Halk Şiiri Hakkında Kısa Bilgiler
Halk Şiiri Hakkında Kısa Bilgiler
Türk Halk Edebiyatı’nda nazım, anonim ve ferdî olmak üzere iki kolda toplanabilir. Anonim olanlar başlangıçta bir kişi tarafından söylenmiş veya yazıya geçirilmiş, cemiyetin ortak duygu, düşünce, terbiye ve tefekkürünü aksettiren kolektif mahsullerdir. Bunlar sözlü gelenekte yaşadıkları, zamana ve muhite göre değişikliklere uğradıkları için tam bir sanat seviyesine ulaşamamışlardır. Ancak bu mahsullerden bazılarının ferdi eserlerden keyfiyet bakımından üstün oldukları söylenebilir. Türk Halk Edebiyatı’nda bir “bütün” teşkil eden nazmın ikinci kolunu sanat seviyesine ulaşmış eserler teşkil etmektedir. Bu eserler, umumiyetle ananenin getirdiği tekniğe bağlı olarak halkın anlayacağı, tabii, sade bir dille yeni inanç, fikir ve ülküleri beşerî temlerle birlikte işlemişlerdir.
İslâmiyet’i kabulden önce Mani ve Burkan kültür çevrelerinde yetişen Aprinçur Tigin, Kül Tarkan, Sıngku Seli Tutung, Ki-ki, Pratyaya-Şiri, Asığ Tutung, Çısuya Tutung, Kalım Keyşi gibi şairler yanında 11. asırda Dîvânü Lûgat-it Türk‘teki malzemeden bir kısmının kendisine ait olacağı tahmin edilen Çuçu’ya; Yusuf Hâs Hâcib‘in Kutadgu Bilig‘te; Yüknekli Edib Ahmed‘in Atabetü’l Hakayık‘ta, Ahmed Yesevî’nin Dîvân‘ında ve Ali’nin 730/1232 yılında yazdığı Yusuf ve Züleyha’da kullandığı ve yine Uzunköprü’de bulunmuş, Hârezm sahası edebî diline girebilecek manzum Oğuz destanı parçasında görülen millî vezin ve şekillerle söylenmiş mahsullere bakarak birçok sanatkârın yetiştiğini kabul etmek lâzımdır. Ancak bu ozanların adlarını bugün için tespit mümkün olmamıştır.
12. asırda Türkistan’da İslâmî bilgi, ahlâk ve tasavvuf prensiplerini geniş halk kitlelerine öğretip telkin eden Ahmed Yesevî ve halifeleri bu ananenin bilinen şairleridir. Tasavvuf, Türkler arasında Ahmed Yesevî’den adını alan “Yesevîlik” şekli ile yayıldıktan sonra, birçok dervişler ve ozanlar, 11. asırdan itibaren devam eden akınların ve muhaceretlerin kapısından Anadolu’ya geldiler. 13. asırda Anadolu’da siyasî ve iktisadî buhranların hazırladığı; dinî-tasavvufî fikirlerden gıdasını alan bir zemin üzerinde Mevlâna ve Yunus Emre gibi iki büyük şahsiyet yetişti. Klâsik İslâm kültürüne bağlı bu şahsiyetlerden birincisi Farsça söylediği veya yazdığı, ayı zamanda bir kısmı millî vezin ve şekillere bağlı manzumeleri ile geniş halk kitleleri üzerinde büyük tesir yaptı.
Sözlü geleneklerle, cönk adı verilen defterlerle, âşıkların hafızaları ile, bazı tarihi kayıtlarla ve divanlarla az çok bilgi edinebildiğimiz saz şiirinin ilk devirleri hakkında tam bilgimiz yoktur. Divan edebiyatı mensuplarının bu şiiri yaratan şairlere düşmanlık beslemesi, tezkirelerinde onların biyografilerine ve eserlerine yer vermemeleri yüzünden de 16. asırdan Karacaoğlan, Kerem Dede, Kul Mehmet, Öksüz Ali, Hayalî, Bahşî, Amutlu, Çırpanlı, Kul Çulha, Koroğlu ve Köroğlu gibi bazılarını üç beş şiiriyle tanımak zorundayız. Destan, türkü, koşma, varsağı, koçaklama, ağıt vb. gibi tür ve şekillerde eser veren birçoğu asker ocağından yetişme bu âşıkların teknik itibariyle zayıf oldukları görülür. Adeta hazırlık devri karakteri gösteren bu asırdan sonra Türk saz şiirinin altın devrine ulaştığını görüyoruz.
Kemiyet ve keyfiyet itibariyle saz şiiri en büyük şairlerini 17. asırda yetiştirmiştir. Şöhreti çok yaygın ikinci Karacaoğlan gibi üç beş âşık müstesna, divan şiirinin dil, zevk ve estetiğinden bir hayli unsurlar almışlardır. Bununla beraber halk şairi hâkim vasıflarını kaybetmemişlerdir. Aşık Ömer, Gevherî, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa, Şahinoğlu, Kâtip Ali, Karacaoğlan, Aşık, Gazi Aşık Hasan, Üsküdarî, Aşık Halil, Benli Ali, Aşık Mehmet, belli başlı şahsiyetlerdir. 18. asırda geçen asra nisbetle büyük âşıklar yetişmemiştir. Ananeye uygun olarak diyar diyar dolaşan ve halk muhitlerinin şiir zevkini temsil ederek estetik heyecanlarına cevap veren âşıklar arasında Kaba Sakal Mehmet, Levnî, Kıymetî, Nuri, Ermeni Vartan ve Mecnunî kayda değer.
19. asırda bir kısmı saz çalmadığı için “kalem şuarası” adını da alan âşıkların keyfiyet bakımından 18. asır şairlerinden üstün oldukları bir gerçektir. Divan edebiyatı tesirini bir hayli aksettiren, geniş ve devamlı şöhret kazanan Bayburtlu Zihnî, Dertli, Seyrânî, Tokatlı Nuri ve Erzurumlu Emrah dışında Ruhsatî, Sümmânî, Celâlî, Muhibbî ve aşiret şairleri Dadaloğlu, Deliboran, Beyoğlu, Seyyit Osman vb. sayılabilir.
Bu asırdan sonra Tanzimat hareketinin ve dolayısıyla mekteplerin, matbaanın, yolların teknik imkânların mesela radyo ve televizyonun halk şiiri ananesini söndürmesine rağmen Mazlûmî, Kahraman, İrşâdî, Meslekî, Tâlibî, Dizârî, Karamanlı Gufrânî gibi sanatkârlar dikkate değer şahsiyetlerdir.
Aşık teşkilatının ehemmiyetini kaybettiği zamanımızda bu şiir, Aşık Ali İzzet’le Aşık Veysel’i yetiştirmiştir. Aşık Veysel’in 17. ve 19. asır şairlerinden keyfiyet bakımından düşük olmadığını söyleyebiliriz.
Kaynak: Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları, 7-11, 1993.