15. Yüzyılda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Temsilcileri

15. YÜZYILDA DİNÎ-TASAVVUFÎ TÜRK EDEBİYATI VE TEMSİLCİLERİ

XV. yüzyıl Anadolusu’nda; “Dîni-Tasavvufî Türk Edebiyatı“, özellikle çeşitli coğrafyalarda bulunan Türk toplulukları arasında fikrî-dinî ve mimarî yönden bütün canlılığı ile gelişiyor ve merkezden muhite doğru yayılıyordu. Bu yayılma esnasında XV. yüzyıl Anadolusu’nda gittikçe güzelleşen bir mimari ile kurulan ve sayıları süratle çoğalan mescitler-camiler, medreseler-tekkeler-türbeler, sebiller-çeşmeler vb. dinî hayat kadar Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının da yücelmesine vesile olan abide eserler ortaya konuluyordu. Böylece aynı çağ Anadolusu’nda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı bir çığ gibi büyüyordu. Eserler fazlasıyla veriliyordu.

Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre vb. gibi büyük mutasavvıfların kendi dönemlerinde ortaya koydukları zengin tasavvufî hayatın, XV. asırda bunları örnek alan Alâaddin Gaybî (Kaygusuz Abdal), Hacı Bayram Veli, Akşemseddin, Yazıcıoğlu Mehmed, Gülşehrî, Süleyman Çelebi, Eşrefoğlu Rûmî, Kemal Ümmî, Emir Sultan, İbrâhim Tennurî, Rûşeni, Şirâzî vb. pek çok şair de yetişmiştir. Bu mutasavvıf şairler, hem eski gelenek çerçevesinde dinî hayatın en güzel meyvelerini edebî sahada verirken, hem de İslam dininin kurallarını en güzel bir şekilde Türk insanına, Türk dili ile onların anlayabileceği bir tarzda anlatıyorlardı.

Bu yüzyıl şairlerinden Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n Necat’ı, şekil itibariyle divan tarzında ise de muhteva itibariyle Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı edebî mahsulleri arasındadır. Bu dönemde Anadolu’da “fikrî ve zühdî” hareketler bir hayli yoğunlaşmış gözükmektedir.

Tarihimize “Fatih Rönesans’ı” tabiriyle geçen sosyal hayat ve nizamıyla muhteşem bir yapıya bürünen Osmanlı-Türk Devleti’nin bu asrı, Fatih’i yetiştiren büyük bir mutasavvıfın da yaşadığı devirleri içine alır. Akşemseddin adıyla anılan bu büyük veliden günümüze dini-tasavvufî ve tıbbî bazı eserler kalmıştır. Akşemseddin’in yazmış olduğu Divân, bu güne kadar ortaya çıkmamışsa da bazı ilâhîleri, eski mecmua ve cönklerde mevcuttur. Onun sufîler redifli ilâhîsi sofilerin bütün özelliklerini ortaya koyduğu gibi, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının da genel mahiyetini belirlemiş olmaktadır. Zira, sufîlerle ilgili bütün bilgi ve ıstılahlar, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının bünyesinde incelenmektedir.

Bu yüzyılda; “Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı”, Yunus Emre’den beri, onun yolunda bir şair yetiştirmemekle beraber, (Akşemseddin örneğinde olduğu gibi) aynı yolda eserler vermeye devam ediyordu. Tekkelerde ve tekke mensupları arasında bestelenerek okunmak için yine ilâhîler söyleniyordu. Mutasavvıf halk şairleri bu ilâhîleri, yine Yunus Emre tarzında ve onun yolunda söylüyorlardı. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri içinde medreseden yetişenler ve divan tarzı şiirler söyleyenler de eksik değildi. Bunlar, şiirlerini umumiyetle aruz vezniyle ve gazel tarzıyla yazıyorlardı.


Hacı Bayram Velî

Hacı Bayram Velî‘nin asıl adı Nûman’dır. Ankara yakınlarındaki Solfasol (Zülfadl) köyünden Koyunlucalı Ahmed’in oğludur. Kendisi kuvvetli bir medrese (üniversite) tahsili görmüş, ilim yolunda “müderrisliğe-profesörlüğe” kadar yükselmiştir, Müteâkiben Ankara’da Kara Medrese-Melike Hatun Medresesi’nde “Müderris-Profesör olarak” hocalık yapmıştır. Bu sırada, Hamidüddin Aksarayî (Somuncu Baba) tarafından Şeyh fiücâ vasıtasıyla Kayseri’ye davet edildi. Burada şeyhinin bazı kerametlerini açıkça gören Hacı Bayram Velî, ona intisap etti ve müderrisliği terk ederek büyük bir ruhî istidat gösterip “tasavvuf-tefekkür ve iman yolu”nu seçti. Kendisine tasavvuf yolunda el veren şeyhi Hamudiddin Aksarayî ile birlikte Rûm, Şâm ve Hicâz’a gitti. Mekke’de üç yıl kadar kaldı. Daha sonra yine şeyhi ile birlikte Aksaray’a yerleşti. fieyhi’nin vefatından sonra onun halifesi olarak Ankara’ya döndü. İlk icraat olarak da, ilim-tasavvuf-toplum hocalığındaki öncülüğü, birleştirici-bütünleştirici yönleriyle, Halvetiyye (Safaviyye) ve Nakşîbendiye tarikatlarını da birleştirerek Bayramiyye tarikatını kurdu.

Hacı Bayram Velî; bilgi, sabır, beceri, tefekkür ve hoşgörü ile tasavvufî olgunluğa ulaşarak “ilim-tasavvuf sentezi”ni yapmıştır. Bu cümleden olarak Hacı Bayram Velî’nin müritleri ve halifeleri arasında; Yazıcızade Mehmed Efendi, Fâtih’in Hocası Akşemseddin ve Eşrefoğlu Rûmî’nin de bulundukları bilinmektedir.

Böylece kısa zamanda şöhreti bütün Anadolu’ya yayılan Hacı Bayram Velî, çevresine, çoğu toprakla uğraşan ziraatçı halktan meydana gelen büyük bir cemaati toplamayı başardı. Şöhretini çekemeyen bazı din adamları; onu, şeriata uymayan bir hareketin temsilcisi gibi göstererek değişik senaryolar hazırlayıp, devrin padişahı Sultan II. Murad’a şikâyette bulundular. Bunun üzerine Hacı Bayram Velî, padişah tarafından Edirne’ye davet edildi. O da, Akşemseddin gibi birkaç müridiyle birlikte Edirne’ye giderek padişahı ve diğer devlet büyüklerini ziyaret etti. Saray çevresince Hacı Bayram Velî’de görülen bazı olağanüstü hâller sebebiyle, saray er-kânınca derhal fark edildi ve sorguya lüzum görülmeden özür dilenerek padişahın ihsanına mazhar oldu. Hacı Bayram Veli, Edirne’de kaldığı sürece, II. Murad’ın da talimatıyla Eski Câmiî’de vaazlar verdi. II. Murad, Hacı Bayram Velî’nin dönüşünü bizzat makam arabası ile sağladı. Hacı Bayram Velî de Ankara’ya dönüşü esnasında Gelibolu’ya da uğradı; orada Muhammediye’nin yazarı Yazıcızâde Mehmed Efendi ve onun kardeşi Ahmed Bîcan’la görüştü, onları da tarikatına dâhil etti.

Hacı Bayram Velî’nin, Anadolu’daki millî edebiyatın ve tasavvufî hayatın gelişip yayılmasında büyük rolü olmuştur. Bu cümleden olmak üzere başta Akşemseddin, Eşrefoğlu Rûmi, Dede Ömer Sikkinî, Akbüyük, Kızılca Bedreddin gibi birçok halife de Hacı Bayram Velî’nin yanında yetişmişlerdir. Hacı Bayram Velî, 1429-30’larda Ankara’da vefat edince, bugün yine Ankara’da kendi adıyla anılan Hacı Bayram Camii Külliyesi’nde, yani İmparator Augustus Mâbedi’nin de yanındaki türbesinde ebedî istirahatgâhına defnedilmiş.

Hacı Bayram Velî’nin müstakil yazılı bir eseri yoktur. Fakat yetiştirdiği pek çok eser olarak mübarek kişiler vardır. Bunların eserlerinde onun emekleri çoktur. Kısacası Hacı Bayram Velî, teşkilatçı bir mutasavvıftır. Onun eseri insandır ve onu da yetiştirmiştir. Bu bakımdan “toplumun hocası olarak” hizmeti de büyük olmuştur. Hacı Bayram Velî’nin bugün elimizde aruzla iki, heceyle de üç şiiri bulunmaktadır. Şathiyye ve ilâhî tarzındaki bu şiirlerinin bazıları bestelenmiş olup eskiden tekkelerde zikir sırasında okunurdu.

Sayılarının çok az olmasına rağmen, aruzla olsun, hece ile olsun, tamamiyle raksan ve vecdi bir dille söylediği tasavvufî şiirleriyle Hacı Bayram Velî, “Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı”nın unutulmaz isimlerinden biri olmuştur. Onun eski kaynaklarda ve yeni antolojilerde meşhur olan üç ilâhîsi bulunmaktadır. Ayrıca bu ilâhîler pek çok kişi tarafından yorumlanmaya çalışılmıştır. Her yorumcu bu ilâhîleri kendi bilgi ummanının muhtelif derinliğine, genişliğine ve muhteva zenginliğine göre yorumlamaya çalışır, fakat hepsi de aynı “vahdet inancı”nda, yani “Allah’ın birliği”nde de birleşiverirler.

“Hiç kimse çekebilmez güçtür felegün yayı
Derdine gönül verme bir gün götürür vayı

Bir fâni vefâsızdur kavlüne inanma hiç
Gâh bây’ı ider yohsul, gâh yohsul’u ider bây’ı

Oynayı gelür aldadur çünkü eli çabuktur
Bir bunculayın fitne kande bulur arayı

Bayram kamu âlimler bu mâninün altunda
Kaf’tan kaf’a hükmeder bilmez bu muamma’yı

Çün yüzünü döndürdü bir lahza karar etmez
Nice seri pây ider döner ider ser-pâyı

Ol vâhid ki vahdet kesret’te kani tefrîk
Hızır irmedi bu sırra bildirmedi Mûsâ’yı

Miskin Hacı Bayram sen dünyaya gönül verme
Bir ulu imaretdür alma başa sevdayı” (Güzel 2009: 629).

Eşrefoğlu Rûmî

Ayrıca bakınız-> Eşrefoğlu Rûmî Kimdir Hayatı Eserleri


Süleymân Çelebi

Süleyman Çelebi, XV. asrın meşhur mevlit yazarlarındandır. Süleymân Çelebi; iyi bir dinî eğitim ve öğrenim görmüş, bir süre Sultan Bayezid’in Divân-ı Hümâyun imamlığı görevini yapmış, daha sonra 802/1400’de yapılan Bursa Ulu Camiî baş imamlığı’na getirilmiş ve hayatının sonuna kadar da bu vazifede kalmıştır. Süleymân Çelebi, eserini 812/1409’da tamamlamış ve adını Vesîletü’n-Necât koymuştur. Eserin duyularak, hissedilerek sade ve manzum bir dille yazılması, dinî-tasavvufî bir vecdin heyecanını vermesi, özel bir makamla camilerde ve evlerde okunması, halk ve münevverler arasında bunun sanki gökten inmişçesine kabul görmesi sebebiyle büyük bir şöhret kazanmasını sağlamıştır.

Bilindiği gibi, Vesiletü’n-Necat, mesnevî nazım şekliyle yazılmış bir mevlit türüdür. Bu sebeple, mısra ahengi itibariyle de son derece başarılıdır. Çünkü Çelebi, büyük bir sanatkârdır. Bölümlerin ve kitabın bütünlüğüne önem verdiği kadar, her mısraın ayrı ayrı güzel ve mükemmel olmasını, kolay anlaşılması için de sehl-i mümteni sanatını ustalıkla kullanmasını bilmiştir. Bu cümleden olarak Mevlit; tevhit, ilâhî, münacat, naat, velâdet, miraç, hilat, hicret, nasihat, vefat, istimdat (dua), hatime vb’leri olan “Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı edebî tür”üdür. Eser, bölümleri itibariyle 732 beyitten oluşmakta ve Türk edebiyatı bünyesinde benzeri olmayan bir hususiyet arz etmektedir. S. Çelebi bu eserini her ne kadar klasik Divân edebiyatı nazım şekliyle yazmışsa da; eser Divân edebiyatı bilim dalına ait olmayıp, tamamıyla Dînî-Tasavvufî Türk edebiyatı bilim dalına ait bir türdür.


Kemal Ümmî

Ayrıca bakınız-> Kemal Ümmî Kimdir Hayatı Eserleri Edebi Kişiliği


Emir Sultan 

Ayrıca bakınız-> Emir Sultan Kimdir Hayatı Eserleri Edebi Kişiliği


Dede Ömer Ruşeni

Ayrıca bakınız-> Dede Ömer Ruşeni Kimdir Hayatı Eserleri Edebi Kişiliği

Kaynak: Prof.Dr. Abdurrahman GÜZEL, Türk Halk Şiiri

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu