Kurtlar Sofrası – Attilâ İlhan
Kurtlar Sofrası Romanı – Attilâ İlhan
Attilâ İlhan’ın romanı (1963-1964) Sonundaki notta 1954-1961 arasında yazıldığı belirtilen, iki ciltlik romanın kahramanı Mahmud Ersoy, Kurtuluş Savaşı’na katılmış, Kuvayi Milliye ruhuyla dolu Hüsnü Faik Bey’in çıkardığı ve “1945’te diktatörlüğe ilk baş kaldıran gazetelerden” Birlik gazetesinde yazardır.
Atatürk devrim ve ilkelerini yaşatmaya azimli bir kadronun karşısında karaborsacılar, çıkarcılar vardır: Zihni Keleşoğlu, Kılçık Nâzım, Asım Taga, Seyit Sabri, Mordahay ve İbrahim.
Adını taşıyan bir firmanın sahibi Keleşoğlu, cami yaptırarak para hırsını gizlemek, bağışlatmak isteyen bir tip. Ölmüş karısından doğma, Paris’te okumuş kızı Ümit ile, içki ve kumar düşkünü ikinci karısı Maide, birbirlerine hiç benzemeyen kişiler. Romanın kurtlar sofrasına yaklaşmış, yaklaşmamış, diğer birçok kişileri, özlemler, yıkılış ve intiharlarla çıkarlar karşımıza. Kolaylık Yapı İnşaat Şirketi’ndeki yolsuzlukları kamuoyuna duyurmak isteyen gazeteci Mahmut Ersoy, bu iş peşinde İstanbul’dan İzmir’e gideceği sırada, iki yıldır sevdiği Ümit’le vedalaşırken genç kızdan ümitlerini kesmek zorunda olduğunu anlar: Kız, Mahmut’a uzak bir dünyanın kızıdır. Aradan birkaç gün geçince Mahmut’un esrarlı bir şekilde öldürülüşü, Ümit’in hayat anlayışını değiştirir. Zengin babası Keleşoğlu’nun Kılçık Nâzım ile konuşup birbirlerini şiddetle suçlamalarına şahit olan Ümit baba evinden kaçar, Mahmut’un pansiyonunu tutar, sonra da Birlik gazetesi sahibi Hüsnü Faik Bey’i bularak, duyduklarını ona anlatır. Cinayeti ve çevrilen dolapları örten esrar perdesinin kalkmak üzere olması karşısında Keleşoğlu, Almanya’da eski bir dostunun yanına kaçmaya karar verirse de, Kılçık Nâzım ile yaptıkları hazırlık yarıda kalır; sahte pasaportlarla daha İstanbul’da yakalanırlar. Roman, Ümit’in, Mahmut’un bir sözünü hatırlamasıyla sona erer: “Memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü isyan haktır.” (Behçet Necatigil, Eserler Sözlüğü)
Konur Ertop: “Memleket o sıralarda gerçekten bir kurtlar sofrasına dönmüştür. Herkes çıkarını sömürmekte bulmaktadır ve bütün sömürücülerin parça parça yok ettiği şey halkın payıdır. Sürüklenilen yıkımdan kurtulmak için bir sentez ve bir hareket gereklidir. Romanda bunun ancak Kuvay-ı Milliye ruhuna bağlı demokrat bir toplumculuk ve ulusal bir devrimcilik olabileceği gösteriliyor.”
Muzaffer Erdost: “İstanbul’un barlarından gazete idarehanelerine kadar, gerek işyerleriyle, gerek kişileriyle, birbirlerinden tamamen uzak ve buna rağmen birbirleriyle çatışan toplumun yatay kesiti.”
Özdemir İnce: “Attila İlhan öz açısından çok boyutlu romanı seçerken, öyle bir seçime uygun düşecek biçimde sinematografik kurgu yönteminden yararlanıyor; durum ve eylem gözlemlerini bir kameranın acımasız çevikliğiyle gerçekleştiriyor; böylece, ortaya, toplumsal olduğu kadar insancıl boyutları da geniş tutulmuş bir roman çıkıyor.”
Emre Kongar: “Kurtlar Sofrası’nda, gerek tarihin yeniden değerlendirilişi, gerek toplumsal ve ekonomik olayların, kapitalistleşme süreci çevresinde verilmesi, teknik olarak her türlü bireysel etkileşim ve hatta sapıklıkları kapsayacak bir örüntü içinde, adeta bir Marx/Freud bireşiminin arayışını andırır biçimde işlenir.”