Henri Bergson
Henri Bergson Kimdir?
Henri Bergson Kimdir? Hayatı, Eserleri
Henri Bergson (d. 18 Ekim 1859, Paris/Fransa – ö. 4 Ocak 1941, Paris/ Fransa) Filozof.
18 Ekim 1859 yılında doğan tam adıyla Henri-Louis Bergson, statik değerler yerine hareketin değeri, değişim ve evrimi tercih ederek süreç felsefesi olarak adlandırılan bir felsefi görüşü oluşturan kişidir. Yahudi bir müzisyen baba ile İngiliz bir Yahudi annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası yetenekli bir müzisyen olmasının yanında zengin Polonyalı Yahudi bir aileye de mensuptu. Soy adı Berek’in oğulları (The sons of Berek) ya da Berek-son (Berek-son> Bergson) ‘dan türetilmiştir.
İlk eğitimini Paris’te Lycée Condorcet’te almış ardından 1878 ve 1881 yılları arasında da yine Paris’te üniversiteler için öğretmenlerin eğitiminden sorumlu bir enstitü olan École Normale Supérieure’da eğitim almıştır Eğitimini tamamladıktan sonra Paris dışındaki çeşitli liselerde öğretmenliğe başlamış, ilk olarak 1881-1889 arasında Angers’da ve sonraki beş yılını ise Clermont-Ferrand’da geçirmiştir. Özellikle Clermont-Ferrand’da geçirdiği sürecin onun hayatında önemli bir etkisi olmuştur çünkü ilk felsefi kitaplarının temelini bu dönemde atmıştır. Bu durumu arkadaşı William James’e yazdığı bir mektupta şu şekilde belirtmiştir:
“O zamana dek tamamen mekanistik teorilerle doluydum, bu teorilere erken dönemde Herbert Spencer’ın kitaplarını okuyarak yönlendirilmiştim… Tüm fikirlerimi altüst eden şey, mekanik ve fizikte yer alan zaman kavramının analiziydi. Büyük bir şaşkınlıkla gördüm ki, bilimsel zaman sürekli değildir… Pozitif bilim, sürenin ortadan kaldırılmasıyla temelde ilgilenir. Bu, benim daha önce kabul ettiğim hemen hemen her şeyi reddetmeme ve bakış açımı tamamen değiştirmeme neden olan bir dizi düşüncenin başlangıç noktasıydı.”
Bu değişim ilk olarak yazdığı Zaman ve Özgür İrade: Bilincin Anlık Verileri Üzerine Bir Deneme adlı eserinde görülmüştür. Bu çalışmada Bergson bilimsel olarak kullanılan ölçülebilen, mekanlaştırılmış zaman kavramına karşı süre veya yaşanan zaman kavramını kurmaya çalışmıştır.
1891’de Marcel Proust’un kuzeni Louise Neuburger ile evlenmiştir.1898’de École Normale Supérieure’e atanmıştır. 1900-1921 arasında Collège de France’da felsefe kürsüsü başkanlığı yapmıştır. 1914’ Académie Française’e seçilmiş ve 1921’den 1926’ya kadar Milletler Cemiyeti Entelektüel İşbirliği Komisyonu’nun başkanlığını yapmıştır. 1927’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüşmüştür. 4 Ocak 1941’de Paris’te vefat etmiştir.
BERGSONİZM
Bergsonizm, 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Henri Bergson tarafından geliştiren bir felsefi akımdır. Bu felsefi akımda Bergson sezgi, süre, metafizik ve yaşamın yaratıcı evrimine vurgu yapmıştır.
Akımın özünde ise “süre”(zamansallık) kavramı yer alır. Bergson’a göre zamanın ölçülebilir ve statik olarak bir an olarak ele alındığı geleneksel felsefi ve bilimsel yaklaşımlar zamanın gerçek doğasını yakalayamamışlardır. Bergson’a göre zaman bölünmez, sürekli bir akış içerisindedir, sürekli yaratıcı ve dinamik bir süreçtir. Bu sebeple de bu akışa “süre” adını vermiştir. Bergsonizmde rasyonel bir analizden ziyade sezgi ve deneyim daha ön plandadır. Varoluşun daha bütüncül bir şekilde ele alınabilmesi için aklın ve soyut muhakemenin yetersiz olduğunu düşünmüş ve derinlemesine bir anlamanın gerçekleşebilmesi için sezgiden yararlanılması gerektiğini dile getirmiştir. Homojen ve ölçülebilir bir nicelik olarak ele aldığı “mekanlaştırılmış zaman” kavramını eleştirmiş bunun yerine kişiden kişiye değişen, öznel bir deneyim olarak algılanan bir zaman kavramının olması gerektiğini öne sürmüştür. Bergson, yaşamın yaratıcı bir evrim olduğuna inanmıştır bu sebeple de felsefesinde bir diğer önemli nokta ise “élan vital” kavramıdır. Yaşamsal dürtü, yaşam gücü anlamlarına gelen bu kavramla, sabit ve durağan olmayan yaşamın sürekli olarak dinamik bir şekilde değiştiğini, geliştiğini savunmuş, bu gücün tüm yaşam biçimlerinin altında yattığını ve evrimi yönlendirdiğini, canlı organizmaları büyümeye, değişmeye ve gelişmeye iten güç olduğunu öne sürmüştür. Canlı varlıkları mekanistik şekilde ele alan yalnızca fiziksel parçacık koleksiyonu şekline indiren görüşlerin yerine daha dinamik, ruhani bir varoluş anlayışını savunmuştur.
Bergson’a göre insan zihni sezgi yoluyla gerçekliğe, doğrudan ve dolaysız şekilde sahip olur çünkü sezgi akıl ya da analize değil, dünyanın doğrudan deneyimlenmesine dayanan bir bilme biçimidir. Bu sebeple de zaman ve yaşamın doğasının gerçekten anlaşılabilmesi için sezgiye ihtiyaç vardır.
Süre şeklinde ele aldığı zamanın doğrusal bir ardışıklık içerinde değil de bir akış şeklinde ilerlediğini, zamanın yaşayan ve değişen bir süreç olarak deneyimlendiğini savunmuştur. Aynı zamanda bu süre anlayışının yaşamın özünü teşkil ettiğine ve bu sayede de cansız nesneler ile canlı nesnelerin birbirinden ayrıldığına inanmıştır.
BERGSONCULUĞUN BAZI TEMEL KAVRAMLARI
- Sezgi: Bergson, sezginin akla ya da analize değil, dünyanın doğrudan deneyimlenmesine dayanan bir bilme biçimi olduğunu savunmuştur. Bu bilme biçimi ile ancak zamanın ve yaşamın doğasının gerçekten anlaşılabileceğine inanmıştır.
- Süre: Bergson’a göre süre değişimin sürekli akışıdır. Ona göre zamanın anları birbiri ardına doğrusal bir ardışıklıkla ilerlemez, sürekli bir değişim akışı olduğunu savunmuştur.
- Yaratıcı Evrim: Yaşamı karakterize eden dinamik değişim ve gelişim gücü olduğunu öne sürmüştür çünkü ona göre yaşam sabit ve durağan şekilde değil dinamik ve değişim-gelişim sürecini içinde bulunduruyordu.
- Yaşamsal Güç: Élan Vital, canlı varlıkları büyümeye, değişmeye ve gelişmeye iten güçtür.
BERGSONİZMİN ETKİLERİ
Felsefe: Zamanın baskın fikri akımları olan pozitivizm ve determinizm gibi eğilimlere meydan okumuş, sezgiye verdiği ağırlık, yaşamın dinamik doğasına yaptığı vurgu felsefede kalıcı bir etki yapmıştır. Maurice Merleau-Ponty, Gilles Deleuze ve Jean-Paul Sartre gibi sanatçıları etkilemiştir. Edebiyatımızın önemli isimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın görüşlerinde de Bergson felsefesinin izleri vardır.
Psikoloji: Bergson’un insan bilinci ve zamanın doğasına ilişkin görüşleri psikoloji alanına da etki etmiştir. Öne sürdüğü fikirlerle devrinde hakim olan mekanistik ve indirgemeci yaklaşımlara meydan okumuştur.
Eğitim: Öne sürdüğü fikirler eğitim teorisine de yansıma bulmuştur. Görüşündeki süreç algısı eğitimde alanında ilerlemeci eğitim görüşüne etki etmiştir.
Başlıca Yapıtları
- Matiere et Memoire, 1896, (“Özdek ve Bellek”);
- Le Rire, 1900, (Gülme);
- l’Evolution Creatrice, 1907, (Yaratıcı Tekamül, 1947);
- Les deux Sources de la Morale et de la Religion, 1923, (Ahlak ile Dinin İki Kaynağı, 1949),
- Les Donnees îmmediates de la Consâence, 1889, (Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, 1950).
Eserlerinden Alıntılar
Gülme’den
“Hasılı, komiğin olanca tesirini göstermesi için kalbin bir müddet duymaz olması lazımdır çünkü komik zekaya, sırf zekaya hitap eder.”
“Çünkü gülmenin heyecandan büyük düşmanı yoktur. Bunu söylemekle bizde acıma yahut sevgi uyandıran bir kimseye gülemeyiz demek istemiyorum: Sadece güleceğimiz sırada, sevgiyi bir müddet için unutmak, acıyı susturmak lazım olduğunu söylemek istiyorum”
“Feylesofların birçoğu insanı: “gülmesini bilen bir hayvan” olarak tarif ederler. Halbuki “güldüren bir hayvan” olarak da tarif edebilirlerdi. Çünkü insandan başka bir hayvanın yahut cansız bir şeyin gülünç olması mutlaka bize benzer bir tarafı olmasından, bizim ona verdiğimiz bir kılıktan yahut bizim onu kullanma tarzımızdan gelmektedir.”
Manevi Enerji’den
“Dinler statik ve dinamik olmak üzere ikiye ayrılır. Statik din toplumsal ödev ahlakı ve kapalı toplum ile ilişkilendirilirken; dinamik din insanı ahlak ve açık toplum ile ilişkilendirilmiştir.”
Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı
“Arkamızı döndüğümüz insanlık aslında kendi derinliğimizde bulduğumuz insanlıktır”
“Sokakta yürüdüğümüz zaman hastalığı göremediğimiz gibi, insanlığın görünen yüzünün arkasında olabilecek ahlaksızlığı da hesaba katmayız”
“Kısaca, zeki bir varlık kendi üzerinde zekası aracılığıyla etkin olur” 7
Şiir Felsefesi’nden
“Shakespeare ironiyi daha öteye taşır ve yeni doğmuş bebeğin insanlardaki deliliğe ağladığını iddia eder: ‘Doğduğumuzda bu devasa deliler sahnesinde geldiğimizde ağlarız’”
“Eğer gözden kaybolan bir şey var olmayana doğru bozulsaydı, kendisine dönüştüğü şey var olmadığı için, bütün şeyler yok olurdu.”
“Sefalet zamanlarında bilgi sırf bir sığınak, bir teselli değildir: İnsan yaşamının asıl maksadıdır; huzursuzluklar, savaşlar, kamusal felaketler, insan zihnini asil meşguliyetlerden kopardığı için birer kötülüktür”
Madde ve Bellek’ten
“Gerçek şimdiki an, geleceği yiyip bitiren geçmişin ele avuca sığmaz ilerleyişidir. İşin gerçeği, her türlü duyu, belleğin parçalarından başka bir şey değildir.”
“Algılamak, sonsuzca seyreltilmiş bir varoluşun muazzam dönemlerini daha yoğun bir yaşamın birkaç farklı anına yoğunlaştırmaktan ibarettir. Algılamak, hareketsiz kılmak demektir.”
“Her şey öyle olup bitmektedir ki evren adını verdiğim bu imgeler bütününde, örneğin bedenimin sağladığı bazı özel imgelerin aracılığı olmadan gerçekten yeni hiçbir şey meydana gelemez”
“Geçmişi bir imge biçiminde çağırmak için, kendimizi anın eyleminden geri çekebilmeliyiz, yararsızca değer verme gücüne sahip olmalıyız, hayal etme isteğine sahip olmalıyız.”
“Anılarla dolu olmayan hiçbir algı yoktur”
“İçinde yaşanılan an, geleceği kemiren geçmiştir”
“Genellikle yalnızca geçmişi algılarız, katışıksız şimdiki zaman, geleceği kemiren geçmişin anlaşılmaz ilerlemesidir.”
“Anılara bulanmamış algı yoktur, duyularımız geçmişimizin binlerce ayrıntısını katarız. Ve genellikle bu anılar, bizim gerçek algılarımızı yerinden eder”
“Kişi maddenin kendi algıladığı gibi var olduğuna doğal olarak inanır: ve maddeyi bir imge olarak algılandığından onu, kendini bir imge haline getirir.”
“Benim bedenim için olası eylem biçimleri söz konusu olduğu müddetçe, diğer bedenler için de farklı yansıma sistemleri söz konusu olacaktır ve bu sistemlerin her biri benim duyularımdan birine denk düşecektir. Dolayısıyla, benim bedenim başka imgeleri onlar üzerinde uygulanabilecek çeşitli eylemlerin bakış açısından analiz ederek onları yansıtan bir imge olarak davranır”
“Bedenin rolü anıları depolamak değil, yalnızca işe yarayacak anıyı – nihai eylem amacıyla mevcut durumu tamamlayacak ve aydınlatacak anıyı – seçmek ve bu anıyı atfettiği gerçek etki sayesinde belirgin bir bilince yol açmaktır.”
“Maddi dünyanın parçası olan beyindir, yoksa maddi dünya beynin parçası değildir. Maddi dünya adını taşıyan imgeyi ortadan kaldırın, aynı zamanda beyni ve beynin parçası olan beyinsel uyarıları da ortadan kaldırmış olursunuz.”
“‘İmge’den bizim anladığımız şey ise bir tür varoluştur ve bu varoluş, idealistin tasarım olarak adlandırdığından daha fazlası gerçekçinin şey olarak adlandırdığından ise daha azıdır: ‘şey’ ile ‘tasarım’ arasında yarı yolda duran bir varoluş.”
Metafiziğe Giriş’ten
“Zekâ olmadan sezgi, bir içgüdüden ibaret kalırdı.”
“Metafiziğe dair tanımlar ile mutlak hakkındaki kavrayışlar birbiriyle karşılaştırılırsa, aralarındaki farklılıklara rağmen filozofların, bir şeyi bilmenin derinden farklı iki tarzı üzerinde mutabık kaldığı görülür. Bunlardan ilki, bilinen şeyin etrafında dolaşılan, İkincisiyse onun içine girilen bilme tarzıdır. İlki, insanın konumlandığı bakış açısına ve kendisini ifade ettiği sembollere tâbidir. İkincisiyse hiçbir bakış açısına tutunmaz ve hiçbir sembole dayanmaz. İlk bilgi için, İzafî olanda durup kaldığı; ikicisi içinse, mümkün olduğu durumda, mutlak olana eriştiği söylenecektir.”
Ruh Teorileri & İnsan Ruhu ve Kişiliği’nden
“”Ah bir kaçabilseydim! Kimsenin beni tanımadığı benim de kimseyi tanımadığım bir köşede saklanabilseydim! Kendimi bile tanımadığım bir köşede! Derken ebedi bir gençlik pınarındaymışım gibi, yenilenmiş bir hale dalıverebilseydim!”
Etik ve Politika Dersleri’nden
“Durmak bilmeksizin değişiklik gösteren şey bu kaidelere verdiğimiz anlamdır, varoluş ve ahlak anlayışımızdır.Şüphesiz öyle insanlar vardır ki onlara göre ahlak yasası adeta bir kadavra sertliğine sahiptir. Bu insanlar için ahlak yasası boş bir ifadedir ve bu insanlar bu ifadenin derin anlamı üzerine hiç kafa yormamışlardır. Leibnitz de papağanlıktan bahsederken bu tür insanlara gönderme yapar. Papağanlık, erdem ve ödev gibi kelimeleri, bunların anlamlarını derinlemesine düşünmeden tekrar etmek demektir.”
Kader Kayhan, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.