Oğuz Türkçesinin Anadolu’daki İlk Ürünleri
Oğuz Türkçesinin Anadolu’daki İlk Ürünleri
Türkler 751 yılında yapılan Talas Savaşı ile Müslümanları tanımaya başlamışlardır. 10. yüzyıldan sonra Orta Asya’dan batıya doğru yönelen ve Anadolu’yu kendine yurt edinen Türkler, Müslümanlarla iyice yakınlaşmışlardır. Bu yakınlaşma sonucu ortaya çıkan ticari, askerî, siyasi ilişkiler sayesinde Türklerin çoğu Müslümanlığı kabul etmiştir. Bu dinî değişiklikle Türkler, yeni bir medeniyet dairesine girmiştir. Yüzyıllarca devam ettirdikleri atlı göçebe kültüründen isamiyet’in etkisiyle uzaklaşıp yerleşik hayata geçmeye başladılar, yeni şehirler ve kültür merkezleri kurdular, bilime, sanata, edebiyata önem verdilerdir. Buna bağlı olarak Türklerin sosyal hayatı, kültürel yapısı, düşünce dünyası, dil anlayışı da değişmeye başladı.
13. yüzyılda Moğol istilasının Anadolu’ya kadar uzanmasıyla Anadolu’da Türk birliği bozulmuş, çok büyük karışıklıklar, huzursuzluklar baş göstermiştir. Bu çalkantılı dönemde halkın imdadına tasavvuf büyükleri yetişmiştir. Tasavvuf hareketi ve ilk Türk tasavvuf erleri, Anadolu’nun zor dönemlerinde halkın inancını, direncini koruyan bir sığınak görevi üstlenmiştir. Horasan, Herat, Nişabur, Buhara gibi İslami kültür merkezlerinde tasavvuf anlayışıyla yetişen dervişler İslam’ın güzelliklerini anlatmak için halk içine dağılmıştır. Özellikle ilk Türk tasavvufçusu kabul edilen Ahmet Yesevi‘nin telkinleriyle Anadolu’ya gelen dervişler, tekkeler kurmuşlar, halka islami prensipleri anlatmışlardır. Bir tarafta Mevlana’nın temsil ettiği Mevlevilik akımı, diğer taraftan Hacı Bektaşi Veli’nin temsil ettiği Bektaşilik anlayışı halka kucak açmıştır.
Vakıflarla desteklenen tekke ve zaviyeler etrafında her meslekten oluşan halkalar gittikçe genişlemiş ve bu dönemde tasavvuf cereyanı tekkeler, zaviyeler yoluyla halkın arasında kolayca yayılmış ve tekke-tasavvuf edebiyatının temelleri atılmıştır.
Tasavvuf nedir?
Tasavvuf; kalbi saflaştırarak, kötü huylardan temizlemek, iyi huylarla doldurmak ve bu yolla Allah’a ulaşmak demektir.
Tasavvuf anlayışına göre evrende tek bir varlık vardır. O da Vücud-ı Mutlak olan Allah’tır. O, kendini görmek ve göstermek için âlemi ve insanı yaratmıştır. Madem Vücud-ı Mutlak ve Hüsn-i Mutlak Allah’tır, öyleyse insanın en büyük gayesi ilahî aşka ermek, Allah’a uluşmak olmalıdır. Ona ulaşmak da tasavvuf yoluna girip nefsi temizleyerek insan-ı kâmil (olgun insan) olmakla mümkün olur. Bunun içinde bir tarikata ve mürşide (yol gösterici) ihtiyaç vardır.
Tasavvuf, bu anlayıştan dolayı zamanla bir eğitim hareketi ve düşünce sistemi hâline gelmiştir. Tasavvufun, aşk (ilahi aşk), âşık (Allah’a ulaşmak isteyen, Hak aşığı), maşuk (sevilen, Allah), saki (mürşit), mey, şarap (ilahi aşk), meyhane (dergah, tekke), harabat (âşığın kalbi veya tekke) gibi kendine özgü semboller dünyası oluşmuştur. Bu durumda sosyal ve kültürel hayatı, dolayısıyla edebiyatı etkilemiştir. Tasavvuftan hem dinî konularda yazan şairler hem de din dışı konularda yazan şairler etkilenmiştir. Bu şairlerin yazdığı şiirlerle Anadolu’da 13-14. yüzyıllarda tekke ve divan şiirinin temelleri atılmıştır.
Bkz. Tekke-Tasavvuf Edebiyatı Nazım (şiir) Türleri
Şimdi bu dönemde yaşayan, tasavvuf felsefesinin Anadolu’da yayılmasında katkısı olan ve Anadolu sahasında şiirler yazan tasavvuf sanatçıları ve divan edebiyatı sanatçılarını tanıyalım.
13. yüzyıl:
- Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî
- Hacı Bektaş-ı Velî
- Sultan Veled
- Ahmed Fakih
- Şeyyâd Hamza
- Yunus Emre
- Hoca Dehhanî
14.yüzyıl:
- Abdal Musa
- Kaygusuz Abdal
- Gülşehri
- Âşık Paşa
- Ahmedî
- Kadı Burhanettin
- Said Emre
- Kadı Darir
- Elvan Çelebi
- Rabguzî
15. yüzyıl:
- Hacı Bayram Veli
- Süleyman Çelebi
- Akşemseddin
- Yazıcızâde Mehmed
- Eşrefoğlu Rûmî
- Kemal Ümmî
- Emir Sultan
- Rûşenî
- İbrahim Tennûrî
Ayrıca bakınız: Oğuz Türkçesi’nin Tarihi Gelişme Süreçleri ve Divanu Lûgat-it-Türk