Yüzyıllara Göre Âşık Şiiri ve Önemli Temsilcileri
12. Yüzyıldan 16. Yüzyılın Sonuna Kadar Âşık Şiiri ve Önemli Temsilcileri
12. 13. ve 15. yüzyılların âşık şiirinin temsilcileri yoktur. Bununla beraber sözü edilen yüzyıllarda dinî ve tasavvufi halk şiiri sahasında öne çıkan ve hece vezniyle de şiir söyleyen bazı temsilcileri burada değerlendirilecektir. Bu sebepten konunun daha açık olarak görülebilmesi için her yüzyıl bağımsız olarak ele alınacaktır.
12. yüzyılda tasavvufi Türk halk edebiyatının en önemli temsilcisi Hoca Ahmed Yesevî‘dir. Gerçek hayatından daha çok menkıbevi hayatıyla tanıdığımız Hoca Ahmed Yesevî bugünkü Kazakistan’ın Sayram beldesinde doğmuş, daha sonra Yesi’ye göçmüş, 63 yaşında çilehanesine girmiş ve 127? yaşında vefat etmiştir. “Hikmet” adı verilen şiirleri Divan-ı Hikmet adlı eserde toplanmıştır. Bugün elimizde bulunan şiirlerin Hoca Ahmed Yesevî’den daha çok mürit veya müridelere ait olduğu sanılmaktadır. Divan-ı Hikmet adlı eserin hem Orta Asya’da hem de Türkiye’de pek çok yazması vardır. Elde bulunan şiirler hem hece hem de aruz vezinleriyledir.
Şimdiki bilgilerimize göre bu yüzyılda bir ozan (âşık) tespit edilememiştir.
Bu yüzyılda divan şiiri tarzında eser veren şairleri görüyoruz. Bunlar arasında Farsça olarak yazan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Türkçe yazan Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhânî ve Ahmed Fakih‘i sayabiliriz.
13. yüzyılda tasavvufi Türk halk edebiyatının en önemli temsilcisi Yunus Emre‘dir. Sade dili ve ifade tarzıyla döneminden günümüze toplumun her kesimini etkilemiştir. Bu etkileme bütün Türkiye için geçerlidir. Nitekim Karaman, Aksaray, Eskişehir, Manisa, Bolu, Bursa, Erzurum gibi iller, Yunus’a ev sahipliği yapmada yarışmaktadırlar. Sadece Türkiye değil aynı zamanda Türk dünyası da onun şiirlerini okumakta ve onun dörtlüklerini ezberlemektedir.
Bu arada âşık edebiyatında karşılaştığımız mahlaslar sorunu Yunus Emre için de geçerlidir. Yunus’un şiirlerinde işlediği insan sevgisi, bir olma düşüncesi, incinsen de incinmeme arzusu günümüzde de aradığımız hasletler arasındadır. Bu yüzyılda da ozan olarak bilinen âşıklar vardı; ancak bunlar zamanında kayıt altına alınamadığı ve sözlü kültürde yaşatıldığı için unutulup gitmiştir.
14. yüzyılda, divan şiiri alanında önemli temsilciler vardır. Bunlar arasında Âşık Paşa, Ahmedi Dâî, Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Gülşehrî, vb. sayılabilir.
Tasavvufi Türk halk edebiyatının önemli temsilcileri ise Sait Emre, Kaygusuz Abdal, vb.’leridir.
14. yüzyılda Anadolu sahasının ilk âşığını tespit edebiliyoruz. Baykan (Bıkan) adlı âşığın bu yüzyılda yaşadığını, M. Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu)’ten öğreniyoruz. Elimizde bir şiiri bulunan Baykan’ın doğum ve ölüm tarihi hakkında bilgimiz yoktur. Bununla beraber Kars’a önceden gelen Türklerden olması ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekmektedir. Sekiz dörtlükten oluşan Dâsıtân-ı Sukût-ı Kars adlı şiir, elimizdeki en eski ve tam şiirdir (Çelik [Kırzıoğlu] 1937:25-27). Destan şeklinde söylenmiş olan şiirde Timur’un Kars’ı işgal etmesi ve onun bölge halkına yaptığı eziyetler işlenmiştir. Metinden anlaşıldığına göre şiirin dili; Eski Anadolu Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve bölgenin ağız özeliklerini yansıtmaktadır.
15. yüzyılda divan şiirinin önemli temsilcileriyle karşılaşıyoruz. Bunlar arasında Ahmed Paşa, Necâtî, Atâî, Mesîhî, Hamdullah Hamdî, Süleyman Çelebi, Hümâmî, vb.’yi sayabiliriz. Divan şairlerinin adlarından da anlaşılacağı üzere bunlar bir ölçüde divan şiirinin güçlenmesine ve XVI, XVII ve XVIII. yüzyılın divan şairlerinin yetişmesine zemin hazırlamışlardır.
Tasavvufi Türk halk edebiyatı sahasında da Hacı Bayramı Velî ve Eşrefoğlu Rumî gibi şahsiyetlerin öne çıktığını görüyoruz.
Elbette bu yüzyılda da âşık edebiyatının temsilcileri vardı. Ancak sözlü kaynaklarda olduğu için, unutuldu gitti. Bu yüzden şimdiki bilgilerimize göre 15. yüzyıl âşık şiiri ve temsilcileri hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz.
Bu yüzyılda divan şiiri alanında Fuzûlî, Bakî, Nev’î, Hayalî, Rûhî, Zatî, Figanî, vb, şairler yetişmiştir.
Tasavvufi Türk halk edebiyatı alanında da Üftade, Ahmedi Sârban, Ümmî Sinan ve Pir Sultan Abdal ilk akla gelen adlardandır.
Bu yüzyılda elimizde fazla şiiri olmayan pek çok âşık yetişmiştir: Ahmetoğlu, Armutlu, Bahşî, Bahşîoğlu, Çırpanlı, Dalışman, Geda Muslu, Hayalî, Hızıroğlu, Karaoğlan, Karaca Oğlan, Köroğlu, Kul Çulha, Kul Mehmet, Kul Pirî, Oğuz Ali, Ozan, Öksüz Dede, vb.
Bu yüzyılda yetişen âşıklar büyük ölçüde ordu şairi olup şiirlerinde genellikle kahramanlık konusunu işlemişlerdir. 16. yüzyılda ozan ve bahşi kelimelerinin yerini âşık, kopuzun yerini de bağlama alır. Yine bu yüzyılın âşıklarının hayatları hakkında hemen hemen elimizde hiçbir bilgi yoktur. Bilgiler eldeki şiirlerden ve tarihî olaylardan çıkarılmaktadır. Bu da tarih olaylarıyla âşık şiirinin çok yakın bir ilişkisi olduğunu göstermektedir.
Dönemin en önemli özeliklerinden birisi de divan şairlerinin hece veznine ilgili göstermeleridir. Sözünü ettiğimiz şairlerden biri Mealîdir. Divan şairi Meali, 15 dörtlükten oluşan destanında 1511 yılındaki bir olayı dile getirmiştir. Şiirde düşman öncü birliklerinin Antalya’ya kadar gelmesinden söz edilmektedir. 16. yüzyıl âşıklarının hayatları hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Aşağıda kısaca tanıtmaya çalıştığımız âşıklarımızın birer ikişer şiiri olup tamamına yakını ordu (asker kökenli) şairidir.
Doğum ve ölüm tarihi bilinmemekle birlikte yüzyılın ortalarına doğduğu ve 17. yüzyılın başlarında öldüğü tahmin edilmektedir. Armutlu adının doğup büyüdüğü yerleşim merkezinden geldiği veya mahlası olduğu düşünülmektedir. Elimizde bulunan şiirinde Murad Reis (?-1609)’i konu edinmiştir. Zaten Armutlu hakkındaki bilgiler de bu şiirden hareketle çıkarılmaktadır.
Tespit edilen şiirinden hareketle Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katıldığını ve ordu şairlerinden olduğunu sanıyoruz. Bahşi adının Orta Asya ozan, baksı geleneğinin Anadolu’daki uzantısı olduğunu kabul ediyoruz.
Elimizde bulunan bir şiirinden hareketle onun ordu şairi ve Murad Reis (?-1609)’in levendlerinden olduğunu söyleyebiliriz. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nden öğrendiğimize göre Filibe bölgesinde Çırpan adlı bir kasaba vardır. Bu sebepten âşığın buralı olduğu tahmininde bulunabiliriz.
Bir ordu şairi olup Murad Reis (?-1609)’in savaşlarına katılmıştır. Evliya Çelebi’ye göre Geda Muslî bir çöğür şairidir.
Elimizde bulunan şiirlerinden hareketle 1578’de yapılan Osmanlı-İran savaşına katıldığını ve ordu şairi olduğunu söyleyebiliriz.
Evliya Çelebi’ye göre Köroğlu bir çöğür şairi olup, 16. yüzyılda yaşamıştır. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın İran seferi ile ilgili olarak söylediği iki şiirinden hareketle onun 1585 yılında hayatta olduğu, bu sefere katıldığı ve bir ordu şairi olduğu görüşüne varmaktayız.
Âşık Köroğlu’nun hayatı destan ve halk hikâyesi kahramanı Köroğlu ile karışmıştır. Metin merkezli araştırmalara göre onun Ardahanlı, Bolulu, Erzincanlı, Karslı, Tokatlı, Vanlı veya bir mitolojik kahraman olduğu söyleniyorsa da bunların hiçbirisi doğru değildir. İster destan, ister halk hikâyesi kahramanı, isterse Âşık Köroğlu olsun bunlar halk düşüncesinde Yunus Emre ve Karaca Oğlan gibi, geniş kitlelerce kabul görmüş Türk dünyasının millî kahramanıdır.
I. Ahmed (1590-1612) devri vezirlerinden Üveys Paşa’nın oğludur. Muhassıl (bir çeşit vergi toplama memuru) olarak Aydın’a görevlendirilmiştir. Bu yüzyılda baş gösteren Celalî ayaklanmalarını bastırmakla görevlendirilmişse de buna ömrü yetmemiştir. Babasının paşa olması, hece vezninin yanında aruz vezniyle de şiirler yazması, onun iyi bir eğitim aldığını göstermektedir.
Tıpkı Bahşi’de olduğu gibi Ozan da Orta Asya âşıklık geleneğinin Anadolu’daki son temsilcilerindendir. Hem adı hem de elde bulunan tek şiirinin 8 heceli olması, Orta Asya geleneğinden geldiğinin kanıtıdır,
Hayatı hakkındaki tek bilgiyi babasının ağzından, Şah İsmail‘in torunu Haydar Mirza’yı anlattığı şiirinden öğreniyoruz. Öksüz Dede bir ordu şairidir ve III. Murad (1574-1595) döneminde hayattadır.
Kaynakça: Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiiri