Fazıl Hüsnü Dağlarca
Fazıl Hüsnü Dağlarca Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Fazıl Hüsnü Dağlarca (d. 26 Ağustos 1914, İstanbul – ö. 15 Ekim 2008, İstanbul) Şair.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1914’te İstanbul’da doğdu. Babası subay olduğu için ilk ve orta öğrenimini Türkiye’nin değişik yerlerinde tamamladı. Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nu bitirdi. Orduya katıldı. 15 yıl asker olarak hizmet yaptı, Doğu ve Orta Anadolu, Trakya’yı dolaştı. Önyüzbaşı rütbesinde iken kendi isteğiyle ordudan ayrıldı.
Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde kısa bir süre görev yaptı. Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi olarak İstanbul’da çalıştı. 1959’da İstanbul Aksaray’da “Kitap” Kitabevini açtı. Yayıncılık yaptı, 1960-1964 arasında “Türkçe” isimli bir aylık dergi çıkardı. 1970’te yayınevini kapattı, sadece şiirle uğraşmaya başladı.
Yayınlanan ilk yazısı Yeni Adana Gazetesi’nin 1927’de düzenlediği yarışmada birincilik alan bir öyküydü. İlk şiiri “Yavaşlayan Ömür” 1933’te İstanbul Dergisi’nde çıktı.Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Peyami Safa‘nın da dikkatini çeken şiirleri Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılapçı, Gençlik, Yeditepe, Türk Dili, Yenilik, Vatan, Çağrı, Türkçe, Ataç, Türk Yurdu, Yön, Devrim gibi dergilerde yayınlandı.
İlk şiirlerinde Necip Fazıl Kısakürek etkisinde kaldı. “Havaya Çizilen Dünya” (1934) şiir kitabındaki şiirlerinde bu etki görülür. Kendi şiir çizgisine yönelişi “Çocuk ve Allah”, “Daha” (1940) kitaplarıyla başlar.
Şiiri “sezgi” ve “us” olmak üzere iki dönemde incelenebilir. Sezgi dönemi eserleri “Havaya Çizilen Dünya” (1934), “Çocuk ve Allah” ile “Daha”yı (1940) izleyen “Çakırın Destanı” (1945), “Taş Devri” (1945) kitaplarını kapsar.
“Asû” (1955) ile başlayan ikinci dönem günümüze kadarki şiirlerinde etkin olan “usçu” dönemdir.
Sezgi döneminde kendine has bir şiir dili ve biçemi yaratmaya çalıştı. “Us” dönemi ise güçlü bir Türkçe tutkusuyla dikkat çeker. Dağlarca bu dönemde dilin arılaştırılması çabalarına katıldı, evrensel temalara ağırlık vermeye başladı. 1970 sonrasında yoğunlukla çocuk şiirleri yazdı.
Hem Türkiye’de hem uluslararası düzeyde birçok ödül kazandı, bir çok ülkede şiirleri okundu. Kitapları birçok dile çevrildi.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Eserleri:
ŞİİR:
- Havaya Çizilen Dünya (1935)
- Çocuk ve Allah (1940)
- Daha (1943)
- Çakırın Destanı (1945)
- Taş Devri (1945)
- Üç Şehitler Destanı (1949)
- Toprak Ana (1950)
- Aç Yazı (1951)
- İstiklal Savaşı- Samsun’dan Ankara’ya (1951)
- İstiklal Savaşı- İnönüler (1951)
- Sivaslı Karınca (1951)
- İstanbul-Fetih Destanı (1953)
- Anıtkabir (1953)
- Asu (1955)
- Delice Böcek (1957)
- Batı Acısı (1958)
- Mevlana’da Olmak (Gezi) (1958)
- Hoo’lar (1960)
- Özgürlük Alanı (1960)
- Cezayir Türküsü (Fransızca, İngilizce ve Arapça çevirileriyle birlikte, 1961)
- Aylam (1962)
- Türk Olmak (1963)
- Yedi Memetler (1964)
- Çanakkale Destanı (1965)
- Dışarıdan Gazel (1965)
- Kazmalama (1965)
- Yeryağ (1965)
- Vietnam Savaşımız (İngilizcesiyle, 1966)
- Kubilay Destanı (1968)
- Haydi (1968)
- 19 Mayıs Destanı (1969)
- Vietnam Körü (destan-oyun) (1970)
- Hiroşima (Fransızca,İngilizce çevirileriyle, 1970)
- Malazgirt Ululaması (1971)
- Kınalı Kuzu Ağıdı (1972)
- Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973)
- Horoz (1977)
- Hollandalı Dörtlükler (1977)
- Çukurova Koçaklaması (1979)
- Nötron Bombası (1981)
- Yunus Emre’de Olmak (1981)
- Çıplak (1981)
- İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler (1985)
- Uzaklarda Giyinmek (1990)
- Dildeki Bilgisayar (1992)
- İçimdeki Şiir Hayvanı (2007)
ÖDÜLLERİ:
- 1946 Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışması Üçüncülük
- 1956 Yeditepe Şiir Armağanı
- 1958 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü
- 1966 Türkiye Milli Talebe Federasyonu Turhan Emeksiz Armağanı
- 1967 International Poetry Forum Yaşayan En İyi Türk Şairi (ABD)
- 1973 Arkın Çocuk Edebiyatı Üstün Onur Ödülü
- 1974 Struga 13. Şiir Festivali Altın Çelenk Ödülü (Yugoslavya)
- 1974 Milliyet Sanat Dergisi Yılın Sanatçısı
- 1977 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü
- 2005 Vehbi Koç Ödülü
- 2008 Kültür Sanat Hizmet Ödülü.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şiirlerinden Örnekler
Deli Kuşun Öttüğü
Hey göklere duman durmuş dağlar hey
Değirmenin üstü her gün yel olmaz
Dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
Sen söylersin o susar mı bel olmaz
Kızılırmak akar suyun içerler
Aç karnına yurttan yurda göçerler
Tarifeylen Köprüsünü geçerler
Çamın başı yine kar mı bel olmaz
Olmaz artık olanlar böyle olsun
Yeni çağda mızrak çuvala girsin
Vergi dersin, ümük dersin, can dersin
Verdiler mi aldılar mı bel olmaz.
MUSTAFA KEMAL’İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal’in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.
İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal’in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.
Ağır Hasta
Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.
Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.
Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.
Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.
BEKLESEM
Seni değil görsem de tek,
Hayalini çiçeklesem.
Hem güneş, hem ay bilerek,
Seni beklesem, beklesem.
Gönül sevgi denen çağda,
Hangi tılsım var bu bağda.
Yazın kırda, kışın dağda
Seni beklesem, beklesem.
Ölüm gözlerimde solsa,
İçim mısralarla dolsa
Ne gün olsa, ne yıl olsa;
Seni beklesem, beklesem.
Akdeniz Şiirleri
Sen Deniz Gök,
Bir an dursanız uykuda
Büyür bir yosun geceye karşı.
Tedirgin olur ölüler
Bir an yaslansanız karanlığa,
Sen Deniz Gök.
Dalarım engine
Ki yaşadığım
Anladığımdır.
Roma’yla Kartaca’nın arasında
Yüzer, sevgi sevgi
İstanbul.
Böler bir kuş düşüncemi ikiye
Maviden
Yarıda kalır içki.
Dersin ki
Ellerimize değecek
Yıldızlar
Büyüyecek büyüyecek de.
Dersin ki
Bir aydınlığı var
Sevgililer için,
Karanlık sessiz de.
Dersin ki
Uyuyamıyorum
Yalnızız
Gece, mavi de.
Sessizdi yeryüzü
Yeryüzünde biricik Akdeniz vardı
Akdeniz’de
Yalnız ikimiz.
Beni seviyor musun dedim,
Yumdu gözlerini uzaklığa,
Tam sorulacak an, diye gülümsedi,
Tam sorulacak yer.
Bir kocaman yeşil bir kocaman boz
Yellerde
Çarpar birbirine çarpar enginlere dek.
Dalgaların ucunda yıldızların ucu
Her köpük bir fırtına
Her köpük bir evren.
Şu deniz şu gök gizlenebilir
Seni sevdiğim
Gizlenemez.
Bu Eller miydi
Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.
Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Alıin tüylerinden mevsimin rüzgarı.
Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.
Kaybolmuş o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri.
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken…
Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.
Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allaha açılan !
Korkuluğun Korkusu
Sen korkutursun
Küçücük kuşları
Bahçelerde sabahtan akşama dek
Ama gelince kocaman gökler geceleyin
Üstüne doğru
Senin korktuğunu duyarım.
Sivaslı Karınca
Koca Kızılırmak köpüre köpüre
Akıyordu,
Bir telgraf direği dibinde,
Zamanlar kadar telaşsız ve köpüksüz,
Yürüyordu,
Sivaslı bir karınca.
Karşı kıyıdan parlak,
Kişniyordu,
Atlar doru doru,
Atların şarkısından ayrılmış,
Yürüyordu,
Atların mesafesini anlamaz.
Sesi, adımlarının sesi, memnun ve bahtiyar,
Duyuluyordu,
Kahraman.
Bir açlığın ayaklarınca aziz,
Yürüyordu
Yeryüzünden.
Rahat gidişinden belli,
Biliyordu,
Dağı, suyu, otları, lezzetle.
Başka karıncalardan kopmuş,
Yürüyordu,
Başka karıncalara.
Gayretle, çalışmakla, yorulmazlıkla,
Benziyordu,
Afrika’dakine, Çin’dekine, Paris’tekine,
Kara toprağın alnı üstünde, kara,
Yürüyordu,
Alın yazısından daha hür.
Yoktu fikirlerden, davalardan haberi,
Yürümüyordu,
Rüyası hiç.
Buğday tanesi üzre,
Yürüyordu,
Sivaslı bir karınca.
KORKU
Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin
Bu gecelerden ki kalbe âşina,
Havalarda büyük misafirlikler dolaşıyor.
Korkuyorum değerken karanlığın hayatına.
Korkuyorum, değerken karanlığın hayatına.
Bu binalardan ki yaşamaz.
Yüzüme mesafelerle temas eder
İnce bir serinlik uykudan daha az.
Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin,
Bu adamlardan ki çalışmakta,
Sabahın temiz şarkıları,
Yükselmiş bayraklar uzakta.
Korkuyorum anneciğim, ellerin nerde
Okşa benim saçlarımı rüyaya bedel.
Garip ninnilerle uyut beni,
Korkuyorum yaşamaktan ki, çok güzel.
Çocuk ve Allah, S. 16
19 MAYIS
İşte 19 Mayıs
Vardık bir kapısına Anadolu’nun, önlerine Samsun’un
Öyle büyüdü ki ağzımız
Öyle acıktık ki
Bize ekmek değil dağ sunun.
Tez Erzurum’a, Sıvas’a, Ankara’ya
İlk uçan kuşla birlikte giden.
Dorukları duman almak üzredir,
Otlara, kavaklara, başaklara bir yel gibi
Varalım yeniden.
Nerdeyse, yurdun neresindeyse o,
Soluğumuz ulaşsın üstüne yalım yalım
Yüce ataların eyleminde yücelelim bir daha
Atalım yurtdışına hepsini
Sömürgenden kurtulalım.
Yediden yetmişe analar babalar oğullar kızlar,
Elleri ayakları geçmişten geleceğe büyümüş bak.
Yüreğin bütün ulusun yüreği
Adın Mustafa Kemal,
Ne güzel başlamak.
…………….
Biz yurt üzre yaşama verenler sesleniriz al uykularımızdan
Gövdemiz kanımız yok
Bir daha adarız ya
Bir daha canımız yok
Yerimize, Mustafa Kemal, bizim yerimize
Çek, kurtuluş bayrağını gönderimize.
ANIT KABİR -KAPI
Bu kapı başlar çok uzaklardan,
İzmir’de, Akdeniz’de,
Dört nala köpürürken atlarınız,
Kılıçların parıltısındaki haklardan.
Bayrak bayrak olmuş şafaklardan,
Göklere sığmaz Allah Allah sesleri,
Geçer özgürlük ebemkuşaklarında
Taklardan.
Kutsal ırmaklardan
Yıkanmış yemyeşil dileğiniz
Kavaklara sizden varılır şehitler
Mustafa Kemal’e kavaklardan.
HAVAYA ÇİZİLEN DÜNYA
Yalnızlık, sabahların yaşadığı yalnızlık;
Suların içindeki ışıklar kadar ılık.
Hüzün, o mısralardan dudakta kalan hüzün;
İkindi üstlerinde aydınlığı gündüzün.
Uykular, ilk gençliğin gündüz gibi uykusu,
Vücudun balık olup içinde yüzdüğü su.
Sessizlik, geceleyin yolcusuz sokaklarda;
Sükûn dalgalarının ortasındaki ada.
Ruha uzak bir şehir içinden gelen rüzgâr,
Ayrılıktan önceler, ayrılıktan sonralar.
Müzelerde o ölü zaman, o gölgesizlik,
Yüze değen eskilik, sonsuzluk, kimsesizlik.
O kadar siliktir ki bir bayram günü şiir,
Uyurken akla gelen son hayaller gibidir.
Hayatın oyundaki sükûna değen sesi;
Çocuklukta her yeni sınıfın o ilk dersi.
Müzikten sonra içi dinlemek uzun uzun;
Bir resimdeki davet, bir heykeldeki sükûn.
Öyle sevgililer ki bir kere görülmüştür,
Hatıraları ömrün gecelerince yürür.
Duyulan sılasıyla sezilen o beldeler,
Geçer yelkenler gibi enginden birer birer.
Dudakların habersiz söylediği şarkılar;
Vücudun ağaçlardan önce duyduğu bahar.
Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle
Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi şekle.
HACI BEKTÂŞ-I VELİ’DEN İLKELER
(O) bir yoldaştır ki
Yitirmeye kimse onu:
“Karanlıktır bilim üzre gidilmeyen yolun sonu.
Ne olursa olsun
Yeri: Yüreğinin ağırlığıncadır kişinin değeri.
Durup bekleme yüzünün güzelleşmesini
Davran biraz, silkin:
İyi mi olsun karşındaki,
Sen iyi ol ilkin.
Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
Yalnız bilgelerdir,
hem arı olan, hem arıtıcı olan.
Düşünceyi, eylemi, sevgiyi siz,
Tanrı’nın tadı biliniz.
Güneştir tokmağı
Gökyüzü bir davul,
Gümler gece gündüz:
Ara bul. ”
Bir söz ki söyler işte
Dağlar, taşlar bağra bağra:
“Ne ararsan, kendinde ara.”
PİR SULTAN ABDAL
Yüce karanlıkla göl avundu mu
Kocaman yıldızlar gelip kondu mu
Parlamalarından kuşlar yandı mı
Durur gökyüzü Pir Sultan Abdal.
Sevgi üzre gönül yorgun olur da
Duymaz kekikleri ovada kırda
Taşa vurmuş işte kanamış burda
Bir koyun dizi Pir Sultan Abdal.
Yükseğe çıkar iz, ergeç yolundur
Eğri bıçak düzden daha yalındır
Senin ellerindir senin dilindir
Sazlarda yazı Pir Sultan Abdal.
Hey, yonca yoncaydım yoldular beni
Hey, harman harmandım çaldılar beni
Hey, ölü ölüyken buldular beni
Hey, dağın gözü Pir Sultan Abdal.
YÜREK
Bir yürek bir ucu kan,
Bir ucu Ağrıdağ kayalarından.
Bulutlar geçip gider öylesin mavi,
Kuşlar gelip konar öylesin kocaman.
Ağaçsız, ışıksız, ekinsiz, yolsuz,
Bir ucu Şavşat, bir ucu Van.
Bir ucu Hozat’da, Muş’da, Keşan’da,
Bir ucu sencek susmuş inan.
Görmüş, yürümüş, inanmış, sevmiş,
Bir yürek, burada ev, orada han.
Bir yürek, yazı çöl çöl uzanır aha,
Bir yürek, kışı yerden göğe, yaman mı yaman.
Kadın, gecekondusunda yalnızdır, sütsüzdür,
İkiz bebekleri gecelerce ağlıyan.
Erkek, pazar yerinde açtır, işsizdir,
Söner durur mutsuzluklar üzre can.
Bir ucu albayrak dalgalanır,
Bir ucu Yeşilada aman aman.
ÜÇ ŞEHİTLER DESTANI’ ndan
– DURDUK, SÜNGÜ TAKMIŞ KAFİR –
Durduk, süngü takmış kâfir ayakta,
Bizde süngü yok.
Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden
Dehşetten daha çok.
Durduk, süngüsü düşmanın pırıl pırıl,
Önümüze çıktı bir gündüz bir gece.
Korku değil hâşâ,
Bir büyük düşünce.
– MEHMETÇİK –
Atıldı Mehmetçik, büyüyü bozdu,
Bir düşman süngüsüne, göğsünden
Bu şehadetle kayalar yarıldı sanki
Dipçik gürültüsünden.
Soruyordu herkes birbirine:
“Parlayan şey bu mu?”
Muzaffer oluyordu bileklerimizde,
Tarihin ilk dipçik hücumu.
Hayran oluyordu koca gökyüzü
Göğüslerimizde büyüyen bahta
28 Mart günü bir Adsız-tepe’de
Çeliğe karşı tahta.
– SÜNGÜLERİN UCUNDA –
Son altmış adım bize bir yudum şerbet
Düşen kahramanın sevgisiyle al,
Köyde mi görmüştük, ormanda mı,
Bizim içimize sığmış o kartal?
Son kırk adımın lezzeti daha hızlı;
Başladı hayatımızda şehitlerce bir yarış.
İlerledik cihan cihan,
Karış karış!
Son yirmi adımı uçuyorduk,
Almıştı herkes dipçiğini avucuna.
Yine bir duraklama,
Geldik düşman süngüsünün ucuna.
– MUSTAFA KEMAL –
Mustafa Kemal’i gördüm düşümde,
“Daha!” diyordu.
Uğruna şehit olasım geldi hemen,
“Sabaha!” diyordu.
Al bir kalpak giymişti al,
Al bir ata binmişti al,
“Zafer ırak mı?” dedim,
“Aha!” diyordu.
– TABUR BİR MUCİZE İÇİNDEYDİ –
Bir muhabbet sarmıştı her yönü
Vatanı ve bizi seven
Çoğalmıştık bir uçtan bir uca, bir rüya gibi
Büyüyordu ova kendiliğinden.
Neydi damarlarımızda çoğalan, çoğalan?
Neydi bu tepenin adı?
İçimizde sadece vatan değil,
Yeryüzü kadar bir şey vardı.
Ateş mi gelirmiş, yel mi esermiş?
Akıyoruz, hayatımız nerede pek belli değil.
Kurtulmuşuz bedenden artık,
Kimse ayaklı elli değil.
– MUSTAFA KEMALLERCE –
Atılıyorduk kâfire,
Hepimizin bir yanı hilâl gibi,
Bir göz vardı üstümüzde göklerden,
Mustafa Kemal gibi!
Savaşırken yaşamak,
Anam südü kadar helâl gibi,
Ölüm hem büyüktü, hem kolaydı,
Mustafa Kemal gibi.
Atılıyorduk bir devre,
Tarihlerden süzülmüş bir hâl gibi :
Hepimiz, hepimiz,
Mustafa Kemal gibi!
VATAN TÜRKÜSÜ
Dalgalanır bayrak,
Dalgalanır fatihâlar bayrakta.
Siz tâ Orta Asya’dan beri
Uyursunuz, uyanırsınız,
Siz düşünürsünüz bu toprakta.
Yaprak yeşilindeyken, su mavisindeyken gücünüz
Memleket sizden çoğalmakta.
Yükselmemiş midir göğe karşı,
Kelime-i şahadetlerle yer yer,
Bütün soluğunuz bu toprakta.
Sizin doldurduğunuz rüzgâr, sizin verdiğiniz sessizlik
Kırmızıda, akta.
Çalışmanızın
Ölümsüzlüğünüzün kımıldanışı
Buğday buğday, bu toprakta.
Allah bir nefes gibi yakın
Gökyüzü bir nefes kadar uzakta.
Gidecektir kâinatın son zerresine dek
Hürriyetiniz
Bu toprakta.
Gidecektir kuvvetli soyunuzla, sonsuz nesillerden,
Şerefte, fazilette, hakta;
Hizmetiniz
Varlığınız
Can can aksederek bu toprakta.
Adınız tek,
Adınız bir milletle ayakta.
Kimi vatan der
Kimi Mehmetçik,
Yaşamanız bu toprakta.
MUSTAFA KEMAL
Mustafa Kemal, sessizlik
Ki susar doruklara konan kuş
Uzanmış boydan boya şehitler ve gaziler,
Mustafa Kemal ahret olmuş şimdi,
Mustafa Kemal vatan olmuş.
Mustafa Kemal bizi yönlere döndüren,
Karanlığı aydınlıklarla örtülü:
Mustafa Kemal
Açılmış açılmış
Rüzgâr gülü.
Mağaralardan yıldızlara,
Mustafa Kemal hep.
Mustafa Kemal,
Buğdayın büyüdüğü,
Ateşin yandığı sebep
İçinde bulunulan günden sonra,
Mustafa Kemal hiç gelmeyen yarın,
Mustafa Kemal yaşamak gibi bir şey,
Aşar mevsimlerini
Çağların.
Yirmi milyon, elli milyon, iki yüz milyon;
Mustafa Kemal tek.
Hürriyetle kımıldamış,
Hürriyetle sonsuz,
En uzak, en yeni, en gerçek.
Bütün yaptığı, gördüğü, düşündüğü,
Kara topraktan al bayraklara kadar.
Bir ağaç, bir gece, bir yol, bir su
İşte Mustafa Kemal yok,
Millet var.
Bozkurt çıkmış kapanık dünyalardan dışarı
Parıltısı yeryüzüne, ellerimizdeki tuğun
Mustafa Kemal hiç kimse değil,
Mustafa Kemal,
İradesi topluluğun.
Yürür, götürür, uçurur bizi,
Ölümün zamanda bıraktığı hız.
Mustafa Kemal gücümüz kuvvetimiz dağlarda
Gönüllerin dileği daha ötelere gider,
Mustafa Kemal acımız.
Edebiyat
- İslamiyet Öncesi Edebiyat
- İslamiyet Sonrası Edebiyat
- Halk Edebiyatı
- Divan Edebiyatı
- Tanzimat Edebiyatı
- Servet-i Fünun Edebiyatı
- Fecr-i Ati Edebiyatı
- Milli Edebiyat
- Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı
- Türkiye Dışı Edebiyat
- Dünya Edebiyatı
- Batı Edebiyatı