18. Yüzyıl Türk Edebiyatı

18. Yüzyıl Türk Edebiyatı Genel Özellikleri ve Sanatçıları

18. Yüzyıl Türk Edebiyatı

18. Yüzyılın Edebiyatının Genel Özellikleri:

  • 18. yüzyılda Mahallileşme (Yerlileşme) akımının edebiyat üzerinde derin etkileri olmuştur. Divan edebiyatının temsilcileri, Âşık edebiyatından ve halk zevkinden etkilenmiştir. Halk edebiyatı deyim ve söyleyişleri şiire girmiş, şiir dili kısmen sadeleşmiştir.
  • Bireysel konu ve temaların dışında özellikle Lâle Devri’nde sosyal yaşayışa ait temalar da edebiyata yansımaya başlamıştır.
  • Sefâretnâmeler, nesir (düzyazı) edebiyatımıza yeni bir çeşni getirmiştir.
  • Âşık edebiyatının gelişmesi, önceki yüzyıldaki kadar parlak olmamıştır.
  • Edebiyatımız, Batı edebiyatının etkisi altına girmeye başlamıştır.
  • 18. yüzyıl için “Son Klasik Dönem” şeklinde bir adlandırma kullanılmaktadır.
  • Bu dönem edebiyatı daha çok bir nazire edebiyatı görünümü arz etmektedir. Bu asırda en çok tanzir edilen şairlerin başında, gazelde Nabi, kasidede ise Nef’i gelmektedir.
  • Bu dönemde tasavvufi aşk birkaç temsilci dışında pek görülmemiştir.
  • Müstehcen söyleyişler, argo ve küfürlü sözler bu dönemde önceki asra göre kıyaslanmayacak kadar artmıştır. Sabit, bu tarzda yönlendirici bir isim olmuştur.
  • Osmanzade Taib, resmi fermanla “reis-i şairan” (şairlerin reisi) ilan edilmiştir.
  • Asrın sonunda Sünbülzade Vehbi “sultanu’ş­şuara” (şairlerin sultanı) seçilmiştir.
  • Bu dönemde, önceki asra göre kaside ve mesnevi sahasında ciddi bir azalma görülmektedir.
  • Gazeller ve tarihler ile şarkı, tahmis, murabba, muhammes gibi musammatların sayısında artış olmuştur.
  • Nedim ve Galip’ten sonra, kaside sahasının ilk akla gelen ismi Münif’tir. Münif’in dışında Seyyit Vehbi ve Sünbülzade­Vehbi anılması gereken önemli kaside şairleridir.

18.Yüzyıl Divan Edebiyatı:

  • XVIII. yüzyılda Divân şiiri İran edebiyatından uzaklaşıp bir parça mahallîleşir.
  • İstanbul Türkçesinin büyük şairi Nedim, bütün Divân edebiyatı içinde dahi orijinal sayılır.
  • Şeyh Galib ise Sebk-i Hindî‘nin en güçlü temsilcisidir.

Diğer şairler arasında;

sayılabilir.

Düzyazı (nesir) sahasında;

  • tarihçiler Silahdarzâde ve Raşid;
  • tezkireciler de Salim, Safayî, Ramiz, Esrar Dede’dir.
  • Değişik konularıyla Kani, İbrahim Müteferrika ve Giritli Aziz Efendi de dikkat çeken yazarlardandır. (Prof. Dr. İskender Pala)

18. Yüzyıl Edebiyatının Özellikleri

Bu yüzyılda Osmanlı Devleti siyâsî gücünü iyiden iyiye kaybetmesine, malî, iktisâdi türlü sıkıntılar içinde zor bir devir geçirmesine karşın, bilim ve kültür hayatıyla edebiyat, siyasî çöküntüden fazla etkilenmemiş ve büyük bir sarsıntı geçirmemiştir. XVIII. yüzyıl edebiyatı genel olarak XVII. yüzyılın devamı olarak gelişmesini sürdürmüştür. Özellikle şair iki padişah, yüzyılın başında Sultan III. Ahmed ve sonunda Sultan III. Selim devirlerinde sanatçı ve şairlerin korunmasıyla edebiyat ve kültür alanında büyük bir gelişme görülmüş, Divan edebiyatının iki büyük şâiri; Lale devrinde Nedim, yüzyıl sona ererken de eşsiz şiir dehasıyla Şeyh Galib yetişmiştir.

XVIII. yüzyıl başlarken Türk edebiyatında Nâbî‘nin şiirdeki egemenliği sürmekteydi. Onu usta bilen, düşünce ve hikmet tarzını benimseyen pek çok şâir, onun şiir anlayışında birleşmişlerdi. Sâbit, Dürrî, Kâmî, Selim, Sâmî, Râşid, İzzet Ali Paşa, Seyyid Vehbî Nabi etkisinde şiir söylemekteydiler. Bu etki sonradan Çelebizâde Âsim, Koca Râgıb Paşa, Fıtnat Hanım ve Haşmet’te de kendini gösterdi. Nedim yetişip üzüntüden ve düşünceden uzak bir dünya görüşüyle ve neşeli, coşkun söyleyişiyle kendini kabul ettirince bu şâirlerden çoğu onun yolunu benimsediler; Kâmî, Râşid, İzzet Ali Paşa, Seyyid Vehbî, Neylî, Fıtnat Hanım gibi şairler Nâbî yanında Nedim tarzında da şiir söylemeğe başladılar. Bu arada Osmanzâde Tâ’ib, Nazîm, Nahîfî, Hâtem, Esrar Dede gibi şâirler bu iki şâirin etkisinin oldukça uzağında kalmışlardır.

Yüzyılın sonunda Şeyh Galib apayrı, etkilerden uzak bir şiir yeteneğiyle ortaya çıkmıştır. Bu sırada devrin saygı duyulan üstadı Hoca Neşet (ölm. 180708)’tir. Büyük bir şâir olmamakla birlikte çok iyi farsça bilen ve İran edebiyatını iyi tanıyan Neş’et yetenekli gençlere farsça ve fars edebiyatı dersleri vermiş, genç şairlere mahlasnâmeler yazmıştır. Hanif, vakanüvis Pertev, Beylikçi İzzet, vakanüvis Âmir, Nâyâb ve Gâlib ondan çok yararlanmışlardır. Hoca Neş’et bir bakıma bu yüzyılda çok azalan İran şiiri etkisinin yeniden artmasına sebeb olmuştur.

XVIII. yüzyıl edebiyatının belli başlı özellikleri Nâbî, Nedim ve Gâlib’de görülen ve bunların etkisiyle yüzyıla egemen olan özelliklerdir. Bunların en önemlisi yerlileştirme akımı ve halk edebiyatına yakınlaşmadır.

XVII. yüzyılın sonunda Nâbî ve Sâbit’le başlayan edebiyata yerli unsurların, âdet ve ananelerin girmeye başlaması hareketi, XVIII. yüzyılda daha da hızlanmış, özellikle Lâle devri şâirlerinin Boğaz’ı, yeni yapılan binaları, buradaki eğlenceleri anlatmaları yerlileştirme çabasının başlangıcı olmuştur.

Devrin bütün olayları başta Nedim olmak üzere şairlerin divanlarına girmiştir. Divan edebiyatında şairler ilk kez çevrelerini görmeye başlamışlar, artık Şiraz’ı, Bağdad’ı ya da hayalî bir yeri değil, yaşadıkları şehir olan İstanbul’u anlatmışlardır; kaside, gazel, tarih ve şarkılarda güzelleri, güzellikleri, olayları, eğlenceleri, yazı, kışı, ramazanları ve bayramlarıyla yaşanılan canlı bir İstanbul hayatı vardır.

Yerlileştirme akımı bu yüzyılın öteki edebiyat türlerinde de görülmüştür; mesnevilerde, suriyye, şehrengiz, münşeât ve tarihlerde yerel konulara, halkın yaşayışına, adetlerine, kullandığı atasözleri ve deyimlere çokça yer verilmiştir. Nedim ve Gâlib’in hece vezniyle birer türkü söylemeleri de Divan edebiyatında ilk kez görülen çok önemli bir harekettir. Halk edebiyatına doğru bir yakınlaşma türkü ve koşma karşılığı olarak şarkı türünün bu yüzyılda gelişmesine yolaçmıştır.

XVIII. yüzyıl edebiyatının dikkat çeken bir özelliği de klasik divan şiirinin katı kaidelerinden kurtulmağa başlamasıdır. Yüzyılın başında yetişen şairlerde görülmeğe başlayan bu değişme Nedim’in de katılmasıyla hızlanmış ve yüzyıllar boyu kullanılan mazmunlar değişmeğe, hiç olmazsa yumuşamağa başlamıştır. Tekrar edile edile usanılmış belli benzetmeler dışına çıkılmış, güzelin saçının, gözünün rengi değişmiş, âşığın niyazı azalmış, sevgilinin nazı hafiflemiştir. Hatta bu değişme zamanla âşıkların bir başka sevgiliden sözetmelerine kadar vardırılmıştır. Bazen hiç mazmun kullanmadan da güzelliklerin anlatılabileceği, ustaca beyitlerin söylenebileceği ispatlanmıştır. Bu yüzyılda birkaç şeyh şair dışında tasavvufî aşk işlenmemiştir: Yaşanılan hayatın, beşerî aşk arzularının ortaya konması, bir bakıma şairlerin de paylaştığı Lâle Devri’nde yaşanan rahat, zengin ve coşkun bir masal hayatının şiire de yansıması sonucudur. Devrin şiirini en iyi biçimde simgeleyen Nedim’in yaşanan bu görkemli hayatı, bundan aldığı zevkleri coşkunlukla, ama incelikle ve nezaketle söylemesi, onun yolunda olan şairlerin bazılarınca yanlış yorumlanmış ve Nedim’in içtenliği, adiliğe kadar düşürülmüştür.

XVII. yüzyılı etkisi altına alan Sebki Hîndî Nâilî, Fehim, İsmeti, Şeyhülislam Yahya Efendi gibi Türk şairlerinin etkileriyle bu yüzyılda da devam etmiş; anlamda derinlik, hayallerde genişlik, dilde incelik başta Nedim olmak üzere bütün şâirlerde görülmüştür. Yüzyılın ikinci yarısında Hoca Neş’et’in Şeyh Gâlib’in de içlerinde bulunduğu genç şairlere İran edebiyatını ve Hind üslubunu yaratanlardan Sâibi Tebrîzî ve özellikle Şevketi Buhârî’yi okutup sevdirmesiyle bu üslubun ve genellikle İran şiirinin etkileri artmış ve özellikle Şeyh Gâlib’de üslubun öteki ana özellikleri; anlamda giriftlik, ıztırap ve tasavvuf bütün ağırlıklarıyla ortaya çıkmıştır.

Bu yüzyıl şiirinde görülen başka özellikler de; şarkı, manzum tarih ve nazirenin belirgin biçimde artmasıdır: Eskidenberi murabba adıyla anılan ve bestelenen nazım şekli, kafiye düzeninin değişmesi, halk şiirindeki koşma ve türkünün de etkisiyle XVII. yüzyıl ortalarında şarkı adını almış ve özellikle Lâle devri’nden sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Yalnız Türk nazmında görülen ve geniş halk kitlelerine seslendiği için daha sade bir dille söylenen şarkının gerçek ustası Nedim olmuştur. Nedim 28 şarkısıyla bütün şarkı şairlerine örnek olmuştur. Şarkı bu yüzyılın bütün şâirlerince benimsenmiş, murabba, muhammes, müseddes olarak pek çok şarkı söylenmiştir. Eskiye bağlı, klasik şiirden ayrılmayan Şeyh Gâlib bile bu modaya uyarak 11 şarkı söylemiştir.

XVIII. yüzyılda manzum tarihte de büyük bir gelişme görülmüştür. Özellikle Lale Devri’nde yeni binaların yapımı ve eskilerin onarılmasından, ramazan, bayram, nevruz, sadaret ve vezaret kutlamaları, şehzadelerin doğumları ve sünnetlerine, sultan düğünlerine, savaşta kazanılmış başarılara, yabancı devletlerle yapılan anlaşmalara, elçilere verilen ziyafetlere, devlet büyüklerinin nişan talimlerine kadar büyük ve küçük her olaya bütün şairlerce manzum tarihler düşürülmüş, kaside ya da kısa ve uzun kıt’a tarihler divanları doldurmuştur.

Padişah ve sadrazamla ilgili tarihler ayrıca tarih mecmualarında toplanmıştır, bunlardan biri Fâ’iz ve Şâkir’in topladığı Mecmu ‘ai tevârih’tir (Süleymaniye Ktp. Halet Ef. 763). Nedim (56 tarih), Râşid, Seyyid Vehbî, Küçükçelebizâde Asım, Es’adzâde Fâiz, Hâsib, Sâmî, Nevresi Kadîm bu devirde çok tarih söyleyen şâirlerdir. Manzum tarih yüzyılın ikinci yarısında da sürdürülmüştür. Bu arada Haşmet (18 tarih), Fıtnat Hanım (51), Sünbülzâde Vehbi (33), Enderunlu Fâzıl (32) çok tarih söyleyen şâirlerdendir. Şeyh Gâlib, bir tarikat şeyhi olduğu halde 68 tarihle devir olaylarıyla da yakından ilgilendiğini göstermiştir.

Bu yüzyılda nazirecilik de bir hayli gelişmiştir. Yüzyılın başında kasidede Nef î ve gazelde Nâbî en çok tanzir edilen şairlerdir. Daha sonra Nedim yeni bir sesle ortaya çıkınca en çok tanzir edilen şâir olmuştur. Nazireciliğin gelişmesinde, şairleri biribirine kaynaştırmada, onları sık sık şiir ve edebiyat toplantılarında biraraya getiren sadrazam ibrahim Paşa’nın da katkısı olduğu kuşkusuzdur. Şairler, eski ustalara ve biribirlerine söyledikleri nazireleri, tahmisleri bir yarışma havası içinde bu toplantılarda ortaya koymuşlardır. Yüzyılın sonunda İran şairleri yeniden taklid edilmeğe başlanmış, Sâib ve Şevket’e nazireler söylenmiştir.

Yüzyılın en sevilen ve en çok tanzir edilen şiirlerinden biri Râsih Bey (ölm. 1731 )’in Nedim’i bile hayran bırakıp bir kasidesiyle tanzir ettiği “üstüne” redifli gazelidir. Arpaeminizâde Sâmî (ölm. 1733)’in Bağdadlı Rûhî’nin Terkibbend’ine söylediği naziresi bu şiire söylenen pek çok nazirenin en tanınmışlarından biridir. Devrin en büyük şairi Nedim (ölm. 1730), başta Fuzulî olmak üzere birçok şaire nazire söylemiş, Nevâyî’nin bir gazelini Çağatayca tanzir etmiş, Râzî, Neşâtî ve Tıflî’ye tahmis, Nedim i Kadîm ve İzzet Ali Paşa’ya taştir yazmış, Enverî; İbrahim Paşa ve Sultan Ahmed’i tazmin etmiştir, İzzet Ali Paşa (ölm. 1735)’nın da gazellerinin çoğu Nedim’in gazellerine naziredir. Seyyid Vehbî (ölm. 1736)’nin de Fuzulî ve Baki gibi eski büyük şairlere ve devri şairlerinden Nedim’e çok sayıda naziresi vardır. Lâle Devri’nin en çok nazire söyleyen şairlerinden biri de Atıf Efendi (ölm. 1742)’dir. Küçük divanmdaki gazellerinin çoğu başta Nedim ve İzzet Ali Paşa olmak üzere bu devir şairlerine söylenmiş nazirelerdir. Küçükçelebizâde Âsim (ölm. 1760)’ın da Nâbî ve Nedim yanında Nâmî mahlaslı Mustafa Kulu Han’a azerî türkçesiyle söylediği nazireleri vardır. Koca Râgıb Paşanın çevresindeki şairlerden Haşmet (ölm. 1768) ve Fıtnat Hanım (ölm. 1780)’ın da karşılıklı nükte ve latifeleri yanında Paşa’ya ve biribirlerine nazireleri de vardır. Şeyh Gâlib, gençliğinde edebî kişiliğini aradığı sıralarda Fuzulî, Hayâlî ve Nedim gibi şairlere nazireler söylemiştir. Ayrıca 17 tahmis yazmıştır. Sünbülzâde Vehbî (ölm. 1809)’nin de şiirlerinin çoğu Bâki, Nabî, Sabit ve Nedim’e söylediği nazirelerdir.

XVIII. yüzyıl edebiyatının dili, genelde bir önceki yüzyılın, özellikle Sebki Hindi şairlerinin ağır ve süslü diline göre daha sadedir. Şiirde kullanılan dil ince, nazik ve pürüzsüzdür. XVII. yüzyılda olduğu gibi yine soyut ve somut kavramların birleştirildiği uzun tamlamalar vardır. Yabancı kelimeler de yine çok kullanılmaktadır. Ama bunun yamnda şiir dilinde bir sadeleştirme çabasının başladığı da bir gerçektir. XV. yüzyılda Cafer Çelebi ve Yahya Bey’le başlayan, XVI. yüzyılda Nazmî ve Mahremi ile sürdürülen Türkçeye daha çok yer verme hareketi XVII. yüzyıl edebiyatına egemen olan Hind üslûbunun etkisiyle duraklamış, ama yüzyılın sonunda Nâbî’nin ağır ve ağdalı şiir diline “Dîvânı gazel nüshai Kâmûs değildir” sözüyle tepki göstererek yabancı kelimelerin çokluğundan yakınması ve üstelik İstanbul’da konuşulan türkçenin arapçadan üstün olduğunu savunmasıyla daha sade bir dil kullanma çabası yaygınlaşmağa başlamıştır. Lâle Devri şairlerinin başta Nedim olmak üzere deyimleri ve atasözleriyle halkın kullandığı mahallî dili, yani İstanbul Türkçesini şiire sokma ve halkın diline yaklaşma çabalarıyla şiir dili oldukça sadeleşmiştir. Yabancı sözler bir derecede azalmış, hatta Arapça ve Farsça kelimeler de halkın söylediği biçimde, bozuk şekilleriyle kullanılmağa başlanmıştır. Dildeki sadeleştirme çabası soyut kavramlarla dolu uzun tamlamalı, ağır bir dil kullanan Gâlib Dede’de bile kendini göstermiştir.

Şiirde oldukça sade bir dilin kullanılması çabası, mensur eserlerde de daha kolay anlaşılır bir dilin kullanılmasına yolaçmıştır. Aslında XVII. yüzyılda ustalık sayılan Veysî ve özellikle Nergisî’nin çok süslü, ağdalı ve içinden çıkılmaz nesir dili doğal olarak birdenbire değişmemiştir. Nitekim Salim Tezkiresi, Bursalı Beliğ’in Güldestei Riyâzı İrfan, Şeyhî’nin Vekâyîi Fudalâ, Sâkıb Dede’nin Sefînei Nefisei Mevleviyye, Râşid Tarihi, vak’anüvis Şefik Efendi’nin Şehknâme’si, Esrar Dede’nin Tezkirei Şu ‘arâyı Mevleviyye ve Seyyid Vehbî’nin Sıirnâme’si gibi pek çok eserde yine ağır bir nesir dili görülür. Ama buna karşı mensur eserlerin birçoğunda, hatta inşa sanatında ustalık göstermek amacıyla özentili bir dille yazılan münşeatlarda bile daha sade bir dil görülmeğe başlanmıştır. Osmanzâde Tâib ve Sâdî Çelebi’nin münşeatları bu sadeleştirme çabasının belirgin örnekleridir. Na’imâ, Çelebizâde Asım, Silahdar Fındıklık Mehmed Ağa gibi tarihçilerin eserleri, bu yüzyılda yeni bir tür olarak ortaya çıkan sefaretnâmelerden bazıları, Erzurumlu ibrahim Hakkı ve Kânî’nin mektupları, yüzyılın sonunda pek çok bakımdan ilginç bir eser olan Muhayyelâtı Aziz Efendi’nin dili nesirde de sade Türkçe kullanımının yaygınlaşmağa başladığını göstermektedir.

  • MAHALLİLEŞME (YERLİLEŞME)

Mahallileşme (Yerlileşme) eğilimini biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir. Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak, Türkçeye yönelmek olarak özetlenebilir. Türki-i Basit (basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. Yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Nazmi’nin basit Türkçe şiirleri 45000 beyti aşan divanına serpiştirilmiştir. Ancak konular divan şiirinin konularıdır, ölçü olarak da aruz kullanılmıştır. Türkçeye yöneliş Nazmi’yi halk şiirlerinde çokça görülen cinas örneklerine itmekle kalmamış, benzetmelerde yaşadığı çevreden, yaşamdan yararlanmasına da yol açmıştır. Yabancı sözcükler kullanmadan salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamamıştır.

XVIII. yüzyılın sonlarında Nedim ile belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen manzumlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki’de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir. Ancak, yine de onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafında bulunduğu görülür. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması ve bu biçimin en güzel örneklerini vermesi yanında; yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa, dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesinin en güzel örnekleri sayılabilecek dizeler yazmıştır. Ama, Nedim’in açtığı bu çığır da yaygınlık kazanamaz; çünkü geleneğin dışına çıkamamıştır. Lale döneminin şairidir ve dönemin Patrona Ayaklanmasıyla kapanması onun da sonu olur.

Bu yüzyılın üstad isimleri:

  • NEDİM (1680-1730)

Nedim, 18.yüzyılın en önemli Divan şairidir. Doğma büyüme İstanbulludur ve İstanbul’u anlatan şiirlerinden dolayı İstanbul şairi diye anılır. Bu arada Lale Devri eğlencelerine de özel bir yer ayırır. Dini konulardan uzak durur. İstanbul Türkçesi ile yazdığı gazel, kaside ve şarkıları ile anılır. Şarkı nazım biçimini sevdirmiş, kaside türünde de yenilikler yapmıştır. Mesnevi yazmamıştır. Hece ölçüsüyle yazdığı bir türküsü vardır. Tek eseri divanıdır.

  • ŞEYH GÂLİP (1757-1799)

Şeyh Galip, Divan Edebiyatı’nın son büyük şairidir. Tasavvufa gönül vermiş. Mevlevi şeyhi olmuştur. Şiir dilinde, eskileri taklit etmeyi hoş görmemiş kendine özgü bir üslup yaratmıştır. Bu üslup, İran’da gelişen “Sebk-i Hindi” akımının etkilerini taşır. 19. Yüzyılda sembolizm etkisindeki Tanzimat şairleri, bu yüzden Şeyh Galip’i beğenirler.

Şeyh Galip şiirlerinde halk söyleyişlerine, İstanbul ağzına yer verir. Hece vezni ile şiir denemeleri vardır. Bu özellik; onun da mahallileşme akımından yana olduğunu gösterir. Tasavvuf konu ve temalarının yanında dünyevi aşkı da işlemiştir.

Divanından başka en önemli eseri Hüsn ü Aşk adlı sembolik mesnevisidir. Hüsn ü Aşk, edebiyatımızın, Allah aşkını işleyen en güzel örneklerindendir.

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu