Arif Ay Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Arif AY Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Ârif Ay (d. 1953, Niğde): Şair.
Niğde’de doğdu. İlk ve orta okulu Ankara’da okudu. Bir süre A.Ü. İlâhiyat ve Erzurum Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültelerine devam etti. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi (1988). Aynı bölümde ‘Makedonya’da Türk Halk Edebiyatı’ konulu teziyle yüksek lisansını tamamladı. Kırıkkale ve Başkent üniversitelerinde ders verdi.
Lise yıllarında şiir yazmaya başladı. İlk şiir, hikâye ve denemeleri Edebiyat dergisinde çıktı.
Şiirleri:
- Hıra (1978),
- Dosyalar (1980),
- Şiirin Kandilleri (1983),
- Gökyüzü Saatleri (1986),
- İmâ Kitabı (1989),
- Bin Yılın Destanı (Bütün şiirleri, 1992),
- Yirmi Yaş Şiirleri (1995),
- Dokuz Kandil (1997),
- Dağlara Götür Beni (2000),
- Ateş ve Caz (2001).
Hikâyeleri:
- Saat 24’te Saksafon Dersi (1991).
Denemeleri:
- Gece Yazıları (1993).
Antolojileri:
- Anne Hikâyeleri (1991),
- Türk Edebiyatında Anne Şiirleri (2001),
- Türk Edebiyatında Çocuklara Şiirler (2001).
Ayrıca bakınız->> 1980 SONRASI TÜRK ŞİİRİ
Gökyüzü Saatleri
III
Bakışından yakaladım seni
Duruşundan
Su gibi akışından sesinin
Ağaçlar kuşlar cümle bulutlar geçti
Hüznünden yakaladım seni
Saçlarımda eski zaman karıncaları
Ve ilk ışıkları çeşmelerin
Yüzün yüzüme değer gibi yıldızlar
Akşamından yakaladım seni
Sevinç mi telaş mı
Tahtaya kalkmış çocuk gibiyim karşında
IV
Yaz akik bir güldü
Yanağında soldu ve bitti
Sende mi esti bu rüzgar
Savrulur saçların da şimdi
Yapraklar tümden nefti
Bir düş horozudur güneş
Her saat seninle
Kurulur masaya bir güzel
Issızlıklardan ıssızlıklara öter
En tetik yerindesin sabahın
Kuşlar uçuruyor bakışların…
Baskın
Yağmur bir göçtür
Kollara kelepçe vurulunca
Kapıda beklenmedik zil sesi
Başlarında zulmün simgesi
Süzülürler
Başlar talan
Götürülür
Evde ağıt/figan
Geceyi çöz dağılsın yıldızlar
Yitik bir kuş, sürüklenen bir yaprak
Hani bizim olan güneş
Ah bu dağlanan yürek
Hangi dağda yaktığın ateş
Bir devir
Buğday mühürlenir
Kitap sürgülenir
Tutuklanır yaşam
Yağmur bir göçtür
Kollara kelepçe vurulunca…
Çocuklar Nerde
Sana anlatacaklarım var
Otur
Bir bardak su biraz zeytin
Gözlerin/tüm sevincin
Önce sofrayı kur
Bak/gördün mü
Nasıl sıcacık ekmek
Sevenin yüreği/elimin emeği
Nerede kaldı bunlar
Çocuklara bir bak
-Oyundalar/gelirler şimdi
Saklama yüzündeki ikircimi
Bir çatırtı/zaman durdu
İşte oyun
Onlar vuruldu
Biraz gözyaşı biraz tuz
Ekmeğim sokaklarda
Sofrayı kaldır…
Gül Cengi
Toprak değişti şimdi
Devindi toprak
Kandan ve gelinlik yeşiliyle
Ellerim toprakta durur
Ateşe doğrultup gözlerimi
Bir ırmağa kıyasla
Öfkenin eteğine boşaltarak damarlarımı .
Kanı yazdım
Yürek vuruşlarımdan dalgalar
Bir uzun seccade toprak
Silahların ucuna çekilmiş kalemim
Kime ah ettin ey Eritrelim
Firavunlar suda boğulur…
İnfaz
Mahcup bir cellat gizli bende
Her gün yağlar durur ipini
Vakti yok infazların
Kendi infazda vakitlerin
Hızarlara gelemem gayrı
Hizalara da
Çürütülmüş bir köküm şurda burda
Seni düşlemeye gün yetmiyor artık
Günler bende bakırçalığı
Serin rüzgarlarda saçların
Yapraklarda sesin
Bin yıldızlı gök yaptım gözlerinden
Sevgilim demek için geceme
Zor yollardayım
Önüm ardım cinnet mahyaları
Cam kırıkları dökülüyor ıslıklardan
Gül değil yalnızlık bu elden ele
Kıyamet habercisi çarşılarda…
İstanbul Denilince Sorulur Yeryüzü
Akşam kişneyen bir at istanbulda
Baktıkça sarayburnundan
Okşar yelesini tunusun yeli
Açılır marmara bir mavi zambak
Bir dağ yansıması cezayirden
Akşam yürüyen bir kervan istanbulda
Baktıkça eyüpten
Ansızın boşalan yağmur
Yüzündeki telaştan
Anlaşılır bir gezgin kadar yerli
Olamadığınız
Günün iskeleti var ortada
Ne içinizde bir giz
Ne güneşin pasa işleyen yanı
Çözülmeyen bir buzul
Bu bilinçsiz durum
Durmadan inip kalkan balyoz
Ve ezilmişliğiniz
Ağır ağır inen morluk
Bir faslı ananın yüzü sularda
Sığmaz içimin mağaralarına
Çözülüp dağılan güvercinlerden
Eyüpte bir türbe kalır…
Su Düşü
Denize bir şeyler diyor adam
Çiviler çakarak denize
Gözlerinden
Denize bir şeyler diyor adam
Deniz sımsıcak Erzurum karı
Denizden bir parça
Adamın alnına koymalı
Bil ki çoğalır özlemi
Rüzgârsa toprağın dansı
Gelir esen meltemle
Ölüm ıhlamur kokusu
Çeker maviliği bir soluk
Belki çoğalır özlemi/çoğalır adamın…
Tenha Şiirleri’nden
II
Sürülmüş toprak kokuyorsun
Biçilmiş çayır
Söğütlüğü geçince
Heryer çiğdem, gelincik ellerin
Baktıkça açıyor yüzün
Baktıkça bulutlar ve güneş
Serçeler karışıyor gülüşüne
Saat yok gölgemizde zaman
Ve suyun uzayıp giden öyküsü
Sevmek kadar seni…