Rönesans ve Hümanizm

Rönesans ve Hümanizm Nedir? Özellikleri Temsilcileri

Rönesans ve Hümanizm

Hümanizm” ve “Rönesans” kavramlarının içinde XV. yüzyılda İtalya’da doğan ve oradan Avrupa’ya yayılan yeni bir anlayışlar bütünü ve yeni eğilimler birliği söz konusudur.

Rönesans

Rönesans anlam olarak yeniden doğuş anlamına gelmektedir. Avrupa’da gerçekleşmiş olan bir olaydır, ancak özellikle Batı Roma’nın sürdürücüsü olan Latin bölümünün, bu gelişmeleri sağladığı söylenebilir, Doğu Roma’nın rönesansın gelişiminde doğrudan bir etkisi ya da rolü olmamıştır. Batı kültürü ve Batı felsefesi bu dönemde bir anlamda yeniden doğmuştur.

İlkçağda ve ortaçağdaki düşüncelerin tekrar incelenmesi ya da tekrar değerlendirilmesi değil, çok daha kapsamlı bir anlamda o zamana kadar tartışılagelen konuların tamamen yeni bir biçimde ortaya konulmaları, önceki çağlardan çok farklı bir insan tipinin ortaya çıkması ve düşünceler geliştirmesi sözkonusudur.

Rönesans felsefesi aynı zamanda bir geçiş dönemi felsefesi olduğu için önceki çağlar ile daha sonra iyice belirginleşecek olan yeniçağ düşüncesi arasında bir köprü işlevi de görmüştür; böylece önceki tartışmalar yeni formlar ve içeriklerle yeni gelişmelere aktarılmıştır. Rönesans coşkulu, parçalı ve yaratıcı yeniliklerle dolu bir dönemdir.

Tarihsel olarak rönesansın başlangıcını kesin bir şekilde belirlemek güçtür; bu noktada bir çok saptamalar vardır. Genel olarak bunun için 1517’deki reformasyon’nun başlamasına işaret edilmektedir. Rönesansa etki eden gelişmelerin 14. yüzyılın sonlarından itibaren görmek mümkündür. Bu dönem kilisenin gücünü hem ekonomik hem de düşünsel anlamda kaybetmeye başladığı bir dönemdir. Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeler belirli bir şekilde felsefi gelişmeleri etkilemiş ve bu dönemde yeni sıçramalar göstermiştir.

Dinsel otoritenin zayıflamasına paralel olarak rönesansta felsefe, kendini bağımsızlaştırmaya başlamıştır; bunu da deneyi ve aklı öne çıkararak yapmaya çalışmıştır. Böylece ortaçağdaki kapalı düşünce biçimi açılmaya ve parçalı bir görünümle çoğullaşmaya başlamıştır. Felsefe din adamlarının etkisinden çıkıp farklı konumlara sahip yazarlar ve düşünürlerin ilgi alanında yer almaya başlamıştır. Kurulan üniversiteler bu bakımdan önemli bir rol oynamıştır. Rönesans felsefesi buna bağlı olarak farklı düşüncelerin, felsefe sorularını farklı yollardan değerlendiren felsefe eğilimlerinin varolmasını sağlamıştır. Bu yönelimlerin ortak bir paydası varsa, o da skolastik felsefeye karşı koymak olarak belirtilebilinir.

Skolastik felsefe inanç ile bilgi ya da din ile felsefe arasındaki ilişkinin belirlenmesi konularında açık olmayan bir yol izlemiş ve bunları birbirlerine indirgemeye yönelmiştir. Orta Çağın sonlarına doğru bu yaklaşım iyice çözülmeye başlamış ve din-felsefe ilişkisi birbirinden uzaklaşmaya yönelmiştir. Felsefe giderek bağımsızlaşacak ve rönesansta kendi başına bir güç kazanacaktır. Özellikle bu kopuşta nominalizmin etkisini belirtmek gerekir. Doğrunun çift nitelikliliği, bilgi bakımından doğru olmayan bir şeyin inanç bakımından doğru olabileceği düşüncesi bu dönemde temelendirilmiştir. Böylece inanç ile bilginin sınırları kesin olarak birbirinden ayrıştırılmış olunmaktadır. Skolastiğin son dönemleri bu anlamda rönesans felsefesinin oluşmasının ipuçlarını verir.

Bu özerkleşme süreçlerinin bir parçası olarak birey öne çıkmış, felesefe de insan düşüncesinde sorun olan her şeyin irdelendiği bir disiplin olarak yeniden ele alınmaya başlanmıştır. Parçalı, renkli, monolitik olmayan rönesans düşüncesi böylece ortaya çıkmıştır.

Rönesans felsefesi, 14. yüzyıl sonlarından başlayıp 16. yüzyıl ortalarına kadar geçen dönemde, özellikle de 15. yüzyılda ortaya çıkan çok yönlü felsefi gelişmeleri adlandırır. Rönesans felsefesi, genel olarak felsefe tarihinde bir geçiş dönemi felsefesi olarak kabul edilir. Bilimde ve düşünce alanında yeni gelişmeler meydana gelmeye başlamış, ortaya çıkan yeni perspektifler ve bilgiler rönesans felsefesini, ortaçağ düşüncesiyle yeni çağ düşüncesi arasında köprü rolünü oynamaya yöneltmiştir.

Hümanizm

Rönesans felsefesinin gündeme getiridiği en önemli sorunun insan sorunu olmasına bağlı olarak gündeme giren bir yönelimdir. İnsanı temel alan ve onun ne olduğunu, bu dünyadaki yerinin ve anlamının ne olduğunu gündeme getiren eğilim bu anlamda hümanizmdir. Bir başka anlamda da hümanizm, antikçağ felsefesinin kaynaklarına ve anlaşılmasına yöneliş ve onların yeniden bir değerlendirilmesi girişimi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak hümanizm esas ve yaygın anlamda, yeni meydana gelen modern insanın yeni dünya görüşü ve yaşam anlayışı olarak anlam kazanmıştır.

Rönesans özellikle İtalya’da meydana gelen güçlü bir akım olmuştur; aynı şekilde hümanizm de ilk olarak ortaya çıkar. Hümanizm bu anlamda bir gerçek insan arayışıdır ya da insanı gerçek olarak temellendirme arayışı. Bireysellik bu akımda önemli bir öğedir. Şair Francesca Petrarca hümanist düşüncenin ilk atalarındandır. Bireyselliği ve hümanizmi ile en önemli isimlerden biri ise Michel de Montaigne ‘dir. Ayrıca hümanist düşüncenin ünlü ve kurucu isimlerinden biri olarak Erasmus’u da anmak gerekir.” (Vikipedi, özgür ansiklopedi)

Ortaçağ’ın yaşam, düşünce, din, ve sanat sorunlarını kendine özgü bir anlayışla ele alma ve işleme yöntemi vardır. Edebiyat ve sanat, dinsel ve ahlaki ölçütlere yöneliktir. İnsan en çok yaradılış ve yok oluş kavramları içinde ele alınıyordu. Hemen hemen her şey yalnızca Hırıstiyanlığın amaçlarına uygun, ahlaki bir yaşantının koşullarını gerçekleştirme amacıyla değerlendiriliyordu.

Rönesans, elbette düşüncenin bu dar sınırlandırılışını ani bir şekilde yıkmış değildir. Gerçekçiliğin getirdiği güçlü bir akım, kalıplaşmış düşünce biçimine karşı tepkiye yol açmış, dinle olduğu gibi dünya ile de, ahlak ve metafizikle olduğu gibi, bunların dışındaki kavramlarla da ilgilenme eğilimini ortaya çıkarmıştır.

Hümanizm (İnsancılık)-2

  • Hümanizm, 14. yüzyılda İtalya’da doğan, insanı evrende tek ve en yüce değer sayan, insanı geliştirme ve yüceltme amacını güden düşünüştür.
  • Bu düşüncenin doğuşunda, kilise ve devlet baskısına dayanan Ortaçağ zihniyetine karşı özgür düşüncenin tepkisi ve eski Yunan ve Latin edebiyatlarına duyulan hayranlık rol oynamıştır.
  • Hümanizm akımı İtalya’dan başlayarak ispanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde Rönesans edebiyatı adı altında toplanan yapıtların temelini oluşturmuştur.

Hümanist Sanatçıların Başlıca Ortak Özellikleri:

  • Sanatı doğanın bir taklidi (mimesis) olarak kabul etmişlerdir.
  • Hümanistlere göre sanatın ve edebiyatın asıl konusu insandır. İnsan, özünde mükemmel bir varlık olabilme potansiyelini taşır. Edebiyatın amacı insanı bu mükemmelliğe doğru götürmektir.
  • Hümanist sanatçılar, beslendikleri en önemli kaynak olan eski Yunan ve Latin edebiyatı eserlerini örnek almışlardır.
  • İnsan sevgisinden yola çıkan hümanistler, içinde yaşadıkları çağa, topluma, yerel ve ulusal değerlere uzak kalmışlar; evrenselliği hedeflemişlerdir.
  • Hümanist sanatçılar, eserlerini içinde yaşadıkları aristokrat tabakanın beğenisine uygun olarak biçimlendirmişlerdir.

Hümanizmin Önemli Temsilcileri

  • Dante (1265 -1321): İtalyan edebiyatının kurucusu En önemli eseri yapma destan niteliğindeki “İlahi Komedya”dır.
  • Petrarca (1304 -1374): İtalyan şairi. Soneleriyle tanınır.
  • Boccacio (1313-1375): İtalyan yazarı. Hikâye türünün yaratıcısıdır. “Decameron” adlı eseriyle ünlüdür.
  • Villon (1431 -1463): Fransız edebiyatının kurucusu sayılan şair.
  • Rabelais (1490 -1553): Fransız yazarı. Pantagruel ve Gargantua adlı mizahi ve fantastik eserleriyle roman türünün doğmasında öncülük etmiştir.
  • Ronsard (1524-1585): Fransız şairi.
  • Montaigne (1533 -1592): Fransız yazarı ve düşünürü. Deneme türünün babası.
  • Cervantes (1547 -1616): Türünün ilk örneği sayılan Don Kişot romanıyla dünyaca tanınmış İspanyol yazarı.
  • Shakespeare (1564 -1616): İngiliz ve dünya tiyatro edebiyatının büyük sanatçısı. Romeo ve Juliet, Hamlet, Othello, Kral Lear, Machbeth gibi tragedyaları ve Yanlışlıklar Komedisi, Hırçın Kız gibi komedyalarıyla tanınır.

Türk Edebiyatında Hümanizm

Hümanist düşünüş Türkiye’de ancak Cumhuriyet döneminde etkili olmuştur.

başını çektiği bazı deneme yazarları çağdaş düşünceyle beslenmiş bir hümanizmi savunmuşlardır. Bu yazarlara göre, hümanizm akımıyla bir ilgisi olmasa da ilk Türk hümanisti Yunus Emre‘dir. Ancak Yunus Emre’de insan sevgisinin tasavvuftan kaynaklandığı da unutulmamalıdır.

Rönesans düşünürleri

1. İtalyan Hümanizmi

İtalya’da XV. yüzyıl, herşeyden önce, bireyciliğin kendine özgü eylem kuralını koyduğu töre dışı davranışlar yüzyılıdır. Bu yüzyılda aklın düzeni, gücü ve esnekliğinin zaferi hazırlandı. Dogmatik etkiden kurtulan insan yeni ufuklar aradı ve Batı kültürünün iki etkin kaynağına yöneldi. Bunlar Yunan ve Roma kaynaklarıydı.

Eski edebiyat tutkusunun sonuçları neler olmuştur?

Eski edebiyat sevgisi, yazarları, bütün elyazmalarını araştırmaya yöneltti. Rönesans insanları bu elyazmalarını iyi anlamak için eski dili öğrenmeye koyuldular. Metinleri ilk arılıkları içinde yeniden yazmaya çalıştılar. Böylece Rönesans içinde iki farklı hareket ortaya çıktı. Biri eleştiriye, düzeltilmiş metinlerin ve yorumların yayımlanmasına yönelikti. Diğeri ise edebiyat ürünlerini yaratma amacı güdüyordu.

XIV. yüzyılda İtalyada yeni düşünce biçimi nasıl gelişmiştir?

XIV. yüzyılla birlikte, yeni düşünce biçimi ilk kez İtalya’da ortaya çıktı. Bu ülkede, Ortaçağ anlayışının son temsilcisi Dante’dir. Dante’nin ünlü eseri ilahi Komedya’sındaki Beatrice’i, sevilmiş ve bu yüzden övgüler düzülmüş bir kadın değil,
ozanı Tanrıya götüren bir üstün varlıktır. Sonraki kuşaktan Petrarca (1304-1374) Rönesans yazarıdır. Esenlendiği güzellik gerçektir ve insanla ilgilidir. Çağdaşı Boccaccio, çağın toplumunu yansıtan “İl Decamerone” adlı eserinde İtalyan Rönesansının niteliklerinden biri olduğunu ahlak dışıyönelimin (amoralizmin) bir tasvirini verir.

XV. yüzyıl İtalyan Hümanizminin sonuçları neler olmuştur?

XV. yüzyılla birlikte İtalyan Hümanizmi doruğuna ulaşmıştır. Eskiçağ’ın büyük ekolleri örnek alınarak Floransa’da, Rucellai’ler Eflatuncu Akademisi’ni kurmuşlardır. Lorenzo Valla, Yunan metinlerini incelemişve klasik flolojinin ilk verilerini ortaya koymuştur. İstanbul’un Osmanlıların eline geçmesi üzerine İstanbul’dan kaçan Bizanslı bilginler Floransa’ya sığındılar. Bunlardan Gemistos Plethon, Batıda henüz bilinmeyen Eflatun’un “Diyaloglar”ını getirdi. Floransa şansölyesi Poggio (1380-1459) Lucretius’un “De Nature Rerum” (Doğa Üstüne) adlıeserini ve Horatius’un od’larını (lirik şiir) buldu. Ayrıca bir Floransa tarihi ve olağanüstü serbestlikle fıkralar yazdı. Lorenzo İl Magnifico’nun lalası Angelo Poliziano, “Orfeo” ve “Stanze” adlı eserlerinde Yunanlıları örnek aldı. Mediciler’in koruyuculuğuna giren Pico della Mirandola bütünüyle felsefi olarak Hırıstiyanlık, Eflatunculuk İskenderiyecilik ve Doğu anlayışlarınıuzlaştırma çabasına girdi. Kilisenin şimşeklerini üzerine çekerek Fransa’ya kaçmak zorunda kaldı. Eflatuncu felsefeyi benimseyen Marsilio Ficino Eflatun’dan, Plodinos’dan İambilikhos’dan ilk çevirileri yaptı. Aristoteles ile Eflatun’u uzlaştırdığını iddia etmeye başladı. Nihayet, Pietro Pomponazzi, Aristoteles’in eserlerini özgür bir biçimde inceleyerek ruhun ahlaksızlığını reddetme cesaretini gösterdi ve ataizme yakın bir öğreti önerdi. Leon Battista Alberti, insan üstüne edinilen bilgilerin bir sentezini yaparak Leonardo da Vinci’nin yolunu açtı. Bütün yeni eserler için Gutenberg’in keşfettiği ya da en azından geliştirdiği basımevi olağanüstü bir araç oldu. Venedik’e yerleşen Aldolar ilk Yunan metinlerini bastı.

XV. yüzyıl hümanistlerinin araştırmaları, düşüncenin yeni yönelimi, Leonardo da Vinci (1452-1519)’nin kişiliğinde tam bir yansımasını buldu. Bu dâhî, çeşitli yüzlerin biçimi ve yapısında duygu dünyasınıkeşfetti. Bilgisinin evrenselliği ve çalışma gücü ona aynı zamanda astronom, jeolog, biyolog, anatomici, mimar, düşünür, ozan ve ressam olma imkanı verdi. Leonardo, evreni canlı bir varlık gibi duymuş ve bir bakışta bu evrenin yasalarını yakalamıştır. Daha sonra yasaların keşfinden uygulamalarına geçmiştir. “Cornet”lerinde, zamanımızda sadece maddi olarak gerçekliğini sürdüren sayısız düşünce bırakmıştır. Birşey bulmak, onun yaşama nedenlerinden biriydi. O, yaşamanın anlamak olduğunu söylüyordu. Sanat ve edebiyatın bu eşsiz gelişimi Lorenzo il Magnifico (1448-1492)’nun kişiliğinde ko ruyucusunu bulmuştur. Lorenzo, ayrıca Toscana halk türküleri biçiminde güzel şarkılar da bırakmıştır.

İtalyan Savaşlarının İtalyan düşüncesine etkisi ne olmuştur?

XVI. yüzyılda İtalya Savaşlarıile birlikte İtalyan düşüncesi gücünü yitirdi, devrin siyasi ve dini kargaşasının etkisinde kaldı. Bir yandan çağın felaketleri, yazarları, bir düş edebiyatına doğru sürüklerken öte yandan bu felaketlerin tasarımı tarihçi ve düşünürleri çağlarının gerçeklerini anlama çabasına itiyordu.

Eski İtalya’da daima gözde olan bu düşedebiyatı, bu yiğitlik hikayeleri Ariosto ile yeni bir canlılık kazandı. Ludovico Ariosto, bir süre sonra edebiyat ve şiiri incele meye koyuldu. Boiardo’nun XV. yüzyılda izlediği bir konuyu yeniden ele alarak Ariosto, “Orlando Frioso” (1516) adlı eserini yazdı. Bu eser savaş başarılarıyla aşk hikayelerinin birbirine girdiği tarihi bir romandır. Romancı, Petrarca ve Boccaccio’dan esinlenmiş, Eskiçağ’ın etkisi altında kalmıştı.

Ariosto’nun eseri, XVI. yüzyıl İtalyan edebiyatınıderin bir şekilde etkiledi. Yarattığı değerler tartışıldı. Diğer klasiklerle karşılaştırıldı. Tasso, belli bir ölçüde Ariosto’nun halefi oldu. Bu yazar, eski destanları yaratma düşü içindeydi ve Homeros, Vergilius ve Hırıstiyanlık şiirlerini yeni bir eserde toplamak istiyordu. “Aminta”yı ve “Gerusalemme Liberata”yı yazdı. Eserlerine dini bir tema vererek karşıre formcu düşünce izlerine, devrinin gereklerine uymuştu. Tasso, kutsal şeylere dinsizliği karıştırmakla suçlandı.

İtalyada edebiyat alanında Rönesans Tasso ile amacına ulaştı. Duygu ve ifade öz gürlüğü Trento Konsili tarafından yenilenen dini düşüncenin saldırıları altında kayboldu. Roma uzlaşmazlığı ve İspanyol Tiranlığının hakim olduğu yeni bir devir açıldı.

Machiavelli’nin sunduğu düşünce yapısı nedir?

Diğer önemli bir kişilik de Machiavelli (1467-1527)idi. İtalyada güçlü bir devlet düşü içinde, zeki ve cesaretli Cesare Borgia’nın hizmetine girdi. Medicilerin dönüşü üzerine resmi görevinden çekilen Machiavelli, zamanını”İl Principe” adlıeserini yazmaya verdi. Yazarın amacı İtalyan birliğini gerçekleştirmekti. Geçmiş olayların soğukkanlıve nesnel olarak incelenmesi onu, insanlarıolduklarıgibi ele alan tüm tedirginliklerinden arınmış bir hükümdarın bu birliği kurabileceği düşüncesine götürdü. Koyu milliyetçiliği ve hümanizmi, onda tüm ahlaki duyguları yoketti. “Discorsi Sopra la Prima Decca di Tito Livio” (Tito Livio Üstüne Söylevler) adlıkitabında küçük ölçüde de olsa aynıilkeleri işler. Machiavelli, her yerde bireysel istekle biçimlenen her şeyi devlet uğruna feda etme gerekliliğini bulur. Zaman ve koşullara göre yazarın düşüncesi bir devlet sosyalizmine veya anarşik bir bireyciliğe varır.

Her tür önyargıyı kenara atarak kişisel yararın üstünlüğünü bildiren Guicciardini, belki de daha çok Machiavelli’ci idi. “Storia d’İtalia” adlıeserini tam bir tarafsızlıkla yazacak ve ülkesinin gerilemesinde kaygısız kalabilecektir. Daima uyanık gözlemleri ve tarafsızlığıyla Guicciardini, bilimsel düşünceyle aynı kurallardan esinlenir. Gerçekten, hümanizm ; insanı, dünyanın merkezine çekinmeden yerleştirip, eleştirici akıl kurallarını getirerek fiziksel gerçeklerin incelenmesine ve dün yanın akılcı yapısının işlenmesine elverişli koşulları doğurmuştur.

Tıp alanındaki gelişme nasıl olmuştur?

Bu dönemde, edebiyat ve sanat alanındaki gelişmeye güçlü bir bilim hareketi eşlik etti. İtalyanların ilgisini özellikle tıp çekmiştir. İlk kez hastalık belirtilerini doğru bir şekilde tasvir eden ve bunları sınıflandıran İtalyanlar oldu. Frengi tesbit edildi ve epidemioloji alanında yeni bir çığır açıldı. anatomi ve cerrahi Floransalı Antonoi Benivieni, Colombo ve Cesalpini ile büyük bir gelişim gösterdi. Benivieni, patolojik anatomiyi kurdu. Bu arada organların anatomosi incelendi ve otopsilerin sonuçları saptandı.

Matematik ve astronomi alanında İtalyada Galilei’ye kadar gerçek bir bilgin çıkmadı. Hümanist düşüncenin mirasçısıolan Galilei, Leonardo da Vinci’nin bilimde, Machiavelli’nin tarihte yaptığı gibi olayların dolaysız gözleminden hareket etti. Matematikçi, fizikçi ve astronom olan bu bilgin, Venedik’in verdiği özgürlükten yararlanarak dinamik ve astronomi çalışmalarını yayımladı. Aristoteles’i reddederek Kopernik’in kuramlarını destekledi ve bu yüzden din bilginlerinin muhalefetiyle karşılaştı. Engizisyon mahkemesi önüne çıktı ve yerin güneş çevresinde döndüğünü bildirdiği “Dialogo Soprai due Massimi Sistemi del Mondo, Ptolomaico e Copernico” (İki Büyük Yer Sistemi, Ptolemaios ve Kopernik Sistemleri Üstüne Konuşmalar) adlı eserinde bulunan hatalardan vazgeçmek zorunda kaldı.

2. İtalyan Rönesansı

İtalya’da bilginler gibi şair ve düşünürler İlkçağekolünü örnek almış, mimar, heykeltraş ve ressamlar İlkçağ anıtlarının kalıntıları üstüne eğilmişti. Gotik üslubun vardığı aşırılık ve abartmaların yerini, Rönesans eserlerinde sadelik ve arılık aldı. Başka ülkelerde olduğu gibi burada da XV. ve XVI. yüzyıl insanları artık geçmişten kopma bilincine varmıştı.

Floransa’da Rönesansa ilişkin gelişmeler nedir?

Floransa, hümanizmin beşiği olmuştu. Ayrıca sanatların da merkezi durumuna gelmişti. Brunelleschi (1377-1446) mimari mantığa uygun yeni anlayışı hissedilir hale ilk getiren ustadır. San Lorenzo da İlkçağ mimarisinin anlamını yeniden buldu. Mimari kuramcı Leon Battista Alberti (1404-1472), Rimini’de Malatestiano Tapınağı’nda ve Napoli’de Alphonse d’Aragon Zafer Anıtı’nda, Rönesans sanatına kesin biçimini verdi.

Kişiliği ve iç dramıyla Michelangelo, Rönesans sanatına son biçimini verdi. Eserlerinde üzüntülü karşıtlıklarla dolu yaşamının panteizmini yansıttı. Giovanni Bologna ile Rönesans heykelciliği son ereslerini getirdi. Rönesans sanatıbiçim tutkusuyla heykel ve resmin sıkı bir dayanışma yapmasını sağladı.

XV. yüzyılın ilk yarısında gerçekten orijinal bir düşünceye varabilmek için başka yerlere de bakmak gerekiyordu. Bu bakımdan Pablo Uccello kendine özgü düşüncesi olan ressamlardan biri idi.

Botticelli sadece ressam değil, ayrıca ilkçağmitolojisi ile dolu Hırıstiyan simgeciliği ile payen simgeciliği arasında kalmış bir hümanistti.

Floransa yanında Padova ve Ombria’da başka ekoller gelişti. Leonardo da Vinci, Rafaello ve Michelangelo ile resim sanatı yeni bir devre, Rönesans’ın en parlak devrine girdi. Adriyatik’e özgü ışık oyunlarınıverme arzusu ve doğuya yönelmiş tüccar şehrinin bolluğunun esinlendirdiği yeni bir Rönesans Venedik’ten çıkmıştı. Rönesans, Bellini ve Vittore Carpaccio ile Venedik’de doğdu. Bu sanatçılar Venedik bayramlarının çekiciliğini ve parlaklığını vermek çabasında idiler. Bunların halefleri Giorgone, Lorenzo Lotto ve Palma Vecchio nefse ilişkin ve parıltılıresimlerinde Venedik ekolünün üç büyük ustasının, Tziano, Tintoretto ve Veronese’in öncüleridir.Tintoretto, İtalyan Rönesansının son temsilcisi ve XVII. yüzyıl resim sanatının biçim öncüsüdür.

3. Fransız Hümanizmi

Fransız Rönesansı, gerçekte İtalyan uygarlığı ile uzun bir ilişki sonucunda doğmuştur. 1494’de İtalyan Savaşlarısırasında Fransızlar hümanizmin yeni güzelliklerini tanıdılar. Nitekim XV. Yüzyılın başından beri Floransa, yeni bir edebiyat ve sanata sahipken Paris iç savaşların dehşetini yaşıyordu. Fransa ancak Louis XI, ile huzura kavuşabilmiş, hümanizmin tohumları da bu hükümdarın saltanatı sırasında atılabilmişti.

Hümanizmin gelişimi nasıl olmuştur?

Humanizm, oluşumunu herşeyden önce matbaa makinesinin yaygınlaşmasına borçludur. Jean de la Pierre ve Guillaune Fichet, 1470’de matbaa makinesini Fransa’ya getirince Yunan ve Latin metinlerini basma imkanıdoğdu. Ortaçağda edebiyat öğretimi yapılmaz, sanat fakültesi öğrencileri Homeros, Eflatun, Cicero ve Horatius’u tanımazken, Rönesans ustalarıklasikleri incelemeye başladı. Önce metin leri açıkça anlaşılır hale getirmeye çalışan bu ustalar sonradan öğretmenler yorumlamaya ve açıklamaya koyuldular. Bir süre sonra İtalya’dan gelen hocalar metinlerin Yunan baskılarını da birlikte getirdiler ve Fransa’da Yunan İlkçağı zevkinin doğmasına yardımcıoldular. Artık İtalyanların özellikle Erasmus’un etkisiyle Fransa hümanizme yönelmişti. Jacques Lefèvre d’Etaples İncil’i eleştirel bir yöntemle açıklamaya girişti ve böylece ilk Fransız reformcu akımını kurdu. Fransa’da Yunan ve Roma uygarlıklarını tanıma tutkusuna düşen aydın bir kesim oluştu. François I’in tahta çıkışı ile de hümanizm doruğuna ulaştı. İlkçağla ilgili herşeye merak saran bu kral, klasik yazarların eserlerini yayımlattı, College de France’ı kurdu. Bu okulda; Yunanca, Latince, İbranice ve Matematik okutulmaya başlandı. Kralı örnek alan senyörler ve şehirler de hümanizmi korudu.

XVI. yüzyılın ilk yarısında iki önemli isim Rabelais ve Montaigne’dir. Bu iki sanatçı Fransız düşüncesinin farklıiki görünüşünü yansıttılar. Rabelais, Rönesans başlangıcının adamıydı. Montaigne ise bir din savaşçısı, insan mizacına pek güvenmeyen kanılarında pek emin olmayan, ihtiyat ve bilgelikle yoğrulmuşbir yazardı. İtalyan uygarlığıve kamu yaşamıile olan ilişki Montaigne’i yumuşattı. Başlangıçtaki Stoacılık daha esnek, daha kendine özgü bir bilgeliğe yerini bıraktı.

4. Fransız Rönesansı

Fransız Rönesansıİtalyan düşüncesinden hareket ederek edebiyat ve sanat alanında özgün eserler verdi. Düşünce alanında Fransa Gotik anlayışla Rönesans anlayışı arasında bölünmüştü. İtalyan anlayışı yavaş yavaş zafere ulaştı ve kısa süre sonra yerini Fransız anlayışına bıraktı.

Fransa’da Rönesans, önce yaşama biçiminin genişlemesiyle belirgin hale geldi. Savaş gerekleri ve baskısından kurtulan sivil mimari askeri ögeleri bir yana itti. Şatolar en iyi yerleşme yerleri oldu ve şehirler artık savunma duygusundan esinlenmeyen sanat anıtlarıyla doldu.

Rönesans mimarisi ancak Henry II devrinden başlayarak zafere ulaştı. Bu devri, Pierre Lescot, Philibert de l’Orme ve Jean Bullant gibi üç büyük sanatçı temsil etti. Tıpkı mimari gibi heykeltraşlık da Fransız geleneği ile İtalyan geleneği arasındaki bu etki savaşını yansıtır. Bunda hiç kuşkusuz İtalyan Savaşlarının payı olmuştur. Resim sanatı, mimari ve heykeltraşlığa oranla daha sönük kalmıştır. XV. yüzyıl ustaları Jean Fouquet ve Avignon Okulu henüz Ortaçağ geleneğine bağlıydı. Rönesans ilkelerinin etkinliğini görmek için Fontainebleau Okulunu beklemek gerekecekti. Resimde Fransız rönesansı Clouet ile başladı.

5. Kuzey Ülkelerinde Hümanizm ve Rönesans

Avrupa’nın kuzey ülkelerinde Rönesans çok daha geç başladı ve İtalya ile Fransa kadar bütünlük sağlayamadı. Bunun nedeni, yeni kültürün Latin ruhundan hareket etmesi ve bu ülkelerde dinin düşünce eylemlerinin erkenden tekeline almışol masıydı. Almanya, Holonda ve İngiltere sıra ile Rönesans hareketine katıldılar. Hümanizmin bütün Avrupa ülkelerine yayılmasını sağlayan baskı makinesi Almanya’da icat edildi.

İbraniceyi inceleyen ve Yahudi olmayan ilk bilim adamı Johannes Reuchlin bilgilerinin evrenselliği ile hümanizm hareketinin başında yeraldı. Yahudi dili ve filolojisi üstüne yorumlar getirdi. Bu bilginin reformcu eğilimi ve İbranice eserlerin toplatılmasına karşın yaptığı bir protesto din çevrelerinin hakkında kovuşturma açması ile sonuçlandı.

Kuzey ülkelerinin en büyük humanizm temsilcisi Erasmus oldu. Alaycıve liberal kafalıolan Erasmus, araştırmalarında teolojik ve skolastik yöntemlerin sıkıntısı ile erkenden karşılaştı. Manastır hayatıonu Yunan ve Latin kültürünü incelemeye itti. Erasmus’un dostu ve tilmizi İngiltere şansölyesi Thomas More’da düşünce özgürlüğünün ve ilginç bir gözüpekliğin kanıtlarınıverdi. Düşüncesinin genişliğini Eflatun’un “Devlet”i örneği üzerine kurulmuşve zamanın gereklerine uyarlanmış olan “Ütopya” adlıeserinde ortaya koydu ve düşünce özgürlüğüne bağlılığıyaşamına maloldu.

Kuzey ülkelerinde hümanizm, parlak bir başlangıçtan sonra dini çatışmalar ve hükümdarların hoşgörüsüz davranışları ile engellendi. Bununla birlikte kültür alanında Erasmus’un kitapları gibi temel eserler bıraktı. Ayrıca fen dalında getir dikleri ile İtalya ve Fransa’yıgeride bıraktı. Almanya, doğu bilimleri mineroloji ve coğrafya alanında büyük çalışmalara sahne oldu. Polonya, modern astronomi kurucusunu Micolaj Copernik’i (1473) yetiştirdi.

Buna karşılık sanat dalında rönesans, kuzey ülkelerinde güneye oranla daha zayıf kaldı. Almanya bu yüzden XVI. yüzyılın sonuna kadar klasik mimariyi tanımadı. Rönesans, Hollanda’da da Almanya’da olduğu gibi geç başladı.

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu