretleri arasında yetişen Dadaloğlu, Deli Boran, Gündeşli Oğlu, Bey Oğlu ikinci aşık tipi olarak şöhret kazandılar.
XX. yüzyıl memleket dahilinde köklü bir değişimin yaşandığı asırdır. Devletin her kademesinde başlayan çözülme ve çöküşün hızlandığı bu dönemde Türk devlet ve fikir adamları bir arayışa girdi. Çöküşten kurtulmanın çarelerini aramaya başladı. Bunun çözümünü da Batı Medeniyet Dairesine girmekte buldu. Bu değişim Türk sosyal hayatında olduğu gibi Aşık Tarzı’nda da büyük bir değişimi getirdi. Haliyle aşık tipi de ikinci büyük değişimini yaşadı. Ancak 1960’lı yıllardan sonra aşık Tarzı Türk şiirinin tekrar canlandığını görüyoruz. Bu cümleden olarak, her yıl Konya’da Aşıklar Bayramı yapılırken, bu aşıkların büyük bir bölümü de Kültür Bakanlığı nezdinde görevlendirildiler.
Günümüzdeki araştırmacılarından biri olarak, Aşık Edebiyatı Bilim dalı’nın müstakil bir bilim dalı olarak araştırılmasını ve Türk edebiyatı tasnifi içinde de müstakilen yerini almasını kabul edenlerin biriyim. Bu sebeple Aşık edebiyatı’nın da Halk Edebiyatı bünyesinden çıkarılarak müstakilen araştırılması gerekmektedir. Yani;
“Halkın anlayabileceği lisanla yazan, daha çok hece veznini kullanan, saz çalarak diyar diyar dolaşan ve çok defa aşık adı ile kalem şuarasından ve divan şairlerinden ayrılan şairlerin mahsullerinin hepsi” ‘Aşık edebiyatı mahsülleri‘ tanımında birleşmektedirler. Bu edebiyatı diğer edebiyat şubelerinden ayıran en karakteristik özellik ise ferdi ve anonim bir edebiyat olduğu kadar gelenek edebiyatı da oluşudur. Bünyesinde ferdilikle geleneksellik iç içedir. Bu sebeple geleneksel değerlerin tabii karakteri gereği değişen zaman ve zemine göre Aşık Edebiyatı da değişerek günümüze kadar gelmiştir. Ancak bu değişim ve gelişim esnasında da kendi hâkim tipini oluşturmuş ve korumuştur.
Kaynak: Prof. Dr. Ali Torun, Türk Halk Edebiyatı