Necati Cumalı
Necati Cumalı Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri
Necati Cumalı (d.13 Ocak 1921, Florina – ö. 10 Ocak 2001, İstanbul) Yazar, şair.
1921 yılında bugün Yunanistan sınırları içindeki Florina’da doğdu. 10 Ocak 2001’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun oldu. 1941’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1945-1948 arasında Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. 1950-1957 yılları arasında İzmir ve Urla’da avukatlık yaptı. 1957-1959 yılları arasında Paris Basın Ataşeliği’nde memurluk görevinde bulundu. 1959-1963 arasında İstanbul Radyosu’nda redaktörlük yaptı. 1963-1965 arasında eşinin Dışişleri’ndeki görevi nedeniyle İsrail’de ve Paris’te yaşadı. Yurda döndükten sonra İstanbul’a yerleşti, yaşamını burada tamamladı.
İlk şiiri 1939’da yayınlandı. Garip Akımı şairleri ve 1940 kuşağının diğer şairlerinden farklı olarak yalın, aydınlık anlatımlı, lirik şiirler yazdı. Sevgi, sevinç, özlem gibi bireyin güncel kaygılarıyla birlikte çağın toplumsal sorunlarını da ele aldı.
1955’ten sonra şiirin yanısıra öykü, roman ve tiyatro türlerine de yöneldi. Şiirsel dili ve ayrıntıları ustaca kullanmasıyla kendini kolayca okutturdu.
Roman ve öykülerinde çoğunlukla Ege Bölgesi’ndeki kasaba ve kırsal kesim insanlarının sorularını işledi. “Tütün Zamanı” (1971’de Zeliş adıyla), “Yağmurlar ve Topraklar“, “Acı Tütün” romanları bu ürünlerin en başarılıları arasındadır. “Ay Büyürken Uyuyamam” adlı öykü kitabında Anadolu insanının cinsel bir tablosunu çizdi.
Öykü, roman ve tiyatrolarından bazıları sinemaya da uyarlandı.
NECATİ CUMALI’NIN ESERLERİ
ŞİİR:
- Kızılçullu Yolu (1943)
- Harbe Gidenin Şarkıları (1945)
- Mayıs Ayı Notları (1947)
- Güzel Aydınlık (1951)
- Denizin İlk Yükselişi (1954, ilk üç kitaptaki şiirler toplamı)
- İmbatla Gelen (1955)
- Güneş Çizgisi (1957)
- Yağmurlu Deniz (1968, son iki kitap ve yeni şiirleri)
- Başaklar Gebe (1970)
- Ceylân Ağıdı (1974)
- Aç Güneş (1980, toplu şiirler)
- Bozkırda Bir Atlı (1981)
- Yarasın Beyler (1982)
- Tufandan Önce (Bütün şiirler 1’nci cilt, 1983)
- Aşklar Yalnızlıklar (1985,toplu şiirler I)
- Kısmeti Kapalı Gençlik (1986, toplu şiirler II)
HİKÂYE (ÖYKÜ):
- Yalnız Kadın (1954)
- Değişik Gözle (1956)
- Susuz Yaz (1962)
- Ay Büyürken Uyuyamam (1969)
- Makedonya 1900 (1976) (1978’de Dilâ Hanım adıyla yeniden yayımlandı. Filme alındı)
- Kente İnen Kaplanlar (1976)
- Revizyonist (1979)
- Yakup’un Koyunları (1979)
- Aylı Bıçak (1981) (“Uzun Bir Gece” adıyla ikinci basım 1991)
ROMAN:
- Tütün Zamanı (1959), (1971’de ikinci baskısı “Zeliş” adıyla)
- Yağmurlar ve Topraklar (1973)
- Acı Tütün (1974)
- Aşk da Gezer (1975)
- Uç Minik Serçem (1990)
- Viran Dağlar (1994)
TİYATRO:
- Boş Beşik (1949)
- Mine (1959)
- Nalınlar (1962)
- Derya Gülü (1963)
- Yaralı Geyik
- Oyunlar 1: Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri (1969)
- Oyunlar 1: Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar ya da Juliette (1969)
- Oyunlar 3: Nalınlar, Masalar, Kaynana Ciğeri (1969)
- Oyunlar 4: Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol (1969)
- Oyunlar 5: Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb’un Yumurtası (1973)
- Oyunlar 6: Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, İş Karar Vermekte (1977)
- Yaralı Geyik (1981)
- Dün Neredeydiniz? (1983)
- Vatan Diye Diye (1990)
- Devetabanı (1992)
HATIRA (ANI):
- Yeşil Bir At Sırtında (1978)
SENARYO:
- Bağımsızlık ya da Ölüm (1990)
DENEME:
- Niçin Aşk? (1971)
- Senin İçin Ey Demokrasi (1976)
- Etiler Mektubu (1982)
- Niçin Af? (1989)
- Şiddet Ruhu (1998)
- Ulus Olmak (Atatürk Denemeleri) (1995)
İNCELEME:
- Muzaffer Tayyip Uslu; Şiirleri, Yazıları ve Kendisi için Yazılanlar (1956)
- Guillaume Apollinaire; Yaşamı Sanatı ve Şiirleri (1986)
ÖDÜLLERİ
- 1957 Sait Faik Hikâye Armağanı (Değişik Gözle adlı kitabıyla)
- 1969 Türk Dili Kurumu Şiir Ödülü (Yağmurlu Deniz adlı kitabıyla)
- 1970 Sait Faik Hikâye Armağanı (Makedonya 1900 adlı kitabıyla)
- 1984 Yeditepe Şiir Ödülü (Bütün Şiirleri I ile)
- 1995 Yunus Nadi Ödülü (Viran Dağlar romanı ile)
- 1995 Orhan Kemal Ödülü (Viran Dağlar romanı ile)
- 1995 1. Ömer Asım Aksoy Ödülü (Viran Dağlar romanı ile)
- 2000 Tiyatro Yazarlar Derneği Onur Ödülü (Türk tiyatrosuna katkılarından dolayı)
- 2001 P.E.N Yazarlar Derneği Şiir Büyük Ödülü
NECATİ CUMALI’NIN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
GÜNEŞ DELİSİ
Akan suyu severim ben
Işıldayan karı severim
Bir yeşil yaprak
Bir telli böcek
Yeşeren tohum
Güneşte görsem
Sevinç doldurur içime
Bir günü
Güzel bir günü
Güneşli bir günü
Hiçbir şeye değişmem
Onun için savaşı sevmem
Onun için zulümü sevmem
Onun için yalanı sevmem
Bilirim yaşamaz güneşte
Bilirim yaşamaz yanyana aşkla
Ne haksızlık
Ne korku
Ne açlık
BİR GÜL AÇIYORSA
Bir gül açıyorsa şimdi Türkiye’de
Aşkla ümitle açıyor
Adsız unutulmuş her bahçede
Bir gül tomurcuklanıyorsa
Sabaha karşı gecede
Açmak için tomurcuklanıyor
Aşkla ümitle
Sevinçle yaşamak için tomurcuklanıyor
Kanın aktığı yerde
Göz yaşının aktığı yerde
Karanlığı içinde kahrın
Güller açıyor işte
Güller ışık aydınlık içinde
Güller bütün güller bu sabah
Bir ağızdan türkü söyler gibi açıyor her bahçede
Geceler gündüze dönüyor işte
Karanlık ışığa dönüyor işte
Kahır sevince dönüyor işte
Akan kan dökülen yaş
Güle dönüyor işte
Hasetsiz korkusuz kinsiz
Binlerce güller açıyor işte
Dargın kardeşe dönüyor işte
Artık yaşamak bütün Türkiye’de
Bir ağızdan söylenen bir türküye dönüyor
GÜZEL AYDINLIK
Akdeniz göklerinden
Köpüklerden, limon çiçeklerinden
Gözlerimde kalan
Güzel aydınlık
-Nesrin’i bir defa öptüm
Beyaz badanalı odam
Annemin yüzüne, soframıza
Gençlik hülyalarıma düşen
Güzel aydınlık
-Ümitsiz kaldıkça seni düşündüm
Biz fakirdik ama iyi insanlardık
Bolluk yıllarında da
Felâket günlerinde de
Seni yanı başımda gördüm
Güzel aydınlık
Tatlı aydınlık
HER DİLDE TÜRKÜLERİN MERAMI BİR
Her dilde türkülerin meramı bir
Sıla, iki gözlü bir ev, bir gelin
Kovboyun dilinde yavuz bir at, bir kement
Doğuda, bizim çobanların dilinde
Taze ekmek, taze peynir
Mutlu olmak her vakit elimizdedir
Bütün istediğimiz bundan ibaret
Köylüye toprak, kovboya kement
Her şeyin başında, her şeyden önce
Hürriyet
SONUNA GELİYORUZ
Sonuna geliyoruz dostum
Eksiliyor soframızda
Bir bir iskemleler
Duyuyorum içimde
Yeşeriyor baş verip
Toprağa vereceğim tohum
Bu yaştan sonra her şey
Uzak yakın bana eşit geliyor
Toprağı daha bir seviyorum
ŞU KALABALIKTA GÖRDÜĞÜN HERKESİN
Sinemalarda kalabalık sahneler görürsün
Eski esir pazarlarını hatırlatır
Güney Pasifik’te ya da Afrika’da bir liman
Kocaman gemilerin yanaştığı kıyıda
Tektük beyazın karıştığı yerli halk
Kurulmuş tezgâhların arasında dolaşır
Çarşıda pazarda her gün
Sayısız insanlarla yanyanasın
Bölük bölük geçen askerler görürsün
Hastaneler mahpusaneler önünden geçersin
Her biri kalabalığın arasına katılmış
Kiminin tramvay sürücüleri gibi ayak üstü
Kiminin hamurcular gibi tavan aralarında
Küçük yaştan katlanmakla her türlü kahra
Her türlü mihneti yüklenmekle omuzlarına
Bir gün göz açmaya kalmadan geçer ömrü
Sen ki bir âlem bile olsan tek başına
Sonunda o kalabalıktan bir kişisin
Şu kalabalıkta gördüğün herkesin
Bir kalbi var senin gibi, ya da düşünür
Her biri bir can taşır
Sen onları tanısan da tanımasan da
Sonunda her biri ne senden iyi
Ne senden daha fena
Senin gibi bir insandır bütün kusurlarıyla
KAR AYDINLIĞINDA
Uyandım kar aydınlığında
O küçük kasaba uykuda
Uykusuz bir sıra kavak
Hem gider hem dinlerim
Düş önüme yol göster derem benim
Kar mıhı atımın nallarında
Cebimde bir şişe konyak
Evlerinin avlusunda ayna nar
Sedirinde acı biber rengi bir kilim
Odan ıslak tahta kokar biraz da toprak
Gözlerim sana değer ısınır
Uzattım mı mangalına ellerimi
Her yanım tane tane mısır
Sanırdım patladı patlayacak
Sen sıcaktın yataklar sıcak
Pencerende aydınlık kar
Ateşim kömürüm esmerim benim
O günlerin tadı başka nerde var
Gençtik âşıktık deliydik
Seviştikçe ağardı karanlıklar
Bunca dağın karlarını erittik
ADINA YAKTIĞIM TÜRKÜLER
Ne söyler bu türküler
Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler
Sevilip sevdikten sonra
İnsan böyle yalnız mı kalır
Bahtına hatırlamak mı düşer
Ne söyler bu türküler
Bomboş ovalardan geçen trenler
Bir kere Menemen’den
Kolları kelepçeli bir adamla
Bir cardarma oturdular yanıma
Manisa’da indiler
Küçüktün annem söyledi
“Atımın adı Dilber’dir”
“İskender Bey dayımdır”
Büyüdüm neden sonra anladım
Has bahçede kör sarmaşık
Karışık güller arasına
Ben şahin değilim
Yükseklerde uçamam tek başıma
Serçe kuşu değilim
İnemem nar dalından
Pınar başına
Pencerem denize karşıdır
Oturur düşünürüm bazı günler
Seni beni mahzun eden bu haller geçer
Gün gelir herkes gibi ben de ölürüm
Bu aşk yürekten yüreğe yeniler
Bir gün ağızdan ağıza dolaşır
Adına yaktığım türküler
KISMETİ KAPALI GENÇLİK
Maçka’dan aşağı bir tütüncü tanıdık
Bir şişe rakı bir merhaba maksat hatır
Her akşam ayaküstü birkaç lâf atardık
Ardımdan o kalkar dükkânını kapatır
Ben açardım İstanbul’a karşı rakımı
İstanbul’a karşı iç iç düşün bu ne iştir
Günün bir yarısı çamur öbür yarısı
Durup dururken başlayan o baş ağrısı
Bunca yıl yalan okuduk yalan söyledik
Aklına kim gelirse gelsin bağır ver veriştir
Üzgün kısmeti kapalı koca bir gençlik
Karşımızda canım İstanbul canım deniz
İçtik içtik kahırlandık bunca yıl dilsiz
Kimdik ki yaşamımızı berbat ettiniz
Sizlere el uzattık düşman gibi itildik
Fakat İstanbul dev gibi büyük bir şehir
İyi kötü ne günler görmüş geçirmiştir
Geceleri yorgun çocuklarının terli
Alınlarında o doğurgan ana eli
Dinlendirir dizlerinde ümitlendirir
Kimse alamaz elimizden bu ümidi
Bunca yıl bu ümit bizleri tutan dimdik
Neydik düne kadar daha üç beş kişiydik
Çektik kapıları çıktık evlerimizden
Meydanlara sığmıyoruz kardeşler şimdi.
UÇANALI ZÜLFİKÂR BEYE AĞIT
Sağlığında yüzüne gülenler
Sofrasında ekmeğini yiyenler
Uykusunda pusu kurdular
Zülfikâr Beyi vurdular
Zülfikâr Beyi vuran Uçanalı İsmail
Cellat olmasına cellat, çingene değil
Zülfikâr Bey mertti yiğitti
Fakir ağlatmadı, mazlum ezmedi
Hile nedir, kuşku nedir bilmezdi
Korkusuz uyudu, korkusuz gezdi
Var git İsmail var git, namert kişisin
Hem sen düşün, hem de sana yol gösteren düşünsün
Varmayın üstüme yeter, beni söyletmeyin
Ben bilirim dost kim, düşman kim
Bilirim kim sinsi adımlarla peşimizde gezer de
Göz göze gelince başını eğer
Nolaydın Zülfikâr Bey nolaydın
İsmaile güvenmeyip teslim olaydın
Bu dağlar Uçana dağlarıdır
Manastır’dan Florina’ya kadar uzanır
Uçana dağlarında akan sular, uçan kuşlar
Zülfikâr Bey diye ağlaşır
Gayri İsmail netse neylese
İçine korku düşmüştür, yüzü karadır
Uçana dağlarına gözü pek, yüreği pek
Zülfikâr Bey gibi adam yaraşır
Açıklama: Zülfikâr Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Batı Trakya’yı işgal eden düşman kuvvetlerine karşı dağa çıkmış; savaşın sona ereceği günlerde bir gece evinde konakladığı eski kâhyası Uçanalı İsmail tarafından uykusunda mavzerle öldürülmüş.
BUĞDAYDAN ÖĞRENDİM ŞİİRİ
Buğdaydan öğrendim şiiri
Canım kara buğdaydan
Tadı tat binlerce yıldır
İyilik cömertlikle alır
Sofralarda yerini.
Akan sulardan öğrendim
Kimsesiz çeşmelerden kırda
Duru pınarlardan dağların beleninde
Denizden ya da, yazlar kışlar geçer
Tükenmez bize anlattıkları.
Kır çiçeklerinden öğrendim
Ürerler dağ bayır kendiliğinden
Renkleriyle kurumlanmadan
Ayırmadan çobanı beyi
Sunarlar güzelliklerini.
Köy kahvelerinde öğrendim
Yağmur, toprak, kadınlar, severek
Bir ömür sözünü ettikleri
Ne kıtlıklar kırar umutlarını
Ne istekleri biter tükenir.
Çarşıda pazarda öğrendim şiiri
Küfürlerinden balıkçıların şoförlerin
Saysam ustalarım hep böyle gider
Adsız ağaçlar, göğün değişimleri
İçgüdüleri kuşların böceklerin…
Nasıl renk renk açarsa kır çiçekleri
Kayanın dibinden patlarsa kaynak
Sevince sarhoş olunca bizlerden biri
İndirir yumruğunu yırtarsa gömleğini
Şiir yazarım ben de kanımı akıtarak…
HÜRRİYETE ÖVGÜ
Boşuna değil dökülen kan
Hatıran daha aziz çıkacaktır
Bu felaket senelerinden
Asırlardır bu böyledir
Bütün kötülükler geçer
Yaşar iyi ve güzel olan
Sen çalışmanın ve düşünmenin hakkısın
Kanunların, nizamların üstünde
Talihisin insanlığın
Her sevgi hayatla biter
Yalnız senin aşkın kalır
Genç çocuğa babadan
Boşuna değil dökülen kan
Şehirlerde, köylerde çocuklar büyüyecektir
Daha zeki daha çalışkan
Bütün acılar unutulacak
Şarkılar daha yürekten söylenecektir
Yıkılan evler köprüler
Daha sağlam kurulacaktır tekrar
Yeniden fabrikalar yükselecek
Tarlalar genişleyecektir
Boşuna değil dökülen kan
Tarihin akışından anlıyorum
Kuvvet zamanla yıkılır
Yalnız senin uğrunda ölür insan
Yarası acımadan.
YAĞMURLU DENİZ
Bırakın beni
Dışarda yağan yağmurlar alsın
Yanısıra yağan yağmurların
Kaldırımların dibinden dibinden
Mutludur denize doğru giden
O her gün oyuklarından yere iner
Yaprak yaprak merdiven bir ağacın
Biraz dudak boyar biraz taranır
Önünde içi yağmur dolu bir aynanın
Çıkar adımlarını yağmurlara bırakır
Açıklarda denizin üstünde yüzen
Yağmurlarlayım ben
Aşk yorgunu dinlenen
İTHAF
Küçüğüm, sen şimdi on sekizindesin
Güzelliğin gün günden dillere destan
Hatıramda her biri seninle canlanan
İzmir’in günlerinde gecelerindesin
Sönmüş yanardağlar, kaleler eteğinde
Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir
O âşık kadınları, levent erkekleri nerde?
Sahiden yaşayıp göçtüler mi kim bilir?
Balkonlara, yalılara dalar düşünürüm
O günler uzaklaşan yelkenlerin peşi sıra
Akan bulutlar gibi geçmiş: ne iz, ne hâtıra!
Sır şimdi bunca güzel hayat, güzel ölüm!
Sır şimdi gözyaşları, saadet dilekleri
Bize gelen yüzyılların hikâyesi sır
Eski İzmir diye ne varsa şunun bunun bildiği
Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır
Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır
Ben gönlümce yaşadım, gönlümce sevdim
Bilirim saadetim, yalnızlığım bundandır
Seni bulduğum, kaybettiğim günden bilirim.
Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum
Gün gelir aşklarıyla anılır şehirler anılırsa
Niyetim sevdalı sözler etmek de olmasa
İzmir için ne yazarsam sana adıyorum!
AY IŞIĞI
I
Ben uzaklardan beklerdim,
Sayarak günlerimi.
Bu gece penceremden düşen ay ışığında,
Birden yanıbaşımda buldum
Bir ağaç gibi çiçeklenmiş
Anladım almış yürümüş
Sarmış bu sevda içimi
II
Gece yarısı elbiselerim,
Ayakkabılarım üstüne
Düşen ay ışığı,
İnsan böyle mi olur
Sevdaya tutuldu mu?
Bütün eski kitapları okudum,
Yaşlanmış güzellere sordum,
Mutluluk bu mu?
Ama bu sarışın
Ötekine hiç benzemiyor.
Ah, daha yeni yeni anladım
O küçük elleri, gülen gözleriyle
Beni bu kadar seviyor…
Kalmadı başka korkum
Düşünmeden eline bıraktım kendimi
Bütün dostlarım söylüyor
Bu sefer mutlaka tutuldum
III
O yanından döndüğüm, gece yarıları
Güler, konuşurdum, kendi kendime
Tutmasam, kucaklayabilirdim ağaçları.
Kimbilir, gelen geçen
Görünce ne derdi halime.
Sizin de, seviştiğiniz, kardeşler
Mevsim bahara rastlarsa
Benim canım açılmak isterdi
Mutlaka bir başkasına
Öperdim evde ilk karşıma çıkanı.
Uzakta, şimdi çok uzakta…
O nar tanesinden taze
Kuştüyünden hafif geceler
Kalbim ümit içinde yüzer
Dünyam yıkanır ay ışıklarıyla…
BİR ANA
Kadın çamaşırdan dönüyor olmalıydı
Kolunda bohça, sert soda kabartmış ellerini
O yaşta bütün Yahudi kadınları gibi
Sırtında eski bir siyah kadife hırka
Bir şikâyet yorgunluk ifadesi bakışlarında
Küçük, çilli, dik kızıl saçlı
Satılmamış gazeteleri koltuğunda
Üşüyen bütün küçük çocuklar gibi
Burnunu çeke çeke, avuçlarını hohlaya hohlaya
Sürterek eskimiş kunduralarını
Ayak uyduruyordu anasının adımlarına
Onlar önde, ben arkada
Bir mart gecesi on birden sonra
Taksim’den Tünel’e kadar yürüdük
Alçak sesle konuşuyorlardı aralarında
Sanki bir değirmen ağır ağır dönüyor
Hayat, ağır ağır akıyordu
Bulanık, kirli nehirler gibi
Büyük, karanlık binalar arasında
SON
İçimden hep iyilik geliyor
Yaşadığımız dünyayı seviyorum
Kin tutmak benim harcım değil
Çektiğim bütün sıkıntıları unuttum
Parasız pulsuzum ne çıkar
Gelecek güzel günlere inanıyorum
Gelecek güzel günlere
Sonunda galip geleceğine eminim
İyiliğin, zekânın ve cesaretin
İmanım var zaferine
Aşkın, adaletin ve hürriyetin
Yetiştiğim halkın içinde
Bütün şiirini duydum
Çalışmanın ve sefaletin
Kulak verin işe gidenlerin türkülerine
Yorgun argın dönüşlerini seyredin.
Şairleri peygamberleri düşünüyorum
Yaşamak o kadar tatlı ki
Daimî bir sevgi içinde
Galip sesini işitiyorum hakkın
Asırlarca zulme ve işkenceye
Gelecek güzel günlere inanıyorum
İmanım var bereketine toprağın
Ve makinenin kudretine
Parasızım pulsuzum ne çıkar
Huzuru içindeyim rahata kavuşanların
Hayatının son senelerinde.
KIZILÇULLU YOLU
Hıdırellez günü, Kızılçullu yolu
Beni herkes severdi çocukluğumda
Arabacı yanına oturtur
Kırbacı bana verirdi.
Ben Fıtnat hanımın oğlu,
Zayıf bir kızı severdim
Gözlerinin içi gülerdi.
Hıdırellez güneşi,
Beraber tırmanmadık mı ağaçlara?
Siz kanatmadınız mı ellerimi
Elma çiçekleri?
UZAK HAZİRAN
İki dudak arası bir zaman
Göz göze geldikse geçerken
Mayıs’la Haziran arasında
Yağmurlu bir saçak altından
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan
Uyanıp kış uykularından
Şubat’la Mart arasında
Eylül’le Ekim arasında
Yaz sularından kıyıya çıkan
İki adım arası bir zaman
Göz göze geldikse geçerken
Günlük güneşlik bir kaldırımdan
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan
Aşktı görmedik bilmedikse
Kim bilir hangi Eylül bir daha
Hangi uzak Haziran