Arthur Rimbaud Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Arthur Rimbaud Kimdir?

Arthur Rimbaud Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Jean Nicolas Arthur Rimbaud (Türkçe: Arthur Rembo)
(d. 20 Ekim 1854, Charleville, Fransa – ö. 10 Kasım 1891, Marsilya, Fransa, 37 yaşında).
Sembolizmin (Simgeciliğin) öncülerinden Fransız şair.

Arthur Rimbaud

Arthur Rimbaud Çocukluğu

Arthur Rimbaud, Fransa’nın kuzeydoğusundaki Ardennes’de doğdu. Babası bir subay, annesi bir çiftçinin kızıydı. Babasıyla annesi 1860’ta ayrılınca, Rimbaud annesi tarafından büyütüldü. College de Charleville’in en parlak öğrencilerinden biri oldu. Yazmaya da çok genç yaşta başladı; özellikle Latin şiiri alanında yetenekliydi. 1870’te Latince bir şiiriyle okuldaki yarışmada birincilik ödülünü aldı ve ilk şiiri aynı yıl La Revue pour Tous dergisinde yayımlandı.

Fransız-Alman Savaşı’nın patlak vermesi (Temmuz 1870) üzerine, öğrenimi yanda kaldı. Devrimci sosyalizme ilgi duyan Rimbaud, ağustosta Paris’e gitti. Kısa bir süre hapiste kaldıktan sonra birkaç ay boyunca Fransa’nın kuzeyini ve Belçika’yı dolaştı. Annesi onu polisin yardımıyla Charleville’e getirdiyse de, Şubat 1871’de yeniden kaçarak Paris’e gitti ve Paris Komünü’ne katıldı; üç hafta sonra da Charleville’e döndü.

Arthur Rimbaud Başkaldırı Yılları

Evine döndüğünde kişiliği tümüyle değişmişti. İlk şiirlerini reddederek, yaşama karşı hoşnutsuzluğunu, masumiyet dünyasına sığınma isteğini ve iyi ile kötü arasındaki çatışmayı dile getirdiği şiddet dolu ve tanrıtanımaz şiirler yazdı. Yaşam tarzı da, şiirlerindeki havayla uyum içindeydi. Bir işte çalışmayı reddetti ve dine, ahlaka ve her türlü disipline başkaldırdı. Sonradan “Lettres du voyant” (Kâhinin Mektupları) olarak adlandırılan iki mektubunda (13 ve 15 Mayıs 1871) dile getirdiği yeni bir estetik görüş geliştirdi. Mektuplarının başlığı, şairin geleneksel birey kavramının sınırların aşarak sonsuzluğa nüfuz edebilen, sonsuzluğun sesini dile getirebilen, büyük bir görü gücüne sahip bir “kâhin” olması gerektiği görüşünden kaynaklanıyordu.

Rimbaud, Charleville’deki edebiyatçı arkadaşlarından birinin önerisi üzerine Ağustos 1871’de şair Paul Verlaine‘e, aralarında her sesli harfe değişik bir renk yakıştırdığı “Voyelles” (Sesliler) sonesinin de bulunduğu yeni şiirlerini gönderdi. Bu şiirlerden çok etkilenen Verlaine, Rimbaud’yu yol parasını göndererek Paris’e çağırdı. Kendine güveni artan Rimbaud, bu arada “Le Bateau ivre” (Sarhoş Gemi) adlı şiirini yazdı. Şiir, tekniği açısından geleneksel olmakla birlikte kusursuz bir söz ustalığının, cesur bir imge ve eğretileme seçiminin, ayrıca derin bir duygusal ve ruhsal deneyimin ürünüydü.

Bu yapıtıyla Rimbaud, sanatının en yüksek doruklarına ulaşmıştı.

Eylül 1871’de Paris’e giderek üç ay Verlaine ve karısının yanında kaldı ve dönemin tanınmış şairleriyle tanıştı, ama küstahlığı, kaba davranışları ve açık saçık konuşmalarıyla Verlaine dışında hepsinin tepkisini topladı. Bu arada Verlaine’le aralarındaki eşcinsel ilişki de skandala yol açtı.

Rimbaud, önceki şiirlerinden çok daha özgün ve serbest bir tekniğin ürünü olan son manzum şiirlerini bu dönemde (Eylül 1871 Temmuz 1872) yazmıştı. Verlaine’in başyapıtı olarak nitelendirdiği ve elyazması Verlaine ile Rimbaud İngiltere’deyken kaybolan “La Chasse Spirituelle” de (Ruhsal Av) gene bu dönemin ürünüydü.

Verlaine Temmuz 1872’de karısını terk ederek Rimbaud’yla Londra’ya gitti ve birlikte Soho’ya yerleştiler. Rimbaud 40 düzyazı şiirden oluşan Illuminations‘ı (1886; Illuminations, 1971) orada yazdı. Nisan 1873’te annesi ile kız kardeşlerinin kaldığı, Charleville yakınlarındaki Roche’da bulunan çiftliğe giderek, sonradan Une Saison en enfer (1873; Cehennemde Bir Mevsim, 1962) adıyla yayımlanan “Livre paien ou Livre negre”i (Pagan Kitap ya da Zenci Kitap) yazmaya başladı. Bir ay sonra, Verlaine ve Rimbaud Brüksel’de buluştular. Ne var ki, artık acılı ve huzursuz bir beraberliğe dönüşen ilişkileri, Verlaine’in Rimbaud’yu yaralayıp hapse girmesiyle sonuçlandı. Rimbaud Roche’a dönerek, ruhunun “cehennem”e inişini, sanat ve aşktaki başarısızlığını dile getirdiği Cehennemde Bir Mevsim’i bitirdi.

Rimbaud Şubat 1874’te bohem şair Germain Nouveau üe birlikte Londra’ya gitti; orada ufak-tefek işlerde çalışarak geçinmeye çalıştılar. Rimbaud’nun Verlaine’le son karşılaşması da (1875 başları) şiddetli bir tartışmayla sonuçlandı. Rimbaud Illuminations’un elyazmalarını Verlaine’e büyük olasılıkla bu sırada vermiştir.

Arthur Rimbaud Gezgin Yılları

Rimbaud 1875’te dünyayı dolaşmaya karar verdi. Alpler’i yürüyerek geçti. Doğu Hint Adalarındaki Hollanda sömürge ordusuna katıldı, Mısır’a gitti, Kıbrıs’ta işçi olarak çalıştı. 1880’de Adenli bir kahve tüccarının yanında Etiyopya’nın Ogaden bölgesine giden ilk beyaz oldu. Bu yolculukla ilgili raporu Fransa’daki Ulusal Coğrafya Demeği tarafından yayımlandı (1884). Kendini Etiyopya’da keşif ve ticaret işlerine veren Rimbaud, daha sonra ülkenin imparatoru olan (1889) Şeva (Şoa) kralı II. Menelik’e silah satma işine girişti. Amacı, elverdiğince büyük bir servet sahibi olduktan sonra Fransa’ya dönmek ve çalışmak zorunda olmadan yaşamaktı.

Rimbaud ülkesinden uzak kaldığı bu dönemde, Fransa’da şair olarak tanınmaya başlamıştı. Verlaine Les Poetes maudits’de (1884; Lanetli Şairler) ondan söz etmiş ve şiirlerinden örnekler vermişti. Bu şiirler heyecanla karşılanınca, Rimbaud’dan hiçbir haber alamayan Verlaine 1886’da onun düzyazı şiirlerini Illuminations adıyla, manzum şiirlerini de La Vogue adlı simgeci dergide “merhum Arthur Rimbaud’nun yapıtları” olarak yayımladı.

Etiypya’da önemli bir servet edinen Rimbaud’nun sağ dizinde bir tümör çıktı (Şubat 1891). Fransa’ya döndükten sonra sağ bacağı kesildi. Temmuzda Roche’a giden Rimbaud’nun sağlığı gittikçe kötüleşti. Ağustosta gittiği Marsilya’da hastalığına kanser teşhisi kondu. Hastanede çok acı verici bir tedaviden ve kız kardeşi Isabelle’e göre, bir papaza günah çıkardıktan sonra öldü.

Değerlendirme

Modern şiiri Rimbaud kadar derinden etkilemiş ve tutkulu araştırmalara konu olmuş çok az şair vardır. Rimbaud özgünlüğünün doruğuna düzyazı şiirleri Illuminations’la ulaşmış, özlü ve anlaşılması güç üslubuna en uygun biçimi de bu şiir türünde bulmuştur. Düzyazı şiiri olay, öykü ve tasvirlerden, sözcükleri de mantıksal içerikleri ve sözlük anlamlarından arındırmış, böylece şiiri, simgecilerin “etat d’âme” (ruhsal durum) adım verdikleri etkiyi uyandıracak büyülü bir içerikle donatmış, ayrıca bilinçaltının ve çocukluğun belli belirsiz anılarının şiir için zengin bir kaynak oluşturduğunu ortaya koymuştur. Yapıdan, günümüzde de çağdaş insanın başkaldırısını ve yaşamın özünden duyduğu ürküntüyü yoğun olarak yansıtmaktadır.

Rimbaud’nun Türkçede yayımlanan öbür yapıtları arasında Tufandan Sonra (1962, 1996), Arthur Rimbaud’dan Şiirler (1981) ve Rimbaud’nun Mektupları (1985) yer alır. İki ünlü yapıtı 1991’de Cehennemde Bir Mevsim ve Illuminations adıyla, 1997’de de Cehennemde Bir Mevsim/Aydınlanışlar adıyla tek bir kitapta yayımlanmıştır.

Rimbaud Eserleri

  • Une Saison en enfer (Cehennemde Bir Mevsim,1873)
  • Illumminations (Aydınlanışlar/Esinlenişler,1886)
  • Poésies complètes (Bütün Şiirleri, 1895)

Türkçe’de Arthur Rimbaud

  • Cehennemde Bir Mevsim, Çeviri: Özdemir İnce, Can Yayınları, İstanbul, 1993
  • Seçilmiş Şiirler Cehennemde Bir Mevsim, Çeviri: İlhan Berk, Adam Yayınları, İstanbul, 1996
  • Tufandan Sonra, Çeviri: Can Alkor, İyi Şeyler Yayıncılık, İstanbul, 1996
  • Cehennemde Bir Mevsim/Aydınlanışlar, Çeviri: Mahmut Kanık, İz Yayıncılık, İstanbul, 1997
  • Ofelya, çeviri: Zuhal Selçuk Erdinç, Opus Yayınları, İstanbul, 1997
  • Ben Bir Başkasıdır Bütün Düzyazı Şiirleri, Çeviri: Özdemir İnce, Gendaş KültürYayınları,İstanbul, 1999
  • Arthur Rimbaud Seçilmiş Şiirler, Çeviri: İlhan Berk, Adam Yayınları, İstanbul, 2002
  • Arthur Rimbaud Bütün Şiirler, Çeviri: Erdoğan Alkan, Varlık Yayınları, İstanbul, 2003
  • Sarhoş Gemi, Hazırlayan: Fahri Özdemir, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2006

Kaynak: AnaBiritannica – Turkedebiyati.org

Arthur Rimbaud Şiirlerinden Örnekler

Sarhoş Gemi

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedeçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan almak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda gürültüler patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece hora teptim;
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen sular;
Ne şarap lekesi kaldı,ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin Şi’rine,
İçim dışım sütbeyaz köpükten, yıldızlardan,
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazan bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri,
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir ayinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperir uzaklaşan dalgalar sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni
Beklemedim Meyem’in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebem kuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları bozbulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer.
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgarı.

Bazan doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım, diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanze kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins cins şaire mahsus yiyecekler;
Güneş yosunları, mavilik medusaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa’nın.

Yıldız yıldız adalar , kıtalar gördüm; çoşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarca altın kuş, sen ey gelecek kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa’nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahsun bir çocuk
Mayıs kelebeği gibi kağıttan gemisini.

Ben sizinle sarmaşdolaş olmuşum dalgalar,
Pamuk yüzlü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkum gemilerin sularında yüzemem

Cehennemde Bir Mevsim

Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım, önüne
bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların
döküldüğü bir şölendi.
Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik
edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de.
Bayrak açtım adalete karşı.
Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey
bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım
üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken
mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,
boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı
bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop
kaldırdım çılgınlığı.
Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.
Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak
üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak
geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.
Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir
düşteymişim.
‘Sen canavar kalacaksın…’ falan filan… atıp
tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.
‘Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle
bağışlanmaz günahın.’

Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha
bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda
kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir,
öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için
kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları.

Özlem

Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.

Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.

(20 Nisan 1870)

(Fransızcadan çeviren:Erdoğan Alkan)

Duyum

Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların
Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara.

Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim;
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
Mes’ut sanki yanımda bir kadın varmış gibi.

Akşam Duası

Sapı eğri bir pipo gibi, ağza kurulmuş,
Ya da bir Melek gibi berberin ellerinde,
Yaşayıp gidiyorum işte öyle oturmuş
Bardaklar arasında, duman yelkenlerinde.

Tatlı yaralar açar içimde binlerce düş
Sıcak dışkılar gibi boş bir güvercinlikte;
Bakarım ki yaramın kabukları soyulmuş,
Kanıyor yüreğim altın sıvıyla birlikte.

Sonra, bütün düşleri yalayıp yuttuğum an,
İndirince mideye otuz kırk bardak birayı,
Bir boşalma gereği sıkıştırır o zaman.

Lübnan selvilerinin Tanrısı gibi tatlı,
Sidiğini göklere, yükseklere attıran
Ben kulunuzu bağışlayın siğilotları!

Garipler

Gece soğuk, kar serpiyor
Fırıncı ekmek yapıyor,
Beş küçük çocuk

Bakıyorlar somunlara,
Yazık değil mi bunlara
Donları delik!

Ve fırıncının kolları
Çeviriyor somunları
Harlı fırında.

Somunların çıtırtısı,
Fırıncının zevzek sesi
Kulaklarında.

Büzülmüşler o daracık
Ana göğsü gibi sıcak
Delik önünde.

Ekmek, iftar sofrasının
Çörekleri gibi, bakın
Çıkıyor işte.

Delikten yaşam tütüyor
Böcekler ile ötüyor
Kızaran ekmek

Çarpıyor, nasıl iştahla
Yırtık giysiler altında
Beş çocuk yürek.

Toplanmış kuşluk vaktinde,
Kırağı, çiyler içinde
Yoksul İsalar.

Küçük delikte yüzleri,
Ekmeklerde aç gözleri
Ne söylüyorlar?

Büzülmüşler, bu alaca
Tan vaktinde, budalaca
Dualar kime?

Yırtık donlar patlıyor
Bağırmaktan. Savruluyor
Gömlekleri kış yelinde.

(Fransızcadan çeviren:Erdoğan Alkan)

Asılmışların Balosu

Balıkçıl darağacında
Selahattin’in şövalyeleri
Dansediyor, dansediyor
Şeytan’ın şövalyeleri.

Yüzleri buruşuk, küçük, kara kulakları
Çekmiş sayın Belzebuth bir iple gökyüzüne
Oynuyorlar şakırdadıkça kunduraları
Tutulmuşlar bir Noel ezgisinin hüznüne.
Kara orglar gibi ince, uzun kollarını
Bak şimdi kucaklıyor çarpık, küçük kuklalar
Bir zamanlar aksoylu hanımların sıktığı
Bilekleri iğrenç bir aşkla dokunmadalar.
Hoyda! şen oyuncular, artık düşünmeyen baş!
Takla atılabilir sehpalar öyle uzun!
Hop! Bilinmesin artık bu ya da dans ya da savaş!
Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth’un.
Ey bundan sonra sandal giymeyecek ayaklar!
Hepsi derilerinden gömleklerini sıyırmış:
Ama böyle çok daha memnun görünüyorlar
Başları üstüne kar beyaz bir şapka örmüş.
Titriyor bir tutam et arık çenelerinde
Çatlak kafalarına sorguç yapmış kargalar:
Çarpıp karton zırhlara gözüpekler, yiğitler
Ölü karanlıklarda sanki dolanıyorlar.
Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz!
Darağacı inliyor demirden bir org gibi
Koşuyor ormanlarında aç kurtlar avaz avaz:
Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi.
Hoyda, beni de alın yaslı kabadayılar
Kırık parmaklarından geçen sessizce, bir bir
Bir aşk tesbihi solgun omuriliklerinde:
Bura manastır değil, ölüler ülkesidir.
Oh! işte ortasında ölüler dansının bak
Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzünde
Sürüklenmiş boşluğa, at gibi şahlanarak
Sanki katı ipi boynunda duruyor yine.
Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını
Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla
Ve bir soytarı gibi barınağa girip
Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.

Balıkçıl darağacında
Selahattin’in ölüleri
Dansediyor, dansediyor
Şeytan’un şövalyeleri.

Ayrıca bkz. ⇒

Dünya Edebiyatı

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu