Şiir Dili ve Özellileri
Şiir Dili ve Özellileri
Şiir; şairin imgelem, düş gücüyle hayat bulur. İnsanın düş gücü, sınırsızdır ve engel konulamaz. Düşsel öğeleri ifade edecek unsurlar, yani dil göstergeleri olan sözcükler, sayılı ve belirlidir. Dolayısıyla şair, kendi hayal gücünü ifade etmek için her ne kadar sözcüklere başvursa da bir anlamda onları yeni baştan yaratır. Sözcüklere sözlük anlamlarının dışında yeni anlamlar katar, onları dilin genel kuralları içindeki cümle yapılarından çıkararak farklı söz dizimleri oluşturur. Bilim adamının o güne kadar bilinmeyen bir şeyi icat etmesi neyse, bir şairin de sözcüklerle yarattığı yeni dünya, yani şiir dili de odur. Bu, bir buluştur; her buluş da biriciktir, yani özgündür. İşte şairin bu buluşlarına imge denir. İmgeden yoksun bir şiir düşünülemez.
İmge: Kişinin gözlemlediği, algıladığı nesneler, olaylar ve nitelikleri kendi zihninin süzgecinden geçirerek yeniden oluşturmasıyla ortaya çıkan ve şiire aktarılan tasarımlar ve izlenimlerdir. Özgün imgeleri başarıyla dile getiren şiirler özgün bir sanatsal yaratı özelliği kazanır.
Şiirde imge yaratırken karşılaştırmalardan, abartmalardan, mecazlardan yararlanılır. Mecaz, bir sözcüğü gerçek anlamından uzaklaştırarak ona yeni bir anlam yüklemedir. Mecazlar, edebi sanatlar; şaire kendi muhayyilesini, soyut dünyasını somutlaştırma, yani imgeye dönüştürme imkanı vermede en büyük yardımcılardır.
—————————-
İnsan duygularını, düşüncelerini, heyecanlarını, coşkunluklarını dili kullanarak dış dünyaya yansıtır. Bu sıralanan özellikler her insanda farlılık gösterir. Çünkü her insanın algıları ve sezgileri birbirinden farklıdır. Bu sıraladığımız duyguları ifade etmede bazen günlük hayatta kullandığımız kelimeler yetersiz kalır. Ama bunları ifade etmek için de dilden başka da araç yoktur. Bu nedenle dildeki kelimelere yeni yeni anlamlar yüklemek gerekir; bu yeni anlamları şiir dili oluşturur.
Bu yüzden dil, sanatkâr için ham bir malzeme gibidir. O, dili işler, duygu ve düşüncelerini daha güzel, daha etkili anlatma yollarını arar. İnsanın duygu ve düşünceleri, hayalleri çoğu defa karmaşıktır. Bunların dile getirilmesi, anlatılması özel çalışma ister. Bu özel dikkat ve çalışma daha çok sanatkârda görülür.
Dilin zaman içerisinde gitgide güzelleşip zenginleşmesi edebî eserlerde görülür. Bir kuyumcu altın, gümüş vb. bir maddeyi işleyip hanımları daha da güzel gösteren takılar yapar. Bir mimar taş, tuğla ve harçtan abideler meydana getirir. Bunun gibi bir şair veya bir nâsir (nesir yazarı), kelimelere yeni ve zengin anlamlar yükler. Onları en ince duyguları ve derin düşünceleri anlatacak kalıba sokar. Işte bu çalışma sırasında sanatkâr, yeni ve farklı bir söyleyiş şekli ortaya koyar. Buna üslûp deriz. Üslûp güzel sanatların her alanında geçerlidir. Üslûp, bir söyleyiş, ifade ediş şeklidir. Edebiyatta bu, kelimelerde ve onların sıralanışında olur. Bunu yaparken sanatkâr, kelimeleri ya gerçek anlamlarında, ya da gerçek anlamlarının dışında kullanır. Sözlüklerde yer alsın almasın, kelimeler belirli bir sayıdadır. Buna karşılık yaşanılan, düşünülen, duyulan olaylar daha çoktur. Bunun için, bu derinlik ve incelikler anlatılırken kelimeler kendi anlamlarının dışında kullanılırlar.
Öyleyse dildeki kelimelerin gerçek ve mecaz olmak üzere iki anlamı vardır.
- Gerçek anlam: Bir kelimenin bilinen kendi anlamı.
- Mecaz anlam: Bir kelimeye bilinen anlamının dışında yüklenen anlam.
Mecaz anlamlar zaman içinde yaygınlaşabilir ve günlük dile mal olur. Türkçe mecazlar bakımından çok zengin bir dildir. Sözlüklerde bu mecazların yaygın olanları ayrıca gösterilir. “Korktum” diyen bir kimse, gerçekten korktuğunu anlatır. Bu normal bir korkudur. Ama daha fazla korkan bir kimse “ödüm patladı” der. Işte bu mecazdır. Aynı şekilde “Istiklâl Savaşın da askerlerimiz kahramanca çarpıştılar” deriz. Aynı düşünceyi “askerlerimiz aslan kesildiler” şeklinde söylersek ifadeyi daha da kuvvetlendirmiş oluruz.
İşte bu mecazlı kullanışlar, edebiyatta edebî sanatları meydana getirmiştir. Edebiyatta kullanılan pek çok söz sanatı vardır. Bunarların çoğu benzetmeye dayalıdır. Mecazlar; benzetme, eğretileme (istiare), kişileştirme (teşhis ve intak), ve mecazı mürsel (düz değişmece) başlıkları altında incelenir. Bu edebî sanatlar şiirdeki kelimelere yeni anlamlar yükler. Şiirin anlam sınırını genişletir.
Şair odur ki kelimelere öyle bir ruh üfler ki büyüsü tüm insanlığa yayılır.
Belli başlı söz sanatları (Edebî Sanatlar) şunlardır:
Şiir dilini doğal dilden ayıran özellikler nelerdir?
- Şiir dilinde kelimeler genellikle gerçek anlamının dışında kullanılır.
- Şiir dilinde imge vardır, günlük dilde imge yoktur.
- Şiir dili, günlük dilin özellikleri barındırır; ancak günlük dili söz sanatları ve imge kullanarak aşar.
- Şiir dilinde az sözle çok şey anlatmak amaçlanır. Böyle bir durum günlük dilde yoktur.
- Şiir dilinde söz sanatları yoğun ve etkili bir şekilde kullanılır.
“Şiir dili” konusuna daha bir netlik kazandıracağını düşündüğümüz Ahmet Turan Alkan’ın “Eski Şiirin Rüzgârıyla!” adlı makalesinden birkaç paragraf paylaşalım:
Eski Şiirin Rüzgârıyla!
***
Bu adam sihirbaz!
Bu işin mimari tarafı; bir de sihirle ilgili kısmı var; bazı mısra ve beyitlerin basit mimarlığı içine sığınan kelimelerin sıralanışındaki ustalık bende hep sihir etkisi yapmıştır: “Bu adam sihirbaz!”; bu hükmün mübalağalı olduğunu hiç zannetmiyorum çünkü dünyanın her yerinde ve her gelenekte sihrin kelimelerle yapıldığı mâlum-u cihandır. Sihirbazlar kelimelerle oynarlar; şairler de öyledir ve ben şair ve sihirbazlardan uzak durmaya çalışırken geceleri onların, “nasıl olup da böyle yapabildiklerini” deli gibi merak ederim. ışte, bunlar hep bildiğimiz veya üç kuruşluk emekle lugâte bakınca mânâsını hatta mazmununu öğrenebildiğimiz kelimelerdir de aynı kelimeleri rastgele bir sıralama ile bize yazdırıp, “haydi bundan bir mısra yap bakalım” dediklerinde, nedense hiç birimiz o sihirbazların el çabukluğu marifetini gösteremeyiz. Sonradan mısraı okuduğumuzda çarpılırız; çarpılır mıyız? Ben çarpılırım, çarpılanlardanım; siz de onlardan iseniz bu yazıyı okumaya devam edebilirsiniz; değilseniz, iyi niyet ve sabrınız için teşekkür ederek yollarımızı ayırmak gereken yerdeyiz demektir.
Olur iş değil!..
“Ne” kelimesini biliriz, mâlumdur, “neler” onun çoğulu. şiiriyeti var mı? “Neler neler” diye tekrarlayınca bir şeyler karıncalanıyor mu zihninizde? Tamam, öyleyse siz, “Neler çeker bu gönül, söylesem şikâyet olur” mısraındaki “neler”in, sıradan, fiyakasız ve basit halinden sıyrılarak muhayyileyi dört nala kaldıran mânâ evreninin çekiciliğini takdir edenlerden, başı dönenlerdensiniz demektir. Bir misal daha verelim: Fiilimiz “olmak”. Hani şu yerli yersiz her yere yakıştırdığımız ve işin garibi mânâ cihetiyle bizi yarı yolda bırakmayan şu meşhur fiil. ımdi bunun hangi alelâde kelimelerin harcına katıp da hiç de alelâde olmayan bir mânâ derinliğine yükselebileceğine dikkat kesilelim, aşk ile buyrunuz: “Dil zülfüne dolaştı dedim güldü dedi yar Benzer ki olageldi perişan olacağı”
Olacak gibi değil; aynı mısra içinde olmak fiilinin iki kere tekrar edildiği ve bunun şiirden addedildiği nerede görülmüştür, fakat Necâtî Efendi söylerse böyle söyler işte: Olmak fiilini alır, şiiriyetin zirvesine koyar. Nitekim bakınız bir başka beyitte Necâtî, olmak fiiline başka bir libas giydirmekte: “şöyle oldum ki ecel yastığına baş koyanı Sanırsın uykusu gelmiş memleket sultanıdur”
Ne olmuş; “şöyle olmuş”, “Zannettim ki” dese mânâ bakımından derya-i izzetinden belki bir şey eksilmezdi fakat “olmak”ın şöyle bir efsunlu boyutunu belki asla fark edemez idik. “Bu kadar tesadüf, artık tesadüf sayılmaz” diye homurdanacak olsanız da üçüncü misâl yine Necâtî’den; üstâd bu defa “gibi”ye sultânî kaftan giydiriyor, bakın nasıl: “Bir dahi benim sencileyin padişehim yok, Ey dost senin nice benim gibilerin var”
***