Halk Şiiri ve Törenler

Halk Şiiri ve Törenler

Halk Şiiri ve Törenler

Şeylan / Şölen

Oğuz Türklerinin kurban törenlerine şeylan veya şölen adı verilmiştir. Dini içerikli bir tören olmanın ötesinde şeylan, sosyal içerikli bir törenin de adıdır. Kurban, Tanrı’yı memnun etmek veya dini bir yükümlülüğü yerine getirmek amacıyla kesilse de kurbanın dağıtım şeklinde bir hiyerarşi vardır.

Şölenlerde kesilen kurbanın “sögük” adı verilen parçaları Oğuz boyları arasında dağıtılır, ancak bu dağıtım belli bir düzen içinde yapılır. Buna göre şeylanda kesilen kurbanın hangi parçasını hangi boyun alacağı önceden belirlenmiştir. Bir Oğuz boyu istediği parçayı alamaz, kendisine ait parça da başka bir boya verilemez. Bu bakımdan şeylan adı verilen kurban töreni, aslında Oğuz boylarının yılda bir kez bir araya gelmesini ve boyların Oğuz birliğine tabi olduklarını göstermelerini sağlamıştır. Kurbandan parçasını alan boy, Oğuz boyları arasında bir yerinin olduğunu bildiği gibi tören alanına gelerek bütünün bir parçası olmayı kabul ettiğini beyan eder. Adeta şeylanda kesilen kurbanın uzuvları, Oğuz boylarını sembolize etmektedir. Kurban edilen hayvanın çeşitli parçalardan oluşan bir birlik ve bütün olması gibi Oğuz boyları da çok sayıda parçanın, yani boyun bir araya gelmesiyle oluşmuş bir bütündür.

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de düzenlendiği tarih kayıtlarından takip edilebilen şölenlerde yeme içmenin yanı sıra şiirin de önemli bir yeri vardır. Ozanlar ve baksılar, törenlerin dini mahiyetini kaybetmediği dönemlerde “kopuz” adlı bir müzik aletiyle şiirler okuyup törene katılanları günlük sıkıntılarından uzaklaştırmışlardır. Dini içerikli şiirlerin yanında şölenlerde ozanlar, Oğuzların atalarına ait destanları ve hikâyeleri de anlatmışlardır. Bu yönüyle şeylanlar, Oğuz boylarında tarih ve toplum bilincinin gelişmesine katkı yaptığı gibi Türk halk şiirinin icra edildiği alanlar halini gelmiştir.

Sıgır

Oğuzların av törenlerine “sıgır” adı verilmiştir. Eski Türklerin yaşam biçimi dikkate alındığında avın toplum içindeki konumu daha açık olarak anlaşılabilir. Bozkır kültürünü yaşayan bir toplumun günlük hayatını idame ettirebilmek için ava özel bir önem vermesi ve avcılığı bir yaşama biçimi olarak algılaması kadar doğal bir şey yoktur. Türkler için av, hem ekonomik bir üretim değeridir, hem de savaşçılığı tabiata karşı uygulama şeklinde bir tatbikat alanıdır. Avcılıkla ekonomik ve sosyal hayatını devam ettiren Türk boyları, aynı zamanda savaş yeteneklerini de geliştirmişlerdir. Bu nedenle av dönemleri, Türkler için özel zamanlar olarak değerlendirilmiş ve tören haline getirilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde de değişim sürecine paralel farklılıklarla devam eden “sıgır” törenleri, sadece avla sınırlı kalmamış, avın kutlu, bereketli ve eğlenceli geçmesi için halk şairlerinin de işlev üstlendikleri bir tören boyutuna taşınmıştır. Ozanlar ve baksılar, avları takip eden akşamlarda hem av sahnelerini hem de kahramanlık konulu bazı destanları anlatmışlardır.

Tarihi dönemlerde avlara götürülen veya av öncesinde veya sonrasında şiir söyleyip destan anlatan şairler hakkında oldukça az bilgimiz var. Ancak, Türklerdeki av ve şiir ilişkisini, yaşam şartları gereği avcılığı tamamıyla bırakmamış, avcılık kültürünü yaşatan Türk boylarından takip edebiliyoruz. Bu boylar arasında Güney Sibirya Türkleri olarak bilinen Altay, Hakas, Tıva ve Şor Türkleri bulunmaktadır. Bölgenin destancı masalcıları sadece eğlence amaçlı toylarda, mevsimlik törenlerde, cenaze merasimlerinde değil, avlarda da destan ve masal dinmeyi seven “tayga iyesi” için destan ve masal anlatmışlardır. Bu sayede Güney Sibirya Türkleri, av hayvanlarının koruyucu ruhlarını memnun ettiklerine ve avın bereketli geçeceğine inanmışlardır. Yakın dönemlerde elde edilen bu bilgiler, “sıgır” törenlerinin içeriğine de ışık tutabilecek niteliktedir. M. F. Köprülü’nün gündeme getirdiği, ancak sınırlı bilgi ve malzeme nedeniyle ayrıntılı bir şekilde tasvir edemediği av merasimlerinde şairlerin ve şiirin önemli bir yeri vardır. Avda söylenen şiirler, ava katılanların daha iyi zaman geçirmesini sağladığı gibi, avın bereketli ve güvenli geçmesine de imkân vermiştir. Güney Sibirya Türkleri arasından elde edilen kayıtlar, bu düşünce ve inanışların yakın dönemlere kadar yaşadığını ve avların şiirle yakın bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir.

Yuğ

Türk kültüründe varlığı erken dönemlerden itibaren tespit edilmiş diğer bir dini tören, “yuğ”dur. Yuğ, eski Türklerde ölen kişinin ardından düzenlenen cenaze merasimlerinin genel adıdır. Bu kelimenin geçtiği ilk kaynakların başında Orhun Kitabeleri gelir. Burada Kültigin öldüğünde onun için bir yuğ töreninin düzenlendiğinden bahsedilmektedir. Kitabelerde verilen bilgilerden hareketle yuğ törenlerinde “yuğcu” ve “sıgıtçı” denilen ağıtçıların bulunduğunu, törene gelenlerin yanlarında altın, gümüş, misk ve kurbanlık hayvan getirdiklerini, katılımcıların saçlarını kesip yüzlerini çizdiklerini ve ölen kişi için “balbal”ların dikildiğini öğreniyoruz. Göktürk döneminden başka Hunlarda da varlığını takip edebildiğimiz yuğ törenlerinin önemli bir kısmını kurban oluşturur. Altay Türklerinde kurban edilen at, derisinden çıkarılıp bir sırığa takılırken Çin tarihçilerine göre eski Türklerde kesilen kurbanların başları sırıkların ucuna takılır. Kazaklarda ise cenaze törenlerinde atın sadece kuyruğu kesilerek kurban merasimi tamamlanır.

Dede Korkut Kitabı başta olmak üzere Türklerin cenaze merasimlerini anlatan veya ölüm telakkileri hakkında bilgi veren kaynaklar, törenlerde söylenen bazı şiirlerden bahsederler. Özellikle eski Türklerde hem din adamlığı hem de şairlik vasfı olan tipler, ölen kişinin gömülme zamanını tayin ettiği gibi, ölenin ruhunu rahatlatmak, gideceği yere ulaşmasını kolaylaştırmak için kopuzla bazı şiirler söylemişlerdir. Bu şiirler zamanla ölen kişinin hatırasını yaşatmak için onun kahramanlıklarını ve meziyetlerini anlatan şiirlere dönüşmüştür. Bu bakımdan yuğ törenlerinin sıradan insanlardan daha ziyade toplum için önemli bir konumda bulunan kişiler için düzenlediğini belirtmek gerekir. Adına yuğ merasimi düzenlenen kişi çoğunlukla ya handır ya da kahramanlıklarıyla ün yapmış bir savaşçıdır. Böyle olduğu için onların hayat hikâyeleri ve başarıları ozanların şiirlerine girmiştir. Türk halk şiirinin ilk örneklerinden olan “sagu‘ların, böyle bir geleneğin sonucu olarak oluşmuş olduklarını söylemek mümkündür. Meşhur Alp Er Tonga sagusu, muhtemelen Alp Er Tonga için düzenlenmiş bir yuğ töreninde oluşturulmuş şiirlerden ibarettir.

Ölenin ardından ağıt yakma veya onu övme geleneğine sadece eski Türklerde değil, yakın dönemlerde hem Anadolu’da hem de Anadolu dışında yaşayan bazı Türk boylarında da rastlanmıştır. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ölen kişinin evinde ağlayarak ağıt yakan kadınlar, bu geleneğin son halkasını teşkil etmektedirler. Onlar da ölen kişilerin iyi taraflarını öne çıkararak ağıt yakarlar. Bu yönüyle geçmiş dönemlerde ozanların yaptığı ağıtçılığı, bugün onlar temsil etmektedirler. Kısacası, geçmişten günümüze Türklerin ölüm ve yas törenlerinde şiire özel bir yer ayrılmıştır. Eski Türklerde karşımıza çıkan yuğlar, halk şiirinin ilk örneklerinin verildiği dini içerikli törenler olarak dikkat çekmektedir.

Kaynak: Yrd.Doç.Dr. Halil İbrahim ŞAHİN, Türk Halk Şiiri

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu