1960 Sonrası Türk Hikâyesi

1960 Sonrası Türk Hikâyesi

1960 Sonrası Türk Hikâyesinin Genel Özellikleri

  • 1960-1970 yılları arasında yazar sayısı artmış, konularda çeşitlenme olmuştur.
  • Köylülerin, işçilerin kenar semt halkının sorunları, kadın-erkek ilişkilerinin ele alındığı, dönemin siyasi olayların öykülere yansıdığı görülür.
  • Hikâyelerde gecekondu bölgelerinde yaşayan insanların sorunları, küçük memurların ve işçilerin yanı sıra 1960’tan sonra artan işsizliğin bir sonucu olarak Almanya’ya giden işçilerimizin yaşantılarından kesitler, kadın sorunları, köyden kente göç, kapitalist yaşamın getirdiği bunalımlar gibi toplumsal sorunlar ele alınmıştır.
  • Toplumsal konuların yanında bireye önem verme görülür.
  • Yazarlar, insanın çevresiyle uyumsuzluğunu; yaşanılan düzene, alışkanlıklara, ahlak ölçülerine başkaldırma isteklerini, bireyde tedirginlik, bıkkınlık yaratan durumları psikolojik çözümlemelerle okuyuculara aktarmışlardır. Genellikle kişilerin içinde bulundukları durumdan kurtulamadıkları kurmacalar, anlatımlar oluşturulur.
  • Öykü, bağımsız bir yazı türü olarak kabul edilmeye devam eder.
  • 1960’lı yıllarda tema ve kurgu bakımından tamamıyla yenilikçi gelişmeler yaşanır. Toplumcu gerçekçi anlayış öykülerde kendini gösterir.
  • Türk hikâyeciliğinde varoluşçuluk akımı hikâyelerde etkili olur.
  • Toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişiler üzerinde durulur.
  • 1970’li yıllarda yazarlar, estetik kaygılardan uzaklaşıp düşüncelerini ön plana çıkaran eserler verirler. Hikâyelerde daha çok siyasi, toplumsal ve günlük konular ele alınır.
  • Bu dönemde yazarlar modernizm ve postmodernizm akımlarıyla birlikte hikayeyi teknik ve anlatım olarak geliştirmişlerdir.
  • Türk hikâyeciliği yeni eserlerle çeşitlenir, zenginleşir.

Cumhuriyet Dönemi’nde 1960’tan sonra hikâye yazarları toplumsal sorunların yol açtığı kaygı ve bunalımları geleneksel anlatımın dışına çıkarak psikolojik çözümlemeler yoluyla yansıtmışlardır. Alışagelmiş tema ve kurgulama yönteminin dışına çıkarak yeni arayışlar içine girme, 1960 sonrası hikâye yazarlarının ortak eğilimidir.

Bu dönemde içerik olarak bireyin bunalımı, toplumla uyuşamama, huzursuzluk, yabancılaşma ve yalnızlık gibi temaların ele alındığı modernist hikâyeler yazılır. Modernist anlayışın yansıması olarak hikâyelerde bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş gibi anlatım teknikleri kullanılır.

Modernist hikâyelerde klasik hikâyede esas olan olay, kişi, çevre vb. unsurları önemsizleştirilerek bakış açısı, çağrışım, imge ve ironi ön plana çıkarılır. Modernist anlayışla kaleme alınan hikâyelerde dün-bugün-yarın şeklinde ilerleyen klasik zaman akışı yerine zamanda geriye dönüşler ve ileriye sıçramalarla zaman zincirinin kırıldığı, parçalı bir zaman akışı tercih edilir.

Türk edebiyatında Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nezihe Meriç, Ferid Edgü, Haldun Taner, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Vüs’at O. Bener, Latife Tekin, Leyla Erbil, Orhan Duru gibi yazarların eserlerinde modernizmin yansımaları görülür.

Dünyadaki siyasal, ekonomik ve toplumsal değişiklikler ülkeleri etkilemiştir. Bu değişimler; genelde sanata, özelde ise edebiyata yansımış ve yön vermiştir. 1980’li yıllar dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal değişimlerin yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir. 1980 İhtilali ile Türkiye oldukça karışık bir siyasal ve toplumsal ortamla karşı karşıya kalmıştır. Bu dönem birçok şeyin başlangıcı olduğu gibi edebiyatımızda da yeni bir dönemi başlatmıştır. 1990’ların başında SSCB’nin dağılması, küreselleşme çabaları gibi birtakım değişimler insanların ve toplumların kaderini tayin etmeye başlamıştır. Bu dönemde toplumcu edebiyat büyük bir yara alırken sosyalizmin çöküşü gibi dünyadaki önemli gelişmelerle birlikte ideolojilere karşı bakış açısı değişmiş, kimlik bunalımı ve buna bağlı olarak yeni arayışlar başlamıştır.

Öykü yazarlarımızın sayısındaki büyük artış 1960-1970 yılları arasında görülüyor. Bu yıllarda öykü yazarı olarak;

Bu dönemde;

ise roman ve öykü yazarıdırlar.

Leyla Erbil (1931-2013)

Leyla Erbil, 1960’lı yılların başında bireye eğilen öyküleri ile tanınan bir yazarımızdır. Toplum sorunlarına bireyden hareket ederek eğilen yazar, insanların davranışlarını yalnız gözlemlemekle kalmayarak onları bu davranışa yönelten nedenlere, bilinç altına inmeye çalışır. Nedeni ne olursa olsun, yalnızlığı en çok duyanların aydınlar olduğuna dikkati çeken Erbil, cinselliği de aydınlar, daha çok da kadınlar açısından ele almıştır.

Kimi öykülerinde evliliği ele alan kadınların sorunlarına değinen yazar, bu konular dışında Cumhuriyet döneminde işçi göçüne değinen ilk yazarlarımızdan biri olarak dikkati çeker. Genelde kent insanını anlatan Leyla Erbil, aydınların halktan kopuk oluşlarını eleştirilecek yanlarını ortaya koyar. Öykülerinde rüyalardan yararlanarak 2. Meşrutiyet yıllarından başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarına değin geçen olayları verir ve Cumhuriyet döneminde 12 Mart’a gelir.

Anlatımında kişinin bilinç altını, iç dünyasını yansıtma amacı görülen Erbil öykülerini Hallaç, Gecede, Eski Sevgili, Zihin Kuşları adlı kitaplarında bir araya toplamıştır.

Bilge Karasu (1930-1995)

Sanatın toplumsal bir işlevi olduğuna katılmayan Bilge Karasu da bireyin yalnızlığı ve iletişimsizliğini ön plana almıştır. Bireyin kendi yalnızlığı içinde, yaşadığı dünyayı kavramaya çalışmasını, bu çabayla dünya ile ilgili bilgiler edinişini veren Karasu kimi öykülerinde zaman bakımından Bizans’a değin geri gidip 27 Mayıs Devrimi’ni hazırlayan olaylara gelir.

Yorumunu okuyucularına bıraktığı öykülerini, olgu, düşünce ve çağrışımı birbirine koşut olarak sürdürme tekniği ile yazmıştır. Öykülerinde zamanı içinde bulunulandan geriye dönüşler yaparak kullanan yazar, geri dönüşlerde kısa, devrik ya da yarım bırakılmış cümlelerden oluşan anlatımıyla vermiştir.

Öykülerinde en çok değişik cümle kuruluşlarıyla dikkati çeken Karasu’nun öykülerini Troya’da Ölüm Vardı, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, Ölmüş Kediler Bahçesi, Kısmet Büfesi kitaplarında bir araya toplamıştır.

Sevim Burak (1931-1983)

Bu yılların öykü yazarları arasına tek öykü kitabı Yanık Saraylar’la katılan Sevim Burak, kitabında bir araya topladığı öykülerinde kadınların iç ve dış dünyasına eğilen bir yazar olarak dikkati çeker. Değişik çevrelerde, değişik koşullarda yaşamlarını sürdüren kadınların, çeşitli sorunlarla dolu yaşantılarını izlediğimiz öykülerinde içinde bulunulan durumdan kurtulmak için çırpınan insanların genelde yenildiklerini görürüz. Öykülerinin en ilginç yanı anlatımı ve yazı,ş biçimidir. Satırları gelişi güzel bölmesi, kimi yerde cümleyi tek sözcüğe indirerek alt alta sıralaması, büyük harfleri kullanmadaki gelişigüzellik okuyucuyu yadırgatır.

Demir Özlü (1935-2021)

Mavi hareketinin özgün sanatçılarından olan Demir Özlü, bireyin çevreyle ilişkilerinin kopuşunu ve iletişimsizliği konu alan yazarlar arasındadır. Yalnızca gözlemcilikte kalan gerçekçiliğin bırakılarak, bireyin iç ve dış dünyasının da aynı ölçüde verilmesi gerektiği düşüncesini benimseyen Özlü, öykülerini ilk olarak Bunaltı adlı kitabında bir araya toplamıştır.

Öykülerinde daha çok, çevreden kopukluk, yalnızlık ve kimsesizlik, karamsarlık, umutsuzluk, toplumun eleştirilecek yanları ele alınmıştır. Öykülerinin bir bölüğünde de 1960 sonrası olayları buluruz. Bu onun bireyden topluma doğru genişlediğini gösterir. Avrupa’daki işçilerin sorunları, eğitimdeki bozukluklar gibi toplumsal konuları ele aldığı öykülerindeki kişiler bunalımlarından kurtulmuşlardır. Kimi öykülerinde de ideolojik sorunlara eğilen yazarın başarısı insanları iç ve dış dünyalarıyla vermesidir.

İlk öykülerinde Sait Faik etkisi görülmekle birlikte giderek varoluşçuluğa kaydığı görülür. Bunaltı’dan sonra öykülerini Soluma, Boğuntulu Sokaklar, Öteki Günler Gibi Bir Gün, Aşk ve Poster, Stocholm Hikayeleri kitaplarında bir araya toplamıştır.

Behiç Duygulu (1933-1985)

Öykülerini Ağlama N’olur, Sultan Bayırı, Gölgede Gezintiler adlı üç kitapta toplayan Behiç Duygulu da daha çok bireyi konu alan bir yazar olarak görünür.

Öykülerini çeşitli ruhsal durumlarını, insan-doğa ilişkilerini, ya da doğa sevgisini yansıtır. İşlediği konulara uygun olarak seçtiği kişiler mutsuzlukla mutluluğu bir arada yaşayan daha çok mutsuz olmayı yeğler görünen kişilerdir. Öykülerinde bir ileti vermek için kendini zorlamayan Duygulu okuyucuyu pek göz önüne almayan bir yazar özelliği taşır.

Demirtaş Ceyhun (1934-2009)

Öykü yazmaya gerçeküstücü bir yaklaşımla başlayan Demirtaş Ceyhun, ilk öyküsünden sonra topluma yönelmiştir. Öykülerinde ağa-ırgat çatışması, yağmur bekleyen ırgatların doğayla savaşımı gibi değişik sorunlarla birlikte cinsel sorunlara da yer vermiştir. Zaman zaman bireye de yönelen Ceyhun dış gözlemlerden çok iç çözümlemelere, bilinçaltına, soyutlanmalara eğilen öyküler yazmıştır.

1970’lı yıllarda konusunu Adana yöresinden aldığı öykülerinde köyde ve kentte Anadolu insanını vermiştir. Bu öyküleri ile köy edebiyatına katıldığını belirten Demirtaş Ceyhun öykülerini, Tanrıgillerden Biri, Sansaryan Hanı, Çamasan, Apartman, Babam ve Oğlum, Eylül Öyküleri kitaplarında bir araya toplamıştır.

Adnan Özyalçıner (1934)

Öykü yazarlığına toplumsal bir düşünceyle yaklaşan Adnan Özyalçıner 1960’ta yayımladığı Panayır adlı kitabıyla adını duyurmuştur. Her olaydan bir öykü çıkabileceği düşüncesiyle yazan Özyalçıner, konularını kentin yoksul insanlarına yöneltmiştir.

İlk öykülerinde bu insanların yaşayışlarını, çektikleri sıkıntıları ele alan yazar, ikinci kitabı Sur’da gerçekçi ve toplumsal öyküler arasında değişik öyküleriyle dikkati çekmiştir. Bu öykülerinde kent yaşamının kurallarının bireyin yaşayışı üzerindeki olumsuz etkileri verilmiştir. Az sayıda olmakla birlikte öğrenci olaylarına değindiği öyküleri de vardır. Adı geçen iki öykü kitabına; Yağma, Yıkım Günleri, Gözleri Bağlı Adam, Canbazlar, Savaşı Yitirdi ve Sağnak’ı eklemiştir.

Nevzat Üstün (1924-1979)

Nevzat Üstün, şiir, roman, öykü için kural koyulmasından yana olmayan bir yazarımızdır. Öykülerinde bu anlayışına bağlı olarak gördüklerini, izlediklerini yansıtmıştır. Öykülerinde, Güneydoğu Anadolu’dan hareketle Anadolu insanının yaşayışından kesitler, Almanya’ya gidenler ve geride kalanlar, evlatlık verilen kızlarla, genelevdeki kadınların sorunları gibi konulara değinmiştir.

Gerçekleri kendi yorumuyla veren yazar, öykülerini Yaşanma Duvarı, Almanya Almanya, Çıplak, Akrep Üretim Çiftliği, Boğaların Ölümü kitaplarında bir arada yayımlamıştır.

Necati Tosuner (1944)

Özgürlük Masalı kitabıyla tanıdığımız Necati Tosuner, öyküyü başlı başına bir yazı türü olarak benimseyen yazarımızdır.

Öykülerinde kişinin özürlü oluşundan gelen, mutsuzluk ve yalnızlık duygusu egemendir. Öykülerin çoğunda özürlü insanın iç dünyası, bunalımları ve toplumda karşılaştığı sorunlar sergilenir. Giderek toplumsallığa doğru açılan yazar, Çıkmaz’da toplanan öykülerinde eksiklik duyan insandan çevreye doğru açılmıştır. Ancak, bireydeki yalnızlığın verdiği umutsuzluk sürmektedir. Birey zamanla özürlü yanıyla birlikte yaşamaya alışır. Kambur ve Sisli’de bu konuları işlediği öyküleri buluruz.

Öykülerinde duygular, düşler ve çağrışımlardan yararlanma tekniğini uygulamıştır. Daha çok kendini ve yaşamını anlattığı öykülerinin toplandığı bir kitabı da Necati Tosuner Sokağı’dır. Öykü kitaplarına son olarak Güneş Giderken’i eklemiştir.

Erdal Öz (1935-2006)

Erdal Öz, ilk öykülerinde toplumsal konuları ele almakla birlikte olaylara duygusal ve kişisel bir yaklaşım gösteren Erdal Öz, Yorgunlar adlı öykü kitabıyla tanınmıştır.

Öykülerinde yer yer duygusallığın yer aldığı bir romantizmle karşılaşılır. İlk öykülerinden sonra romantizmden sıyrılarak bir dönemin gençliğini, sorunlarıyla birlikte vermiştir. 1960-1970 arasının önemli olaylarını nesnel bir yaklaşımla verdiği öykülerinde duygusallığı da bırakmadığı görülür bununla birlikte duygu sömürüsüne yönelmemiştir.

Öykülerinde kendisinin içinde yaşadığı olayları aktaran, bu olayların insanlara verdiği acıyı, korkuyu, üzüntüyü, yalnız bırakılmışlık duygusunu, kardeşliğe özlemi duyuran Erdal Öz, Yorgunlar’dan on üç yıl sonra yayınladığı Kanayan’dan başlayarak; Havada Kan Sesi Var ve Sular Ne Güzelse kitaplarında öykülerini bir araya toplamıştır.

Bekir Yıldız (1933-1998)

Bekir Yıldız, 1960’lı yılların sonlarına doğru bunalım edebiyatından sonra öykücülüğümüzü yeniden topluma yönelten yazarlar arasında önemli bir yer alır. 1968’de Raşo Ağa ile kendisini edebiyat dünyasına tanıtan Yıldız, öykülerini nesnel bir gerçekçilikle yazmıştır.

Öykülerinin konularını kentten, kendi yöresi olan Güneydoğu’dan ve bir süre yaşadığı Almanya’dan almıştır. Kentten aldığı öykülerinde daha çok yaşam kavgası içindeki insanın sorunlarını anlatır. Güneydoğu’yu tanıttığı öykülerinde yöre halkının günlük yaşayışını ve törelerini verir. Almanya’yla ilgili öykülerinde, Almanya’ya göçen bir işçi olarak, köyden kente göçün yurtdışına kayışı üzerinde durur. Anadolu insanının yabancı bir ülkede çektiği sıkıntıları dile getirir.

Bireyi toplumdan soyutlamayan yazar, ilk öykülerinde gerçeği olduğu gibi, bir yansıtıcı olarak vermekle birlikte, okuyucuyu yönlendirmeye başlamıştır.

Raşo Ağa’dan sonra öykülerini; Kara Vagon, Kaçakçı Şahan, Sahipsizler, Evlilik Şirketi, Beyaz Türkü, Almanya Ekmeği, Dünyadan Bir Atlı Geçti, Demir Bebek, İnsan Paşası, Mahşerin İnsanları, Bozkır Gelini, Ölümsüz Kavak, Seçilmiş Hikayeler’de bir araya toplamıştır.

Dursun Akçam (1930-2003)

Bu yılların toplumcu sanat anlayışıyla yazan öykü yazarlarından biri de Dursun Akçam‘dır. Öyküyle romanı birlikte düşünen yazar, halkımızın köklü öykü geleneği nedeniyle kısa öyküye büyük görevler düştüğü düşüncesindedir.

Köylüyle yapılan söyleşilere dayanan öykülerinde Doğu Anadolu’yu yansıtmıştır. Maral ve Ölü Ekmeği adlı kitapları bu konudaki öykülerini içerir. Daha sonra köyden kente göç ve nedenleri üzerinde durmaya başlayan Akçam bu öykülerini de Taş Çantası ve Köyden İndim Şehire’de bir araya toplamıştır.

Öykü tekniğinden çok, anlatmak, söylemek istediklerin aktarmaya önem veren yazarın son öykü kitabı Sevdam Ürktü’dür.

Orhan Duru (1933-2009)

Orhan Duru, yetmişli yılların öykü yazarları arasında kara gülmeceden, bilim kurguya doğru giden bir yazar olarak dikkati çeker. Yeni bir gerçekçilik anlayışı, belirli kalıplardan sıyrılma çabasıyla öykü yazarlığını geliştiren Duru, toplumsal gerçekçilik yerine yazımsal gerçekçiliği yeğlemiştir.

Gülmeceyi bir çeşit direnç, içinde yaşadığımız duruma tepki ve kendini rahatlatma olarak düşünen yazar, daha çok politik ve ekonomik kargaşanın insanı, toplumu bunalıma sürükleyişini yansıtmıştır.

İlk öykü kitabı Bırakılmış Biri’ne, Denge Uzmanı, Fırtına ve Sarmal’ı eklemiştir.

Necati Cumalı (1921-2001)

Öykülerini yazmaya başlarken Sait Faik‘ten büyük ölçüde etkilenen Necati Cumalı öykülerindeki konu çeşitliliğiyle dikkati çeker. Romanlarında ele aldığı konulara yenilerini ekleyerek yazdığı öykülerinde işçilerin sorunları, kimsesiz çocukların, düşkün kadınların yaşayışı, günlük yaşayış, kasaba yaşayışından değişik alıntılar, dinde tutuculuk… gibi çeşitlilik öykülerinin ilgi duyularak okunmasını sağlar. Kim öykülerinin konuları ise yurt dışına yaptığı gezilerin izlenimlerine dayanır. Öykülerinin bir bölüğünde de çocukluk yıllarının anılarını anlatır.

Bu konu çeşitliliği içinde, toplumun değişik kesimlerinden insanlarla karşılaştığımız öykülerini Yalnız Kadın, Değişik Gözle, Susuz Yaz, Kenten İnen Kaplanlar, Makedonya 1900, Dila Hanım, Revizyonist, Yakubun Koyunları, Aylı Bıçak’ta bir araya toplamıştır.

Mehmet Seyda (1919-1986)

Öyküyü, yazara özgürlük tanıyan bir tür olarak düşünen Mehmet Seyda, öyküleriyle romanları arasında temalar ve kişiler bakımından bir ilişki, bütünleşme olan yazarlarımızdandır.

Öykülerinin bir bölüğünde Zonguldak yöresini konu almıştır. Zonguldak Hikayeleri kitabında bir araya getirdiği öykülerinde askerlerin, köylü-işçilerin, çevre kasabalarda çoğunluğu oluşturan kişilerin günlük yaşayışlarını sergiler. Anahtarcı Salih’te toplanan bir bölük öyküsü de memleket öyküleri özelliği taşır. Romanlarında gördüğümüz, yaşamın daha çok cinsel eksen çerçevesinde dönüşünü öykülerinde buluruz. Yine romanlarındaki gibi, öykülerinde de kişinin iç dünyasını yansıtmaya özen gösterir.

Beyaz Duvar, Başgöz Etme Zamanı, Oyuncakçı Dükkanı, Garnizonda Bir Olay, Kör Şeytan, Bana Karşı Ben, Kapatma öteki öykü kitaplarıdır.

Talip Apaydın (1926-2014)

Öyküde ayrıntıya yer vermeye gerek olmadığı görüşünü benimseyen Talip Apaydın, kısa öyküler yazmıştır. Gözlemci gerçekçilikle yazdığı öykülerinin konularını genellikle köyden ve köylünün sorunlarından alır. Köylünün köyde ve kentteki yaşayışı, köy ve kasaba yaşayışından kesitler, Ateş Düşünce ile Öte Yakadaki Cennet’te toplanan öykülerinin konularını oluştururlar.

Öykülerinin kişileri de romanlarındaki gibi, ezik, çeşitli sıkıntıları olan, içinde bulundukları duruma karşın umutlarını yitirmeyen insanlardır. Aynı çizgide gelişen öykülerini, Koca Taş, Yolun Kıyısındaki Adam, Duvar Yazıları, Kökten Ankaralı, Hendek başı, Hem Uzak Hem Yakın adlı kitaplarda bir arada bulabiliriz.

Sevgi Soysal (1936-1976)

Tutkulu Perçem’le adını duyuran Sevgi Sosyal, ilk öykülerinde bireysel duyarlılıkları, sorunları işleyen bir yazar olarak görünür.

Varoluşçuluğun, biçim kaygısının ağır bastığı öykülerinde kadının toplumsal yaşantısına açıklık getirmek ister. Kadın erkek ilişkilerini daha çok cinsellik yönünden ele alan Sosyal, erkeğin egemenliğini kadının onun bütün yaptıklarına seyirci kalışını işler. Kadınların sorunlarını, Almanya’nın küçük bir kasabasında yetişen Tanta Rosa’nın yaşamıyla sürdüren yazar bu öykülerini de Tanta Rosa’da yayınlamıştır. Daha sonra yayımladığı Barış Adlı Çocuk’ta da yurduna karşı yabancılaşmakta olanların durumu anlatılır. Ayrıca, devlet düzenindeki bozukluklar, cezaevlerinin durumu da üzerinde durduğu konular arasındadır. Sevgi Soysal özellikle bu yıllarda bireysellikle toplumsallığı bir arada veren yazar olarak dikkati çeker.

Ferit Edgü (1936)

Öykülerini sanatın toplum sorunlarıyla ilgilenmesinin zorunlu olması gerektiği düşüncesiyle yazmaya başlayan Ferit Edgü, kısa sürede toplumsallığı bırakmıştır.

İlk kitabı Kaçkınlar’da topladığı öykülerinde ahlak ölçülerine, alışkanlıklara baş kaldıran tedirgin insanın yenilgisini verir. Çoğu insanın içine düştüğü bunalımın nedenini arar.

Öykülerinde insanoğlunun durumunu gün ışığına çıkartma çabası içinde olduğu görülür. İçinde yaşadığı ortama yabancılaşan, çevresiyle ilişki kuramayan, karamsar, mutsuz insanların yaşayışlarını, çapraşık ruhsal durumlarını yansıtmaya çalışır. Kimi durumları felsefeye dayalı bir bakış açısıyla veren Edgü bu çizgideki öykülerini Kaçkınlar’dan sonra, Bozgun, Av, Bir Gemide, Çığlık kitaplarında yayımlamıştır.

Yusuf Atılgan (1921-1989)

Yusuf Atılgan tek kitabı, Minareden Öte ile bu yılların öykü yazarları arasına katılmıştır. Kasaba, köy ve kentte geçen öykülerinde genellikle geleneksel toplum yapısıyla ileri toplum yapısı arasındaki çatışmaların bireylere yansıması, tekdüzeliğin getirdiği bıkkınlık, yaşama uyumsuzluk gibi konuları ele alarak bir ölçüde bunalım edebiyatı yazarı görünümündedir.

Öykülerinde içinde yaşadıkları toplum kesiminin karakteristik özelliklerini veren kişilerle karşılaşırız.

Kerim Korcan (1918-1990)

Bu yılların toplumcu yazarları arasına cezaevi öyküleriyle katılan Kerim Korcan, gözlemlerine dayanan öykülerinde cezaevlerinin iç yüzlerini sergiler. Daha sonra yazdığı öykülerini, Canlı Bayraklar’da toplamıştır.

Selim İleri (1949)

Altmışlı yılların sonlarında bu yılların öykü yazarları arasına katılan Selim İleri, öykünün romana, şiire, oyuna açık bir yazı türü olduğu düşüncesindedir. Daha çok romana benzeyen öykülerinde önece, romandakine benzer konuları ele almıştır. Giderek konuları çeşitlendiği görülür.

Öykülerinde Cumhuriyet döneminde yeni bir yönetime geçişten başlayarak öykülerin yazıldığı yıllardaki toplumu etkileyen olayları görebiliriz. Kimi öykülerinde ise, kişinin tedirginliği, çevresiyle uyuşamayışı bunalımı sergilenir. Selim İleri bireyden hareket ederek topluma yönelen bir yazar özelliği taşır.

Öykülerini bir yandan toplumcu gerçekçilik gelişirken bir yandan da varoşçuluk etkisini göstermeye; Cumartesi Yalnızlığı, Pastırma Yazı, Bir Denizin Eteklerinde, Eski Defterde Solmuş Çiçekler, Son Yaz Akşamı kitaplarında toplamıştır.

Değerlendirme:

Öykümüzün 1960-1970 yılları arasındaki gelişmesine bir göz atacak olursak, ilk dikkati çeken; yazar sayısının çokluğuyla birlikte, konularındaki çeşitlenme oluyor.

Toplumsal konular olarak köylülerin, işçilerin kenar semt halkının sorunları sürerken, kadın-erkek ilişkilerinin cinsellik açısından ele alındığı, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’ni hazırlayan olayların, 12 Mart Askerî Muhtıra’sının öykülere yansıdığı görülüyor.

Toplumsal konularla birlikte bireye önem vermede genişleme görülüyor. Yazarlar, daha çok insanın çevresiyle uyuşmazlığını, yaşanılan düzene, alışkanlıklara, ahlak ölçülerine baş kaldırma… gibi, bireyde tedirgin, bıkkınlık yaratan durumları psikolojik çözümlemelerle okuyuculara da yansıtmışlardır. Genellikle kişilerin içinde bulundukları durumdan kurtulamadıkları dikkati çeker. Öyküyü bağımsız bir yazı türü olarak kabul etme bu yıllarda da sürmüştür.

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu