Kaside Nazım Şekli ve Özellikleri

Kaside Nazım Şekli ve Özellikleri

Kaside Nedir?

Kasîde, bir edebiyat terimi olarak ilk beytinin mısraları birbiriyle, diğer beyitlerinin ikinci mısraları ilk beyitle kafiyeli, aynı vezinle söylenmiş, en az 15 beyit uzunluğundaki bir nazım biçiminin adıdır. Bu nazım biçimi Arap edebiyatında doğmuş ve oradan Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiştir.

Kasîdenin beyit sayısının alt sınırı her ne kadar 15 olarak kabul edilmiş olsa da bu manzumelerin uzunluğu genellikle 31 beyit ile 99 beyit arasında değişmektedir. Ancak bu konuda kesin bir sayı yoktur. Beyit sayısı 31’den az ya da 99’dan fazla olan kasîdeler de vardır. Kasîdenin kafiye düzeni şöyledir: aa xa xa xa xa xa xa…

Kasîdeler dinî konulu olanlar dışında genellikle bir devlet büyüğünü ya da zamanın ileri gelenlerinden birini çeşitli münasebetlerle övmek ve yapılan övgü karşılığında da memdûhtan câ’ize almak amacıyla yazılmış manzumelerdir.

Ancak şairlerin kasîdede bu övgüye geçmeden önce ve sonra yerine getirmek zorunda oldukları birtakım biçim gereklilikleri vardır. Bu gereklilikler kasîde formunun bölümler hâlinde düzenlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Tam bir kasîdede 6 bölüm bulunur.

Kasidenin Bölümleri

1. Nesib ya da teşbib:

Kasîdenin 15 ile 20 beyit arasında bir uzunlukta olan giriş bölümüdür. Burada aşk konusu işlenmişse bölüm “nesib”, başka bir konu işlenmişse “teşbib” adını alır. Ancak bu iki terimin birbirinin yerine kullanıldığı da görülmektedir. Nesib ya da teşbib, kasîdenin edebî değeri yüksek bölümlerinden biridir. Bu bölümün önemi kasîdelerin nesib ya da teşbibde işlenen konulara göre adlandırılmış olmasından da anlaşılmaktadır.

2. Girizgâh (Gürizgâh):

Şairin övgüye başlayacağını haber verdiği bir ya da iki beyitlik bölümdür. Nesib ile mehdiye arasındaki geçişin şairane bir tarzda yapılması gerekir. şair bunu bazen ustalıkla yaparken bazen de üslupta bir kırılmayla doğrudan ifade eder. Aslında girizgâhı bir bölüm olarak değerlendirmek pek de doğru değildir.

3. Medhiyye (maksad, maksûd):

Bu bölümde kasîdenin sunulduğu kişi övülür. Kasîdenin asıl yazılış amacının ifade edildiği bölüm, şiirin merkezidir. Genellikle önemli bir kişinin ya da değerli bir varlığın övüldüğü bu kısımda şair sanatının bütün inceliklerini kullanarak memduhunu över. Medhiyede asıl amaç övgü olmakla birlikte şairin bölümdeki başarısı, övgüde ne kadar ileri gittiğine değil, sanat gücünü ne oranda gösterdiğine bağlıdır. Bu bölümün dili genellikle nesibden daha ağırdır.

4. Tegazzül:

Kasîde içindeki gazeldir. Kasîdedeki yeri tam olarak belirlenmiş değildir. Nesibden hemen sonra gelebileceği gibi medhiyeden sonra da yer alabilir. Tegazzül her kasîdede görülmez. Bazı kasîdeler doğrudan tegazzülle başlar ve hemen ardından medhiyeye geçilir. Böyle kasîdelerde nesib bölümü bulunmaz. Kasîde uzun bir manzume olduğu için beyit sonlarındaki kafiye ile sağlanan ses tekrarları bu nazım biçimiyle yazılmış manzumelerde bir süre sonra bir tekdüzeliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Tegazzül ise musarra bir beyitle başladığı ve bu bölümde genellikle farklı bir konu işlendiği için kasîdede tekdüzeliği kırmakta ve okuyucunun şiire olan ilgisinin devamını sağlamaktadır.

5. Fahriyye:

Şairlerin şiirdeki yetenekleriyle övündükleri bölümdür. Bu bölümde şairler memduhun erdemleri yanında kendilerinin de sahip oldukları özellik ve yetenekleri ona hatırlatırlar. Fahriyede şairler genellikle kendilerini diğer kasîde şairleriyle karşılaştırarak onlardan daha güçlü ve yetenekli şairler olduklarını iddia etmişlerdir.

6. Du’â:

Şairin memduha dua ettiği bölümdür. Aynı zamanda bu bölümde kasîdenin tamamlanması dolayısıyla Allah’a şükredilir ve memduhun içinde bulunduğu iyi durumun devamı için dua edilir. İlk kasîde örneklerinde görülmeyen bu bölüm kasîde formuna sonradan eklenmiştir.

Kasîdenin bu kompozisyonu kuramsal açıdan klâsik bir kasîdede uyulması gerekli bir düzen olarak kabul edilmiş olsa da her zaman bu düzene uyulmuş olduğunu söylemek mümkün değildir. Mevcut kasîde örneklerinin pek azında bu 6 bölüm tam olarak bulunmaktadır. Bugün elimizde nesib ve tegazzül bölümleri olmayan ya da tegazzül bölümü yukarıdaki sıralamadan farklı bir yerde bulunan çok sayı da kasîde örneği vardır. Ayrıca, doğrudan fahriye ya da medhiye ile başlamış veya medhiye ile başlamış ve bitmiş kasîdelere de rastlanmaktadır.

Kasîde şairleri mahlaslarını medhiyeden sonraki bölümlerden birinde kullanmışlardır. Bu nazım biçiminde şairin mahlasını söylendiği beyte tâc beyt, en güzel beyte de beytü’l-kasîde denir.

Kasîdede matla beytinden sonraki beyte hüsn-i matla, makta beytinden önceki beyte de hüsn-i makta adı verilmiştir.

Hüsn-i matlaın sıradan bir matladan öte; etkileyici, söz ve anlam ilişkisi sağlam ve güzel olan matla, anlamına geldiğini; aynı şekilde söz ve anlamın titizlikle seçildiği, şiiri okuyanı ya da dinleyeni etkileyecek, onda hoş duygular bırakacak bir biçimde sonlandıran beyte de hüsn-i makta adının verildiğini ileri süren kaynaklar da vardır. Bazı kasîdelerde şairler, şiirin ahengini artırmak ve tekdüzeliği kırmak için tecdîd-i matla (=matla’ı yenileme) denilen bir yola başvurmuşlardır. Tecdîd-i matla’ kasîdede yeni bir matla beyti söylemektir.

Şairlerin bu nazım şeklinde ahengi artırmak için zaman zaman başvurmuş oldukları bir başka yol da kasîdelerini musammat olarak yazmalarıdır.

Musammat kasîdeler, 4 mefâ’îlün ya da 4 müstef’ilün gibi tef’ileleri aynen tekrarlanan vezinlerle ve her mısraın ikinci tef’ilesinin sonunda bir iç kafiye kullanılarak yazılmışlardır. Ancak bu manzumelerin ilk beytinde genellikle iç kafiye bulunmaz. Bu tür kasîdelerde birinci beyit dışındaki beyitler ortadan ikiye bölünerek dört mısralı nazım biçimleri hâline getirildiklerinde dörtlüklerin ilk üç mısraı kendi arasında, dördüncü mısraı da matla beytiyle kafiyeli olur.

Kasîdede şairler bazen matlaın bir mısraını manzumenin herhangi bir yerinde aynen tekrar ederler. Bu tekrara redd-i matla’ (=matlaı tekrarlama) denir. Ancak redd-i matla, kafiye tekrarı demek olduğundan pek hoş karşılanmamıştır.

Klâsik tertibe uyularak düzenlenmiş divanlarda kasîdeler, en başta “kasâ’id (=kasîdeler)” başlıklı bölümde yer alırlar. Divanların tertibinde şiirlerin uzunluk ve kısalıklarının dikkate alındığı ve kasîdelerin ilk sırada yer almasında diğer şiirlere göre daha uzun manzumeler olmalarının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca divanların kasaid bölümlerinde kasîdelerin kendi içlerinde de bir sıralamaya tabi tutulduğu görülmektedir. Bu sıralamada dinî konulu kasîdeler başta yer almakta, bunları padişahlar, sadrazamlar, vezirler ve şeyhülislamlar için yazılmış olanlar izlemektedir. Bu da kasîdelerin sıralanışında beyit sayılarının çokluğu ya da azlığı yanında övgüsü yapılan kişilerin önem sıralarının da göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.

Dinî konular dışındaki kasîdelerin önemli bir kişiyi övmek ve ondan caize almak amacıyla yazılmış manzumeler olduğu daha önce ifade edilmişti. Ancak şairler memduhlarına kasîde yazmak ve bu kasîdeleri onlara sunmak için her zaman uygun fırsatı bulamamışlar; bunun için sürekli en uygun zamanı kollayıp durmuşlardır. Padişahların tahta çıkışı, önemli bir kişinin yeni bir göreve gelişi, bayramlar, nevruzlar, düğünler şairlerin kasîdelerini memduhlarına sunmak için bekledikleri bu eşsiz fırsatı ele geçirdikleri günler olmuştur. İşte kasîdeler yazılış nedenleri, buna bağlı olarak “nesib” ya da “teşbib” bölümlerinde işlenen konular göz önünde bulundurularak çeşitli adlarla anılmışlardır. Kasîdelerin “redif”leri ya da “revî” harfleri ile adlandırılması da bu konuda izlenilen başka bir yoldur.

Kasîdelerin adlandırılmasında başvurulan yolları başlıca üç gruba ayırmak mümkündür:

1. Konularına Göre Kasideler:

  • Tanrı’nın yüceliğini ve birliğini konu alan kasîdelere tevhîd,
  • içeriği Tanrı’ya yakarış olanlara münâcât,
  • Hz. Muhammed, Çâr Yâr (=dört halife) ve hatta On iki imam için yazılanlara da naat adı verilmiştir.
  • Padişahların tahta çıkışlarını kutlamak için yazılmış kasîdelere cülûsiyye denir.
  • Yine memduhların ramazan, bayram, nevruz gibi özel günlerini kutlamak için yazılmış kasîdeler de sırasıyla ramazâniyye, îdiyye (=ıydiyye) ve nevrûziyye gibi adlarla anılmışlardır.
  • Nesib ya da teşbibinde bahar, yaz, sonbahar, kış tasvirlerinin yapıldığı kasîdelere aynı sırayla bahâriyye, temmûziyye, hazâniyye, şitâiyye gibi adlar verilmiştir.
  • Ayrıca sünbüliyye gibi bir çiçeğin, rahşiyye gibi bir atın niteliklerinin uzun uzun anlatıldığı kasîdeler de vardır.

2. Rediflerine Göre Kasideler:

Kasîdelerin bazıları da redifleri dikkate alınarak adlandırılmıştır.

Ahmed Paşa‘nın “Güneş” ve “Kerem” kasîdeleri, Fuzulî‘nin “Su” kasîdesi bu adlandırma çeşidinin örneklerindendir. Aynı şekilde “Hançer”, “Tîğ”, “Gül” gibi redifleriyle adlandırılmış ünlü kasîdeler de vardır.

3. Kafiyelerine Göre Kasideler:

Bazı kasîdelerin kafiyelerinin “revî” (=kafiyeyi meydana getiren asıl harf) harfine göre adlandırıldıkları da görülmektedir. Bir kasîde “r” harfiyle bitiyorsa, “kasîde-i râ’iyye”; “mîm” harfiyle bitiyorsa “kasîde-i mîmiyye”; “nûn” harfiyle bitiyorsa “kasîde-i nûniyye” adını almıştır. Ancak kafiye ve redifleriyle adlandırılmış kasîdelerin yazıldığı dönemde beğenilmiş ve ün kazanmış bir kasîde olması lazımdır. Revî harflerine göre adlandırılmış kasîdeler İran ve Türk edebiyatlarında da görülmekle birlikte bu adlandırma biçimine Arap edebiyatında daha fazla rastlanmaktadır.

Klâsik dönem Türk edebiyatında hicv (=hiciv, yergi) ve mersiye (=ağıt) konulu kasîdeler de yazılmıştır. Ancak hiciv ve mersiye, yalnızca kasîdelere özgü konular değildir. Divan şiirinde bu iki konuda diğer nazım biçimleriyle de yazılmış çok sayıda manzume vardır.

Kasîdeler diğer şiir türlerine göre yazıldıkları döneme ait daha fazla tarihî ve sosyal bilgi içeren manzumelerdir. Padişahların tahta çıkışları, savaşlar, barışlar, düğünler, fetihler, önemli binaların yapılışları vb. münasebetlerle yazılmış kasîdelerde dönemlerine ışık tutabilecek bazı bilgiler yer alır.

Bir devlet büyüğünü ya da toplumda önde gelen birini övmek için yazılmış kasîdeler ya memduhun huzurunda bizzat şair tarafından okunmuş ya da bir aracı ile o şahsa sunulmuştur. Kasîdelerin sunulduğu padişah ve devlet adamları da kendi konumları, şiir ve sanata olan ilgileri oranında bu şairlere caizeler vermişlerdir.

Caizeyi devletin sanat ve sanatçıya verdiği önemin bir göstergesi olarak da değerlendirmek mümkündür. Şairler, bu tür kasîdelerde övdükleri kişilerin çeşitli erdemlerinden, onların cömertliklerinden, adaletlerinden, cesaretlerinden, iyi huylarından söz edip durmuşlardır. Ancak bunları her zaman övülen kişinin sahip olduğu erdemler ya da özellikler olarak anlamak ve kabul etmek yerine, şairlerin övülen kişinin sahip olması gereken erdemler ya da özellikleri ona hatırlatması olarak değerlendirmek de mümkündür.

Osmanlı döneminde kasîde yazmış şairler arasında birçok devlet adamı da vardır. Yazdıkları kasîdelerin onların devlet kademelerindeki yükselişlerinde önemli bir etken olduğu düşünülebilir. Ancak bu etkiyi çoğu şair olan padişahların ya da sadrazam, vezir gibi önde gelen devlet adamlarının birini belli bir konuma getirirken onun zaten sahip olduğu özellikleri yanında şairlik yönüne de dikkat ettikleri şeklinde değerlendirmek daha uygun olur.

Kasîde tarzı –XVII. yüzyılda Nef’î (öl. 1635) gibi büyük bir temsilci yetiştirmiş olmasına rağmen- Divan şiirinin genel çizgisi içinde XVIII. yüzyıl şairlerinden Nedim (öl.1730)’e kadar köklü bir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürmüştür. Nedîm’den itibaren kasîdelerin özellikle nesib kısımları şairlerin kendilerini rahatça ifade edebildikleri zeminler olmuştur. Zaman zaman karşılıklı konuşma üslubuyla kaleme alınmış olan bu bölümler kasîdeye bir canlılık, bir hareketlilik kazandırmıştır.

Tanzimat sonrası Türk edebiyatında kasîdenin gerek iç düzeni ve buna bağlı olarak kompozisyonu, gerekse içeriği önemli değişikliklere uğramıştır. Bu dönem kasîdelerinde klâsik kompozisyonun bir tarafa bırakılarak yalnızca nazım biçimi ve kafiye düzeninin korunduğu, doğrudan konuya girildiği ve övgüde daha gerçekçi bir zemine yaslanıldığı görülmektedir. “Adem (=yokluk)” ve “hürriyet (=özgürlük)” gibi soyut kavramların övgüsüne ayrılmış olmaları da bu dönem kasîdelerinde görülen bir özelliktir.

Namık Kemal‘in “Hürriyet Kasîdesi” bu tip kasîdeler için güzel bir örnektir.

Örnek-1

Aşağıdaki beyitler, XVI. yüzyıl şairlerinden Bakî (öl. 1600)’nin Sadrazam Semiz Alî Paşa (öl.1565)’ya sunduğu bir kasîdeden seçmeler yapılarak alınmıştır. Burada bölümlerine göre ayrılmış olan kasîde, “nesib” ya da “teşbib”inde bahar tasviri yapıldığı için Kasîde-i Bahâriyye, kafiyesi “r” sesiyle bittiği için de Kasîde-i Râ’iyye olarak adlandırılmıştır.

Kâsîde-i Bahâriyye-Kasîde-i Râi’yye
Der-sıfat-ı bahâr ve midhat-i Alî Paşa-yı kâmkar

Nesib ya da Teşbib

1 Rûh-bahş oldı Mesîhâ sıfat enfâs-ı bahâr
Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr

2 Tâze cân buldı cihân irdi nebâtâta hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr

3 Döşedi yine çemen nat’-ı zümürrüd-fâmın
Sîm-i hâm olmış iken ferş-i harîm-i gül-zâr

4 Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı ribât-ı çemene
Geldi bir k file kondurdı yüki cümle bahâr

5 Leşker-i ebr çemen mülkine akın saldı
Turma yağmâda yine niteki bâğî Tâtâr
……..

22 Dehen-i gonce-i ter dürlü letâ’if söyler
Gülüp açılsa aceb mi gül-i rengîn-ruhsâr

23 Güher-i fursatı aldurma sakın devr-i felek
Sîm ü zerle gözüni boyamasun nergis vâr

24 Câm-ı mey katreleri sübha-i mercân olsun
Gelünüz zerk u riyâdan idelüm istiğfâr

25 Lâle sahrâyı bu gün kân-ı Bedahşân itdi
Jâle gül-zâra nisâr eyledi dürr-i şeh-vâr
Girizgâh

26 Dâmenin dürr ü cevâhirle pür itdi gül-i ter
Ki ide hâk-i der-i Hazret-i Pâşâ’ya nisâr

Medhiyye
27 Sâhib-i tîg u kalem mâlik-i câm u hâtem
Âsaf-ı Cem-azamet dâver-i Cemşîd-vek r

28 Âsmân-pâye hümâ-sâye Alî Pâşâ kim
İremez tâk-i celâline kemend-i efkâr

29 fiâh-ı gül neşv ü nemâ bulsa nem-i lutfından
Ola her gonce-i ter bülbül-i şîrîn-güftâr

30 Âb u gil müşk ü gül-âb ola çemen sahnında
Bûy-ı hulkıyla güzâr itse nesîm-i eshâr
……..

38 Serverâ cânı mı var devletün eyyâmında
Sünbülün turrasına el uzada şâh-ı çenâr

39 Eylemez kimse bu gün kimse elinden nâle
Bezm-i işretde meger mutrib elinden evtâr

40 fier’a uymaz n’idelüm nâle vü zâr eyler ise
Gerçi k nûna uyar zemzeme-i mûsîk r

41 Geşt ederken çemen-i medh u senânı hâtır
Lâyih oldı dile nâ-gâh bu şi’r-i hem-vâr Tegazzül

42 Gül gibi gülşene kılsan n’ola arz-ı dîdâr
Hayli dökildi saçıldı yoluna fasl-ı bahâr

43 Reşk-i dendânun ile hançere düşdi jâle
Berg-i sûsende gören itdi sanur anı karâr

44 Geçemez çenber-i gîsû-yı girih-gîrinden
Gerçi kim za’f ile bir kılca kalupdur dil-i zâr

45 Turralar milket-i Çîn nâfe-i müşkîn ol hâl
Gözün âhû-yı Hoten gamzeleründür Tâtâr

46 Dil-i mecrûha şifâ-bahş ruh u la’lündür
Gül-be-şekkerle bulur kuvveti tab’-ı bîmâr

47 Degme bir gevheri kirpigine salındurmaz
Göreli la’l-i revân-bahşunı çeşm-i hûn-bâr

Tâc Beyt
48 Koma Bâkî kulunı cür’a sıfat ayakta
Dest-gîr ol ana ey dâver-i âlî-mikdâr

Fahriyye
49 Bâğ-ı medhünde olur cümleye g lib tenhâ
Bahs içün gelse eger bülbül-i hoş-nagme hezâr

50 Puhtedür gayrılar eş’ârı velî puhte piyâz
Hâm anberdür eğer hâm ise de bu eş’âr

51 Hâm var ise eger micmere-i nazmumda
Dâmen-i lutfun anı setr ider ey fahr-i kibâr

Du’â
52 Bahr-i eş’âr yeter urdı sütûr emvâcın
Demidür k’ide du’â dürlerini zîb-i kenâr

53 Lâlelerle bezene niteki deşt ü sahrâ
Nitekim güller ile zeyn ola dest ü destâr

54 Nitekim lâlelere şeb-nem olup üftâde
Güllere bülbül-i şeydâ geçine âşık-ı zâr

55 Gül gibi hurrem ü handân ola rûy-ı bahtun
Sâger-i îşün ola lâle sıfat cevher-dâr

Bakî

Örnek-2

Aşağıdaki beyitler XVII. yüzyıl Divan şairlerinden Nef’î (öl. 1635)’nin IV. Murâd’ı övmek ve baharın gelişini kutlamak için yazdığı, tamamı 39 beyitlik musammat bir kasîdesinden alınmıştır. Kasîde müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün vezniyle yazılmıştır.

Birinci beyit dışındaki beyitlerin her mısraında ilk iki tef’ileden sonra iç kafiye kullanılmıştır. Beyitlerdeki iç kafiyeler ve tef’ilelerin aynen tekrarlanması, bu kasîdeyi âhenk değeri oldukça yüksek bir şiir hâline getirmiştir. Mısralar ilk iki tef’ilenin sonunda “/” işaretiyle gösterilen yerden ikiye ayrıldığında birinci beyit dışındaki beyitler ilk üç mısraları birbiriyle, dördüncü mısraları da matla beytiyle kafiyeli dörtlükler hâline gelmektedir:

Der-Medh-i Sultân Murâd Hân Aleyhi’r-Rahmetü ve’l-Gufrân

1 Esdi nesîm-i nev-bahâr / açıldı güller subh-dem
Açsun bizüm de gönlümüz / sâkî meded sun câm-ı Cem

2 İrdi yine ürdibihişt / oldı havâ anber-sirişt
Âlem bihişt-ender-bihişt / her gûşe bir Bâğ-ı

3 Gül devri îş eyyâmıdur / zevk u safâ hengâmıdur
Âşıklarun bayramıdur / bu mevsim-i ferhunde-dem

4 Dönsün yine peymâneler / olsun tehî hum-hâneler
Raks eylesün mestâneler / mutribler itdükçe negam

5 Bu demde kim şâm u seher / mey-hâne bâğa reşk ider
Mest olsa dilber sevse ger / ma’zûrdur şeyhü’l-Harem

6 Yâ neylesün bî-çâreler / âlüfteler âvâreler
Sâger suna meh-pâreler / nûş itmemek olur sitem

7 Yâr ola câm-ı Cem ola / böyle dem-i hurrem ola
Ârif odur bu dem ola / ayş u tarabla mugtenem

8 Zevki o rind eyler tamâm / kim tuta mest ü şâd-kâm
Bir elde câm-ı lâle-fâm / bir elde zülf-i ham-be-ham

9 Lutf eyle sâkî nâzı ko / mey sun ki kalmaz böyle bu
Dolsun sürâhî vü sebû / boş durmasun peymâne hem

10 Her nev-resîde şâh-ı gül / aldı eline câm-ı mül
Lutf it açıl sen dahi gül / ey serv-kadd ü gonce-fem
…………
Nef’î

Örnek-3

Aşağıda Fuzulî’ nin “Kaside der na’t-ı hazret-ı nebevi” başlıklı kasidesinde (Su kasidesi adıyla da bilinir) “Tînet-i pâkini” sözcükleriyle başlayan beyte kadar nesib bölümü sürmekte bu sözlerle girizgâh’tan sonra “Seyyid-i nev’i beşer”le medhiyye başlamaktadır. “Yümn-i na’tinden” tamlamasıyla fahriyye’ye girilmekte, son olarak dua beytiyle kaside bitirilmektedir.

KASÎDE DER NA’T-I HAZRET-I NEBEVÎ (Fuzuli)

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su

Suya versin bağ-ban gülzar-ı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin-gülzâre su

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su

Arızın yâdiyle nem-nâk olsa müjgânım n’ola
Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su

Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ
Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su

İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bu sahrede benim’çün âre su

Ben lebim müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su

Ravza-ı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâol serv-i hoş reftâre su

Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su

Dest-bûsı arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun aninle yâre su

İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile
Gül budağının mîzacına gire kurtâre su

Tînet-i pâkini rûsen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su

Seyyid-i nev;i beser dervâ-vi dürr-i istifâ
Kim sepiptir mu’cizâtı âteş-i eşrâre su

Kılmak için taze gül-zâr-i nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su

Mu’ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde
Kim Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su

Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr’e su

Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzu-ı için gül ruhsâre su

Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su

Zerre zerre hâk-i der-gâhına ister salar nûr
Dönmez ol der-gâhdan ger olsa pâre su

Zikr-i na’tın virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humar için içer mey-hâre su

Yâ Habîbâ’llah yâ Hayr’el-beşer müştâkınım
Eyle kim leb-teşneler yanıb diler hem vâre su

Şensin ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi’rac’da
Şeb-nem-i feyzin yetirmiş sâbit ü seyyâre su

Çeşm-i hûr-şidden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi’mâre su

Bîm-i dûzah nâr-i gam salmış dîl-i sûzânıma
Var ümîdim ebr-i ihsanın sepe ol nâre su

Yûmn-i na’tinden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü’lü-i şeh-vâre su

Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Hâb-i hasretten dökende dîde-i bîdâre su

Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vasim vere ben teşne-i dîdâre su

Fuzuli

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu