Konuşma Nedir? Dil Nedir? Dilin Doğuşu

Konuşma Nedir? Dil Nedir? Dilin Doğuşu, Türeyişi

Konuşma Nedir? Dil Nedir?

İçerik:

  • Giriş
  • Dil Nedir?
  • Dilin Doğuşu
  • Dilin Türeyişiyle İlgili Kuramlar
  • Dil-Düşünce Etkileşimi
  • Dil-Kültür İlişkisi
  • Konuşma Nedir?
  • Konuşma Dilinin Özellikleri
  • Güzel ve Etkili Konuşma İlkeleri
  • İyi Bir Konuşmacının Özellikleri
  • Konuşurken Dikkat Edilmesi Gereken Görgü Kuralları
  • Özet
  • Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

1. Giriş

İnsanoğlu toplumsal bir varlıktır. Bunun için de birbirleriyle iletişim kurmak zorundadırlar. İletişim kurmasalardı, insanlık tarihinde hiçbir ilerleme görülmez, bugünkü duruma ulaşılamazdı. Bugün bir tuşa basılarak dünyanın öbür ucundaki bilgiye çok kısa bir zamanda ulaşmak işten bile değildir. İnsanlar için bu kadar önemli olan iletişimin gerçekleşebilmesi için alıcı, verici ve iletinin (mesaj) olması gerekir. Verici kişinin bir iletisi olsa bile alıcıya ulaştıramazsa iletişim sağlanamaz. Bunu ulaştırmanın çeşitli yolları vardır. Müzik, dans, resim, duman vb. bunlar birer iletişim aracı olarak kullanılabilir; fakat hiçbiri insana “dil”in sunduğu sınırsız olanakları sağlayamaz. Dil, insanlar arasında iletişimi en kısa ve kolay yoldan gerçekleştirir. Burada sözü edilen dil konuşma organı olan “dil” değil, anlaşma aracı olan “insan dili”dir. Hem yazı hem de konuşma dili “dil” sözcüğü kapsamında ele alınmaktadır. İnsanlar arasında birliği, düzeni, anlaşmayı sağlayan bu aracın doğuşu konusunda çeşitli savlar ileri sürülmektedir. Bu savlar kanıtlanamamakta; fakat mantığa en yakını dilin toplumsal bir varlık olan insanın gereksinimleri sonucu önceleri beden dili, sonra konuşma dili olarak oluştuğudur. İnsanoğlu anlaşmak için ilk önceleri beden dilinden yararlanmış, daha sonra beden diline konuşma dilini katmıştır. Konuşurken beden dilinden olabildiğince yararlanılmaktadır; çünkü beden dili konuşmanın daha etkili olmasını sağlamaktadır. Hiç konuşulmadan yaşanan bir günün olmadığı göz önünde bulundurulursa, konuşmanın yaşamımızda ne kadar çok yer tuttuğu ve önemli olduğu anlaşılır. İşte bu ünitede dil nedir, dilin doğuşu, dil – düşünce etkileşimi, dil – kültür ilişkisi, konuşma nedir, konuşma dili ve özellikleri, konuşma ilkeleri, konuşmacıda bulunması gereken özellikler ve konuşmanın görgü kuralları konuları ele alınacaktır.

2. Dil Nedir?

Dil” çok eski zamanlardan beri merak edilen bir konudur. Bunun için “dil nedir?” sorusunu birçok düşünür kendine sormuştur. Yunan düşünürlerinden Platon da bu soruyu kendine soranlardandır. O, bu soruyu Kratylos (1972, s. 274) adlı yapıtında şöyle yanıtlamaktadır: “Kendi özel düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklemler yardımıyla anlaşılabilir duruma getirmek.” Daha sonra bu konuda birçok tanım yapılmıştır. Bunun nedeni dilin basit gibi görünen yapısal görünümünün aslında çok karmaşık ve oluşumunun da birçok alanla ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. Her uzman dili kendi uzmanlık alanına göre tanımlamıştır. Keskin (1993, s.131), çeşitli açılardan yapılan dil tanımlarının sayısının üç yüz ellinin üzerinde olduğunu belirtmektedir. Örneğin Adalı (1982, s. 14) dili “İnsan topluluklarının anlaşma, bildirişme aracı” olarak kısaca tanımlarken, Aksan (1995, s. 55) “Düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir.” diyerek daha ay-rıntılı tanımlamıştır.

Dilin bazı özellikleri vardır:

  • Dil bir anlaşma aracıdır. İnsanlar duygu, düşünce, istek ve kanılarını dil aracılığıyla karşısındaki insanlara anlatmaktadır.
  • Dilin temeli bilinmeyen bir zamanda atılmıştır. Dilin ne zaman doğduğu, nasıl doğduğu kesinlik kazanmamış bir konudur.
  • Dil bir kurallar dizgesidir. Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Ağızdan çıkan her ses konuşmayı oluşturmaz. Bu sesler belirli kurallar doğrultusunda yanyana gelerek seslemi (hece), sesletimlerin yanyana gelmesi sözcükleri, sözcüklerin yan yana gelmesi cümleleri (tümce) oluşturmaktadır. İşte bu yanyana gelişler bir kurallar zinciri doğrultusunda olur. Yargı bildiren bu cümleler de isteklerin anlatılmasını sağlar.
  • Dil sosyal bir kurumdur. İnsan sosyal bir canlıdır. Tek başına yaşamaz, yaşayamaz. Bir toplum içinde toplumla birlikte yaşamak zorundadır. Onun kul-landığı dil de sosyal bir kurumdur. İnsan konuşma yetisiyle doğar; ama kulla-nacağı dil doğduğu toplumda vardır. Yani birey dili hazır bulur. Dil, bireylerin üstünde, toplumun malı olan ve bütün toplumu içine alan bir kurumdur.
  • Dil kültürün aynasıdır. Dil bir toplumun kültürünün özelliklerini kendisinde taşır. Kültürün önemli bir öğesi olan dil aynı zamanda kültürün gelişmesini sağlar. Kültürün gelecek kuşaklara taşınması dilin yardımıyla olur.
  • Dil doğal bir araçtır. Dil insanların kullandığı herhangi bir araca benzemez. İnsan kendisinin ürettiği araçlara istediği biçimi verebilir, onu yönlendirebilir; ama dilin doğallığı buna engel olur. Dilin kendi kuralları vardır. İnsanlar bu kurallara uyarak dilden yararlanabilirler. Dil yapay bir araç değildir. Ortak dil olarak oluşturulmaya çalışılan Esperanto dilinin kullanılmayışının, yaygınlaşma-masının bir nedeni de budur. Dil maddi bir araç gibi oluşturulamaz. Oluşturul-maya çalışıldığı zaman doğallığı yok olur, kendi kendini üretmez .
  • Dil düşünceyi etkilemektedir. Düşüncenin mi, dili; dilin mi düşünceyi doğurduğu tartışılan bir konudur. Bu iki kavramın da birbirini etkilediği bilinen bir gerçektir. Dil zenginliği düşünce zenginliğinin bir göstergesidir. Bir dilin bilim dili olmadığını ileri sürmek, o dili konuşan insanların bilim üretmediklerini kabul ettikleri anlamına gelmektedir.
  • Dil canlı bir varlıktır. Dil kendi kuralları doğrultusunda gelişen canlı bir varlıktır. Dil de canlı bir varlık gibi doğar, büyür, gelişir, değişir ve ölür. Bunun en güzel örneği dili oluşturan öğelerden sözcüklerin zaman içinde uğradıkları değişikliklerdir. Günümüzde,Türkiye Türkçesinde değişikliğe uğramış veya kullanılmayan birçok Türkçe sözcük vardır. Bugün kullanılan Türkçe de zaman içinde dilin kendi kuralları doğrultusunda değişecektir. Dilin donup kalması olası değildir.

3. Dilin Doğuşu

İnsanın nasıl, ne zaman, hangi dili konuştuğu, ilk önce hangi sözcüğü söylediği hep merak edilmiştir. Bu soruların yanıtlanması çok zordur. Yazılı metinler ancak, yakın bir geçmişin aydınlatılmasına olanak vermektedir. En eski belgeler sayılan Sümerce metinler bile bundan 5500 yıl öncesine ışık tutmaktadır. İlk insanlar ise bundan daha önceki dönemlerde yaşamışlardır. Zaten ilk önce dilin birinci kolu sayılan konuş-manın doğduğu, sonra bunun simgesel göstergesi olan yazının kullanıldığı güçlü bir varsayımdır.

Burada belirtilmesi gereken bir konu da dilin doğuşu sorununun insanbilim ve ruhbilim alanındaki araştırmaların sonuçlarından yararlanmakta olduğu, daha çok bu bilim dallarının yardımıyla aydınlatılabileceğidir (Aksan, 1995, s.95). Son zamanlarda dilin doğuşu konusuyla genetikbilim de ilgilenmeye başlamıştır. Bu sorunu DNA’ları inceleyerek yanıtlamaya çalışmaktadır (1998, s. 2). Başkan’ın (1968, s.143) da belirttiği gibi çocuk dili üzerindeki araştırmalar da dilin doğuşunu aydınlatmaya yarayacak ipuçları vermektedir.

Bu konu birçok kişi tarafından ele alınıp incelenmiştir. İsa’dan önce 500 yıl önce yaşamış olan Hintli Yaska’nın, Herakleitos’un çağdaşı Demokritos’un, Romalıların Varro ve Donatus adlı ünlü dilcilerinin bu konuda çalışmalar yaptıkları biln-mektedir. Ortaçağda Arap dilcileri tükenmek bilmeyen çalışma ve tartışmalarıyla, XVIII. yüzyıl düşünürleri ileri sürdükleri düşünceleriyle dillerin türeyişi konusunu aydınlatmaya çalışmışlardır (Gencan, 1979, s.12).

Dille ilgili ilk sistematik görüşlere ise eski Yunan felsefesinde raslanmaktadır. He-rakleitos (İ.Ö. V.yy), akıl ve sözü evrenin ve insanın bilgisinin temel ilkesi olarak belirlerken metafizik bir görüş geliştirir, dil felsefesinin doğa felsefesinden ayrılma-sında öncü olur. “Dili anlamak demek evreni anlamak demektir”, (Zıllıoğlu, 1993, s. 123) diyen Herakleitos evrenin anlaşılmasını dilin anlaşılmasına bağlar.

İ.Ö. V. yy.’da Herodot (1973, s. 103) kitabında dilin doğuşu konusunda Mısır hükümdarının yaptığı bir deneyi anlatır: VII. yy.’da Mısır hükümdarı Psammetikos hiçbir şey duymadan büyüyen bir insanın niçin ve hangi dilde konuştuğunu merak etmiştir. Bunu öğrenmek için de bir çobana, rasgele iki tane yeni doğmuş çocuk verir, bunların ağıla konmasını ve büyütülmesini emreder. Çocukların yanında kimse ağzını açıp tek söz söylemeyecek, çocuklar ayrı bir odada kendi başlarına büyüyeceklerdi; çoban, belli saatte keçileri alıp yanlarına götürecek süt içirip iyice doyuracak, sonra kendi işlerine bakacaktı. Yine bir gün çocukların karınlarını doyurmak için odaya giren çoban önünde diz üstü duran iki çocuğun ellerini uzatarak “Bekos!” diye bağırdıklarını görür. Bu durum birkaç gün daha böyle devam edince çoban çocukları hükümdarın huzuruna çırartır. Psammetikos da çocukların “Bekos” dediğini duyar. “Bekos” Phrygia (Frigya ) dilinde “ekmek” demektir. O zaman Psammeti-kos konuşmanın gereksinimden doğduğu ve konuşulan ilk dilin Frigya dili olduğu kanısına varmıştır. Konuşulan ilk dilin Sümerce, Almanca, Fransızca, Türkçe v.b. olduğunu kabul eden görüşler de vardır.

Bu gibi denemeler daha sonraki yıllarda da yapılmıştır. O dönemdeki ilkel denemelerin sonuçlarının doğru olmadığını belirten günümüz bilimsel araştırmalarında ise hiçbir söz duymadan büyüyen bir çocuğun konuşamayacağı yönünde veriler elde edilmiştir.

4. Dilin Türeyişiyle İlgili Kuramlar

Dilin doğuşu konusunda birçok kuram ileri sürülmüştür.

Dilin doğuşuyla ilgili kuramlar şunlardır:

Yansıtma Kuramı:

Bu kuram konuşmanın insanın doğadaki sesleri taklit etmesinden doğduğunu savunur. Hav hav, şırıl şırıl, miyav, me vb. doğada bulunan seslerin insanlar tarafından tekrarlanması konuşmayı oluşturmuştur. Bu kurama göre hav hav sesi köpek, şırıl şırıl sesi su, miyav sesi kedi sözcüklerinin kaynağıdır. Bu ise ancak kökenbilimin sözcüklerin en eski biçimlerini araştırmasıyla kanıtlanabilir. Bu kuram ileri sürüldüğü dönemde Sokrat, Platon gibi düşünürlerin karşıt görüş-leriyle çürütülmeye çalışılmışsa da yandaşlar da bulmuştur.

Ünlem Kuramı:

Bu kuramı ileri süren Demokritos konuşmanın insanın duygusal yapısıyla bağlan-tısı olduğunu savunmuştur. Bu kuramın diğer temsilcileri: Epicuros, Lucretus, Vi-co, Rousseau’dur. 1970’lerde bir Sovyet bilim adamı da bu kuramı savunur. Bu kurama göre dilin temeli, insanın ilkel coşkularının bilinçsiz anlatımlarıdır. İlkel insan, coşkusunu bir takım davranışlarla dışa vururken, bu davranışların coşkusunu anlatmaya yetmediği yerde sesler çıkartmaya başlamıştır. İşte bu sesler gelişerek dili oluşturmuştur.

Bu kuramı savunanlar olduğu gibi karşı görüşler de üretenler olmuştur. 1769 yılında Alman Herder “Rousseau’nun söylediğini hayvanlar da yapıyor; ama konuşamıyor-lar.” diyerek kuramı çürütmeye çalışmıştır. Herder’e göre, dil düşüncenin ürünüdür. Bu ise sadece insana özgüdür. Dil Tanrı vergisi değildir. Diğer yetenekler gibi bir yetenektir. İnsanlar konuşma yeteneğiyle doğar. İnsanın konuşması düşünce-den, hayvanınki ise içgüdüdendir. Herder, dil-düşünce arasında sıkı bir bağın oldu-ğunu vurgulayarak konuşmanın ünlemlerden doğduğunun kabul edilemeyeceğini belirtir.

İş Kuramı:

Bu kurama göre konuşma insanların birlikte iş yaparken çıkardıkları seslerden doğ-muştur. İş yapılırken tek düzelikten kurtulmak, birlikte çalışmayı güdülemek, canla başla çalışılmasını sağlamak için insanların çıkardıkları “ha, hı, he, ho, hu, eh” gibi birtakım sesler konuşmanın temelini oluşturur. Bu kuram da konuya tam bir açıklık getirememektedir.

Beden Dili Kuramı:

Bu kurama göre insan anlaşmak için el-kol hareketleri yaparken birtakım sesler de çıkartır. İnsan hareketle ses arasında bağlantı kurduğu zaman konuşma doğmuş-tur. Bu kuramın temel dayanağı günümüz insanının bile konuşurken el-kol hareketlerinden yararlanmasıdır. Kuramın savunucularından Sir Richard Paget (Taşer, 1987, s. 32) bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirir: “İnsanı, konuşmaya iten temel neden, elleriyle yeterince konuşamamak değildi; çünkü bu işi vücut hareketleriyle de rahatça yapabiliyordu. Ellerini sürekli avda ve ekim-dikimde kullanacağı araçları yapmakta kullanırken düşüncelerini anlatacak başka yöntemler bulmak, sözgelimi, dil ve dudaklarlarından yararlanmak zorunda kalmıştır. Böylece elle yapılan hareketlerin yerini giderek ağzın, dilin, dudakların hareketleri, hareket biçimleri almıştır.”

Toplumsal Denetim Kuramı:

Bu kuram konuşmanın insanın kendi dışındaki kişileri denetim altına alarak kişisel gereksinimlerini karşılama isteği sonucunda doğduğunu ileri sürer. Bu kuramın ilginç yanı şudur: Konuşma, insanın coşkusal deneyleri, yaşamı ile rasgele eyleminden doğ-muştur; bu eylem, simgesel bir yoldan, öteki bireylerin davranışlarını denetim altına almak, kendi kişisel istekleriyle gereksinmelerini doyurmak amacına yöneliktir (Weaver ve Ness, 1957) .

5. Dil-Düşünce Etkileşimi

Ünlü Yunan düşünürü Descartes “Düşünüyorum öyleyse varım” diyerek düşünme-nin bir varoluş göstergesi olduğunu belirtmektedir. Birçok düşünür ve bilim adamı da düşünmeyi insan ve hayvanı birbirinden ayıran en önemli özellik olarak kabul eder.

Platon, düşünme ve konuşma (dil) eylemlerinin aynı şey olduğunu kabul eder. Bugüne kadar bu konuda birçok değişik görüş ileri sürülmüştür. Kimileri Platon gibi düşünme ve dili birbirinden ayırmazlar. Hançerlioğlu da (1983, s. 25) bu görüşü paylaşmaktadır:
“Dil ve düşünce, insanı insan eden insanca özelliklerin başında geliyor. İnsan, dünyaya açılan ilk ve tek canlıdır. İnsanın dünyaya açılmasını dili ve düşüncesi sağlamıştır. Yirmi milyon yıl önce yaşadığı sanılan maymunla aynı türden gelen çağdaş maymunun bilgisizliğine karşı çağdaş insanın üstün bilgisi, insangillerin ağızlarındaki dili gereği gibi kullanabilmelerinden doğmuştur. Çağdaş maymun, aşağı yukarı, yirmi milyon yıl önceki ortak atamızın deneylerini tekrarlamaktadır. Maymun, çocuğuna yirmi milyon yıllık bir bilgi bırakır. Dil, insangillere, kendisini öteki canlılara pek üstün kılan hızlı bir gelişme sağlamıştır.

İnsan, dilini kullandığı günden itibaren yepyeni bir diyalektik gelişmeye başlamıştır. İlk düşünen ilk konuşandı. Konuşmadan düşünme yetisi, uzun bir süre sonra gelişmiştir. Dil ve düşünce, birbirlerini karşılıklı etkileyerek, genel diyalektiğin içinde, çok hızla gelişen özel bir diyalektiğe başlamış bulunmaktadır. İnsan, sözcüklerle özetleyerek dünyanın fizik yükünden kurtulmuştur, bilgi elde edebilmek için harcamak zorunda olduğu gücü ve zamanı kazanmıştır. Artık gitmesi, görmesi, dokunması, bulması, işitmesi, araması, koklaması, tatması gerekmez. Düşünmesi yeter.

Dil ve düşünce diyalektiği geçmişle geleceği birleştirmiş, uzağı yakına getirmiştir. Hayvan geçmişini bilemez, insan bilir. Hayvan geleceğini tasarlayamaz, insan tasarlar. İnsan, dillenmesi sayesinde zamanı ve mekanı eline geçirmiştir, başkalarının deneyleriyle eylemde bulunmaktadır. Ralph Waldo Emerson’un dediği gibi, ‘Eğitilmiş bir köpek, başka bir köpeği eğitemez.’ Bu başarı, dil-düşünce gücüyle elde edilen insanca bir başarıdır.”

“Dil mi düşünceyi doğurmuştur, düşünce mi dili?”, sorusunu yanıtlamak güçtür ve yanıtlanması için daha zamana gerek vardır; fakat bu iki işlevin birbirini etkilediği kesindir. Düşünce dille, dil de düşünceyle vardır. Bu iki kavram birbirini etkilemektedir. Dil olmadan düşünce gelişmediği gibi düşüncenin de dili yarattığı bir gerçektir. Kimi zaman düşünceleri anlatacak sözcük bulunamadığı belirtilir. Bunu kişinin içinde bulunduğu duruma bağlamak daha doğru olur. Fiziksel koşullar, kişinin o andaki beyinsel yorgunluğu, ruhsal durumu, kültür düzeyi bu durumda etkili olur.

6. Dil-Kültür İlişkisi

Kültür, çok geniş bir kavramdır. İnsanın yaptıklarının kültürü zenginleştirip çoğaltması, kavramın anlamını genişletmiştir. Toplumun yaşayış biçimi, gelenekleri, inançları o toplumun kültürünü oluşturur. “Kuşbakışı bir yaklaşımla, kültür: insanın ortaya koyduğu, içinde insanın varolduğu tüm gerçeklik demektir. Öyleyse “kültür” deyimiyle insan dünyasını taşıyan, yani insan varlığının görüldüğü herşey anlaşılabilir (Uygur, 1996, s. 17).”

Dil bir toplumun ortak özelliklerini öğrenmeye yardımcı olur. Bir toplum hakkında öğrenilmek istenenler, o toplumun kullandığı dili öğrenmekle olasıdır; çünkü toplumun ürettikleri diline yansır. Bundan bin yıl sonra bir bilim adamının Türklerle ilgili bir araştırma yapmakla görevlendirildiği varsayılsın. Türkler hakkında hiçbir bilgisi, Türklerle hiçbir ilişkisi olmayan bu araştırıcı herhangi bir yoldan, önce Türkçeyi iyi öğrenme olanağını bulsa, yalnızca Türkçenin sözvarlığını inceleyerek Türkiye’nin XX. yüzyılda hangi koşullar içinde bulunduğunu, ne gibi değişikliklere sahne olduğunu, Türklerde hangi kavramların önem taşıdığını ve hangi uluslarla ilişki kurduğunu ortaya koyabilir (Aksan, 1995, s. 13).

Bir toplumun bir evresiyle ilgili metinler incelenerek o ulusun o evredeki kültürü, toplumsal değişimleri aydınlatılabilir. Dede Korkut Masalları buna en güzel örnektir. Türklerin İslamiyeti kabul etmeden önceki yaşayışıyla, kabul ettikten sonraki toplumsal değişimini bu sözlü ürünlerde görmek olasıdır. İlk yazılı metin olarak bugüne kadar gelmiş Köktürk Kitabelerinde de VIII. yüzyıldaki Türk kültürünü öğrenmek olasıdır. Finlilerin Kalevala Destanı, Hintlilerin Ramaya Destanı, İranlıların Şehname, Yunanlıların İlyada ve Odysseia destanları da o ulusların o dönemdeki kültürlerini yansıtmaktadır.

Türklerin göçebe yaşadıkları dönemde kullandıkları dilde tarımla ilgili sözcük yok denecek kadar azken yerleşik bir yaşama geçtiklerinde dillerinde tarımla ilgili sözcükler daha çok kullanılmaya başlanmıştır. Sanayileşmiş toplumların dilinde de göçebe yaşam için gerekli olan sözcüklerin bulunmaması kadar doğal bir durumdur bu; çünkü her toplum yaşam koşullarına uygun sözcükler üretir ve kullanır. Kimi zaman dilin en küçük birliği sayılan bir tek sözcük bile o ulusun kültürü üzerine düşünce oluşturulmasına yardımcı olabilir.

Dille kültür arasında sıkı bir bağ vardır. Dil, kültürü hem kurar hem geliştirir. Bunun yanı s ıra dil, kültürün bir öğesidir; ama önemi bakımından hiçbir kültür öğesiyle karşılaştırılamaz. Dil, kültür kilimininin dokunduğu ipliktir; tohumun içindeki sudur; dil kültürün yansıdığı bir aynadır. Dil kültürün nesilden nesile aktarımına yardımcı olur. Bir evrede yapılanlar bir sonraki evreye dilin yardımıyla ulaştırılabilir, tekrar tekrar aynı şeylerin bulunması için çaba harcanmaz. Dilin bu özelliği kültürün genişleyip zenginleşmesini sağlar.

7. Konuşma Nedir?

Dilin doğuşu ile ilgili kuramlara dikkat edilirse, bütün kuramlar dilin konuşma dili olarak ortaya çıktığını kabul etmektedir. Konuşma ise ciğerlerdeki havanın dışarı çıkarken çıkarttığı ses veya sesler değildir. Konuşmanın temeli sayılan sesin belirli kurallar doğrultusunda birarada söylenmesi gereklidir. Bu seslerin kurallı bir biçimde birarada söylenmesi de konuşmayı oluşturmaz.

Konuşmanın tanımı şöyle yapılabilir: Beyinde oluşan bir iletinin konuşma örgenlerinden yararlanılarak dinleyen kişiye ses titreşimleriyle iletilmesidir. Görüldüğü gibi konuşmanın farklı özellikleri vardır. Bu özellikler: zihinsel, fizyolojik ve fizikseldir.

Zihinsel özellik konuşmanın beyinde oluşturulması, fizyolojik özellik beyinde oluşan bu durumun sese dönüştürülmesi için konuşma örgenlerinin hazırlanması, fiziksel özellik ise sesin duyulabilir olmasını sağlayan ses titreşimleridir.

Tanımda dikkat edilmesi gereken bir nokta da konuşmayı dinleyecek bir dinleyici-ninin olması gerektiğidir. Konuşma iletişimdir. İletişim için bir ileti gerekir. İletişimin sağlanması bu iletinin gönderilmesi demektir. Bunun için de konuşma alıcı ve verici arasında gerçekleşir. Alıcı dinleyen, verici ise konuşandır. Konuşma etken, dinlemek ise edilgen bir eylemdir. İletişimde etken durumdaki konuşmanın oluşması bir sürecin sonunda gerçekleşir. Bu süreci Taşer (1992 s. 49) şöyle bir şema ile göstermiştir:

8. Konuşma Dilinin Özellikleri

Dilin iki yönü vardır: konuşma dili, yazı dili. Yazı dili, konuşma dilinin sembolleştirilmesidir. Bu iki dil arasında doğaldır ki bazı farklılıklar vardır. Konuşma dilinin özelliklerini ortaya koyarken bu farklılıklardan yararlanılacaktır. Bu, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Saussure yazının varlık nedeninin dili (konuşma dili) göstermek olduğunu söyler.

Yazı dilinde harfler, noktalama işaretleri ve yazım kuralları bulunurken, konuşma dilinde ses temeldir. Süre, vurgu, ton, kavşak ve durak, ezgi, sesin perdesi, tınısı, şiddeti konuşma dilinin özellikleridir. Bu özellikler dilden dile farkılıklar göstermektedir. Örneğin İngilizcenin vurgusu ile Türkçenin vurgusu farklıdır.

Burada Türkçenin konuşma dilinin özelliklerine değinmekte yarar vardır.

Türkçenin söyleyiş özellikleri şöyle sıralanabilir:

• Türkçe sesçil bir dildir; yani yazıldığı gibi okunan , okunduğu gibi yazılan bir dil olmasına rağmen bazı kuraldışı sözcükler vardır. Konuşma dilindeki değişim yazı dilindeki değişimden daha hızlıdır. Sözcüklerin söyleyiş / okunuş biçimleri zaman içinde değişebilir; çünkü dil canlıdır. Bu değişim yazı dilinde hemen kendini göstermez.

• Türkçede yazarken gösterilen ama söylerken ses olarak belirtilmeyen “ğ”nin konuşma dilindeki özelliklerini Ergenç (1995, s. 39) şöyle belirtir:

-“ğ”nin önünde ve ardında bulunan /a/ ve /ı/ sesleri söyleyişte “ğ”nin yitirilmesiyle yanyana kalarak önce ünlü kayması oluştururlar sonra /a/ sesi daha zayıf olan /ı/ sesini kendisine benzeterek bir uzun /a/ sesine dönüşür.

Örnek:
ağız > /a:z/, ağır > /a:r/, dağıt- > /da:t-/, çağır- > /ça:r-/

• Sözcüğün içsesinde aynı nitelikli ünlüler arasında, sözcüğün sonsesinde bir ünlüden sonra ve önünde bir ünlü ardında bir ünsüz varken söyleyişte yitirilen “ğ”, ünlülerin uzamasına neden olur.

Örnek:
uğur > /u:r/, dağ > /da:/, yağmur > /ya:mur/

• Eğer birlikte bulunduğu ünlüler düz öndil ünlüleriyse /y/ sesine dönüşebilir. Yarı ünlü sayılan /y/ sesinin çıkış yeri /i/ ünlüsüne çok yakın oldu-ğu için sözde ünlü kayması ortaya çıkar.

Örnek:
eğitim > eyitim > e:itim, eğlence > eylence > e:ilence

• “-y-” ünsüzü daraltıcı bir sestir. Bunun için kendisinden önceki düz-geniş (a,e), yuvarlak-dar (u,ü) ünlüleri düz-dar (ı,i) ünlüleri olarak söyletir. Bu değişim bir kaç sözcük dışında yazıda gösterilmez.

Örnek:
De-: di – y – en / de- eylem kökü di-‘ye dönüşür, bu yazıda da gösterilir. Ye-: yi – y – en /ye- eylem kökü yi-‘ye dönüşür, bu yazıda da gösterilir.

• Bununla birlikte bu birkaç sözcük dışında “-y-” ünsüzünün etkisiyle darlaşan ünlüler sadece söyleyişte kalır, yazıda gösterilmez.

Örnek:
Başla-: Başla – y – an (yazıda), başlı – y – an (söyleyişte) Taşla-: Taşla – y – an (yazıda), taşlı – y – an (söyleyişte)

• “-yor” ekindeki “y” sesinin de darlaştırıcı özelliği bulunmaktadır; fakat bu değişim hem söyleyişte hem de yazıda kendini gösterir.

Örnek:
Başla-: Başlı – yor (hem yazıda hem söyleyişte) Taşla-: Taşlı – yor (hem yazıda hem söyleyişte)

• “-ecek, -acak” gelecek zaman ekleri -(i)cek, -(ı)cak, -(u)cak, -(ü)cek biçiminde söylenir.

Örnek:
Gel-: Gel – ecek (yazılır) / gel – icek (söylenir) Sor-: Sor – acak (yazılır) / sor – ucak (söylenir)

• Eylem kökü ünlü ile bittiği zaman araya “y” sesi getirilir. Bu durumda “y” sesinin darlaştırıcı özelliğinden dolayı, kendisinden önceki ünlü daralır, kendisinden sonraki ünlü ise düşer.

Örnek:
Söyle-: Söyle – y – ecek (yazılır) / söyli – y – cek (söylenir) Yürü-: Yürü – y – ecek (yazılır) / yürü – y – cek (söylenir)

• Kısaltmalardaki ünsüzler “e” sesinin yardımı ile söylenir.

Örnek:
HBB kısaltması He Be Be diye söylenir. NTV kısaltması Ne Te Ve diye söylenir. IMF kısaltması İ Me Fe diye söylenir.

9. Güzel ve Etkili Konuşma İlkeleri

Konuşma önemli bir iletişim aracıysa konuşma ilkelerinin bilinmesi gerekir. Sokrates “Konuş, kim olduğunu söyleyeyim” der. Kişiliği ele veren konuşmanın ilkelerinin bilinmesi konuşurken daha dikkatli olunmasına, dinleyicinin dikkatini toplamaya, konuşmanın etkili olmasına yardımcı olur.

Güzel ve etkili bir konuşmanın ilkeleri şunlardır:

  • Konuşmanın bir planı olmalıdır,
  • Konuşmanın bir konusu olmalıdır,
  • Konuşma konusu seslenilecek kişi veya kişilere uygun olmalıdır,
  • Konuşmanın amacı olmalıdır,
  • Konuşmada bütünlük olmalıdır. Konuşurken konu gereksiz ayrıntılarla dağıtılmamalıdır,
  • Konuşma inandırıcı olmalıdır,
  • Konuşma ilginç olmalıdır,
  • Konuşma çelişkili düşünceler içermemelidir,
  • Konuşma , gerekliyse, örneklerle zenginleştirilip anlaşılır kılınmalıdır,
  • Konuşmada bilgi yanlışlığı yapılmamalıdır,
  • Konuşmada duygu ve düşünceler sürükleyici bir biçimde aktarılmalıdır.

10. İyi Bir Konuşmacının Özellikleri

Konuşma doğuştan başlayarak oluşan bir yetidir. Bu durum, işitme engelliler dışında, herkeste doğuştan vardır. Dil becerileri ise doğduktan sonra edinilen bir olgudur. Bu olgu aynı zamanda konuşmanın da temelini oluşturur.

Konuşma becerileri uygulama yoluyla kazanılır. Değişik eğitim ortamları bu uygulamaya olanak sağlar. Konuşma duygu, düşünce ve dileklerimizi görsel ve işitsel ögeler aracılığıyla karşımızdakine iletmektir.

İyi bir konuşmacı Türkçe konuşma bilgisinin yanı sıra, konuşmanın temel ögelerinden ses bilgisini de öğrenmelidir. Ses, yanlızca biyolojik bir işlev değil, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan konuşma eyleminde en önemli araçlardan biridir. Türkiye’de ses sağlığının önemi yeterince anlaşılamadığından ses bozukluklarının ayırdına varılamamaktadır. Özellikle konuşmaya dayalı mesleklerdeki kişilerde ses bozuklukları ve bu bozuklukların oluşturduğu rahatsızlıklar daha da belirgindir. Sesle ilgili sorunların neden ve çözümleri foniatri bilgisini gerektirir. Bu konuya burada değinilmeyecektir. Burada iyi bir konuşmacıda bulunması gereken özellikler belirtilecektir.

Haldun Taner (1985), Oyma Akıl, Koyma Akıl adlı kitabında eğitimli bir insanın konuşurken daha dikkatlı olması ve kültür diliyle konuşması gerektiğini belirterek şunları söyler:

“Yerel şive: diyalekt her ne kadar Goethe (Göte)’nin dediği gibi insanın köklerine bağlılık gibi övünülecek bir yanını belirtse de, belli bir öğrenim seviyesinden sonra bertaraf edilmesi gereken bir çocukluk alışkanlığıdır. Yerelden genele, hatta evrensele yönelen bir aydın kişi bize artık lütfen doğduğu kentin diyalekti ile değil, dilimizin örnek diksiyonu ile seslensin isteriz.

“Fransa’nın başına geçtikten sonra aktör Talma’dan hal, tavır ve ayrıca diksiyon dersi alan Napolyon gibi hiç değilse büyük mevkilere geçenlerin yine de dillerine biraz özen göstermeleri uygun olur.

“Örnek Türkçe saptanmış olan, gerçekten de Türkçenin en güzeli olan İstanbul Türkçesini dinlemek fırsatı artık gitgide azalıyor. Ne vaiz, ne üniversite, ne de politika kürsüsünden bile bu Türkçeyi duyamaz olduk. Spikerlerimizin çoğu her gün Türkçe yanlışları yapıyorlar.

“Bir köylü kardeşimizin gardroba gardolap, otobüse otübüs, elektriğe alantrik, asansöre, asansor demesini sevimli bulup geçelim. Ama bir gazetenin birinci sayfasına “Bergama mabedinin aynısı yurdumuza inşa ediliyor” diye manşet atmasının özrü var mıdır? Aynı, benzer; aynı benzeri olduğuna göre, aynısı ev sahibisi gibi komik bileşim olmuyor mu? ”

İyi bir konuşmacıda bulunması gereken özellikler şöyle sıralanabilir:

  • İyi bir konuşmacı, konuşma eylemini oluşturan ögelerin önemini bilir, (beden dili, ses, zihinsel etkinlik)
  • Konuşmasında örneklere, açıklamalara, yer verir,
  • Gözlem gücünü geliştirmiştir,
  • Seçilen konuşma alanında ya da alanlarında geniş bir bilgi sahibidir,
  • Amacına uygun yönde ve mantıklı bir akış içinde düşünme yeteneğini geliş-tirmiştir,
  • Konuşma hızını ayarlamasını bilir,
  • Kendi yeteneklerini değerlendirmeyi ve sınırlarını bilir,
  • Dinleyicisini yakından tanır,
  • Konuşmada kişiliğin önemini göz önünde bulundurur,
  • Dinleyicileri ile yüz yüze iletişim kurar,
  • Kendi kendisinin titiz bir eleştiricisidir,
  • Ahlaksal sorumlulukları bulunduğunu hatırdan çıkarmaz,
  • Dış görünüşüne önem verir, kıyafetleri temiz ve özenlidir (Öztürk, 1997, s. 22).

11. Konuşurken Dikkat Edilmesi Gereken Görgü Kuralları

  • Ağızda bir şey varken konuşulmamalıdır,
  • Küfürlü konuşulmamalıdır,
  • Konuşmada argo sözcük kullanılmamalıdır,
  • Konuşurken tükürük saçılmamalıdır,
  • Tanımadığımız birine “ağabey, abla” diye seslenilmemelidir. “Hanımefendi, beyefendi” diye seslenilmelidir,
  • Tanımadığımız bir kişiye I. tekil kişi “sen” yerine II. çoğul kişi “siz” diye ses-lenilmelidir,
  • Üst konumdaki (amir) kişilere “siz” diye seslenilmelidir,
  • Alt konumdaki kişilere “siz” diye seslenilmelidir,
  • Alt konumdaki kişilerden bir şey yapılması istenirken kullanılan emir cümleleri “lütfen” sözcüğü ile başlamalıdır,
  • Alt konumdaki kişilerden bir şey yapılması istenirken kullanılan emir cümlelerinde II. çoğul emir eki kullanılmalıdır,
  • İstenilen bir şey yerine getirildiği zaman mutlaka teşekkür edilmelidir.

Özet

Konuşma en önemli ve en eski iletişim aracıdır. Konuşma beyinde oluşan bir iletinin konuşma örgenlerinden yararlanılarak dinleyen kişiye ses titreşimleriyle iletilmesidir. İnsanlar duygu ve düşüncelerini en rahat olarak konuşma yardımıyla anlatabilirler.

Konuşmanın ne zaman ve nasıl doğduğu çok eski zamanlardan beri insanların ilgilendiği bir konu olmuştur; çünkü dil-düşünce bağlantısı bilinmektedir. Dilin doğuşuyla ilgili sorular yanıtlanabilirse düşünce tarihine de belki ışık tutulmuş olunacaktır. Düşünce dili ürettiği gibi dil de düşünceyi üretmektedir. Konuşmanın doğuşu konusunda birçok kuram ileri sürülmüştür. Başlıcaları şunlardır: yansıtma kuramı, ünlem kuramı, iş kuramı, beden dili kuramı, toplumsal denetim kuramı.

Konuşma dili yazı dilinden farklı olarak bazı özellikler taşır. Yazı dilinde harfler, noktalama işaretleri ve yazım kuralları bulunurken, konuşma dilinde ses temeldir. Süre, vurgu, ton, kavşak ve durak, ezgi, sesin perdesi, tınısı, şiddeti konuşma dilinin özellikleridir. Bu özellikler dilden dile farkılıklar göstermektedir.

Konuşurken konuşma ilkelerini göz önünde tutmak gerekir. Konuşmanın bir planı, konusu, amacı olmalıdır. Konuşma inandırıcı, ilginç, konusu seslenilecek kitleye uygun olmalıdır. Konuşmada çelişkili düşüncelere yer verilmemeli, bilgi yanlışlığı yapılmamalıdır.

Konuşmayı etkili kılmak için konuşmacının da bazı özellikleri olmalıdır. Konuşmacı görgü kurallarını bilerek konuşmalıdır.

Yazar: Öğr.Gör. Zakine ÖZTÜRK ÇELİK

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Ergenç, İclal. Konuşma Dili ve Türkçenin Söyleyiş Sözlüğü, Simurg Kitapçılık, Ankara, 1995.
Gencan, Tahir Nejat. Türk Dil Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1979.
Heredot. Heredot Tarihi, Çev.: Müntekim Ökmen. Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973.
İleri, Canan. Konuşma ve Dinleme Eğitimi, Yayınlanmamış Ders Notları. Anadolu Üniversitesi, 1992.
Özdemir, Emin. Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996.
Öztürk, Ali. Tiyatro Dersinin Öğretmen Adaylarındaki Sözel İletişim Becerilerine Etkileri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi SBE, 1998.
Taner, Haldun. Koyma Akıl, Oyma Akıl, Düz Yazıları 3. Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985.
Taşer, Suat. Konuşma Eğitimi, İleri Kitabevi, İzmir, 1992.
Uygur, Nermi. Kültür Kuramı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996.
Yüksel, Ahmet Haluk. İkna Edici İletişim, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları, Eskişehir, 1994.
Zıllıoğlu, Merih. İletişim Nedir? Cem Yayınevi, İstanbul, 1993.

Ayrıca bakınız ⇒

KOMPOZİSYON BİLGİSİ

YAZILI ANLATIM

SÖZLÜ ANLATIM (KONUŞMA)

Sözlü Anlatım Türleri

DİKSİYON

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu