Recaizade Mahmut Ekrem
Recaizade Mahmut Ekrem Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Recaizade Mahmut Ekrem (d. 1 Mart 1847, İstanbul – ö. 31 Ocak 1914, İstanbul)
Recaizade Mahmut Ekrem, İstanbul’da Vaniköyü’nde doğdu. Babası Mehmet Şakir Recaî Efendi, Tanzimat’ın ilk yıllarında “Takvim-hane Nazırlığı” yapmış; şair, hattat, tarihçi olan kültürlü bir insandır. Recaî Efendi’nin soyu Balıkesir’in Kepsut nahiyesindendir ve ailenin bilinen en büyük atası yeniçeri ağalığına kadar yükselmiş Selim Ağa’dır. Recaî Efendi, soyu Gazi Timurtaş Paşa’ya kadar uzanan ve o dönemin köklü ailelerinden birinin kızı olan Rabia Adviye Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten ikinci çocuk olarak Ekrem dünyaya gelmiştir.
Küçük Ekrem, Arapça ve Farsçayı babasından öğrendi. İlk öğrenimine de “Bayezıt Rüşdiyesi’nde başladı, “Mekteb-i İrfan”ı bitirdi (1858). Ardından “Harbiye İdadîsi”ne verildiyse de hastalanarak bu okuldan alındı ve Hariciye Mektubî Kalemi’ne yerleştirildi (1862). Burada Fransızcayı öğrenirken edebiyata da merak sardı, Namık Kemal‘i tanıdı, onun yanında “Encümen-i Şuarâ” toplantılarına katıldı.
İlk yazılarını Tasvîr-i Efkâr, Terakki, Hakayıku’l-vekayi adlı gazetelerde yayımlamaya başladı; Kemal Avrupa’ya giderken Tasvir-i Efkâr’-in yönetimini o üstlendi. Artık edebî çevrede adını duyurmaya başlamıştı.
İlk kitabı Afife Anjelik ile yayın hayatına girmiş oldu (1870). İlk şiir denemelerinden yaptığı bir derlemeyi Nağme-i Seher (1871) adıyla bastırdı; bunu Yâdigâr-ı Şebâb (1873) izledi. Aynı yıl Chateaubriand’dan çevirdiği Atala (1872) adlı romanı, piyes haline getirdi. Vuslat’ı yazdı (1874), Silvio Pellico’dan Mes Prisons’u çevirdi (1874). Bu yayınları ona haklı bir şöhret kazandırdı ve Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Okulu)’ye hoca oldu. Burada okuttuğu ders notlarını Talîm-i Edebiyyat adı altında bastırdı (1879). Bu yıllarda edebî faaliyeti oldukça verimlidir, arka arkaya üç Zemzeme (1883,1884,1885)’yi yayımladı. Bunları da Takdîr-i Elhan (1886) ile Tefekkür (1886) izledi. III. Zemzeme’nin önsözü ile Takdîr-i Elhan’nın çıkışı edebî çevrede, özellikle Muallim Naci tarafından tepkiyle karşılandı, Naci ağır tenkitlerde bulundu. Karşılıklı yazışmalar onu biraz hırpaladı ve edebî çevreden uzaklaştırdı. Bu arada yeni doğan oğlu Mehmet Nijad onu bir parça olsun avutuyordu. Öte yanda memuriyet hayatı da ilerlemişti. Bir ara Trablusgarb’a gidecek bir komisyona başkan oldu. O görevden dönerken Malta üzerinden Avrupa’ya gizlice kaçmak hevesine kapıldı. Malta’dan istanbul’a getirtilerek, Büyük Ada’ya maaşlı, izinli olarak gönderildi.
Edebiyatla da pek ilgisi yok gibidir. Kendince hikâye denemelerine girişti. Saime, Muhsin Bey bu yılların ürünüdür. Edebî çevreden uzaklaşmasının bir sebebi de, Namık Kemâl’in ölümü ve Hâmit’in sürekli yurt dışında görevli oluşudur. Bu iki güçlü yeni edebiyat destekçisinden mahrum kalan şair, yeni bir edebî çevre yaratma çabasına girdi. İki eski öğrencisi Ahmet ihsan ile Tevfik Fikret‘i tanıştırdı ve Ahmet İhsan‘ın çıkarmakta olduğu Servet-i Fünûn‘u Fikret’in liderliğinde bir edebiyat dergisi haline getirdi. Eski şiir geleneğine karşı yeni bir cephe kurmanın huzuru içinde, Araba Sevdası adlı romanı, bu hareketin başladığı Servet-i Fünun dergisinin 256. sayısından başlayarak tefrika ettirdi (Şubat 1896).
Servet-i Fünûn hareketinin sonrasında Ekrem’i edebî çevrede pek göremeyiz. O, bu yıllarda pek sevdiği oğlu Nijad ile Büyük Ada’da mutlu bir hayat sürmektedir. Ne var ki bu mutluluk uzun sürmedi. Nijad’ın ölümü (1 Mart 1898) ona büyük bir darbe oldu ve şair bir tür inzivaya çekildi. Bu durum, II. Meşrutiyete kadar sürdü. II. Meşrutiyetin ilânı ile ilk kurulan Kâmil Paşa kabinesinde “Evkaf Nazırlığı” teklif edildiyse de o, bu görevi kabul etmedi. İkinci kurulan hükümette “Maarif Nazırlığı” söz konusu oldu, onu da istemedi ve bunun üzerine “A’yân Âzalığı”na getirildi (28 Kasım 1908), ölünceye kadar da bu görevde kaldı. Ekrem, 31 Ocak 1914 günü sabaha karşı vefat etti ve 15 yıldır hasretini çektiği Nijad’ının yanına Küçüksu Mezarlığına gömüldü.
Recaî-zade M.Ekrem, Şinasi ile başlayan ve Namık Kemal ile önemli gelişmeler kaydeden Türk edebiyatının değişme ve gelişmesinde emeği geçen şahsiyetlerin başında gelir. O, ustalarının attığı ilk adımları, iyi kavramış ve değerlendirmiş bir sanatçı olarak, Abdülhak Hâmit ile birlikte, dönemin ikinci yarısında, yeni bir edebî zevk ve anlayış ile edebiyatımıza değişik bir çehre ve yön kazandırmasını becerebilmiş bir yetenektir.
Ekrem’in edebiyatımızda en önemli yeri nazariyatçı oluşudur. O, “Mekteb-i Mülkiye”de başlayan hocalığı ile, bu okulda okutulmak üzere kaleme aldığı Ta’lim-i Edebiyyat adlı eserinden başlayarak, III. Zemzeme adlı şiir kitabı için kaleme aldığı önsözde, Menemenli-zade Mehmet Tahir’in Elhan adlı şiir kitabını değerlendirmek için yazdığı Takdir-i Elhan’da, Pejmürde’de ve yeni yetişen gençlerin eserlerine yazdığı takrizlerden oluşan Takrizat’ta sanat ve edebiyat üzerine olan görüşlerini ve düşüncelerini genişçe vermeye çalışmıştır. Gerek bu yazıları ve gerekse Mülkiye’deki hocalığı ile edebî çevrede “üstad” olarak tanınan ve anılan şair, edebiyat ve şiir üzerinde değerlendirmeler yaparken batılı yazarlardan büyük ölçüde etkilenmiş, yeni yetişenleri de o anlayışla yönlendirmeye çalışmıştır. Özellikle Boileau (1636-1711)’nun AH Poetique adlı eserinden etkilenmesini, bu eseri Hâmit ile Menemenli-zade Tahir’e tavsiye etmesinden anlıyoruz. Buna E. Lefranc’ın Theorique et Pratique de Litterature adlı eseri de eklenebilir. Öte yanda, Lamartine, Victor Hugo, Chatiaubriand gibi romantiklerin de onun sanatının oluşmasında önemli rol oynadığını kaydetmek gerekir.
Ekrem, sanat eserinin olgunluğunda tek unsur olarak “güzellik”i görür. Edebiyatta ve özellikle şiirde bu güzellik unsurunu yaratacak olan da muhteva güzelliği ile üslûp güzelliğidir. “Düşünce, duygu ve hayal” güzelliğinin, üslûp güzelliği ile uyuşması vebütünleşmesi, edebî eserin güzelliğini yaratmış olacaktır. Böylelikle edebî eseri kendi içinde bir bütün olarak değerlendiren yazar, batılı bir tavır ile karşımıza çıkmış olur.
O, bu yolda değerlendirmeler yaparken değişik edebî türlerde de gücünün yettiği ölçüde eserler kaleme almıştır. Şüphesiz bu edebî türler içinde şiir, ilk sırayı almaktadır. Eski şiir tarzının daha çok şekil üzerindeki değişmelerine örnek olabilecek nitelikte şiirlerinden oluşan Nağme-i Seher’den sonra şair, Yâdigâr-ı Şebâb ile muhtevada bir yeniliğe yönelmiş gibidir.
Zemzeme’lerde ise gerek muhteva gerek söyleyiş bakımından onun, yeni bir anlayışla karşımıza çıktığı görülür. “Zerrattan şumusa kadar her güzel şey şiirdir” (Takdîr-i Elhan, s. 9) diyen şair, şiirde konu zenginliği yaratmış; Tanrı, tabiat, insan üçgeni içinde yeni temlere yönelmiştir. Şiirin şekil yapısı üzerindeki yenilikleri ise, eski nazım şekilleri üzerindeki değişiklikler ile batılı şekilleri Türk şiirine kazandırmış olmasıdır. Kafiyenin yapısı üzerindeki görüşleri ile “mensur şiir” fikrinin kaynağı gene odur.
Ekrem’in denediği yeni bir edebî tür de tiyatrodur. Dört piyes denemesinin ilk ikisi, Afife Anjelik ile Atala batı kaynaklıdır. Afife Anjelik, kaynağını Genevieve de Barabant efsanesinde bulurken Atala Chateaubriand’m aynı adlı romanının piyes biçimine getirilişidir. İlk telif piyesi Vuslat’ı, Namık Kemal’in Zavallı Çocuk’unun etkisi ile kaleme alınırken, “Gençlerin evlendirilmesi” gibi o dönemin önemli bir sosyal meselesini işler. Çok Bilen Çok Yanılır ise, Binbir Gündüz hikâyelerinden, Ferec Ba’de’ş-şidde’den esinlenerek kaleme alınmış bir komedidir.
Hikâye ve roman türü ise Ekrem’in sanat hayatının son döneminde denediği batılı bir edebî türdür. Saime, sosyal hayatın tenkidi niteliğinde olup ahlâka aykırı görüldüğü için tefrikası sansürce yarıda kesilmiştir. Muhsin Bey ise romantik bir aşkın hikâyesidir ve Greziella’nın etkisi ile kaleme alınmıştır. Son hikâye denemesi Şemsâ, bir hatıra türünde kaleme alınmıştır. Tek romanı Araba Sevdası, romantizmden realizme geçişin bir örneği olurken aynı zamanda gençlerin yanlış eğitilmesi ve batılı yaşayışa şuursuzca özenmenin yaratabileceği felâketleri işlemesi ile bir sosyal tenkit romanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu romanda yarattığı Bihruz Bey tipi, Hüseyin Rahmi’nin Şöhret Bey’inden geçerek Ömer Seyfettin’in Efruz Bey’-ine kadar uzanan bir etki gücüne sahiptir.
Bizde edebî tenkit türünün yerleşmesinde de Ekrem’in katkıları büyüktür. Bu yolda önce o, Nesteren üzerinde Hâmit ile küçük de olsa kırgınlığa kadar uzanan bir yazışmaya girişir ve Kemal’in araya girmesi ile konu tatlıya bağlanır. Onu en çok sıkıştıranlar ise Ta’lim-i Edebiyyat’ın yayımlanması üzerine eski edebiyat geleneğini sürdürenler olmuştur. Başta Elhac İbrahim Efendi olmak üzere başlayan bu yazışmalar, şairin Takdir-i Elhan’ı çıkarması ile daha da yoğunlaşır ve bu kez Muallim Naci onu ağır bir dille tenkit etmeye girişir ve Naci’nin Demdeme’si bu tenkitlerin ürünü olur. Çok geçmeden de “kafiye göze göre mi, yoksa kulağa göre mi?” olmalı tartışması ortaya atılır, dolaylı olarak bu yazışmalara adı karışan Ekrem, kafiyenin kulağa göre olmasını savunur ve yeni yetişenler de onun bu tezini benimseyerek bu yolda başarılı örnekler kaleme alırlar.
Kaynak: Büyük Türk Klasikleri, c.8
Recaizade Mahmut Ekrem’in Eserleri
ŞİİR:
- Nağme-i Seher (1871)
- Yadigâr-ı Şebâb (1873)
- Zemzeme (3 cilt, 1883-1885)
- Tefekkür (düzyazı ile karışık, 1888)
- Pejmürde (düzyazı ile karışık, 1893)
- Nijad Ekrem (2 cilt, anılarla birlikte, 1900-1910)
- Nefrin (1914)
ROMAN:
- Araba Sevdası (1896)
ÖYKÜ:
- Saime (1888)
- Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1890)
- Şemsa (1895)
OYUN:
- Afife Anjelik (1870)
- Atala yahut Amerikan Vahşileri (1873)
- Vuslat yahut Süreksiz Sevinç (1874)
- Çok Bilen Çok Yanılır (1916)
DÜZYAZI:
- Talim-i Edebiyat (1872)
- Takdir-i Elhan (1886)
- Kudemaden Birkaç Şair (1888)
- Takrizat (1896)
Recaizade Mahmut Ekrem’in Eserleri Kısa Tanıtımlar
Araba Sevdası: Türk edebiyatının ilk realist romanıdır; yazar bu romanda yanlış Batılaşma anlayışını mizahi öğelerle gözler önüne sermektedir. Romanda geçen olaylar ve karakterler bütünüyle doğal ve yerlidir. Batılaşmayı yanlış anlayan, kendi kültürüne yabancılaşmış bir genç olan Bihruz Bey’in yaşadıklarını anlatır; yazar yanlış Batılaşmayı anlatırken Bihruz Bey’in içine düştüğü Batı hayranlığına uğruna yapılan komiklikleri anlatır.
Muhsin Bey: hikâye.
Şemsa: hikâye.
Afife Anjelik: Yazarın ilk tiyatro eserdir; yazar bu eserinde, daha çok devrin tiyatroya olan eğilimleri dolayısıyla yazarı tarafından bu yolda denenmiş bir eserdir; eser, edebiyat tarihimizin öncü birikimleri arasında sayılmalıdır.
Atala: (tiyatro) Yazar bu eserini, Fransız yazar Chateaubriand roman türündeki eserini Türkçeye çevirerek oyun haline getirmiştir.
Çok bilen Çok Yanılır: (tiyatro)Komedi türünde yazılmış bir eserdir; yazar bu eserinin konusunu Binbir Gündüz Hikâyeleri’nden almıştır; eserde, kendi kazdığı kuyuya yine kendisi düşen Maraş kadısı Azmi Efendi’nin serüvenini anlatır.
Vuslat: (tiyatro) Yazarın bu eserinde, Namık Kemal’in eseri olan “Zavallı Çocuk ” adlı tiyatro eserinin etkisinde kaldığı görülür.
Ah Nejat: (şiir) 15 yaşındayken veremden ölen oğlunun anısına kaleme aldığı şiiridir; elem ve hüznün ağır bastığı bir şiirdir.
Nağme-i Seher: (şiir) Şairin ilk şiir kitabıdır; buradaki şiirleri genellikle Divan şiirinin özelliklerini taşıyan şiirleridir.
Nijad Ekrem: (şiir) 1900’de henüz 15 yaşındayken veremden ölen oğlunun anısına kaleme aldığı eseridir; içinde oğlunun yazıları da vardır.
Pejmürde: şiir kitabı.
Yadigâr-ı Şebâb: (şiir) Şairin Tanzimat şiiri geleneğine uygun yazdığı şiirleridir; şiirlerinde bireysel temalara yer vermiştir.
Zemzeme 1-2-3: şiir kitabı.
Takdir-i Elhan: (eleştiri) Yazarın şiirle ilgili görüşlerini yer aldığı Zemzeme adlı şiir kitabının önsözüne koyduğu eleştiri türündeki bir eserdir; yazar bu eserinde kafiyenin kulak için olduğunu savunmuştur. Buna karşılık Muallim Naci’de kafiyenin göz için olduğunu savunarak Zemzeme’ye karşı Demdeme’yi yazmıştır.
Kudemadan Birkaç Şair: (eleştiri) Biyografik bir eserdir; eserde bazı şairleri kendi kişisel duygularıyla eleştirmiştir.
Zemzeme Önsözü: eleştiri.
Tâlim-i Edebiyat: (düzyazı) Yazarın kendi hazırladığı edebiyatla ilgili görüşlerini bir araya getirdiği bir kitaptır. Bir ders kitabıdır. Öğretmenlik yaparken öğrencilerine okuttuğu bir eserdir. Yeni edebiyatı örneklendiren bir eserdir.
Recaizade Mahmut Ekrem’in Şiirlerinden Örnekler
Ah Nijad
Hasret beni cayır cayır yakarken
Bedenimde buzdan bir el yürüyor.
Hayaline çılgın çılgın bakarken
Kapanası gözümü kan bürüyor.
Dağda kırda rasgetirsem bir dere
Gözyaşlarım akıtarak çağlarım.
Yollardaki ufak ufak izlere
Senin sanıp bakar bakar ağlarım.
Güneş güler, kuşlar uçar havada,
Uyanırlar nazlı nazlı çiçekler..
Yalnız mısın o karanlık yuvada?
Yok mu seni bir kayırır, bir bekler?
Can isterken hasret odiyle yansın,
Varlık beni alil alil sürüyor.
Bu kaygıya yürek nasıl dayansın?
Bedenciğin topraklarda çürüyor!
Bu ayrılık bana yaman geldi pek,
Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.
Ya gel bana, ya oraya beni çek,
Gözüm nuru oğulcuğum, Nijad’ım!
Güzelim
Nedir bu cevr ü tegafül zaman zaman güzelim?
Kaçıncıdır bu eziyetli imtihan güzelim?
Tükendi sabr u tahammül.. üzüldü can güzelim.
Bu naz ise yetişir artık el-aman güzelim!
Hayat bende mücerred seninle kaimdir..
Neşat ü lezzet ü şevkim seninle daimdir..
Sen olmasan nazarımda güneş de muzlimdir..
Sözün hakikati işte budur inan güzelim.
Gamınla mün’adim oldu tasarrufum özüme.
Seni tefekkür ile uyku girmiyor gözüme.
İnanmak istemiyorsan eğer benim sözüme,
Buna şehadet eder gökte ahteran güzelim!
Bu infiale beca na-beca nihayet ver…
Yine şikayete..şükre.. niyaze ruhsat ver!
İade eyleyeyim ne’şemi cesaret ver..
Nazardan eyleme didarını nihan güzelim…
Kusurum anlamadım çünkü etmedim mesul..
Olurdu mazeretim belki de karin-i kabul.
Senin sükutuna karşı benim melul melul..
Yetişmiyor mu sana ettiğim figan güzelim?
Ne hal ise ben afv et de şermsar eyle..
Küçük düşürmek ile bari ahz-ı sar eyle,
Dahil-i merhametim, vechin aşikar eyle..
Bu şivedir sana şayan ol heman güzelim!
Makber
Ey zâir-i i’tibâr-perver,
Seyr et ne güzel durur şu makber!
Yalnızlığı hoş-nümâ değil mi
Yâ sâdeliği değil mi dil-ber?
Gâyetle hazîn iken o toprak
Üstünde yakışmamış mı mermer?
Nâfında biten nihâl-i gül-bîz
Bak bak ne kadar lâtîf-manzar!
Olmaz mı nazar-rübâ-yı vicdân,
Nezdinde o mevc uran çemenler?
Vermiş ana başka bir letafet
Pişindeki serv-i sâye-güster.
Düşse bu kadar düşer muvâfık
Bir zille ziyâ-yı mihr-i enver.
Seyr et bunu görmedinse şâyed
Mahzunluk içinde şâd bir yer.
Söyle hele pek güzel değil mi
Şu serv ü nihâl ü kabr yek-ser?
Hepsinden anın güzeldi eyvah
Altında yatan zavallı duhter!
(Zemzeme II)
NAAT
I.
‘Arşa düşmekden mu’alla sâye-i ‘ulviyyetin,
‘Aşk-ı ‘izzetli, muhammer mâye-i ‘ulviyyetin,
‘Akd-ı pervîn bir kemîn pîrâye-i ‘ulviyyetin,
Neyyir-i feyz-i ezeldir dâye-i ‘ulviyyetin,
‘Akl ile tahmin olunmaz pâye-i ‘ulviyyetin,
Yâ Resûlallâh yokdur gâye-i ‘ulviyyetin!
II.
Senden ahzetdi safâ pâkize-ahlâk-ı ‘Arab,
Mihr-i zâtın eyledi tenvîr-i âfâk-ı ‘Arab,
Eyledin nûr-ı kemâlâtınla ışrâk-ı ‘Arab,
Ol fazîletle yayıldı Garb’a ıtbâk-ı ‘Arab,
Maksad etmiş zâtını dâreyne Hallâk-ı ‘Arab,
Yâ Resûlallâh yokdur gâye-i ‘ulviyyetin!
III.
Hikmetinle vâzı’ı sensin bu şer’-i tâhirin,
Mazhar-ı îmânısın şer’inle pek çok kâfirin,
Bâtının pür-nûr idi andan münevver zâhirin,
Fıtraten memdûhu olmuşsun Hakîm-i Kâdir’in,
Rütbe-i şi’ri yetişsin mi sana bir şâ’irin?
Yâ Resûlallâh yokdur gâye-i ‘ulviyyetin!
IV.
“Nûr-ı dîdârınla minhâc-ı hakîkat lem’a-dâr,
Tâb-ı güftârınla esrâr-ı ledünnî aşikâr,
Lutf-ı etvârınla ihsân ü ‘adalet kâmkâr,
Feyz-i âsârındır bu dîn ü ümmet pâydâr,
Müdde ‘âma şâhidimdir Hazret-ı Perverdigâr,
Yâ Resûlallâh yokdur gâye-i ‘ulviyyetin!
V.
“Zübde-i ‘irfansın ey peygamber-i ümmî-lakab!
Neyyir-i îmânsın ey peygamber-i kudsî-neseb!
Mükrem-i Kur’ân’sın ey peygamber-i mu’ciz-edeb!
Rahmet-i Rahmân’sın ey peygamber-i sadîk-leb!
Müstehîl efdâline ta’yîn-i evsâf ü rüteb
Yâ Resûlallâh yokdur gâye-i ‘ulviyyetin.
Şevki Yok
Gül hazîn… sünbül perîşan… Bâğzârın şevki yok..
Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok..
Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok..
Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok..
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok!
Farkı yoktur giryeden rûy-ı çemende jâlenin.
Hûn-ı hasretle dolar câm-ı safâsı lâlenin.
Meh bile gayretle âğûşunda ağlar hâlenin!
Gönlüme te’siri olmaz âteş-i seyyâlenin.
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok!
Rûha verdikçe peyâm-ı hasretin her bir sehâb..
Câna geldikçe temâşâ-yı ufuktan pîç ü tâb..
İhtizâz eyler çemen.. izhâr eder bin ızdırâb..
Hem tabîat münfail hicrinle.. hem gönlüm harâb.
Geldi ammâ n’eyleyim, sensiz bahârın şevki yok!
Yâd Et
Vakta ki gelip bahâr…Yekser
Eşyâda ‘âyân olur tagayyîr,
Vakta ki hezâr-i ‘aşk-perver
Yapraklar ile edip tesettür
Bilmem kime karşı hasretinden
Bâşlar nev-hâta bî-te’ahir…
Kıl gökyüzünün letâfetinden
Sifiyet-i ‘aşkımı tahattur
Yâd et beni bir dakîka yâd et
Bir leyl-i sükûn-nemada tenhâ
Oldukta nesîminin serâb
Kold-ı çeşmin ‘atf-ı semt-i balâ
Sevdalar içinde nûr-ı mehtâb
Oldukça derûnunâ gamm-ı efzâ
Eyle o geçen demi tezekkûr
Pîş-i nazarın da sath-ı deryalar
Ettikçe temevvic ü tenevvir
Yâd et beni sâkitâne yâd et
Vakta ki sabâha karşı nâgâh
Bir zevrak içinde tek bir insân
Hasretle çekip bir âteşin âh
Titrek ses ile olur gazel-hân
Ol âh hazîn ‘âşîkane
Ol gamlı terâne’i tahassür
Bî şebhe edince kalb ü hâne
Îcâb te’essür ü tekeddür
Yâd et beni gizli gizli yâd et!
Bir kalb rakik-i nâ-tüvânla
Firkatte be çektiğim bilinmez
Hicrânla, sitemle, imtihânla
Amma ki vefâ-yı dil silinmez
Sevdimse seni bu türlü sevdim
Sensin bana mâye-i tefekkür!
Ettikçe lisânım üzre dâ’im
Eskâr-ı muhabbetin tekerrür
Yâd et beni sen de gâh yâd et
Vakta ki hulûl edip eylül
Müstagrak-ı hüzn olur tabi’at
Vakte kibir iğbirâr-ı meçhûl
Eyler dilini esîr-i kasvet
Seyret o sehâbeyi semâda
Ettikçe hazin hazin takattur
Bir rikkat ile hilâf-ı ‘âde
Şâyet ola yaşla gözlerin pür
Yâd et beni o zaman da yâd et
Vakta ki durup şu kalb-i gam-nâk
Toprakta nihân olur vücûdum
Vakta ki dolup dehânıma hâk
Şevkinle tamâm olur sürûrum
Tenhâ geceler de bir hayâlet
Manzûrun olunca bittahayyür
Yum çeşmini bâ-kemâl-i rikkat
Bedbahtî-yi aşkım et tasavvur
Yâd et beni gamlı gamlı yâd et
Bülbül
Garipser işiten dasitanın ey bülbül
Garibdir o kadar hal ü şamn ey bülbül
Safa-yı tab’ ile bir aşık-ı tabıatsın
Ki taze taze çemendir mekanın ey bülbül
Çemende hande-i gül mü eden seni nalan
Niçündür öyle demadem figanın ey bülbül
Seninle hem-dem olursa beca değil mi ki dil
Esiridir yine bir dil-sitiinın ey bülbül
Ne dil-sitan ki anın ratıına fedadır hep
Bahar-ı hüsn-bahası zamanın ey bülbül
Beni bitirdi bu sevdi! o za’ila ya senin
Nasıl tahammül eder aşka canın ey bülbül
Bulunsa sende nazırİ tahammül etmez idin
Benim dilimdeki derd-i nihiinın ey bülbül
Çemen çemen ne için devr-i alem etmezsin
Olup baharına peyrev cihiinın ey bülbül
Vatan bahara mtireeeah mı senee de yoksa
Degil mi kabil-i nakl aşiyanın ey bülbül
Senin bana sözünü ben sana hitab edeyim
Olup bu hisde dahı teretimanın ey bülbül
Bedel midir vatana bin eihan velev hepsi
Nazıri olsa riyaz-ı einanın ey bülbül
Vatan muhibbi içinse vatanda yeksandır
Sam ü kahr bahar u hazanın ey bülbül.