Celal Sılay

Celal Sılay Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Celâl Sılay (D: 1914, Bursa – Ö: 7 Eylül 1974, İstanbul) Şair, denemeci ve öykü yazarı.

Celal Sılay

Celal Sılay 1914 yılında Bursa’da doğdu. Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nin ilk ve orta bölümlerini bitirdi. İstanbul’da Hayriye Lisesi’nde ve İstiklâl Lisesi’nde öğrenimini sürdürdü. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nde okudu.

1940-1951 arasında Vatan, Tasvir-i Efkâr, Her Hafta, Her Gün ve Ticaret Postası gazetelerinde çalıştı.

1952-1955 arasında Yeni Memleket gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1957-1958’de Yeni Gazete’de ve 1959-1960’ta da Her Gün gazetesinde Ahmet Selâmi Sel takma adıyla köşe yazıları yazdı. 1944’te dört sayı boyunca İşte ve 1956-1957 yıllarında da on beş sayı boyunca Esi dergilerini yönetti.

1952-1956 arasında toplam otuz sayı olarak çıkan Doğu ve Batı ile 1963-1971 arasında toplam yüz beş sayısıyla okuyucuyla buluşan Yeni İnsan dergilerini o kurdu. Ayrıca Yeni İnsan Yayınları’nın da kurucusudur.

Celal Sılay’ın Eserleri

Şiir:

  • Çöl Yolcuları (1934)
  • Dört Kapı (1934)
  • Lâcivert Işıklar (1934)
  • Ebedi Renkler (1936)
  • Mısralar (1937) [Bu kitap aynı yıl yeniden Hüsran Filizleri adıyla yayımlandı.]
  • Merhamet Şiirleri 1939-1943 (1943)
  • Acaba (1945)
  • Sonra? (1946)
  • Boşlukta Duran Taş (1948)
  • Zaman ile Yarış (1956)
  • Adamca (1959)
  • Doğa (1965)
  • Aşk Diyalektiği (1967)
  • Şimdi Geldin Şimdi Gittin (1968)
  • Küpe Destanı (1968)
  • İlişki Deyimleri (1969)
  • Karşın (1971)
  • Hüsran Filizleri: Toplu Şiirler (2000) Yapı Kredi Yayınları
  • Ayrılamam senden(1996)

Deneme:

  • Değinmeler (1966)
  • Kişi-Birey (1967)
  • Yorum (1968)
  • Söz-Eylem (1969)
  • Üçüncü Dönem (1969)

Öykü:

  • Zorunla Somut (1969)

Celal Sılay Şiirlerinden Örnekler

NERDE

Küçük bir kız gördümdü çok eskiden
Annesinin dizi dibinde,
Bir de incir diktiydim hasta iken,
Üç yapraklı mı, dört yapraklı mı ne.

Küçük kız da büyüdü o incir de,
Ama yüreğimin erinci nerde?

Romeo’yu onca kaygılandıran
O kuş seslerini düşünürüm de
Sabaha karşı bir korudan
Tarla kuşu muydu, bülbül mü diye

Tarla kuşunu da dinledim, bülbülü de
Ama yüreğimin erinci nerde?

Geç kaldığımda oldu belki
Laternaları dinlerkene,
Periler yeryüzüne indirmiş geceyi,
Çerağlar içinde yanmış gökkubbe

Gökkubbeyi de bilirim perileri de
Ama yüreğimin erinci nerde?

HAZİRAN ŞİİRİ

Haziran üstümüzde dal dal
moda çevremizde renk renk
İstanbul bin dokuz yüz elli beşinde
çimenler altımızda sık sık
bulutlar üstümüzde seyrek

eteklerin moda yelkenlerinde
elin omzumda sıcak
belin kolumda ince
gözün gözümde ürkek

ışık gölge bir oyun
çiçek yaprak allı morlu
haziran üstümüzde dal dal
saçların yüzümde tek tek

bir kuş bir kanat tenimizde
bir rüzgar bir serinlik içimizde
bir gök bir deniz mavi mavi
şarkı bahçe düğün dernek

İstanbul bin dokuz yüz elli beşinde
etek yelken bir cümbüş
yanak yanağa sürtünüş
elin omzumda sıcak
belin kolumda ince
dilim kulağında titrek.

LACİVERT IŞIKLAR

Lacivert bir denize benzer gözleri vardı;
Bakışları sessiz bir gece kadar alıcı,
Ruhunun süzgecinden ruhumu anlayıcı,
Engin… sonsuz bir mana bende beni arası

Lacivert gözler derin, hassas bir keman sesi,
Lacivert gözleri benim içimde bir lisandır.
Denizler kadar sonsuz genişliğin akisi,
“Lacivert gözlü Allah” çürüyen bir insandır.

YOLUM

Bir ben beni bilirim, bir de beni yaratan,
Bir ben bana lazımım bir de benimle yatan,
Varlığımı ortaya varlık olarak atan,
Bir tesadüf tanırım bir de ne olduğumu.

Bu denizler, bu gökler ve bütün bir kainat,
Bu şarkılar, bu hisler ve bu kısacık hayat,
Şuurumda renklerin sırıtışıdır heyhat!
Ben bir neş’e tanırım, bir de onun yolunu

YANYANA

Bu gürül gürül otların başında
Ağacın gölgesine değdi değecek
Tam şeftalinin kokusu başlarken
Öpüşmeye kıl kadar bitişik
Akarsuyun burnunun dibinde

Bu zulüm, bu haksızlık, bu işkence

MAVİ RANDEVU

Mavi bir elbiseyle gelmiştin, gökyüzü maviydi..
Getirdiğin rüzgarla ev kokuyordun..
Kolun koluma değiyordu, omzun omzuma..
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi..

Bin dokuz yüz kırk iki baharıydı
Bahçeli pencereler önünde geziyorduk,
Gözlerimiz buluşuyordu, ürperiyordum
Gökyüzü maviydi, mendilin maviydi

Sıcak nefesin yüzüme değiyordu
“Evlenebilir miyiz” diye sormuştum,
Yürüyüşün değişmiş, yüzün pembeleşmişti;
Mavi elbiseler içindeydin, gökyüzü maviydi.

Elini elime verdin, ayrılıyorduk,
Gözlerin gözlerimde, dudakların ıslak,
“Sık sık konuşalım” demiştin; gittin..
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi..

GİTTİ

İşitmek istediğini bir sağırın
Sezdi havamızdan geçen şarkı
Duyuramadı sesini, bu sağıra
Eridi, gitti

Yürümek hasretini bir kötürümün
Hissetti koltuk değnekleri
Kaldıramadı yatağından hastasını
Çürüdü, gitti

Körün görmek arzusunu duydu
Bahçenin kenarında bir çiçek
Gösteremedi yapraklarının rengini
Dağıldı gitti

Ve duydu bir açın yemek ihtiyacını
Buğday tarlasındaki başak
Utandı büyümesindeki şehvetten
Kurudu, gitti

BANA GELİRSİN

Yıldızlar görse bendeki güzelliğini
birer birer düşerler içimdeki denize
aydınlanırım o kadar aydınlanırım ki
bana gelirsin.

Bahar anlarsa duyduğum üzüntüyü
bütün dallarını uzatır kalbime doğru
çiçeklenirim o kadar çiçeklenirim ki
bana gelirsin.

Din duyarsa ettiğim ibadetleri
bütün mihraplarıyla çevrilir bana
büyürüm o kadar büyürüm ki
bana gelirsin.

İçimde bir kere görsen güzelliğini
gark olursun nurdan bir aleme
bulmak için kendini bulmak için
bana gelirsin

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu