Yusuf Ziya Ortaç Kimdir? Hayatı, Edebi kişiliği, Eserleri
Yusuf Ziya Ortaç Kimdir? Hayatı, Edebi kişiliği, Eserleri
Yusuf Ziya Ortaç (d. İstanbul, 23 Nisan 1895 – ö. 11 Mart 1967) Şair, yazar, edebiyat öğretmeni.
Yusuf Ziya Ortaç 1895’te İstanbul’da doğdu. 11 Mart 1967’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. “Hecenin Beş Şairi” grubunun üyesi ve öncülerinden. İstanbul Vefa İdadisi’ni bitirdi. 1915’te Darülfünun-ı Osmani’nin (İstanbul Üniversitesi) açtığı yeterlilik sınavını kazanarak edebiyat öğretmeni oldu. Çeşitli okullarda dersler verdi. Orhan Seyfi Orhon’la birlikte çıkardığı “Akbaba” mizah dergisini ölümüne değin yayınladı. 1946-1954 arasında Ordu milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulundu.
Şiire aruzla başladı. Ziya Gökalp‘in etkisiyle hece ölçüsünü benimsedi, bu türün başarılı örneklerini verdi. “Hecenin Beş Şairi“nden biri olarak ünlendi.
Şiirleri Türk Yurdu, Servet-i Fünun ve Büyük Mecmua’da yayınlandı. Akbaba dergisinde akıcı bir dille, rahat okunur bir tarzda yazdığı fıkralarında siyasal mizahın özgün örneklerini verdi. Mizah/hiciv türündeki yazılarında “Çimdik” takma adını kullandı.
Şiir ve gülmece yazılarının yanısıra roman, öykü ve tiyatro oyunları da yazdı.
Yusuf Ziya Ortaç’ın Eserleri
ROMAN:
- Kürkçü Dükkanı (1931)
- Şeker Osman (1932)
- Göç (1943)
- Üç Katlı Ev (1953)
ŞİİR:
- Akından Akına (1916)
- Aşıklar Yolu (1919)
- Cen Ufukları (1920)
- Yanardağ (1928)
- Bir Selvi Gölgesi (1938)
- Kuş Cıvıltıları (çocuk şiirleri, 1938)
- Bir Rüzgar Esti (1952)
TİYATRO:
- Kördüğüm (1920)
- Latife (1919)
- Nikahta Keramet (1923)
MİZAH:
- Şen Kitap (1919)
- Beşik (1943)
- Ocak (1943)
- Sarı Çizmeli Mehmed Ağa (1956)
- Gün Doğmadan (1960)
GEZİ-ANI-BİYOGRAFİ:
- İsmet İnönü (1946)
- Göz Ucuyla Avrupa (1958)
- Portreler (1960)
- Bizim Yokuş 1966)
Yusuf Ziya Ortaç’ın Şiirlerinden Örnekler
Bulsam
Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam,
Toprak kilidini açsam dünyanın,
Çözsem düğüm düğüm muammasını
Ölüm denen sonsuz, büyük rüyanın!
Gelse bahçe bahçe mevsimler dile,
Ağaçlar, çiçekler konuşsa biraz:
Kimdir şu dallarda kızıl gülleri
Böyle alev alev yakan sihirbaz!
Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam,
Ne yıldızlar için, ne güller için!
Alnı eşiğinde bekleyenlere
Açılmak bilmeyen gönüller için!
Anahtar
-1-
Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam,
Açsam göğün mavi kapılarını.
Bir samanyolundan geçip dolaşsam
Yıldızların altın yapılarını!
Dolansa boynuma ışıktan kollar,
Açsa esrarını gök perde perde:
Kaybolan sesleri duysam yeniden,
Kaybolan yüzleri görsem göklerde! …
-2-
Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam,
Toprak kilidini açsam dünyanın,
Çözsem düğüm düğüm muammasını
Ölüm denen sonsuz, büyük rüyanın!
Gelse bahçe bahçe mevsimler dile,
Ağaçlar, çiçekler konuşsa biraz:
Kimdir şu dallarda kızıl gülleri
Böyle alev alev yakan sihirbaz!
Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam,
Ne yıldızlar için, ne güller için!
Alnı eşiğinde bekleyenlere
Açılmak bilmeyen gönüller için!
Zeybekler
Ay doğarken şu tepeden iner zeybekler
Karşı dağın yosmaları dört gözle bekler
Bir tarafta raksa başlar İzmir’in gülü
Sırma saçlar topuklara kadar örgülü
Zil seseleri uzandıkça karşı yakaya
Genç efeler silah çekip başlar şakaya
Kimi oynar elde pala kimi sendeler
Karanlığın sükutunu kurşunlar deler
Eski Ev
Köşede altın oymalı Edirne kavukluğu,
Üstünde çeşm-i bülbül sürahi
Yıldız Serpintili mavi bir buğu…
Birinde kallavisini dinlendirmiş asırlar,
Öbürünün ışık göğsünde
Geceler dolusu sırlar! ..
Duvarlarda iki kılıcın gümüş çaprazı,
Sene 1053 amel-i Şahin Usta
Üstündeki talik yazı…
Çeliğine su vermiş kral kellelerinin kanı,
Bir vuruşta parçalanmış
Kim bilir kaç şövalyenin kalkanı! ..
Raflarda Beykoz işlerinin ışıl ışıl hevengi,
Ve sedirler üstünde has bahçeler açan
Üsküdar çatmalarının ateş rengi…
Islak gözlü cariyeler uzanırmış onlara,
Ve kafeslerin ardından bakarlarmış
Yelkenleri zafer dolu kalyonlara!
Giden Gelmez
İşittim ki, benim için ağlıyormuşsun,
Hala adım düşmüyormuş dudaklarından!
Geçenlerde bir yolcudan beni sormuşsun,
Metruk, ıssız bir manastır gibiymiş odan!
Çamlıklarda tek başına geziyormuşsun,
Gözyaşların anıyormuş eski günleri…
Ümidini siyah ufuklarda yormuşsun,
Sanmışsın ki, giden günler gelecek geri!
Artık ela gözlerinin altı çürümüş,
Bahçemdeki kuşlar gibi susmuş kahkahan!
Kalbin bir dal mevsimin hüznü bürümüş…
Akşamları son yolcular geçerken kırdan
Nazarların dalıyormuş, yıllardan beri
Bir seyyahın bekleniyor gibi haberi!
O’nun Sesi
Söylüyor birer güneş yakarak bağrımızda,
Bir tarihi yolundan çevirecek sözleri.
Yirmi milyon bakışla ışıldıyor gözleri,
Toplayıp bir milletin bütün ümitlerini.
Bir kan gibi gezerek yurdun damarlarını
Bu ses bir yürek gibi her göğüste atıyor.
Bu ses yurdu sevgiden bir kolla kuşatıyor,
Doğmamış nesillerine kurutarak terini.
Çelikten bir set gibi dağıtarak rüzgârı
Aşacak üzerinden mesafeyle zamanın,
Yanacak ocağında yarın her fabrikanın
Ve bu sesle dönecek yarının motorları.
Gazi’ye Tarih
Onu tarihe sorun, yoktur eminim bir eşi,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneş!
Sözü halkın dilidir, gözleri hakkın ateşi,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi! !
Yurdu sarmıştı karanlık, onu yırtıp atan O.
Soğuyan kanlara bir başka hararet katan O.
Kararan gözleri bir lâhzada aydınlatan O.
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!
İnkilâp ordusu nur ordusunun rehberidir,
Milletin şehperidir, memleketin şehperidir,
Onu beklerdi vatan bunca zamandan beridir,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!
Ayrılıp Çankaya’dan Hazreti Gazi geliyor,
Saçının huzmesi zulmetleri ok ok deliyor,
Şehre kalbindeki tarihi alıp yükseliyor:
“Bu güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!”
Koşma
Bir daha o fırsat geçer mi ele?
Dün gördüm, bugün de göresim geldi!
Gülüşü o kadar hoştu ki hele,
Lebinden koncalar düresim geldi!
Hem küçük, hem güzel, hem de utangaçtı,
Gözleri gözümden daima kaçtı,
Saçları ne güzel, ne ipek saçtı,
Öpüp okşayarak öresim geldi!
Yüzü benziyordu bahar ayına,
Kaşları can yakan aşkın yayına,
Hasretle kapanıp hâk-i pâyına,
Yüzümü, gözümü süresim geldi!
Rüya
Gök dibinde havuzun
Sularda ellerimiz
Bütün emellerimiz
Anlaştı uzun uzun
Sular soğuk bir ışık,
Bakıyoruz havuza;
Suda omuz omuza
İki gölge karışık!
Bir kırık ay havuzda
Ağır ağır kayboldu.
Havuz şafakla doldu
Gün doğdu ufkumuzda
Gün doğdu ucundan
Ellerimi bıraktı.
Birkaç damla yaş aktı.
Parmakllarımın ucundan!